AZERBAYCAN
KAF DAĞININ ARDINDAKİ VATAN
Bakü Haydar Aliyev Havaalanına inerken İzmir Atatürk Havalimanına benzediğini düşünüyorsunuz. Sonra geniş yollar arasında palmiyeler uzanıyor. Kafkaslarda bunların ne işi var? Aklımıza gelir miydi Palmiyeler? Sonra, yol kenarlarında zeytin ağaçları. Kaldığımız Ambassador Otel’in yolu üzerindeki, süs olarak kullanılan zeytin ağaçları… “Kuzey değil mi bu taraf?”, diye aklınız karışıyor. Üstüne, Ege iklimini andırır bir tatlı serinlik veren rutubetli kış havası… Bir de Hazar sahillerine tepeden baktığınızda gördüğünüz Karşıyaka benzeri sahil, Kordon Boyu’nu hatırlatan sahil yürüme yolları… Burası İzmir olmalı.
BU BİR AŞK HİKAYESİ Bakü’ye giderken insan Kafkasların kara kışına hazırlanıyor. Fakat bir anda Akdeniz’in mavi rüyasına uzanıyorsunuz. Bu, gerçek bir sürpriz. Fakat sürprizi büyüten espri ise Bakü’yü tanıdıkça öğrendiğimiz İzmir Parkı, İzmir Lokantası, İzmir kabartmalı süs eşyaları ve İzmir resimleri… Bakü, İzmir’le bağını kurmuş. Birisi Ege’de serhat şehri, diğeri Hazar’da destan olan Ferhat… Dillere destan olan Mecnun’un şehri… Evet bir Ferhat hikayesi… Azerbaycan 70 yıllık Rus baskısının mirası bir hayatı yaşıyor. Sokaklarında 70 yıl Türkçe konuşmak yasaktı. Yetmiş yıl… Dile kolay… Kaç kuşaktır? Kaç nesildir? Hala, sokakta tuttuğunuz insanla konuşun, anlaşıyorsunuz. Halis muhlis Türkçe bu. 70 yıl okullarında ateizm zorunlu ders olarak okutulsun ve sen Müslüman kal! Kazaklar, Ruslarla evlenmişler. Şimdi neredeyse Ruslaşmış bir toplum var. Fakat Azerbaycan kız alıp vermemiş Ruslarla, Ermenilerle… Ve bugün kendisine “Azerbaycan Türk’ü” diyor. Şimdi o Azerbaycan, Türk kardaşlarıyla buluşmaya ev sahipliği yapıyor. Elbette ‘bu bir aşk hikayesi!..’ Geride hâlâ bir millet kalmışsa bu, ailenin gücü! KAF DAĞININ ARDINDAKİ VATAN Masallarına ninem “Kâf-ü Kûf Dağı’nın ardında bir memleket varmış…” diye başlardı. İşte orası, burası. Burası, çünkü onlar Osmanlı ile aynı boyun; ‘Kayı Boyu’nun’ çocukları. Yani ninemin ‘yâdından çıkmayan’ milletimin hatıralar ülkesi buralar. Efsaneler dağı Kafkaslar’ın masalsı ve gizemli arka yüzü… Masallarımızda adı konulmayan sisler ardındaki ülkemiz burası. Yıllar yılı perdeler ardında kalan iller… Demir perdeler ardında, demir pençeler arasında!… Bakü’nün anlamı “Rüzgarlar Şehri” imiş. Biz pek rüzgar görmedik. Fakat yaz geldiğinde denizle kara birbirine doğru akarmış. İzmir sahilleri gibi. YIKA ŞU BEYNİNİ!.. Havalimanında normal olarak pasaport kontrol sırasına giriyorsunuz. Siyah saçlı, kara gözlü bir bayan polis memuru… Fakat aniden kaba ve gür bir ses çıkarıyor: “Nee?!” Şaşırmanın ötesinde çelişkili duygulara düşüveriyorsunuz. Burası “Doğu Ekspresi” mi? Ve ardından aklınızdan geçenden dolayı utandırtan sorgulama başlıyor. Birden, bu yerel doğallığın bana kaba gelişinin altında yatan gerçek hortladı: ‘Sen bile Batı kültür emperyalizminin gözlüğünden sıyrılamamışsın. Yıka şu beynini!..’ Pasaport sırası bitmeden bir Azerbaycanlı kardeş yaklaştı: “Sen Türk Kurultayı içün gelmişsen?” Ağzımızdan ‘evet’ çıkmasıyla pasaportumuzu aldı, içeri gitti ve bir süre sonra vize ile birlikte döndü. Zaten 10 Manat veren herkese vize veriliyor. Bu, vize yok demek gibi bir şey. Türkiye’den gidip kendinizi iyi hissettiğiniz nadir yerlerden birisindesiniz… Otobüs, otellere Türk misafirlerin son postasını dağıtıyor. Bizim otele bir taksiyle ulaşmamız gerek. Taksi şoförü Malik, sıkı bir pazarlık sonrasında 10 Manata götürmeyi kabul etti. Manat, dolardan pahalı. Yol arkadaşım Suat Bey 1992’de geldiğini söylüyor Azerbaycan’a. Yüz dolara bir ay geçiniyormuş. Şimdi 10 dolara taksiye binemiyorsun. Bu ne iş? Malik güleç yüzlü. ‘Bakü, çok değişti’ diyor: “Eskiden her şey orta haldi. Şimdi her şey aşırı; zenginlik de fakirlik de… İyilik de, kötülük de.” Aklıma Özallı yıllar geldi birden. Biz de vasattan çıkıp uçlara savrulmuştuk bir zamanlar. Hacı Murat’ların ‘konfor’ olduğu yıllardan at arabaları ile Mersedeslerin aynı caddede yürüdüğü yıllara… TEK TÜNELİMİZİ BOMBALADILAR Gülistan Sarayı’nda Kurultay açılışı var. Taksi pazarlığı 1980’li yılları hatırlatıyor. Yola çıktığımızda Bakü’nün yüzü görünüyor artık. Bakü büyük bir şantiye gibi. Hazar’ın petrolüne Neft diyor şoför Hüseyin. Ağzındaki altın dişler çoğu erkekte var. Biz bu dişleri 70’li yıllarda bıraktık. “Neft bizde. Azerbaycan zengindir. Lakin halk çok fakirdir. Bakın şu bina gibi üç gökdelen bir sahsın. Aliyevin çevresi çok zengin. Eskiden Ruslar dışında kadında bozgun yoktu. Artık müselman kadınlarında da çıkar oldu. Hep fukaralıktan.” Gözünüzü boyayan ihtişamın neyin üzerinde yükseldiğini anlatan acı sözlerdi bunlar. Fakat Azerbaycan’ın yarın düzelebilecek bugünkü acı gerçeğinin ötesinde kalıcı bir hakikat vardı: Burası aynı dil, aynı din ve aynı hissin toprağıydı. Burası da bizim vatanımızdı. Dünyanın en önemli geçidiydi Azerbaycan. Doğu ve Batı arasında tek geçitti. Önce tıkaç vurdular Ermenistan adında. Sonra katliamlar… Türk dünyasına giden yegane tünelimize bomba koydular. Kana buladılar. Batı Emperyalizminin, Rusya ebeliğinde peydahladığı tüp devletten başka bir şey değildi Ermenistan. Bu kukla devlet sürekli o bölgede yayılmacılığa mazeret oluşturacak istikrarsızlık için var. Arap topraklarındaki İsrail’in rolü neyse, Türk topraklarında Ermenistan’ın rolü de aynı. “KALBİMİN HÜZÜN DOLU KÖŞESİ” Ebâhir hayvan besiciliği yapıyor. Haykırıyor: “Orası Errivani Hanlığı’dır. Türk vatanıdır. Ermenileri Ruslar oraya taşıdılar. Karabağ’ımızı aldılar. Soyumuzu kırdılar.” Yavuz Bülent “Şimdi Karabağ, yere inmiş bulutlar ülkesidir.” der. Haydar Aliyev son on yılında “Kalbimin hüzün dolu köşesi.” diye andı Karabağ’ı. Şimdi o hüznü dillendiren nice gönüllü var başköşeye konulmuş. Şuşa Azerbaycan sanatçılarının şehri. Dirilerini katlettikten sonra, sanatçı heykellerinin gözlerini kurşunlamış Ermeniler Şuşa’da. Azerbaycan’ın millet olacağı ondan belli ki; o heykelleri Bakü’ye almak için milyonlarca para dökmüşler Ermenilere. Şimdi onlar Bakü’de gören her göze o kara hatırayı derinden derine konuşuyorlar. Onların fısıltıları Bakü’nün sükutuna tarihi davasını, Karabağ’ı nefhediyor… 15 yıldır dünyanın görmezden geldiği katliam