İsviçre’de Çevre’ye Dair
Çevre duyarlılığı çok yüksek bir ülke. Otobanın yapılmasına sırf çevreyi bozduğu için izin vermeyen kantonlar var. Halk izin vermiyorsa kimse zorla yapmıyor otobanı. Yapılan yollar eğer bir doğa parçasını ikiyr bölmüşse üstgeçitlerle i,ki tarafı birleştirmişler. Ki hayvanlar iki tarafa geçebilsinler. O üst geçitleri de tamamen doğal ortam görüntüsüne bürümüşler.
Yollar boyunca örneğin kurbağaların yola çıkarak ezilmemeleri için kurbağa perdeleri yapmışlar. Kurbağalar sıçrasa bile oradan geçemiyorlar. Evlerin önü, merdiven kenarı, pencere önü ne kadar boşluk varsa çiçek, ağaç, bitki ile doldurulmuş. Tabelaların bile altına güzel görüntü oluşturması için çiçekler ekilmiş.Bunlar için halk kendisi çalışıyor, bir görev nedeni ile yapılan şeyler değil.
Kostanz Gölü, Bu gölün kaynaklık ettiği Ren nehri doyumsuz güzellikler sergiliyor. Bungalo evler, özenle budanmış gibi tablo görüntüsünde ormanlar ve nehir kenarında hiçbir sıkışıklık arz etmeyen dağınık ve yeşilliklere boğulmuş evler…
Ren kıyısına indiğimizde sade ve bir o kadar ferah bir gezinti alanı, park, kafe ve lokantalarla tam bir dinlenme mekanında hissediyorsunuz kendinizi… Şatoları ve kıyılardaki Kostanz gölünün karşı yakası Almanya ve Avusturya. Sanki bizim üç vilayetimizi üç ülke yapmışlardı.
Ve Alpler…
İsviçre’nin marka olmuş diyarı. Tırmanırken Heidi ve köpeğini şimdi görürüm diyeceğiniz kadar tanıdık dağ yamaçları kasaba manzaraları arasından ilerliyorsunuz. Tepeye kurulmuş 1071 tarihli kilise pek çok kanlı olayın tanığı olarak orada duruyor. İsa’nın tanıdık figüratif imajı ilk kez sahici bir görüntüyle karşımızda. Hrıstiyanlığın neden çileye dayalı bir mistisizme saptığını İsa suretli çarmıhtaki beden anlatmaya yetiyor. Filistinli bir İsrailoğlu nasıl bir sarışın Alman olmuş, anlayamadığımızdan böyle düşünüyoruz.
Kentin inekleri, çobanları, köpekleri ve sütleri ünlü. Biz de bunları tanıyoruz. Ardından Sentis’e doğru tırmanış…Sentis Alplerin zirvesine kurulu bir tesis. Ve buradan zirveye heyecan verici bir teleferik yolculuğu ile çıkıyorsunuz. Dünyanın damına çıkmış gibisiniz. İnsan bu kadar yüksekten birer mantar başı gibi sıralanan dağların beyaz tepelerine Allah’ın ayetleri gözüyle bakarken yüreği titriyor. En büyük yükseltisi 3500 mt. Olan Alplerin çıkılan noktası 2500 metre yükseklikte. Orada kültürlerini anlatan öyle estetik özetler müze gibi sergilenmiş ki hayran aklıyorsunuz. Ülkemizde bunun kaç misli var olan kültürel zenginliği adeta yok sayarız biz. Ne Van’ın kedisini, ne Sivas’ın kangalını ne Ankara keçisini ne Karaman koyununu biz bu kadar anlatamadık, diye hayıflanıyoruz. Heidi reklamı da çok güçlü. Öte yandan çikolatası, raam denilen kaymaklı sütü ve kanyakı dışında bir turistik ürün de yok. Fakat elmalarının tadı, bizde bile bulunmuyor. Elma her yerde dışarı çıkarken ikram edilen bir armağan.
Bern ve ortasından geçen Aarn Nehri başkenti muhteşem bir güzellikle süslemiş. Gece görmenin dezavantajına rağmen etkileyici.
Zürih ise ortasından, boynunda bir gerdanlık gibi takılmış Limak kanalının verdiği etkileyicilikle başka. Nehrin altında çarşılar ve metro ulaşım sistemi kurulmuş. Zürih’te tüm dünya zenginlerinin para ve altınlarını yığdıkları bankalar T şeklinde iki cadde üzerinde sıralanmışlar. Alt katlarında kasalar ve büyük servetler olduğu söylenen tarihi taş binalar… Dünya siyasi tarihinin karakutuları Lozan, Davos ve Cenevre daha resmi hava veren kentler. Cenevre Birleşmiş Milletler kenti. Dünya ekonomisinin ve futbolunun karakutusu olan Zürih daha etkileyici. Fifa’nın bulunduğu tepeden golf sahaları, orman ve nehir içinde yükselen tarihi şato ve kiliseleri ile modernliği tarihten damıtan bir kent Zürih. Daha etkileyici.
Bir yanıt yazın