ARSLAN ANADOLU VAKFI GENÇLİK ÇALIŞTAYINDA KONFERANS VERDİ

2015 yılı Aralık ayı sonlarında Anadolu Eğitim, Kültür ve Bilim Vakfı gençleri Ankara’da bir araya geldiler. İyi bir hazırlığın yapıldığı ve yaklaşık 200 gencin katıldığı toplantı, Osman Arslan’ın da ‘Genç Dava Adamı’ başlıklı konferansı  da barındırıyordu.( http://www.anahabergazete.com/gencler-umit-verdi-haberi )

Osman Arslan, konuşmasında özetle şunları söyledi:

“Sevgili kardeşlerim,

Karşımda milletimizin bahtının parlayan yıldızı gibi yanan gözlerinizi, temiz yüreklerinizde çarpan inancı, milli sevdayı selamlıyorum.

Bu gün bir arada olmamıza vesile olan hareketin kurucularından emektarlarına olmak üzere emeği geçen herkesi minnetle anıyorum. Allah geçmişlere rahmet, yürüyenlere selamet versin.

Akabe buluşmalarında aldığı ilahi emanetlerle Medine’de bir İslam bahçesi hazırladığında Mus’âb 22 yaşındaydı. Mus’ab’ı İslam’la buluşturan yakın arkadaşı İbn-i Erkam 22 yaşındaydı. Mekke’de İslam’ı gizliden gizliye taşıma emaneti verilen Zeyd b. Harise İslam’ı seçtiğinde 22 yaşındaydı. Hz. Ali en güvenilir kişi olarak hicret ederken Allah’ın Resulü tarafından yatağında bırakıldığında 22 yaşındaydı.

Yani bugünün yaşamında üniversite çağlarındaki gençler İslam inkışafının mimarları olmuşlardı.

Gençlik çağına dair herkes bir tanım yapabilir: Ben gençliğe işte bu nedenle “emanet çağı” diyorum!

Sizleri, bu kutlu emanetin sahipleri olarak selamlıyorum.

Siz bu emaneti taşırsanız, emanet sizi büyük adam yapacaktır.

Fatih sultan olduğunda 19, İstanbul’u fethettiğinde 21 yaşındaydı. Öyle diyor ya şair Arif Nihat:

 “Sen de geçebilirsin yardan anadan serden,

Senin de destanını okuyalım ezberden,

Haberin yok gibidir taşıdığın değerden,

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin, baştasın,

Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”

Sadece İslam’ın mı?

Lenin, İşçiler İçin Mücadele Birliği’ni kurduğunda 22 yaşındaydı.

Hitler Bavyarecı örgütlenmeye Münih’te başladığında 22 yaşındaydı.

Mustafa Kemal, dava arkadaşlarını temellendirdiği Vatan ve Hürriyet Derneği’ni kurduğunda 23 yaşındaydı.

Filistin’de bu kuşaktır halen işgale direnen, Güneydoğu’da aynı yaşta insanlar dağa çıkanlar.

“Kıyâmet gününde dört şeyden sorgulanacağız. İlki “gençliğini nerede harcadın?” sorusu olacak.

Hayatı ve ölümü yaratan, gençliğin ne demek olduğunu böylece anlatmış olmuyor mu?

Sümbülzade Vehbi Efendi Kanuni Sultan Süleyman’a bir layiha sunar: Osmanlı çürüyor, yakın gelecekte yıkılacak! Kanuni hiddetle ayağa fırlayıp sorar: “Nereden çıkarıyorsun bunu!” Vehbi Efendi’nin cevabı çok nettir: “Medreseleri gezdim, gençlik boş işlerle uğraşmaya başlamış. Sınavları da bir önceki dönemin öğrencilerinin notlarından çalışarak geçmeye başlamışlar. Kitap okumuyorlar. Bu devlet batar!”

Allah’ın yarattığı aziz varlığı aciz mahlûka çevirmeye kimsenin hakkı yok.

Milletin dinamik gücünü atıl bir yük haline getirmeye tahammülümüz yok.

Mutfakla tuvalet arasında boru gibi yaşamak hayat değil.

Zaman doldurmaya değil zamanı doldurmaya memuruz.