günlerini… Adı üstünde ‘Hocalı’, adı üstünde ‘Fuzuli’, Agdam; adıyla Müslüman Türk yurdu. Azerbaycan’da bu özlem gittikçe tazeleniyor… Kimbilir, o soykırım olmasa idi Azerbaycan nasıl millet olacaktı? Ermeni ve Ruslarla iç içe yaşayan bir Azerbaycan’da ne yönetim böyle olurdu, ne toplum… Bugün Bakü’de Türk Dünyası Kardeşlik, dayanışma ve İşbirliği Kurultayı da olmazdı. BUZDOLABINDAN ÇIKMIŞ GİBİ Gülistan Sarayı’ndayız. Burası Azerbaycan Halkının övündüğü ve özen gösterdiği bir saray. Sarayın büyük salonunda gerçekleşen açılış töreninde Türk dünyasının devlet, özerk bölge, cemaat ve diaspora temsilcileri; yaklaşık bin delege ve misafirler bulunuyor. Soruyorum Azerbaycanlı Seymur’a “bu toplantı nedir?” Şii camiinden çıkışından anlıyorum ki Caferi’dir. Seymur, “Müslüman devletler toplanıyor.” diyor. “Bu toplantı Türk Kurultayı değil mi? Diyorum, “evet, Müslüman işte!” Diyor. Çok hoşumuza gidiyor bu saflık. Osmanlı buraları nasıl bırakmışsa buzdolabına konmuş, yeni çıkmış gibi. Dili Osmanlıca kelimelerle dolu. Osmanlıcasını düşünüp söylediğiniz kelimeler anlaşılıyor. Osmanlı son dönemi gibi İslamlık ve Türklük de ayrışmamış daha. Fakat İslam duygudan ibaret. Sırlar Dünyası yayına girince sokaklarda el ayak çekiliyor. İlgi büyük. Kur’an duvarda duruyor seksen yıldır. Azerbaycan 8 Milyon, Bakü 4 milyon ve Bakü’de sadece 3 camii var. Birisini de Diyanet yaptırmış. İslam’ı temsilde büyük kafa karışıklığının sebebi türedi Vehhabi hareket. Çok itici ve fanatikler. Azerbaycan halkı dine saygılı ama bu insanlara karşı tepkililer. AZERBAYCAN’IN HER YANINDA ALİYEV XI. Türk Dünyası Dostluk, Kardaşlık ve Emekdaşlık Kurultayı açılışı… İlham Aliyev konuşuyor. Türk Dünyasının bu buluşmasına övgüler düzüyor. Bir isteği var onlardan: “Karabağ katliamını kabul edin. Bize destek olun.” Aliyev’i dinlerken bağımsızlık ve işgal yıllarına gittim. O yıllarda bize, Türkiye’de hep Elçibey sempatik gelirdi. Halen de öyledir. Çünkü O, halkın içinden gelmişti. Rus Politbürosu’nun ikinci adamı Haydar Aliyev’e hep kuşkuyla bakıldı buradan. O, Azerbaycan’a biçilmiş ‘Demirel’ olmalıydı! Fakat O’nun hikayesini öğrenince, Halk Cephesi’nin efsane lideri Elçibey’in bağımsızlıktaki saygıdeğer rolü kadar Aliyev’in devlet olmadaki tartışılmaz etkisini ve siyaset becerisini de kavrıyorsunuz. Yıl 1987… Sovyet Rusya’sı çatırdarken Glastnost Dönemi Lideri Gorbaçov Rus nüfuz gücünü dağılan coğrafyasında korumak için belli bölgelere yükleniyordu. Bunların başında Azerbaycan geliyordu. Azerbaycan halkını zorunlu göçe tabi tutmak istiyordu. Türkler tehcir edilecek, Ermeniler iskan edilecekti. Fakat Politbüro’da kudretli bir isim karşısına çıkmıştı; Dünya’yı yöneten birkaç kişiden birisiydi O: Haydar Aliyev. Bir tek Türk’ün tehcirine izin vermiyordu. Gorbaçov bir türlü Azerbaycan’daki emeline ulaşamıyordu. İki yıl sonra Aliyev Politbüro’dan istifa etmek zorunda kaldı. İşte Azerbaycan halkı için kara günler ondan sonra başladı. İlk baykuş yine Pariste öttü; Agan Aganbegyan: “Karabağ Ermenilerin olmalı!” diyordu. Sonraki 4 yılda Azerbaycan’ın beşte biri Ermenilerin eline geçmişti. Aliyev ise KGB’nin sıkı takibindeydi. Göz hapsinde tutuluyordu. Bir gün karar verdi; her gün Moskova-Bakü arasında gidip gelecekti. Hadi usanmasın, takip etsinlerdi! 15 gün hiçbir şey yapmadan Moskova’ya uçtu, 1-2 saat durup Bakü’ye indi. Amaçsız, delice ve can sıkıcı gidiş gelişler… Hergün bunu yapıyordu. Sonunda Rusların bu yaşlı adamın bunak olduğuna hükmetmelerini başardı. 1990 Mayıs’ında memleketi Nahçıvan’da başlayan mücadelesi işgaller, ard arda gelen isyanlar, halkın bölünmüşlüğü ve askersizlik şartları altında sürdü.1993’te devlet başkanlığı ile tamamlandı. Şimdi orda Azerbaycan’ın Atatürk’ü gibi Haydar Aliyev. TÜRKİYE’NİN AĞIRLIĞI Elimizde bir ürünümüz var. Sorduğumuz herkes aynı şeyi söylüyor: “Burada teklif götürmekle bir iş yaptıramazsın. O sektör devlet tarafından kime verilmişse o yapar. Başkası o işe giremez. Burada Monopoli var.” Tabii devlet demek de İlham Bey demek. Bugüne kadar Türkiye’de yapılan bu kurultaylar ilk defa bir başka Türk devletinin ev sahipliğinde gerçekleşiyordu. Türkiye Başbakanı kürsüdeydi. Toplantıda herkesin üzerinde Türkiye’nin farklı bir anlamı ve ağırlığı var. Başbakan konuşurken ardı ardına öneriler sıralıyor ve bu önerilerin hepsi de Kurultayda karara dönüyordu: Kurultayda Türk Devlet Başkanları Arası Daimi Sekreterya kurulmasına karar verildi. Karabağ konusunda ortak hareket yapılmasına ve Ermeni Soykırımı iddialarına birlikte karşı konulmasına karar verildi. Sonuç bildirgesine giren bir başka husus ise Türk Dünyasının ortak bir televizyona kavuşması ve bu açıdan da TRT- Türk Televizyonunun hizmet vermeye başlamasının kararlaştırılması idi. Ortak Alfabe oluşturulması konusu da kabuller arasına girdi. BURADAN DURUP BAKINCA… Orada Afganistan, Türkistan, Kırım, Kerkük, Kosova tüm dünyanın Türkleri bir kloca Atlas uzanıyor gözlerinde insanların. Doğu Türkistan orada olsa, Kırcali burada dursa ne olur, tarih bizi birleştiriyor! Dilimiz bizi buluşturuyor; Bakü Hazara, Kırım karadeniz’e baksa ne çıkar? Şu mahzun Hazar’ın sularına bir bak; büyük bir milletin gözlerinde yükselen gökleri göreceksin. Gaspıralı’nın hayali dolanır Türk illerinde; dilde, fikirde, işte birlik!.. Şehriyar’ın şeheri’nden ıstıraplı bir şiir yüklenip, Amuderya sularında huzura serpiyorsun. İskeçe’de bir Balkan hüznünü, Kerkük’te Mezopotamya ağıdına dert ortağı yapıyorsun. Soruyorsun; Şuşa’da heykelleri bile kurşunlayan kin, Yesi’de Ahmet’le doğan Divan-ı Hikmet’in sevgi selini, seni mi yenecek?! Kaşgarlı Mahmut’la şirin dilini Türk’çe hissedeceksin. Buhara’da Sarı Saltuk’a sarılıp, Kırşehir’de Hacı Bektaş’a, Ahi Evran’a selam duracaksın… Bilim’in doğum yerinde, Semerkant’ta Uluğ Bey’in Rasathanesi’nden Türk Milletinin yıldızlar kadar parlak geleceğine uzanacaksın… Şurada durup bakınca Türkiye’ye bölünecek bir yerini göremiyorsun; eklemlenecek uzantıların canlanıyor coğrafyada. KORKU DAĞLARI BEKLİYOR Türkiye Başbakanı ve Azerbaycan Devlet Başkanı görüşüyorlar bir odada. Bizler de iki arkadaş, iki devlet adamına hazırladığımız hediyeleri sunmak istiyoruz. Türk Başbakanına ulaşabiliyoruz, hediye