BESTAMİ AĞABEY: KARA SEVDA, EDEP, ŞİİR VE ÇAY

Bestami Yazgan Ağabey için 35. Sanat Yılında memleketi Osmaniye’de Sebilürreşad Dergisi öncülüğünde düzenlenen Vefa Programı’na katılarak, şair ve sanatçı dostları olarak kendisi hakkında düşüncelerimizi, anılarımızı paylaştık. Günün anısına hazırlanan anı kitabına verdiğim makale ve Bestami Ağabeye ithafen kaleme aldığım şiiri takdim ediyorum:

BESTAMİ AĞABEY: KARA SEVDA, EDEP, ŞİİR VE ÇAY

Osman ARSLAN

Bestami Yazgan benim için önce bir ağabeydir. Hayatımın hemen hemen her önemli kararını istişare ettiğim, bir ağabey. Vakur ve güven veren duruşuyla her zaman ulaşabileceğim bir dost. Osmaniye veya İstanbul; bulunduğu şehrin adı geçince ilk aklıma gelendir, o. Sabahlara kadar süren sohbetlerin tadına doyamadığınız bir muhabbet eri. “Çay varsa, mesele yok” diyen bir mütevazı ağabey.

Bir yaz günü, sanırım 90’lı yılların sonuydu, Ankara’ya gelmişti, akşam olmuş, eve geçmiştik. Evde hanım da olmayınca mutfağa birlikte girdik, çay demleyeceğim. Arıyorum, arıyorum çayı bulamıyorum. Bestami Ağabey hem şaşırdı, hem de kızdı: “Kardeşim, dedi, adam evde bir başınayken ne yapar? Bir güzel çay demler, alır demliği yanına, içip çayını şiir yazar. Sen nasıl çayı bile bulamazsın evde! Olur mu öyle şey yahu!” Çaysız kalmak kızdırabilir onu!

İLLE DE EDEP!

Farkındalığı yüksek bir insandır. Fakat her fark ettiğine, fayda etmeyeceğini düşündüğü durumlarda müdahale etmez, görüşünü bile sorulmazsa söylemez. Çoğu konuyu oluruna bırakır. Kendi düsturunu ifade eden şu cümlesini çok duydum: “Üstüne vazife olmayan işe burnunu sokmayacaksın. İlle de edep, ille de edep!” der. Üslup maksattan, hal dili kaal dilinden önce gelir O’nun için.

Hem gönül adamıdır, hem dava adamıdır. Vakıfların gençlik kamplarına, irticai faaliyetler yapıldığı gerekçesiyle özellikle askeri kaynaklar üzerinden baskıların arttığı yıllardı. Pek çok vakıf, bu nedenle kamp faaliyetlerini iptal etmişti. Biz ise Anadolu Vakfı’nın kamplarını iptal etmemeye karar vermiştik.

Her yıl gençlik kamplarının süresi boyunca kaldığım halde o sene askerde bulunacağım için katılamamıştım. Hazırlıklarda bir zorluk yaşanıyordu: Çoğu memur olan vakıf gönüllülerimizde bir yasal işlem görme endişesi fark ediliyordu, görev alma konusunda. Her yıl geri duran öğretmen Bestami Yazgan işte o sene görev üstlendi. Vakfın İzmir Kampı’na gönüllü öğretmen olarak katıldı.

İTİRAFI: “KARA SEVDA SUÇUM BENİM”

Korkulan da oldu. Jandarma bölgesinde olunca, ezan okunup namaz kılınan bir gençlik kampı, bazı karşıt dünya görüşü taşıyan insanlarca şikayete, iftiraya, hatta gazete haberlerine konu edildi.

Haliyle hakkında şikayetler olan kampa Jandarma gelir. Amaçları kapatmaktır. Jandarma erleri ve bir Üsteğmen. Onları karşılayan kişilerden birisi Bestami Yazgan’dır. Diğer arkadaşlar bazı açıklamalar yaptıysa da Komutan’ın dinleyeceği yoktur. Hava gergindir. Aniden Bestami Bey’in gür sesi duyulur. Bir yandan askerlere doğru yürümekte, şiir okuyarak askerlerin omuzlarına bir bir ellerini koyup gürlemektedir:

“Bir ucun şarktadır, bir ucun garpta,/Sen varsın nöbette, burçlarda Mehmet/İmanınla şereflendi üç kıta/ Sen varsın Malazgirt, Mohaç’ta Mehmet!”

