NE AMERİKA, NE RUSYA!.. TÜRKİYE, TÜRKİYE!..
Osman ARSLAN
11 Aralık Beşiktaş saldırısı gösteriyor ki, eskiden sadece PKK’nın üstünde kalan tepkiler artık Batı’ya tahvil oluyor. Türkiye’nin 15 Temmuz’dan sonra yüzleştiği Batı’nın samimiyetsizliğinin, varlığına kastetme düzeyinde olduğu tespiti nedeniyle girdiği yeni müttefik arayışları, yolunu İran yanında, Çin ve Rusya’ya yani Şanghay’a çıkartıyor. Bu ise Türkiye için aralarında demokratik bir devletin bile olmadığı bambaşka bir dünyaya kapı aralanması demektir.
Bunlar doğal ve zaten öngörülen gelişmeler.
Ancak bu arada, anlamlı bir ‘durum tespiti’ ile karşı karşıya kaldık. Habertürk ve Andy-Ar ortaklığında yapılan kamuoyu araştırması, halkın ‘AB üyeliğinden uzaklaşmak ama Batı ile ilişkileri koparmamak’ yanlısı olduğunu çok net gösteriyor. Terör gibi göçmen sorununda da ABD ve AB’nin samimi olmadığını, Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini yine yüzde 86 gibi ezici bir çoğunluk söylüyor.
RUS MUHİPLERİ
Kuşkusuz halkın bu eğilimi sağduyulu bir değerlendirmedir. Fakat bir nokta var ki, bu eğilim üzerinde durmalıyız. Araştırmada Rusya’nın kuvvetli bir şekilde ‘dost ülke’ olarak algılandığı görülüyor. Bu sonuçlar başka alan araştırmalarında da benzer biçimde çıkmakta. Rus Muhipleri büyük avantajla sahadalar.
Biz bu tabloyu sağlıklı bulmuyoruz. Çünkü yerli ve milli olmayan her yönelimin, başkalarına endeksli her kurtuluş çabasının çıkmaz sokak olduğunu biliyoruz.
Rusya’nın eko-politik stratejisinin Avrasyacılık düşünce ve siyaset ekolü ile ifadesini bulduğunu, bunun da mimarının Putin’in beyni denilen Dugin olduğunu bilmeyen yoktur. 1990’lı yıllarda Rusya menşeili olduğu kesin olan bazı müdahalelerle yayın hayatına başlayan bazı dergi ve gazetelerde beliren Avrasyacılık, bazı Kemalist ve milliyetçi grupları dönüştürerek Türkiye’de ulusalcılık adıyla karşılığını buldu.
ULUSALCILIK TUTUNUYOR
Milliyetçi-sol bir karakter gösteren bu akım, antiemperyalizm ve Atatürkçülük ekseninde buluşturduğu sağ ve ağırlıklı olarak sol gruplarla sadece varlığını değil, etkinliğini de gösterdi. Atatürkçü dernekler ve söylemlerle toplumsal harekete dönüşme girişimini siyasi iktidarın karşıt duruşu ve Ergenekon davası ile kaybeden Avrasyacı-Ulusalcı bu dalga, çekildiği yerden çok daha ilerilere 15 Temmuz sonrasında yeniden geldi.
Rusya’ya yönelik Türk toplumundaki bu ‘dostluk’ eğilimi, Avrasyacılığın, dolayısı ile ulusalcılığın toplumda tutunma zeminini ilk kez bu kadar bulduğunun işaretidir. Bu işaretler, sadece araştırmalarla sınırlı değil yeni çıkan dergilerin karakterlerinde, dizi filmlerde, sinema filmlerinde, çizgi roman ve romanlarda, sokaklarda ve sloganlarda, sosyal medya mecralarında da bariz şekilde ortaya çıkmaktadır.
Toplum bilimi gözüyle bu tablo üzerinden geleceğe bakacak olursak, terörden, emperyalizmden beslenen bu dalga, böyle devam ederse, on yıl sonra Türkiye’yi tümüyle ele geçirebilir.
“NE AMERİKA, NE RUSYA; TÜRKİYE!..TÜRKİYE!..”