kitaplarımızla. Ama Azerbaycan Devlet Başkanı’nın duvarlarını aşmak mümkün değil. Kulağı ve gözü olmayan etten duvarlarını… Belli ki hâlâ korku dağları bekliyor; Gülistan Sarayı’nda bile!.. Büyükelçilikte randevularımız var, Elçilik görevlileri sıcak bir karşılama yapıyor. Askeri ataşemiz özel bir ilgi gösteriyor. Çalışmalarımızı ilgiyle dinliyor. Azerbaycan’da kültürel etkinliklerde doğru mesaj veren çalışmaları destekleyeceklerini söylüyor. Fakat Başbakan’ın Türk Büyükelçiliğini ziyareti çalışmamızı kesen bir hareketlilik meydana getiriyor. Akşam bir Tiyatro oyunu koymuşlar programa. Suat Beyle katılıp katılmamakta tereddüt geçirsek de oradaydık. Fakat pişman olmadık: Bahtiyar Vahapzade’nin Özümüzü Kesen Kılıç tiyatrosu canlandırılıyor. Sahnelenen oyun kardeşi kardeşe düşüren oyunlarla Türk Milletinin gücünün nasıl dağıldığını anlatıyor. Tiyatroları bir saray görkeminde. Oyun inanılmaz bir görkemli dekor eşliğinde gerçekleşiyor. Sanat anlamını burada buluyor. EMRE’YLE ÇALIŞMAK… Birinci gün protokoller günü. İkinci gün tam bir çalışma günü oluyor. Komisyonlar iki otelin altı salonunda bildiriler sunuyor. Fikirler, tartışmalar, öneriler ve temenniler… Herkeste kırık hayallerini yeniden yeşertecek bir aşk arayışı, büyüme arzusu var. Bakan Yardımcısı ve Muhalefet Partisi lideri Sabir Rüstemhanlı’nın eşi Tenzile Hanım aracılığı ile ülkeye alabildiğimiz kitaplarımızı dağıtıyoruz tüm salonlarda. Fakat Anadolu’nun bir genç fidanı Emre Başoğlu kardeşimizle yapıyoruz bunu. Emre üniversite eğitimi için gelmiş Bakü’ye. Azerbaycan Türkçesini güzel öğrenmiş. Dini duyarlılığın düşüklüğü ilkin onu üzmüş, pişmanlık yaşar gibi olmuş. Ama sonradan iyi ki geldim, buraların bize ihtiyacı var demeye başlamış. Hele ki PKK yandaşı gençlerin Türkiye’den gelip Bakü Üniversitelerinde faaliyet yapıyor olması daha bir ateşlemiş Emre’yi. Hazırlık sınıflarının temsilcisi seçilmeyi başarmış. İdealleri var. Orada bir Anadolu Çınarı var; büyüyor… Aynı, Bakü Akşamında yürürken karşılaştığımız Fatih Erişmiş’in Ankara Anadolu Yurdu hatıralarını canlandırdığı gibi… Emre’yle dağıttığımız, anlattığımız kitaplar o güne damgasını vuruyor. Bütün katılımcılardan aynı tebrikler geliyor: “Bu yaptığınız şu kurultay kadar önemli. Sizin çalışmalarınızı tüm Türk ve İslam Dünyasına yaymalıyız. Elbirliği ile.” İskeçe, Fransa, Almanya, Trakya, Kazakistan, Kahkasya, Çuvaşistan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Doğu Türkistan, Kerkük… Asıl, Türkiye’ye orada daha iyi ulaşabiliyoruz. MENSUBİYET MANEVİ BİR DUYGUDUR Biz ise sunduğumuz tebliğde bir mesaj veriyoruz: “Türklük genetik bir olay değildir. Kültürel bir olgudur. Kültür dil, din ve tarih gibi unsurlardan oluşur. Bunlar ise manevi unsurlardır. Türk birliği soy birliği üzerinde değil kültür birliği üzerinde, maneviyat ve değerler temelinde kurulabilir. Türklük bir etnisite değil, etnik varlıkları yoğuran bir potadır; millet olmuş bir sosyolojik varlıktır.” O gün yemek ve çay molalarında yaptığımız sohbetler yanında Televizyon ve Gazetelerin de onlarcasına görüş veriyoruz. Dost Alim Korkmaz’ın yönlendirmesiyle Azerbaycan devlet Tv’si özel bir program genişliğinde görüşme yapıyor bizimle. Kanal 24, Haber 7, CNN, American of Voice’e kadar pek çok Tv. Respublika, halk, Olay gibi gazetelere de röportaj veriyoruz… Bugün de Opera var. Gitmeliyiz. Leyla ve Mecnun Operası. Salona geldiğimizde, Azdrama denilen Opera binası, içimizi açıyor. Muhteşem süslemeler, heykeller ve salonun büyüklüğü bizi rahatlatıyor. ‘Sıkılırsak salonu inceleriz, o kadar güzel ki…’ fakat Opera sıkıcı olmadı. Leyla ve Mecnun operası, dili Türkçe ve milli musiki makamları, halk müziği uzun hava tarzlarına özendirilmiş tarzda sunulunca keyif verici oldu. Orkestranın büyüleyici başarısı da ayrı bir etki sağlamıştı… dayanamadık, bu başarıyı kutlamalıydık. Leyla ve Mecnun rolünü oynayan sanatçılarla tanıştık, tebrik ettik. Vakit geç olmuştu. Fakat biraz yürümek iyi olabilirdi. Akşamın güzel soluğu bizi Haydar Aliyev Parkı’na götürdü. Buraların Atatürk’ü gibi Aliyev. Her köşede bir sözü, bir resmi, bir anıtı… Geniş caddeleri, bakımlı parkları ve heykelleri yanında, cadde boyu yapılan binaların tarihi karakteri ayrı bir estetik veriyor şehre. Binalar kuvvet kaynağı gibi. İRAN’I TÜRK DEVLETİ SAYALIM Hüsnü Bey Güney Azerbaycan’dan gelmiş. Lokanta işletiyor. “Burası ne ki, diyor. Azerbaycan’ın gerçek başkenti Tebriz’dir. Bakü onun için bizi taşıyamıyor.” Aklımıza Kurultay’ın Tebrizli delegesi geliyor. Şöyle diyordu Prof. Abbas: “İran’ın 35 milyon nüfusu Türk. 10 milyonu Fars. Gerisi farklı milletler. Bundan sonra İran’ı da Türk Devletler Topluluğuna davet etmeyi öneriyorum.” Lokantada bir grup gençle sohbet ediyoruz. Liseli gençler sohbetimizi can kulağı ile dinliyor. Siyonizmi, ABD ve İngiltere’yi anlatıyoruz; Liseliler Başkanı Sedakat söze giriyor; “Biliyoruz, diyor, Kurtlar Vadisi’ndan öğrendik!” PKK’yı da Bumerang Cehennemi öğretmiş bu gençlere. Binbirgece’nin hastaları. Avrupa yakası, Sıla… hepsini izliyorlar. Ertesi gün, artık Kurultay’ın son günü. Azerbaycan adına Devlet Başkan Yardımcısı yapıyor. Sonra Demirel çıkıyor. Demirel, ilkin alkış alan konuşmasında tarihi büyüklerden alıntı yapıyor. Sonra, kendisi konuşmaya başlayınca ‘Avrupa Değerleri’ demeye başlıyor. Salonun keyfi de kaçıyor. Bosna’daki, Kerkük’teki Karabağ’daki, Irak’taki Avrupa Değerleri’ni herkes biliyor çünkü. Salon boşalıyor, Demirel konuşurken. İKİ PAŞADAN BİRİ Çalışmamız bittikten sonra akşam üstü Şehitler Hıyabanına gidiyoruz. Emre’nin rehberliği doyumsuz. Önce Türk şehitliğini ziyaret ediyoruz. 