Komutan ve askerler bu şiirin etkisi altında basit bir tutanak tutup uyarı yaparak ayrılırlar kamptan.

Fakat çok geçmez, birkaç gün sonra yine gelirler kampa. Bu sefer daha bir kararlı görünmektedirler. Kampın kaldırılmasını istemekte, aksi takdirde zorla kapatılacağı, burada suç işlendiği, kendilerine emir verildiği vurgulanmaktadır.

Bu sefer kampta muhatap olarak Bestami Yazgan vardır.

“Suçlu muymuşuz?” der Bestami Yazgan, “Evet komutanım, biz suçluyuz. Büyük suçumuz var. İyi dinleyin, suçumuzu itiraf edeceğim! Ondan sonra takın kelepçeleri, alın götürün bizi!”

Ve başlar “Kara Sevda Suçum Benim” şiirini okumaya:

“Gönül verdim güzel yurda,
Çiçek açtım sonbaharda,
Aman dostlar, kaldım darda!
Kara sevda suçum benim.

Al bayrağı sevdim diye,
Adımız çıktı deliye.
Bunca zulüm bilmem niye?
Kara sevda suçum benim.

Sevgilere beşik oldum,
Karanlığa ışık oldum,
Gül Resûl’e âşık oldum,
Kara sevda suçum benim.

Sevdim, yine seveceğim,
Uğruna can vereceğim,
Son nefeste diyeceğim:
Kara sevda suçum benim…”

“Kara sevda suçum benim” dedikçe bir yandan elini göğsüne vurarak ayakta şiirini okurken gözleri dolmakta, al bayraktan söz ederken kampta dalgalanan bayrağa elini uzatarak işaret etmekte, bir yandan gür sesiyle kulakları çınlatırken uzun boyu ve yiğit duruşuyla tek tek komutanın ve askerlerin gözlerinin içine bakmaktadır.

Arkadaşların bundan sonrası için anlattığı şu: Bunun üzerine, askerler gevşedi, başları öne eğildi, sakinleştiler, çay içip biraz sohbet ettikten sonra gittiler. Ve bir daha da kamp bitinceye kadar gelmediler.

Emir, demiri keser, derler. Bestami Yazgan şiirin emirden de etkili olduğunu canlı olarak göstermişti. Üstelik şiiriyle demir kalpleri eritmiş, şiiriyle saldırıları püskürtmüş, şiiriyle belki bir vakıf, yani hayır çalışmasının tümüyle hedef alınabileceği süreci önlemişti.

ŞİİRLERİ GİBİ ÖLÇÜLÜ ADAM

Zaman zaman serbest şiir de yazan Bestami Ağabey’e derdim ki “Serbest yazmaya ağırlık vermeyi düşünür müsün?” Cevabı her zaman netti. “Serbest de olur, serbest şiire sevgim, saygım var ama benim dilim hece seviyor, gönlüm ölçü istiyor. Kalemim kendiliğinden ölçülü yazıyor. Benim yolum bu, ölçülü şiir yazacağım.” Zaten kendisi de şiirleri gibi ölçülü bir insandır Bestami Ağabey’in.

Bir de, şiirlerinde bir ıstırap işler ama asla umutsuzlukla bitirmez. Mutlaka bir umut ve kararlılık yükleyerek sonlandırır şiirini. Ümitsizliği, imansızlığın alameti gibi görür. Hiçbir gönlü yazdıklarıyla umutsuz, kolu kanadı kırık bırakmak istemez. Bunu bir mesuliyet olarak görür. “Kimse benden dolayı karamsarlık yaşamasın, üzülmesin”  duyarlılığı içinde yazar.

“OĞLUM BESTAMİ, AKILLI OL!”