İnsan değişen ve değiştiren varlıktır. Etkisiz elemana dönüştükçe, içimiz boşaldıkça insanlıktan da eksilir birer posaya dönüşürüz. Sokaklarda dolaştığım zaman, ruhu alınmış cesetler görüyorum. Zombiler sokakları işgal etmiş gibi. Bu gençlere yazık değil mi? O ruhları diriltmeye memuruz.

İşte bugünün en büyük mahkum edilesi belası oyun ve oynaşlarla gençliğini tükettiren eyyamcı kültürüdür. Buna karşı, bizi gevşemeye, boş vermeye ve tek başınalığa iten tuzaklara karşı dikilmeyi bilmek dava adamlığıdır.

İşte bizler, idealist insanlar, dava adamları gençliğimizde sayıca azdık. 12 Eylül, Dev-Genç’e karşı Sev-Genç’ler istiyordu. Komünizm bizden olan bedenlerde başkalarının ruhlarının gezmesiydi evet, ama 12 Eylül paşaları O bedenlere bizim ruhumuzu üfürmek yerine ruhsuz gezmelerini istiyordu. İdealist adam azdı; ama sağlamdı, ama cesurdu onlar.

Şimdi dava taşı gediğine kondu diye rahatlamış gibiyiz. Şimdi herkes Müslüman, herkes vatansever…Oysa hakikat öyle değil. Kemiyet artışı nispetinde kaybedilmiş keyfiyet ile, İslam’ı temsil liyakatinin sınavını veriyoruz. Bugünün tehlikesi, gevşeklik ve boş vermişliktir.

Erzurum’da Nene Hatun, Çanakkale’de Seyit Onbaşı, Manisa’da Makbule Efe, Yozgat’ta Kemal bey, Adana’da Gizik Duran olmak! Mesele bu! Büyük adam olmak, dava adamı kalmak!

“Ne olursan ol, dava adamı ol.”

Gelin bunu yazalım bir yerlere unutmamak için!

 “Bir Gençlik özlüyorum; haksızlıktan davacı.

Yerine göre vakur, sırasında kavgacı.

Yalnız bir Yavuz değil, yüzlerce gözlüyorum,H

Hepsi ayrı bir “Fatih” bir gençlik özlüyorum.”

İşte aranızda, kendi hayatlarıyla büyük adam olduklarını gösteren ağabeyleriniz var. Onlarla birlikte yaptığımız işler var. Biz üç arkadaş 1987 yazında Van’a, Ağrı’ya gidip kapı kapı dolaşarak halkı harekete geçirmesek, Özal’ın verdiği Ağrı dağındaki tatil köyü bugün bağrımızda bir İsrail olmuştu. Biz uyandırdık, halk temelleri yıktı; Hürriyet manşet attı: “Dünyaya rezil olduk!” Onların rezilliği olabilir bu, bizim iftiharımızdır!

Yurt açıyorduk, paramız yoktu. Böyle bir Aralık soğuğunda hafriyatı sırtında çeken 10-15 arkadaştık. Biz arada dinlenirken dinlenmek bilmeden çalışıp bel fıtığı olmuş, ömür boyu bu sıkıntıyla yaşayacak olan Abdullah Çelik gibi büyük adamlar olmasa bugünler nasıl gelecektik?

2005 yılıydı. İngiltere ve Avustralya lobisinin elde ettiği ve Dışişleri bakanımıza imzalattığı Çanakkale’nin Lozan’a göre vatan toprağımız olmayıp orada ölüsü bulunan altı ülkeyle birlikte yönetilmesi gerektiğini söylediği günlerde; Türkiye’yi ayağa kaldırarak şehitlerimizin emanetine sahip çıkan ve Çanakkale’nin vatan toprağı olarak kalmasını sağlayan sizin yaşlarınızdaki 7 gençle yapılmış bir işti.

Bütün bu emeğimizi, çabamızı Akif’in mısralarıyla ithaf edelim şehitlerimizin ruhuna:

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.”

Hz. Peygambere saldırıldığında Danimarka’da dünyaya örnek olacak bir hareket başlattık bu vakıftan: Hz. Muhammed’i Tanıtma Uluslararası Derneği. www.sonpeygamber.info adresi bu çalışmaların meyvası oldu.

Karabağ katliamı olduğunda bileziklerini veren bizim kardeşlerimizdi. Bosna için mitinglerde yön veren bizim megafonlarımızdı. Açe’ye, Pakistan’a depremler olduğunda okul yaptıran hamlelerin ya başında ya içinde bulunduk.