1918 yılında Nuri Paşa komutasında gelen Osmanlı kuvvetlerinin Azerbaycan’ı Rus işgalinden kurtarıp 1300 kadar şehit vererek döndükleri savaşın hatırası… Şehitler isim isim yazılmış. Konya, Manisa, Trabzon, Van… Tüylerimiz diken diken oluyor. Şehitliğin bekçisi karşılıyor bizi: “Burada iki Paşa var birisi Fahri Paşa, diğeri ben!..” Adı Paşa imiş. Askeri ataşemiz Fahri Kır’ı da pek sevdiğini belli ediyor. Çayını da içip sohbetten ayrılırken yanımızda Doç Dr. Mehmet Çanlı da var. Paşa’ya “Dedelerimize iyi bak. Kemiklerini sızlatma. Burada içki filan içilmesin olur mu?” diyoruz. İçkinin Azerbaycan’da bol tüketilmesi nedeniyle hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz. Paşa, “Onlar bizim de atalarımız; Yaklaştırmam, diyor. Ben ağzıma sürmem zaten. Paşam da uyarıyor.” Şehitler Hıyabanı, Karabağ katliamının kahramanlarının anıtmezarlarıyla dolu. Normal mezarlara dahi orda yatan kişinin resmi yapılıyor. Portre galerisi gibi bir şehitlik. Çiçeklerle bezenmiş güzellik, mermerlerin siyah seçilmesi ile oluşan asalet… Ve yolun sonunda yapılmış anıt Bakü’ye tepeden bakıyor. Buradan Bakü, Hazar’ın güzelliğini gerdanına takıyor. Buradan İzmir oluyor Bakü. Körfez dağlardan yürüyen sis altında bütün ihtişamıyla şehitliği yaşatıyor. Şehitliğe Diyanet tarafından yaptırılan cami de çok etkileyici bir noktada. DİNE AÇ BİR TOPLUM Akşam, Suat Bey’in vefat eden bir arkadaşının evine gidiyoruz. Taziye ziyareti yaptığımız ev, halktan birileri. Bir kapıdan girdikten sonra sofa tam altı eve açılıyor. Hepsi ellişer metrekaredir ancak. Bu kutu kutu evlerde yaşayan aileler. Evin hanımı Münevver Abla, yeğeni adına okul yaptırılmış bir Karabağ şehidi veren aileden. 70 manat yaklaşık 100 YTL aylık geliri var. Hacca gitmek istiyor. Ona zenginlerin gitmesi gerekir. Size düşmez, dediğimizde çok şaşırıyor. Dini bir konuda konuşunca can kulağı ile dinliyorlar. Din konusunda çok açlar. Sırlar Dünyası yayınlandığında herkes ona kilitleniyor Azerbaycan’da. Ertesi gün Kız Kalesi ve Eski Şehir gezisiyle başladı. Emre’ye yeni bir arkadaş daha ekledik. Dostumuz Emil, İşletme okuyor. Merkezi İzmir’de olan Türk Dünyası Gençleri Birliği’nin Bakü Temsilcisi. Aynı zamanda bir gazetede köşe yazarı.Kız Kalesi tarihin derinliklerinden uzanıp gelen fısıltılarına her katını bir müzeye dönüştüren kültürel özellikleri ile Azerbaycan’ı tanıtan dört katında bir özet sunuyor adeta. Eski şehir ise mimarisi ve estetiği ile büyüleyici. Bu kültürün tarihin bir safhasında dondurulmuş olması ne acı bir dramdır, diye düşünmeden edemiyorsunuz. BİR TÜRKİYE ELÇİSİ Ardından randevumuz var; Azerbaycan’ın milli şair ve yazarı Sabir Rüstemhanlı ile. Baş başa lideri olduğu Yurttaş Hamraylığı Partiyası’nın Genel Merkezinde birbuçuk saate yakın sohbet ediyoruz. Türkiye’den henüz dönmüş: Hazar Şiir Akşamları’na gitmiş Cengiz Aytmatov ile. Elazığ’daki Teröre lanet mitingine katılmış. Tek kelimeyle büyülenmiş Elazığ’dan ve Harput’tan. Çalışmalarımızı ilgi ve dikkatle dinledi. Notlar aldı. Bir siyasiden ziyade dava adamı ile konuştuğunuzu hissediyorsunuz. İdealistliğin belirtisi olarak milli bir heyecan yansıtıyor. Türkiye’de 3-4 senedir gerçekçiliğin başladığını düşünüyor. Bu şansı değerlendirmeliyiz diyor. Sabir Bey Türkiye ile Azerbaycan’ın kardeşliği ve birlikteliği konusunda tavizsiz bir tavır taşıyor. Türkiyelilerin adeta hamisi olmuş orada. CESARET’LE İÇTİMADAYIZ Sabir Bey’den sonra Azerbaycan’ın kültür ağırlıklı yayın yapan en büyük kanalı İçtima Televizyonundaki randevumuza ulaştık. Genel Müdür İsmail Bey kitaplarımızı ve fikirlerimizi hemen Kültür yayınlarından sorumlu Cesaret Bey’e aktardı. Cesaret, Ankara’da Yüksek Lisans yapmış. Semtlerini, sevdiği yerleri sayıyor. Arkasında üç resim dikkat çekiyor: Kabe, Atatürk ve Aliyev. Cesaret’in masasında Azerbaycan ve Türkiye bayrakları birlikte duruyor. Cesaret tarihçi. Kara Fatma, diyoruz bütün ayrıntısıyla hikayesini anlatıyor. Bayrağımızın nasıl belirlendiğini konuşuyoruz. Ayrıntılarına kadar biliyor. Buna şaşırdığımızı söylüyoruz; “Biz, Türküz, diyor. Ortak kaderimiz, ortak tarihimiz… Elbette bileceğiz.” Fakat, diyor ekliyor: “Sizin çocuklarınız bizi, Azerbaycan tarihini bilmiyor, anlatmıyorsunuz. Sanki Avrupa’nın parçasısınız.” Bu eleştiriye denecek söz ne olabilir? Ekliyor Cesaret: “Orada, Irak sınırında 12 askeriniz şehit oldu, burada bizim televizyon önünde halk toplandı, Türk Büyükelçiliğine yürüdüler. Türkiye’ye savaşmaya gitmek istiyorlardı. Fakat Hrant Dink öldüğünde Türkiye ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye yürüdü ya, biz burada yıkıldık. Kahrolduk. Kardaşlarımız, nasıl ‘Ermeniyik’ derler?” Haklıydı. Ermeniler Azerbaycan Türklerini soykırıma uğratmıştı yeni. Hatta bu olaydan dolayı Azerbaycan’da bize pek çok soru geldi:”Türkiye’de çok fazla Ermeni var herhalde? Yüzde yirmi var mı?” Fakat düzelttik. Suat Bey konuştu ilkin: “O yürüyenler ufak bir azınlıktır. Yüzdeleri de var sayılmaz bile. Karabağ işgalinde Türkiye’den binlerce gönüllü Azerbaycan’a geldi, bir kısmı şehit düştü. O zaman ben de gelmiştim.” Ardından sözü ben devam ettirdim: “Bizde can Azerbaycan denir. Ben Karabağ işgalinde yeni evlenmiştim. Vakfımızın Karabağ’a yardım kampanyasında düğünümün bütün takılarını eşim buradaki kardeşlerimize bağışlamıştı.” Cesaret’in gözü doldu, yüzü güldü. BAKÜ-İSTANBUL ARASINDA ZAMAN FARKI YOK Program için bize yardımcı olan Mayıs neredeyse Yozgatlı Mustafa Yalçın’ın ikizi… Şaşırtıcı. Mayıs’la çok samimi bir bağ kuruyoruz. Yaklaşık bir saat süren program sonrasında Akşam Mayıs’la beraber geziyoruz şehri. Artık ayrılmak zamanı geliyor Bakü’den. Ertesi sabah 07’de uçacağız. Garip oluyor. Aradaki saat farkı iki. Yolculuk da iki saat sürüyor. Bakü’den 07’de kalkıp İstanbul’a 07’de iniyorsunuz. Sanki zaman duruyor. Sabah Bakü’de kalkıp hayata İstanbul’da devam ediyorsunuz gibi. Zaten memleket de değişmiyor gibi… Bir millet iki devlet!… Azerbaycan bizi bekliyor. Biz, Anadolu Çınarı olarak Emre’yi; ideallerle dolu bir genci, arkadaşları Emil’i, Fatih’i bırakıyoruz geride. Artık bağımız sürekli olacak Bakü ile… Ayrılmıyoruz. Sürekli oradayız artık… |
Osman ARSLAN
Bakü Haydar Aliyev Havaalanına inerken İzmir Atatürk Havalimanına benzediğini düşünüyorsunuz. Sonra geniş yollar arasında palmiyeler uzanıyor. Kafkaslarda bunların ne işi var? Aklımıza gelir miydi Palmiyeler? Sonra, yol kenarlarında zeytin ağaçları. Kaldığımız Ambassador Otel’in yolu üzerindeki, süs olarak kullanılan zeytin ağaçları… “Kuzey değil mi bu taraf?”, diye aklınız karışıyor. Üstüne, Ege iklimini andırır bir tatlı serinlik veren rutubetli kış havası… Bir de Hazar sahillerine tepeden baktığınızda gördüğünüz Karşıyaka benzeri sahil, Kordon Boyu’nu hatırlatan sahil yürüme yolları… Burası İzmir olmalı.