Bestami Ağabey, 17 yıl Güneysu dergisini çıkarttıktan sonra bırakıp İstanbul’a yerleşmeye karar vermişti. Osmaniye’de kendisini ziyaret ettiğim bir sohbette bu kararını açtı. Üzüntüyle dedim ki “Ağabey, Güneysu’yu İstanbul’dan da olsa çıkartmaya devam etsen. Yazık olacak.”

Bestami Ağabey, “Güneysu benim de içimi çok yakıyor kardeşim. Fakat bizim Güneysu ile daha fazla yapabileceğimiz bir şey kalmadı. Güneysu da misyonunu tamamladı. Kabullenmek lazım. Osmaniye’de bu kadar oluyor. İstanbul’a bir gidelim, oradan edebiyat için daha güzel işler yapabiliriz.  Osmaniye’yi fethetsen bir kalen olur. Ama İstanbul’u fethedersen imparatorluğun olur. Böyle bir şey.”

Dergi kapandı. Bestami Ağabey tıp fakültesinde çeşitli zorluklar altında okuttuğu kızlarının yanına, İstanbul’a gelip yerleşti. Ziyaretine artık İstanbul’da gidiyoruz. “Nasıl gidiyor Bestami ağabey İstanbul’un fethi?” dedim. Derin bir iç çekip “Gardaşım, dedi, Eminönü’ne bir indim ki mahşer. Ben böyle kalabalık görmedim. Koca, devasa bir şehir. Envai çeşit şeytanlık. Benim gözümde büyüttüğüm Osmaniye burada kaldığımız mahalle gibi bir şey. ‘Oğlum Bestami, dedim, akıllı ol, sen şu fetih sevdasından vazgeç, kendini koruyabilirsen Allah’ına şükret.’ Ben korktum gardaşım, bu şehrin fethedileceği falan yok. Öyle büyük iddialarım da yok, ben başımın derdine düştüm.”

Bu mertliği, samimiliği ona ayrı bir yer kazandırıyor gönüllerde. Dürüst, ama her şeyden önce kendine karşı dürüst bir insan Bestami Yazgan. Hırsları, ihtirasları yok. Ama sevdaları, var.

“VALAHİ HELAK OLURUM”

Aslında methedilmekten hoşlanmaz, korktuğunu söyler hep. “Allah korusun, nefsime hoş geliyor. Vallahi helak olurum. Böyle övmeden konuşsalar iyi” der. Bunu bilince, onu övmekte de ileri gitmemeye çalışıyor insan.

İstanbul’u fethedemedi belki, ama çocuk edebiyatına yönelerek çocuklarımızın gönüllerini fethettiyse bu, İstanbul sayesinde oldu. İstanbul’da yayınevleri ile yakın olması, kültür ve sanat ortamları ile iç içe olması Bestami Yazgan’ın birikimini daha geniş çevrelere taşımasına vesile oldu. Osmaniye gibi İstanbul da ona yaradı.

“KALANI BİZ SATARIZ”

Dile kolay, dostluğumuz, içinde bir kırıklık olmadan 32 yılı devirmiş. Bestami Yazgan’ı 1985 yılında tanımıştım ilkin. Lise öğrencisiydim. Adana’dan Osmaniye’ye kitap satmaya gitmiştim. Esnaf esnaf dolaşıp satışını yaptığım kitaplardan akşam olduğunda elimde 15-20 tane kalmıştı.

Günün sonunda, şehir terminalinden Adana’ya uğurlamaya iki değerli ağabeyim gelmişti; Osman Karataş ve Bestami Yazgan. Bir çay içip sohbetler yapıp günün değerlendirmesini yaptıktan sonra ayrılacakken, elimde kalan kitapları görünce Osman ve Bestami ağabeyler “Bunları bize bırak sen, dediler, burada biz satarız.” Kendime, “ben bunları otobüste gidene kadar satarım” diyerek üç kitap alıkoyup, gerisini bırakmıştım. İki hafta sonra Adana’ya gelmişlerdi. Bıraktığım kitapları satmışlardı. Belli ki kendileri de destek olmak istemişlerdi.