Bu önemi nedeniyle yükselen ‘Rus Muhipliği’ne bugünden dikkat çekmek ve Rusya ile ne kadar dost olabileceğimizi tarih ışığında netleştirmek istedik.
Bu durumu şimdiden ciddiye almak ve şapkayı şimdiden önümüze koyup düşünmek zorundayız.
Nereye gidiyoruz?
Bugünü kurtarmak için verdiğimiz mücadelenin haklılığı FETÖ karşısında tutunulan ulusalcılık nedeniyle ABD’den kaçarken Rusya’ya tutulmakla son bulmamalı!
Kendi yürüyüşümüz, kendi çizgimiz olmalı. “Ne Amerika, Ne Rusya, Türkiye, Türkiye!..” diyebilmeliyiz. Ulusalcıların “… Ne Rusya…” dememeleri bu yazının temel gerekçesidir.
Bu konuyu tam şu zamanda konuşmalı ve netleşmeliyiz. Halk algısı, olgu halini de almışken bunun sonuçlarını şimdiden hesaplamalıyız. Öyleyse cevaplamamız gereken soru şudur: Sanıldığı gibi Rusya bizim dostumuz mudur? Olabilir mi? Neden?
RUSYA NASIL DOĞDU?
Öncelikle ‘Rusya’nın varlık sebebini, dünyaya gelme gerekçesini’ kavramalıyız.
Osmanlı Devleti’nin akın akın Balkanlara taştığı 1300’lü yıllarda Doğu Roma(Bizans), varlığına kasteden Türk tehdidinden büyük endişe duyuyordu. Paleologos(Bizans Hanedanı), kendisine varlığını devam ettirecek alternatif bir yer hazırlamak istiyordu. Bunun için batı yönü zaten kapalıydı. Bu nedenle tek yön Kuzey’e doğru çıkmaktı. Kuzeydoğu Avrupa’da küçük küçük, parça pinçik yaşayan bir kısmı Yahudi, bir kısmı eski inanışlarında yaşayan Türklerden oluşan Orta Asyalı çeşitli öbeklerin bulunduğu bölgeyi kolayca ele geçirdi Bizans. Büyük çoğunluğu Türk kökenli olan bu bölge halkını Varyagların(İleride Norveç olacak) da desteği ile kontrol etti. Bu halkları, önce Novograd Düklüğü adıyla siyasi olarak birleştirdi, ardından Ortodoks yaparak dini yönden bütünleştirip bir ulus yaptı. Bu ulusa da ‘Slav’(Slovene-köle) ırkı adını verdi. Slavların Novograd Düklüğü ileride Moskova Düklüğü olacaktır. Moskova eksenli bu düklüğün güçlü bir devletin olmadığı bu bölgede, Bizans desteğinde yayılması ve aynı yöntemle halkları uluslaştırması, yani Slavlaştırması zor olmadı. 19. Yüzyılda doğacak Panislavizm de böylece kökenini bulmuş olacaktır.
ÇAR İSTANBUL’U NERDE GÖRMÜŞ?
1453’e kadar, bir yüzyılda Bizans kendi yedeğini, elleriyle var ettiği Slav ırkıyla Moskova’da hazır etmişti. Türkler Bizans’ın çarmıhını İstanbul’dan indirdiğinde, Bizans Hanedanı, bütün intikam planları, geri dönüş hesapları ve husumetleri ile yüzyıldır emek verip hazır ettikleri yedek ülkelerine; Moskova’nın içine kaçtı.
Bizans’ın büyük siyasi ve dini birikimi de Moskova’nın tecrübesiz topraklarına böylece indi. İstanbul’a Çargrad (Çarın kenti) demeleri Bizans Hanedanının hayallerinin orada kalmasındandır, başka değil. Yoksa, Çar İstanbul’u ne zaman görmüştür de Çar’ın kenti olacak İstanbul?
Artık Bizans, Moskova’daydı.
KRİPTO BİZANS İMPARATORLUĞU: RUS ÇARLIĞI
İçine Bizans İmparatorluğu kaçan bu Moskova, eski vizyonsuzluğu ile duramazdı artık. Moda tabirle söyleyelim Rusya, artık ‘Stepne Bizans’ olmaktan terfi etmiş, ‘Kripto Bizans’ olmuştu.