BU BİR AŞK HİKAYESİ
Bakü’ye giderken insan Kafkasların kara kışına hazırlanıyor. Fakat bir anda Akdeniz’in mavi rüyasına uzanıyorsunuz. Bu, gerçek bir sürpriz. Fakat sürprizi büyüten espri ise Bakü’yü tanıdıkça öğrendiğimiz İzmir Parkı, İzmir Lokantası, İzmir kabartmalı süs eşyaları ve İzmir resimleri… Bakü, İzmir’le bağını kurmuş. Birisi Ege’de serhat şehri, diğeri Hazar’da destan olan Ferhat… Dillere destan olan Mecnun’un şehri…
Evet bir Ferhat hikayesi… Azerbaycan 70 yıllık Rus baskısının mirası bir hayatı yaşıyor. Sokaklarında 70 yıl Türkçe konuşmak yasaktı. Yetmiş yıl… Dile kolay… Kaç kuşaktır? Kaç nesildir? Hala, sokakta tuttuğunuz insanla konuşun, anlaşıyorsunuz. Halis muhlis Türkçe bu. 70 yıl okullarında ateizm zorunlu ders olarak okutulsun ve sen Müslüman kal! Kazaklar, Ruslarla evlenmişler. Şimdi neredeyse Ruslaşmış bir toplum var. Fakat Azerbaycan kız alıp vermemiş Ruslarla, Ermenilerle… Ve bugün kendisine “Azerbaycan Türk’ü” diyor. Şimdi o Azerbaycan, Türk kardaşlarıyla buluşmaya ev sahipliği yapıyor. Elbette ‘bu bir aşk hikayesi!..’ Geride hâlâ bir millet kalmışsa bu, ailenin gücü!
KAF DAĞININ ARDINDAKİ VATAN
Masallarına ninem “Kâf-ü Kûf Dağı’nın ardında bir memleket varmış…” diye başlardı. İşte orası, burası. Burası, çünkü onlar Osmanlı ile aynı boyun; ‘Kayı Boyu’nun’ çocukları. Yani ninemin ‘yâdından çıkmayan’ milletimin hatıralar ülkesi buralar. Efsaneler dağı Kafkaslar’ın masalsı ve gizemli arka yüzü… Masallarımızda adı konulmayan sisler ardındaki ülkemiz burası. Yıllar yılı perdeler ardında kalan iller… Demir perdeler ardında, demir pençeler arasında!…
Bakü’nün anlamı “Rüzgarlar Şehri” imiş. Biz pek rüzgar görmedik. Fakat yaz geldiğinde denizle kara birbirine doğru akarmış. İzmir sahilleri gibi.
YIKA ŞU BEYNİNİ!..
Havalimanında normal olarak pasaport kontrol sırasına giriyorsunuz. Siyah saçlı, kara gözlü bir bayan polis memuru… Fakat aniden kaba ve gür bir ses çıkarıyor: “Nee?!” Şaşırmanın ötesinde çelişkili duygulara düşüveriyorsunuz. Burası “Doğu Ekspresi” mi? Ve ardından aklınızdan geçenden dolayı utandırtan sorgulama başlıyor. Birden, bu yerel doğallığın bana kaba gelişinin altında yatan gerçek hortladı: ‘Sen bile Batı kültür emperyalizminin gözlüğünden sıyrılamamışsın. Yıka şu beynini!..’
Pasaport sırası bitmeden bir Azerbaycanlı kardeş yaklaştı: “Sen Türk Kurultayı içün gelmişsen?” Ağzımızdan ‘evet’ çıkmasıyla pasaportumuzu aldı, içeri gitti ve bir süre sonra vize ile birlikte döndü. Zaten 10 Manat veren herkese vize veriliyor. Bu, vize yok demek gibi bir şey. Türkiye’den gidip kendinizi iyi hissettiğiniz nadir yerlerden birisindesiniz…
Otobüs, otellere Türk misafirlerin son postasını dağıtıyor. Bizim otele bir taksiyle ulaşmamız gerek. Taksi şoförü Malik, sıkı bir pazarlık sonrasında 10 Manata götürmeyi kabul etti. Manat, dolardan pahalı. Yol arkadaşım Suat Bey 1992’de geldiğini söylüyor Azerbaycan’a. Yüz dolara bir ay geçiniyormuş. Şimdi 10 dolara taksiye binemiyorsun. Bu ne iş? Malik güleç yüzlü. ‘Bakü, çok değişti’ diyor: “Eskiden her şey orta haldi. Şimdi her şey aşırı; zenginlik de fakirlik de… İyilik de, kötülük de.” Aklıma Özallı yıllar geldi birden. Biz de vasattan çıkıp uçlara savrulmuştuk bir zamanlar. Hacı Murat’ların ‘konfor’ olduğu yıllardan at arabaları ile Mersedeslerin aynı caddede yürüdüğü yıllara…
TEK TÜNELİMİZİ BOMBALADILAR
Gülistan Sarayı’nda Kurultay açılışı var. Taksi pazarlığı 1980’li yılları hatırlatıyor. Yola çıktığımızda Bakü’nün yüzü görünüyor artık. Bakü büyük bir şantiye gibi. Hazar’ın petrolüne Neft diyor şoför Hüseyin. Ağzındaki altın dişler çoğu erkekte var. Biz bu dişleri 70’li yıllarda bıraktık. “Neft bizde. Azerbaycan zengindir. Lakin halk çok fakirdir. Bakın şu bina gibi üç gökdelen bir sahsın. Aliyevin çevresi çok zengin. Eskiden Ruslar dışında kadında bozgun yoktu. Artık müselman kadınlarında da çıkar oldu. Hep fukaralıktan.”
Gözünüzü boyayan ihtişamın neyin üzerinde yükseldiğini anlatan acı sözlerdi bunlar. Fakat Azerbaycan’ın yarın düzelebilecek bugünkü acı gerçeğinin ötesinde kalıcı bir hakikat vardı: Burası aynı dil, aynı din ve aynı hissin toprağıydı. Burası da bizim vatanımızdı. Dünyanın en önemli geçidiydi Azerbaycan. Doğu ve Batı arasında tek geçitti. Önce tıkaç vurdular Ermenistan adında. Sonra katliamlar… Türk dünyasına giden yegane tünelimize bomba koydular. Kana buladılar. Batı Emperyalizminin, Rusya ebeliğinde peydahladığı tüp devletten başka bir şey değildi Ermenistan. Bu kukla devlet sürekli o bölgede yayılmacılığa mazeret oluşturacak istikrarsızlık için var. Arap topraklarındaki İsrail’in rolü neyse, Türk topraklarında Ermenistan’ın rolü de aynı.
“KALBİMİN HÜZÜN DOLU KÖŞESİ”
Ebâhir hayvan besiciliği yapıyor. Haykırıyor: “Orası Errivani Hanlığı’dır. Türk vatanıdır. Ermenileri Ruslar oraya taşıdılar. Karabağ’ımızı aldılar. Soyumuzu kırdılar.”