Çocuklarımızın doldurma değil de boş bırakma kanalı olan özel Tv’ler, kanına giren çocuk programları yapıyordu. Herkes bu TV’lere saldırırken biz TRT’ye yönelik bir kampanya başlattık. Kampanyamız sayesinde TRT Çocuk açıldı. Şimdi Nasrettin Hocalar, Seyit Onbaşılar, Keloğlanlar oradan ulaşıyor çocuklarımıza.

“Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…

Zaman bendedir ve mekan bana emanettir şuurunda bir gençlik…”

Ne demektir?

İşte bu anlattıklarımız demektir!

Şah-ı Nakşibend’e sormuşlar: Nerede duralım, hangi meseleye yoğunlaşalım? Problem o kadar çok ki?

Demiş ki: “Düşmanın topu nereye düşüyorsa cephe orasıdır!”

O cepheleri görüyor musunuz, şimdi nereler?

Dava adamı isen o cephelere koşacaksın, orada olacaksın.

Fakat önce doğru istikameti bulmak ve bu iradeyi doğuracak bir zihniyeti inşa etmek lazımdır.

Şimdi soruyorum size: IŞİD nerede yanılıyor? Hangi ayetleri yanlış yorumluyor, hangi hadisleri kullanıyor? Peki doğrusu nedir? Cevabınız var mı? Dahası, bu ayetleri aynı şekilde yorumlayarak IŞİD’vari oluşumlara insan kaynağı üretenler yok mu? Şiddete başvurmuyorlar diye bunlara göz mü yumacaksınız?

Eğer bu mücadelede yoksan, ey genç emaneti taşıyamıyorsun demektir! Neredesin sen?

Sen küfrün olduğu kadar şirkin ve şekavetin panzehiri değilsen ne diye varsın? Şu kadar çok İslam meşrebi, mektebi var; sen niye buradasın? Burada olmanın bir sebebi olmalı. Bunu biliyor musun?

Ben söyleyeyim size: Hz. Ömer döneminde, 7. yüzyılda İslam’ın son millet fütühatı gerçekleşti; Türklerin ilk kavmi, ardından bütünü Müslüman oldu. O tarihten sonra Araplar, Farısiler ve Türklerden başka milletçe Müslüman olan bir toplum olmadı. Neden?

Biz neyi kaçırdık ki, bize ne oldu ki fertler ve gruplardan ötede bir millet daha İslam olmadı?

Çin neden Müslüman değil? Japonlar neden? Bu çağda primitiv, totemik dinler neden Afrika’da kol geziyor halen? Anglo saksonları, slavları neden Müslüman edemedik? Bin yıl beraber yaşadık diye övündüğümüz Ermeniler neden hala Hıristiyan?

İşte beynimizi kemirmesi gereken sorular bunlar.

Haydi Ermeniler Hristiyandı. Kürtlerle neden birlik olmayı başaramıyoruz? Nasıl büyüdü içimizde bu ayrılıkçı zehrini almış gençler? Şimdi terk edilmiş Teksas kasabalarına dönmüş Güneydoğu’da yüzümüze çarpılan eksiklerimiz neler? Irkçılık denen afetin panzehiri olan İslam’ın diyarında nasıl olabiliyor bunlar?

Ben neden buradayım?

İşte bunların muhasebesini yapıp, hiçbir tarafa eğilmeden istikamet çizebilecek, kompleksi olmayan bir zihniyeti inşa etmeye sadece burası açık da ondan burada olacaksınız.

Yoksa kendi mütevellisi olduğum, yurt müdürü, genel müdürü, yönetim kurulu üyesi ve yönetim krulu başkanı olduğum; ömrünün yirmi yılını bu vakfa adamış olarak geçiren birisi olarak söylüyorum: Burada işiniz yok.

Gençlik Çalıştayını hayırlı ve bereketli sonuçlarla taçlanması dileğiyle selamlıyorum.

Hasan Erden ağabeyimizin bir şiiri vardı onunla bitirelim.

O başlangıçtaki heyecandır:

“Söz verdik millete, yemin ettik Allah’a,

Bu iman sönmeyecek düşmeyecek sancaklar!

Her silkinişte millet, her kalkışta şaha,

Daha da yükselecek düşmeyecek sancaklar”

 

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 2.1Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.7Bin Görüntülenme Sayısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 345

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?