Deli Petro elinde Rus Çarlığı, bölge devleti olmayı aşıp imparatorluk kurmayı hedefine koydu. “Sıcak denizlere inmek” hedefi, Türkleri yok etmek hedefinden başka bir şey değildi; yani tümden Anadolu’yu, Doğu Roma’yı geri istiyorlardı. Bu amaçla 93 Harbi diye bilinen, kışkırtıp örgütledikleri Ermeni çetelerle birlikte Doğu Anadolu’muzda giriştikleri işgal ve katliamlar, “Ayıdan post, Moskof’tan dost olmaz!” diye halk hafızasına kazınacak kadar hazin izler bıraktı!
İNGİLTERE-ALMANYA MÜCADELESİ ARASINDA RUSYA
1917 Bolşevik Devrimi, Çarlık Rusya’sını Sovyetler Birliği’ne evirirken Moskova üzerinde Yahudiliğin de genetik varlığını, egemenliğe çevirdi.
Komünist Rusya, Polonya Yahudisi Karl Marks’ın bir Tevrat tefsiri kabilinden görebileceğimiz Das Kapital’i öncülüğünde, Yahudi kurgusu Alman BND desteğinde bir başka Yahudi Lenin’in liderliğinde kuruldu. Alman Yahudisi bu kurucuların amacı, İngiltere’yi bloke etmekti.
Çarlık Rusya’sının arkadında İngiltere vardı. Rusya’yı eline geçiren Alman ekolü idi ve Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya müttefikimizdi. Komünist Rusya bu arka planın etkisiyle ‘emperyalist’ İngiltere öncülüğündeki işgal girişimine karşı milli direnişimizi desteklemiştir. Yoksa halimiz vahimdi!
ALLAH’IN İŞİNE BAKIN!..
Sanki Allah, Rusya’yı Kurtuluş Savaşı’mız sonuçlanıncaya kadar İngiltere’den alıp Almanya’ya vermiştir. Ki, Doğu’muzu sağlam tutup Milli Mücadeleyi oradan hareketle başlatabilelim! Zira, tarihteki gerçek ‘007 James Bond’ olan İngiliz ajan Reily tarafından Lenin, 1924 yılında öldürülünce, SSCB yeniden İngiltere yanlısı liderlerin kontrolüne geçti. Türkiye, Alman ekolünü taşıyan Troçky’yi İstanbul’a alırken Stalin Türk ve Türkiye düşmanı politikalara girişmişti. Fakat bu arada bizim Kurtuluş savaşımız bitmiş, Lozan imzalanmış, Cumhuriyet ilen edilmişti. Allah’ın işine bakın!
15 Temmuz’da da benzer bir olay bu sefer İngiltere bakımından gerçekleşip 2015 yılından itibaren başlayarak bize yardım ettiğini daha önce işlemiştik. Yoksa durumumuz hiç iç açıcı değildi. (http://www.https://https%3A%2F%2Fhttps:\/\/osmanarslan.org/15-temmuz-bes-devlet-uc-oyun-bir-darbe-bir-kiyam/)
HİTLERİN HIŞMI NE İÇİNDİ?
İşte Hitler’in bütün hışmı, Moskova’nın İngiltere kontrolünde olmasına karşıydı. Rusya, yeniden Almanya’nın kontrolüne geçmeliydi! Hitler’in amansız işgal hareketi, İngiltere’nin ABD’yi savaşa sürmesi sayesinde Hitler Almanya’sının sonu ile noktalandı. Rusya İngiliz-Amerikan görüntülü Siyonist egemenliğin elinde kaldı. ABD yardımıyla kurtulan SSCB’nin Postdam Konferansı’nda başlayan ABD ile oynadığı ‘soğuk savaş tiyatrosu’ Rusya’nın Afganistan bataklığında can vermesiyle son buldu. İngiltere’nin elinden tuttuğu SSCB Afganistan’a gömüldü.