Yavuz Bülent “Şimdi Karabağ, yere inmiş bulutlar ülkesidir.” der. Haydar Aliyev son on yılında “Kalbimin hüzün dolu köşesi.” diye andı Karabağ’ı. Şimdi o hüznü dillendiren nice gönüllü var başköşeye konulmuş. Şuşa Azerbaycan sanatçılarının şehri. Dirilerini katlettikten sonra, sanatçı heykellerinin gözlerini kurşunlamış Ermeniler Şuşa’da. Azerbaycan’ın millet olacağı ondan belli ki; o heykelleri Bakü’ye almak için milyonlarca para dökmüşler Ermenilere. Şimdi onlar Bakü’de gören her göze o kara hatırayı derinden derine konuşuyorlar. Onların fısıltıları Bakü’nün sükutuna tarihi davasını, Karabağ’ı nefhediyor… 15 yıldır dünyanın görmezden geldiği katliam günlerini… Adı üstünde ‘Hocalı’, adı üstünde ‘Fuzuli’, Agdam; adıyla Müslüman Türk yurdu. Azerbaycan’da bu özlem gittikçe tazeleniyor… Kimbilir, o soykırım olmasa idi Azerbaycan nasıl millet olacaktı? Ermeni ve Ruslarla iç içe yaşayan bir Azerbaycan’da ne yönetim böyle olurdu, ne toplum… Bugün Bakü’de Türk Dünyası Kardeşlik, dayanışma ve İşbirliği Kurultayı da olmazdı.
BUZDOLABINDAN ÇIKMIŞ GİBİ
Gülistan Sarayı’ndayız. Burası Azerbaycan Halkının övündüğü ve özen gösterdiği bir saray. Sarayın büyük salonunda gerçekleşen açılış töreninde Türk dünyasının devlet, özerk bölge, cemaat ve diaspora temsilcileri; yaklaşık bin delege ve misafirler bulunuyor. Soruyorum Azerbaycanlı Seymur’a “bu toplantı nedir?” Şii camiinden çıkışından anlıyorum ki Caferi’dir. Seymur, “Müslüman devletler toplanıyor.” diyor. “Bu toplantı Türk Kurultayı değil mi? Diyorum, “evet, Müslüman işte!” Diyor. Çok hoşumuza gidiyor bu saflık. Osmanlı buraları nasıl bırakmışsa buzdolabına konmuş, yeni çıkmış gibi. Dili Osmanlıca kelimelerle dolu. Osmanlıcasını düşünüp söylediğiniz kelimeler anlaşılıyor. Osmanlı son dönemi gibi İslamlık ve Türklük de ayrışmamış daha. Fakat İslam duygudan ibaret. Sırlar Dünyası yayına girince sokaklarda el ayak çekiliyor. İlgi büyük. Kur’an duvarda duruyor seksen yıldır. Azerbaycan 8 Milyon, Bakü 4 milyon ve Bakü’de sadece 3 camii var. Birisini de Diyanet yaptırmış. İslam’ı temsilde büyük kafa karışıklığının sebebi türedi Vehhabi hareket. Çok itici ve fanatikler. Azerbaycan halkı dine saygılı ama bu insanlara karşı tepkililer.
AZERBAYCAN’IN HER YANINDA ALİYEV
XI. Türk Dünyası Dostluk, Kardaşlık ve Emekdaşlık Kurultayı açılışı… İlham Aliyev konuşuyor. Türk Dünyasının bu buluşmasına övgüler düzüyor. Bir isteği var onlardan: “Karabağ katliamını kabul edin. Bize destek olun.” Aliyev’i dinlerken bağımsızlık ve işgal yıllarına gittim. O yıllarda bize, Türkiye’de hep Elçibey sempatik gelirdi. Halen de öyledir. Çünkü O, halkın içinden gelmişti. Rus Politbürosu’nun ikinci adamı Haydar Aliyev’e hep kuşkuyla bakıldı buradan. O, Azerbaycan’a biçilmiş ‘Demirel’ olmalıydı! Fakat O’nun hikayesini öğrenince, Halk Cephesi’nin efsane lideri Elçibey’in bağımsızlıktaki saygıdeğer rolü kadar Aliyev’in devlet olmadaki tartışılmaz etkisini ve siyaset becerisini de kavrıyorsunuz.
Yıl 1987… Sovyet Rusya’sı çatırdarken Glastnost Dönemi Lideri Gorbaçov Rus nüfuz gücünü dağılan coğrafyasında korumak için belli bölgelere yükleniyordu. Bunların başında Azerbaycan geliyordu. Azerbaycan halkını zorunlu göçe tabi tutmak istiyordu. Türkler tehcir edilecek, Ermeniler iskan edilecekti. Fakat Politbüro’da kudretli bir isim karşısına çıkmıştı; Dünya’yı yöneten birkaç kişiden birisiydi O: Haydar Aliyev. Bir tek Türk’ün tehcirine izin vermiyordu. Gorbaçov bir türlü Azerbaycan’daki emeline ulaşamıyordu. İki yıl sonra Aliyev Politbüro’dan istifa etmek zorunda kaldı. İşte Azerbaycan halkı için kara günler ondan sonra başladı. İlk baykuş yine Pariste öttü; Agan Aganbegyan: “Karabağ Ermenilerin olmalı!” diyordu. Sonraki 4 yılda Azerbaycan’ın beşte biri Ermenilerin eline geçmişti. Aliyev ise KGB’nin sıkı takibindeydi. Göz hapsinde tutuluyordu. Bir gün karar verdi; her gün Moskova-Bakü arasında gidip gelecekti. Hadi usanmasın, takip etsinlerdi! 15 gün hiçbir şey yapmadan Moskova’ya uçtu, 1-2 saat durup Bakü’ye indi. Amaçsız, delice ve can sıkıcı gidiş gelişler… Hergün bunu yapıyordu. Sonunda Rusların bu yaşlı adamın bunak olduğuna hükmetmelerini başardı. 1990 Mayıs’ında memleketi Nahçıvan’da başlayan mücadelesi işgaller, ard arda gelen isyanlar, halkın bölünmüşlüğü ve askersizlik şartları altında sürdü.1993’te devlet başkanlığı ile tamamlandı. Şimdi orda Azerbaycan’ın Atatürk’ü gibi Haydar Aliyev.
TÜRKİYE’NİN AĞIRLIĞI
Elimizde bir ürünümüz var. Sorduğumuz herkes aynı şeyi söylüyor: “Burada teklif götürmekle bir iş yaptıramazsın. O sektör devlet tarafından kime verilmişse o yapar. Başkası o işe giremez. Burada Monopoli var.” Tabii devlet demek de İlham Bey demek.
Bugüne kadar Türkiye’de yapılan bu kurultaylar ilk defa bir başka Türk devletinin ev sahipliğinde gerçekleşiyordu. Türkiye Başbakanı kürsüdeydi. Toplantıda herkesin üzerinde Türkiye’nin farklı bir anlamı ve ağırlığı var. Başbakan konuşurken ardı ardına öneriler sıralıyor ve bu önerilerin hepsi de Kurultayda karara dönüyordu: Kurultayda Türk Devlet Başkanları Arası Daimi Sekreterya kurulmasına karar verildi. Karabağ konusunda ortak hareket yapılmasına ve Ermeni Soykırımı iddialarına birlikte karşı konulmasına karar verildi. Sonuç bildirgesine giren bir başka husus ise Türk Dünyasının ortak bir televizyona kavuşması ve bu açıdan da TRT- Türk Televizyonunun hizmet vermeye başlamasının kararlaştırılması idi. Ortak Alfabe oluşturulması konusu da kabuller arasına girdi.
BURADAN DURUP BAKINCA…
Orada Afganistan, Türkistan, Kırım, Kerkük, Kosova tüm dünyanın Türkleri bir kloca Atlas uzanıyor gözlerinde insanların. Doğu Türkistan orada olsa, Kırcali burada dursa ne olur, tarih bizi birleştiriyor! Dilimiz bizi buluşturuyor; Bakü Hazara, Kırım karadeniz’e baksa ne çıkar? Şu mahzun Hazar’ın sularına bir bak; büyük bir milletin gözlerinde yükselen gökleri göreceksin. Gaspıralı’nın hayali dolanır Türk illerinde; dilde, fikirde, işte birlik!.. Şehriyar’ın şeheri’nden ıstıraplı bir şiir yüklenip, Amuderya sularında huzura serpiyorsun. İskeçe’de bir Balkan hüznünü, Kerkük’te Mezopotamya ağıdına dert ortağı yapıyorsun. Soruyorsun; Şuşa’da heykelleri bile kurşunlayan kin, Yesi’de Ahmet’le doğan Divan-ı Hikmet’in sevgi selini, seni mi yenecek?! Kaşgarlı Mahmut’la şirin dilini Türk’çe hissedeceksin. Buhara’da Sarı Saltuk’a sarılıp, Kırşehir’de Hacı Bektaş’a, Ahi Evran’a selam duracaksın… Bilim’in doğum yerinde, Semerkant’ta Uluğ Bey’in Rasathanesi’nden Türk Milletinin yıldızlar kadar parlak geleceğine uzanacaksın… Şurada durup bakınca Türkiye’ye bölünecek bir yerini göremiyorsun; eklemlenecek uzantıların canlanıyor coğrafyada.
KORKU DAĞLARI BEKLİYOR
Türkiye Başbakanı ve Azerbaycan Devlet Başkanı görüşüyorlar bir odada. Bizler de iki arkadaş, iki devlet adamına hazırladığımız hediyeleri sunmak istiyoruz. Türk Başbakanına ulaşabiliyoruz, hediye kitaplarımızla. Ama Azerbaycan Devlet Başkanı’nın duvarlarını aşmak mümkün değil. Kulağı ve gözü olmayan etten duvarlarını… Belli ki hâlâ korku dağları bekliyor; Gülistan Sarayı’nda bile!..
Büyükelçilikte randevularımız var, Elçilik görevlileri sıcak bir karşılama yapıyor. Askeri ataşemiz özel bir ilgi gösteriyor. Çalışmalarımızı ilgiyle dinliyor. Azerbaycan’da kültürel etkinliklerde doğru mesaj veren çalışmaları destekleyeceklerini söylüyor. Fakat Başbakan’ın Türk Büyükelçiliğini ziyareti çalışmamızı kesen bir hareketlilik meydana getiriyor.
Akşam bir Tiyatro oyunu koymuşlar programa. Suat Beyle katılıp katılmamakta tereddüt geçirsek de oradaydık. Fakat pişman olmadık: Bahtiyar Vahapzade’nin Özümüzü Kesen Kılıç tiyatrosu canlandırılıyor. Sahnelenen oyun kardeşi kardeşe düşüren oyunlarla Türk Milletinin gücünün nasıl dağıldığını anlatıyor. Tiyatroları bir saray görkeminde. Oyun inanılmaz bir görkemli dekor eşliğinde gerçekleşiyor. Sanat anlamını burada buluyor.
EMRE’YLE ÇALIŞMAK…
Birinci gün protokoller günü. İkinci gün tam bir çalışma günü oluyor. Komisyonlar iki otelin altı salonunda bildiriler sunuyor. Fikirler, tartışmalar, öneriler ve temenniler… Herkeste kırık hayallerini yeniden yeşertecek bir aşk arayışı, büyüme arzusu var. Bakan Yardımcısı ve Muhalefet Partisi lideri Sabir Rüstemhanlı’nın eşi Tenzile Hanım aracılığı ile ülkeye alabildiğimiz kitaplarımızı dağıtıyoruz tüm salonlarda. Fakat Anadolu’nun bir genç fidanı Emre Başoğlu kardeşimizle yapıyoruz bunu. Emre üniversite eğitimi için gelmiş Bakü’ye. Azerbaycan Türkçesini güzel öğrenmiş. Dini duyarlılığın düşüklüğü ilkin onu üzmüş, pişmanlık yaşar gibi olmuş. Ama sonradan iyi ki geldim, buraların bize ihtiyacı var demeye başlamış. Hele ki PKK yandaşı gençlerin Türkiye’den gelip Bakü Üniversitelerinde faaliyet yapıyor olması daha bir ateşlemiş Emre’yi. Hazırlık sınıflarının temsilcisi seçilmeyi başarmış. İdealleri var. Orada bir Anadolu Çınarı var; büyüyor… Aynı, Bakü Akşamında yürürken karşılaştığımız Fatih Erişmiş’in Ankara Anadolu Yurdu hatıralarını canlandırdığı gibi…
Emre’yle dağıttığımız, anlattığımız kitaplar o güne damgasını vuruyor. Bütün katılımcılardan aynı tebrikler geliyor: “Bu yaptığınız şu kurultay kadar önemli. Sizin çalışmalarınızı tüm Türk ve İslam Dünyasına yaymalıyız. Elbirliği ile.” İskeçe, Fransa, Almanya, Trakya, Kazakistan, Kahkasya, Çuvaşistan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Doğu Türkistan, Kerkük… Asıl, Türkiye’ye orada daha iyi ulaşabiliyoruz.
MENSUBİYET MANEVİ BİR DUYGUDUR
Biz ise sunduğumuz tebliğde bir mesaj veriyoruz: “Türklük genetik bir olay değildir. Kültürel bir olgudur. Kültür dil, din ve tarih gibi unsurlardan oluşur. Bunlar ise manevi unsurlardır. Türk birliği soy birliği üzerinde değil kültür birliği üzerinde, maneviyat ve değerler temelinde kurulabilir. Türklük bir etnisite değil, etnik varlıkları yoğuran bir potadır; millet olmuş bir sosyolojik varlıktır.”
O gün yemek ve çay molalarında yaptığımız sohbetler yanında Televizyon ve Gazetelerin de onlarcasına görüş veriyoruz. Dost Alim Korkmaz’ın yönlendirmesiyle Azerbaycan devlet Tv’si özel bir program genişliğinde görüşme yapıyor bizimle. Kanal 24, Haber 7, CNN, American of Voice’e kadar pek çok Tv. Respublika, halk, Olay gibi gazetelere de röportaj veriyoruz…
Bugün de Opera var. Gitmeliyiz. Leyla ve Mecnun Operası. Salona geldiğimizde, Azdrama denilen Opera binası, içimizi açıyor. Muhteşem süslemeler, heykeller ve salonun büyüklüğü bizi rahatlatıyor. ‘Sıkılırsak salonu inceleriz, o kadar güzel ki…’ fakat Opera sıkıcı olmadı. Leyla ve Mecnun operası, dili Türkçe ve milli musiki makamları, halk müziği uzun hava tarzlarına özendirilmiş tarzda sunulunca keyif verici oldu. Orkestranın büyüleyici başarısı da ayrı bir etki sağlamıştı… dayanamadık, bu başarıyı kutlamalıydık. Leyla ve Mecnun rolünü oynayan sanatçılarla tanıştık, tebrik ettik.
Vakit geç olmuştu. Fakat biraz yürümek iyi olabilirdi. Akşamın güzel soluğu bizi Haydar Aliyev Parkı’na götürdü. Buraların Atatürk’ü gibi Aliyev. Her köşede bir sözü, bir resmi, bir anıtı… Geniş caddeleri, bakımlı parkları ve heykelleri yanında, cadde boyu yapılan binaların tarihi karakteri ayrı bir estetik veriyor şehre. Binalar kuvvet kaynağı gibi.
İRAN’I TÜRK DEVLETİ SAYALIM
Hüsnü Bey Güney Azerbaycan’dan gelmiş. Lokanta işletiyor. “Burası ne ki, diyor. Azerbaycan’ın gerçek başkenti Tebriz’dir. Bakü onun için bizi taşıyamıyor.” Aklımıza Kurultay’ın Tebrizli delegesi geliyor. Şöyle diyordu Prof. Abbas: “İran’ın 35 milyon nüfusu Türk. 10 milyonu Fars. Gerisi farklı milletler. Bundan sonra İran’ı da Türk Devletler Topluluğuna davet etmeyi öneriyorum.” Lokantada bir grup gençle sohbet ediyoruz. Liseli gençler sohbetimizi can kulağı ile dinliyor. Siyonizmi, ABD ve İngiltere’yi anlatıyoruz; Liseliler Başkanı Sedakat söze giriyor; “Biliyoruz, diyor, Kurtlar Vadisi’ndan öğrendik!” PKK’yı da Bumerang Cehennemi öğretmiş bu gençlere. Binbirgece’nin hastaları. Avrupa yakası, Sıla… hepsini izliyorlar.
Ertesi gün, artık Kurultay’ın son günü. Azerbaycan adına Devlet Başkan Yardımcısı yapıyor. Sonra Demirel çıkıyor. Demirel, ilkin alkış alan konuşmasında tarihi büyüklerden alıntı yapıyor. Sonra, kendisi konuşmaya başlayınca ‘Avrupa Değerleri’ demeye başlıyor. Salonun keyfi de kaçıyor. Bosna’daki, Kerkük’teki Karabağ’daki, Irak’taki Avrupa Değerleri’ni herkes biliyor çünkü. Salon boşalıyor, Demirel konuşurken.