ÖNCE AÇILIM SONRA MİLLİYETÇİ RUSYA
Fırsat karşı tarafın eline geçmişti. Almanya(AB) etkisindeki Gorbaçov’un, Glasnost(Açılım) ve Perestroika (Yeniden yapılanma) girişiminin önünü kesmek isteyen (İngiltere yanlısı) Kızıl Ordu’nun darbe girişimini, halkla birlikte tanklarının üstüne çıkarak durdurması sonrası; SSCB dağıldı.
Açılım ve Yeniden yapılanma politikaları ile dağılan, aslında Bizans İmparatorluğu idi. İmparatorluğu dağılınca Rusya’nın içindeki derin Bizans hortladı: Putin, İngiltere’nin ve derin Yahudi etkisinin gücünü arkasına alarak Milliyetçi Rusya’yı ayağa kaldırdı ve dağılan birliği toplamaya çalıştı. Yıkılan komünizm ideolojisinin yerine de ‘Avrasyacılık’ tezini koydu. Elbette Putin’in arkasındaki halen Deli Petro’nun kurgusu üzere çalışan KGB’nin müthiş desteği ile başarıldı bunlar.
RUS ÇARLIĞI, SSCB VE AVRASYACILIK HEP BİZANS SINIRLARINI İSTİYOR
Bu yeni Rus tezinin hitap ettiği coğrafya, Alman sınırından başlayarak Balkanları içine alır, Türkiye ile birlikte Hazar’dan güneye doğru iner. Bu açıkça bellidir ki, Bizans İmparatorluğu’nun topraklarının yeniden kazanılması emelidir. Tıpkı Petro’nun “sıcak denizler” tezinin sınırları gibi…
SSCB döneminin en kanlı komünist ihtilal ve işgal girişimleri neden hep bu bölgede; Romanya, Polonya, Bulgaristan, Türkiye, Suriye, Irak, ve İran gibi ülkelerde yaşandı dersiniz?
Çünkü, adı ‘rejim ihracı’ olsa da; Stalin’in SSCB’si de, Paleologos’ların Bizans(Doğu Roma)’nın ihyası rüyası da, Petro’nun sıcak denizler hülyası da, Putin ile Dugin’in Avrasyacılık Projesi de hep aynı sınırları, hep aynı amaçla istediler. Rusya’da ideal hiç değişmedi, hep Bizans sınırlarının peşindeydi.
AVRASYACILIK RUS YAYILMACI TEZİDİR
Değişemez. Çünkü Moskova, Bizans tarafından kendi yedeği, olarak var edilmiş bir düklüktü. Rusya halen, genetiğini devraldığı Bizans’ın davası peşindedir. Moskova, 1453’te içine kaçan Bizans hanedanının(Paleologosların) davası peşindedir. Avrasyacılık, sahibi Rusya elinde Bizans’ı yeniden kurmaya yönelik, dolayısı ile İstanbul’u ve tümüyle Anadolu’yu yutmayı esas alan bir Rus emperyalist politikasıdır!
Gözlerimizi kapatmaya, üç maymunu oynamaya gerek yok. Avrasyacılık, Bizansçılığa, Rus yayılmacılığına açılan zafiyet kapısıdır.
KENDİNE DÜŞMAN MİLLİYETÇİLİK(!)
Ulusalcılık, kendi halkının maneviyatı ile sorunlu, bu nedenle kendi köklerinden kopuk, sadece emperyalist Batı’dan kopmayı bağımsızlık sanan, fakat Rus emperyalizmine karşı defans geliştirmeyen bir aldatıcı Milliyetçilik projesidir. Bu topraklara ait değildir.
Bir ülke düşünün; Milliyetçileri var ama kendi tarihlerini sevmez aşağılarlar. Dedelerine saydıkları herzenin hadi hesabı yoktur. Dinlerini zaten beğenmezler. Din adamlarını taşlarlar. İbadethaneye adım atmazlar. Yeryüzünde böyle bir Milliyetçilik türü bulan beri gelsin. Bu, Türkiye için üretilmiş ‘özel kurgulu bir ideoloji’dir. Ne milliyetçisi imişler? ‘Toprak’ milliyetçisi!… O zaman kardeşim, değerlerinden soyutlarsanız her yer toprak; gidin, Moskova’daki de toprak!
ULUSALCILIKTA MİLLİ RESTORASYON ŞART
Bir Rus Milliyetçisi düşünün, ortodoksluğu aşağılasın! Bir İngiliz Milliyetçisi kiliseyi eleştirsin! Bir Fransız milliyetçisi atalarına saydırsın… Böyle bir milliyetçilik, vatanseverlik olabilir mi? Böyle milliyetçi türü sadece Türkiye’de ortaya çıktı. İşte bu garip tür, tehlikelidir. Böyle milliyetçilik düşman başına!
Ulusalcılık karşısında dikilelim demiyoruz. Esasen hep revizyonist değişimlerden yanayızdır. Ulusalcılık bir milli güvenlik sorunu haline gelmeden milli ve manevi değerlerle eklemlenerek barıştırılmalıdır. Eleştirel aklın devre dışı kalmasını asla düşünmeyiz, bir tarih fetişizmine de kapılmayı savunmayız. Sadece, barışık olmayı, iyi niyetli bakmayı, o tarihe ait olmayı fark ettirmenin gerekliliğini söylüyoruz.
KONJONKTÜRÜ KADER SANMAYALIM
Konjonktürün Rusya ile aynı safa düşürmesi bizi aldatmasın. Rusya dostumuz değildir. Hiç bir zaman olmamıştır ve olmayacaktır. Bu, ABD ve AB eksenli politikalara karşı yalnız kalan Türkiye’nin destek arayışını fırsat bilenlerin aldatmacasıdır. Türkiye’nin liderliğini kendi yapacağı İslam ve Türk dünyası dışında dost ve kardeşleri olmadığını bilmelidir ve kabullenmelidir. ABD de Rusya da çıkar ilişkileri içinde olacağımız birer ülkeden ibarettir.
“Ne Amerika ne Rusya, Türkiye, Türkiye!” demelidir. Konjonktür kader değildir, devreseldir.
GENİŞ ÇATIŞMA HATTI VAR
Öte yandan, daha henüz “İran askerleri bize tecavüz ediyor. Tecavüze uğramamak için intihara fetva istiyoruz” diyen Halepli kadınlarımız, Şam’ın bombalarıyla hâk ile yeksân olan Halepli çocuklarımız, yüzbinlerce Halep Müslümanı Rusya’nın himayesinde katledilmedi mi?
Türkmendağı’nda doğrudan Rus uçakları katliam yapmadı mı? Esed’in katliamları Putin’in kanatları altında olmadı mı?
Ermeni katliamını Rus parlamentosu değil miydi tanıyan? Ermenistan’a Karabağ katliamının cesaretini veren Rusya değil miydi? Daha yeni, Kırım işgalinde yaptıkları unutulacak kadar eskimedi daha!
ABD ‘böl parçalı yut’ taktiği peşindeyken; Bizans topraklarını geri alma ideali Avrasyacılık projesi ile güncellenerek devam eden Rusya, ‘Anadolu’yu havuduyla yutmak’ istiyor. Fark bu. Ancak henüz kendisi o kadar güçlü, biz de o denli zayıf değiliz.
Rusya ile hesap ve çıkar çatışmalarımızın hattı oldukça geniştir. Rusya ile dostluk değil, ancak denge politikası güdülebilir. Bunu halk olarak unutmuşa benziyoruz. Yarınlarda, bu durumun siyasete de yansımasından korkarız.
RUSYA SANILDIĞI KADAR GÜÇLÜ DEĞİL
Rusya’nın Ukrayna, Gürcistan, Osetya, Litvanya hareketleri bizi aldatmasın. Rusya sağlam temeller üstünde değil. Bağımsız Devletler Topluluğu’nda ter alan Türk Cumhuriyetlerinde Rus nüfus hızla çekildi, Türk nüfuslar ezici çoğunluk sağladı. Bu, Rusya’yı zorlayan bir duruma dönüştü. Adeta tarih Türkiye’ye doğru aktı.