İKİ PAŞADAN BİRİ
Çalışmamız bittikten sonra akşam üstü Şehitler Hıyabanına gidiyoruz. Emre’nin rehberliği doyumsuz. Önce Türk şehitliğini ziyaret ediyoruz. 1918 yılında Nuri Paşa komutasında gelen Osmanlı kuvvetlerinin Azerbaycan’ı Rus işgalinden kurtarıp 1300 kadar şehit vererek döndükleri savaşın hatırası… Şehitler isim isim yazılmış. Konya, Manisa, Trabzon, Van… Tüylerimiz diken diken oluyor. Şehitliğin bekçisi karşılıyor bizi: “Burada iki Paşa var birisi Fahri Paşa, diğeri ben!..” Adı Paşa imiş. Askeri ataşemiz Fahri Kır’ı da pek sevdiğini belli ediyor. Çayını da içip sohbetten ayrılırken yanımızda Doç Dr. Mehmet Çanlı da var. Paşa’ya “Dedelerimize iyi bak. Kemiklerini sızlatma. Burada içki filan içilmesin olur mu?” diyoruz. İçkinin Azerbaycan’da bol tüketilmesi nedeniyle hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz. Paşa, “Onlar bizim de atalarımız; Yaklaştırmam, diyor. Ben ağzıma sürmem zaten. Paşam da uyarıyor.”
Şehitler Hıyabanı, Karabağ katliamının kahramanlarının anıtmezarlarıyla dolu. Normal mezarlara dahi orda yatan kişinin resmi yapılıyor. Portre galerisi gibi bir şehitlik. Çiçeklerle bezenmiş güzellik, mermerlerin siyah seçilmesi ile oluşan asalet… Ve yolun sonunda yapılmış anıt Bakü’ye tepeden bakıyor. Buradan Bakü, Hazar’ın güzelliğini gerdanına takıyor. Buradan İzmir oluyor Bakü. Körfez dağlardan yürüyen sis altında bütün ihtişamıyla şehitliği yaşatıyor. Şehitliğe Diyanet tarafından yaptırılan cami de çok etkileyici bir noktada.
DİNE AÇ BİR TOPLUM
Akşam, Suat Bey’in vefat eden bir arkadaşının evine gidiyoruz. Taziye ziyareti yaptığımız ev, halktan birileri. Bir kapıdan girdikten sonra sofa tam altı eve açılıyor. Hepsi ellişer metrekaredir ancak. Bu kutu kutu evlerde yaşayan aileler. Evin hanımı Münevver Abla, yeğeni adına okul yaptırılmış bir Karabağ şehidi veren aileden. 70 manat yaklaşık 100 YTL aylık geliri var. Hacca gitmek istiyor. Ona zenginlerin gitmesi gerekir. Size düşmez, dediğimizde çok şaşırıyor. Dini bir konuda konuşunca can kulağı ile dinliyorlar. Din konusunda çok açlar. Sırlar Dünyası yayınlandığında herkes ona kilitleniyor Azerbaycan’da.
Ertesi gün Kız Kalesi ve Eski Şehir gezisiyle başladı. Emre’ye yeni bir arkadaş daha ekledik. Dostumuz Emil, İşletme okuyor. Merkezi İzmir’de olan Türk Dünyası Gençleri Birliği’nin Bakü Temsilcisi. Aynı zamanda bir gazetede köşe yazarı.Kız Kalesi tarihin derinliklerinden uzanıp gelen fısıltılarına her katını bir müzeye dönüştüren kültürel özellikleri ile Azerbaycan’ı tanıtan dört katında bir özet sunuyor adeta. Eski şehir ise mimarisi ve estetiği ile büyüleyici. Bu kültürün tarihin bir safhasında dondurulmuş olması ne acı bir dramdır, diye düşünmeden edemiyorsunuz.
BİR TÜRKİYE ELÇİSİ
Ardından randevumuz var; Azerbaycan’ın milli şair ve yazarı Sabir Rüstemhanlı ile. Baş başa lideri olduğu Yurttaş Hamraylığı Partiyası’nın Genel Merkezinde birbuçuk saate yakın sohbet ediyoruz. Türkiye’den henüz dönmüş: Hazar Şiir Akşamları’na gitmiş Cengiz Aytmatov ile. Elazığ’daki Teröre lanet mitingine katılmış. Tek kelimeyle büyülenmiş Elazığ’dan ve Harput’tan. Çalışmalarımızı ilgi ve dikkatle dinledi. Notlar aldı. Bir siyasiden ziyade dava adamı ile konuştuğunuzu hissediyorsunuz. İdealistliğin belirtisi olarak milli bir heyecan yansıtıyor. Türkiye’de 3-4 senedir gerçekçiliğin başladığını düşünüyor. Bu şansı değerlendirmeliyiz diyor. Sabir Bey Türkiye ile Azerbaycan’ın kardeşliği ve birlikteliği konusunda tavizsiz bir tavır taşıyor. Türkiyelilerin adeta hamisi olmuş orada.
CESARET’LE İÇTİMADAYIZ
Sabir Bey’den sonra Azerbaycan’ın kültür ağırlıklı yayın yapan en büyük kanalı İçtima Televizyonundaki randevumuza ulaştık. Genel Müdür İsmail Bey kitaplarımızı ve fikirlerimizi hemen Kültür yayınlarından sorumlu Cesaret Bey’e aktardı. Cesaret, Ankara’da Yüksek Lisans yapmış. Semtlerini, sevdiği yerleri sayıyor. Arkasında üç resim dikkat çekiyor: Kabe, Atatürk ve Aliyev. Cesaret’in masasında Azerbaycan ve Türkiye bayrakları birlikte duruyor. Cesaret tarihçi. Kara Fatma, diyoruz bütün ayrıntısıyla hikayesini anlatıyor. Bayrağımızın nasıl belirlendiğini konuşuyoruz. Ayrıntılarına kadar biliyor. Buna şaşırdığımızı söylüyoruz; “Biz, Türküz, diyor. Ortak kaderimiz, ortak tarihimiz… Elbette bileceğiz.” Fakat, diyor ekliyor: “Sizin çocuklarınız bizi, Azerbaycan tarihini bilmiyor, anlatmıyorsunuz. Sanki Avrupa’nın parçasısınız.” Bu eleştiriye denecek söz ne olabilir? Ekliyor Cesaret: “Orada, Irak sınırında 12 askeriniz şehit oldu, burada bizim televizyon önünde halk toplandı, Türk Büyükelçiliğine yürüdüler. Türkiye’ye savaşmaya gitmek istiyorlardı. Fakat Hrant Dink öldüğünde Türkiye ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye yürüdü ya, biz burada yıkıldık. Kahrolduk. Kardaşlarımız, nasıl ‘Ermeniyik’ derler?” Haklıydı. Ermeniler Azerbaycan Türklerini soykırıma uğratmıştı yeni. Hatta bu olaydan dolayı Azerbaycan’da bize pek çok soru geldi:”Türkiye’de çok fazla Ermeni var herhalde? Yüzde yirmi var mı?” Fakat düzelttik. Suat Bey konuştu ilkin: “O yürüyenler ufak bir azınlıktır. Yüzdeleri de var sayılmaz bile. Karabağ işgalinde Türkiye’den binlerce gönüllü Azerbaycan’a geldi, bir kısmı şehit düştü. O zaman ben de gelmiştim.” Ardından sözü ben devam ettirdim: “Bizde can Azerbaycan denir. Ben Karabağ işgalinde yeni evlenmiştim. Vakfımızın Karabağ’a yardım kampanyasında düğünümün bütün takılarını eşim buradaki kardeşlerimize bağışlamıştı.” Cesaret’in gözü doldu, yüzü güldü.
BAKÜ-İSTANBUL ARASINDA ZAMAN FARKI YOK
Program için bize yardımcı olan Mayıs neredeyse Yozgatlı Mustafa Yalçın’ın ikizi… Şaşırtıcı. Mayıs’la çok samimi bir bağ kuruyoruz. Yaklaşık bir saat süren program sonrasında Akşam Mayıs’la beraber geziyoruz şehri. Artık ayrılmak zamanı geliyor Bakü’den.
Ertesi sabah 07’de uçacağız. Garip oluyor. Aradaki saat farkı iki. Yolculuk da iki saat sürüyor. Bakü’den 07’de kalkıp İstanbul’a 07’de iniyorsunuz. Sanki zaman duruyor. Sabah Bakü’de kalkıp hayata İstanbul’da devam ediyorsunuz gibi. Zaten memleket de değişmiyor gibi…
Bir millet iki devlet!… Azerbaycan bizi bekliyor. Biz, Anadolu Çınarı olarak Emre’yi; ideallerle dolu bir genci, arkadaşları Emil’i, Fatih’i bırakıyoruz geride. Artık bağımız sürekli olacak Bakü ile…
Ayrılmıyoruz. Sürekli oradayız artık…
Bir yanıt yazın