Bu arada Putin, kendi Afganistan’ı olacak yere, Suriye’ye pek zekice olmayan bir hamleyle ordusuyla girdi. Girmekte erken davrandığını ve neyin içine çekildiğini anlayınca askerlerini resmen geri çekti. Bu kötü bir not oldu. Tükürdüğünü yaladı. Türkiye ise zamanı gelince girdi ve kalıcı sonuçlara nasıl gidilir gösterdi. Öte yandan Rusya ne Batıya yaranabiliyor, ne Doğu’da huzur bulabiliyor. Tarih onu küçülmeye zorlarken o dev kalma ısrarına devam ediyor. Arkasındaki derin Yahudi desteğinin, derin İngiltere’nin gazıyla ilerliyor.
Böyle, bunak izlenimi veren, hırçın, sevimsiz ve yalnız kalmış yakında sınanmamış bir gücün kalıcı müttefikliği Türkiye için yük olabilir.
Coğrafyasının yüzde 50’si Müslümanken Müslümanlara verdiği ezaya bir son vermeyi bile düşünmeyen Rusya’nın neresini dost kabul edebiliriz. Sebze ihracını dile dolayıp ‘domates biber kardeşliği’ edebiyatını, ‘Nataşa gelin’ muhabbetini abartmaya gerek yok.
‘Açık kapılar, iyi ilişkiler’ yeter.
ALLAH BİZE YETER!
Biri bir yol gösterecekse Türkiye, Rusya’ya yol verecektir! Önemimizi henüz fark etmemiş olabiliriz.
Ey halkım,
15 Temmuz’dan dolayı, denize düştük diye yılana sarılmamalısın!
Kendine güven, yolunu çiz. Tarih, bize doğru akıyor. Bunu fark et.
15 Temmuz gecesi seni esirgeyen kimdi? O’nun dışında dostun yok! O’nun ipini sakın bırakma.
Allah sana yeter!
SEN DÜŞMEDEN DÜŞMEZ
Sana, Halep düştü, diyecekler! Musul düştü diyecekler! İnanma!
Düşürmek istedikleri senin inancından başka bir şey değildir! Sen düştü demedikçe ey halkım, hiçbir sancak düşmez!
Sen Çanakkale’de doğrulan hasta adam, Kut’ul Ammare’de dirilen ölümsün!
Yüzbin sivil Müslüman, zalimlerin bombalarıyla ölebilir, ardı ardına haberleri gelen şehitlerimiz gibi sen de, ben de düşebiliriz!
Fakat düşen biziz, bu kutlu dava değil ki! Davamız bizlerin ömrüyle sınırlı değil ki!
Her düşen şehit, zalimlere karşı dikilen yeni bir zafer bayrağı olup yükselecek! Milyonlarca hicret, milyonlarca adalet çağrısı, milyonlarca zafer bayrağı olacak.
Uğrunda öldükleri zaferi görememiş nice şehit, fetihlerin birer mümessili değil midir?
PANZEHİR KADAR LAZIMSIN
İnanıyorsak “Allah nurunu tamamlayacak!”, Ortadoğu’da bu oyunun sonu böyle bitmeyecektir!
Sen düşersen, mazlumların ümidi düşecek, adaletin sancağı düşecek, insanlığın geleceği düşecek.
O’nun için inancını düşürmeyeceksin! Sen ne ABD’ye, ne Rusya’ya kapılamayacak kadar büyüksün Türkiye!
Sen, damarlarında sömürgeci zalimlerin ölümcül zehri dolaşan Dünya’ya panzehir kadar lazımsın!
Birileri bunlara hamaset diyebilir. Aldırma!
Zalimlerin gücüne teslim olan öğretilmiş acizliklerle pespaye yaşamaktansa, milyonlarla katledilmiş çocuk, ırzına geçilmiş kadın ve yok edilmiş kadim kentlerin mirası için ağlamak da, haykırmak da ‘gerçek’ bir insanlıktır!
Gerçekten insan olmaktır, adam olmaktır!…
Onlar, yüz üstü devrilecekleri, korktukları günü beklesinler!12.12.2016
Bir yanıt yazın