İlkin bu gelişlerinde, Adana’da öğrenmiştim Bestami Ağabey’den, “Ben de şiir yazıyorum bir süredir. Bambaşka bir şey şiir yazmak!” O tarihlerde otuzlu yaşlarına henüz basmıştı. Uzun süre yayınlamadan, sadece yazmıştı şiirlerini.

Şiirlerini ilk dinleyişim ise kendi düğünümde, 16 Kasım 1991 yılında oldu. O gündür bugündür, eksik olmasın, sesi kulaklarımda çınlar. Ve hemen her şiirinin öyküsünden haberdarımdır. “Yeni yazdım” diyerek okuduğu, ilk kez dinleyeni olduğum birçok şiiri oldu.

“SANATÇI BAĞIMSIZ OLACAK”

90’lı yıllar siyasi faaliyetlerimin yoğun olduğu bir dönemdi. Elbette bu kadar derin ve yakın dostluğumuz olunca Bestami ağabeyle de siyasi çalışmalarda aktif rol alması için konuştuğum oluyordu. Her defasında “Gardaşım sanatçı adam kalıplara sığmaz. Siyaset ayırır, sanat birleştirir. Sanatımın adamıyım ben. Sanatçı bağımsız olacak. Yoksa Hakkı söyleyemez. Amma aynı zamanda Allah’ın ve Milletin davasının da adamıyım. Bir de ben öyle laf cambazlığı bilmem. Yıkar geçerim. Siyaset bana göre değil.” derdi. Elbette hak verirdim. Doğru bir duruştu. Bu duruşunu hiç bozmadı. Yıllar sonra bugün, Cumhurbaşkanı’nın şiirini okuması üzerine kendisine milletvekili olmak isteyip istemeyeceği sorulduğunda hala aynı şeyi söylüyor: “İstemem. Bana göre değil. Ben siyaset yapamam.”

Şiiri için artık herkes “Çağdaş Yunus” benzetmesinde hemfikir. Gerçekte o, ilk günden itibaren Yunus gibi alçak gönüllü, Köroğlu gibi çatal yürekli yazdı ve yaşadı. “Gülü incitme gönül” diyen adam, aynen o hassasiyetle yaşamını sürdürmüştü zaten. Şiirine yönelik ağır eleştiriler yapan yakın dostları vardı. “Benim şiirim için şu, şöyle diyor” diye konuşur, fikir almaya çalışır, dinler ama yer yer incitici olan sözleri görmezden gelirdi.

YAPICI ELEŞTİRİYE AÇIKTIR

Eleştirileri gurur sebebi yapıp küsmez. İncitici ve saygısız tavırlar karşısında kısa dargınlıklar yaşar, onu da yansıtmayıp içinde tutar, genellikle “kırmayayım da, kırılmayayım da” diyerek uzak durur. Fakat her zaman şunu vurgular “Eleştir, ama kardeşim, yapıcı eleştir. Eleştirmek için eleştirene saygı duymuyorum. Bir fikrin varsa, ve söylersen sonuna kadar açığım, dinlerim.” Gerçekten böyle olduğuna ben şahidim. Az da olsa eleştirdiğimde, notlarını aldığını, sonra da o şiirde daha uygun bir değişiklik yaptığını gözlemledim.

Her zaman bir ‘eküri’si olmuştur. Şiirlerini hep  o şair dostuyla karşılıklı okumuştur. Bu, bir vakit Tayyip Atmaca oldu, sonraları Yusuf Dursun.

Son dönemde ise yalnız görüyoruz Bestami Ağabeyi. Galiba artık aksakallar arasına karıştı. Artık bir üstat o. Allah nazardan korusun.

Şiirlerimi eleştirmesinden büyük zevk aldım hep. Şiir yazmaya hep teşvik etmiştir. Fakat fikir yazıları yazmam konusunda daha fazla.

Kitaplarımı  yayınlanmadan önce okuturum. Ama eğer okutmadan basmışsam okuyup, “İkinci baskıya düzeltirsin” diye kitap üzerinde imla düzeltmeleri yapılmış şekilde postayla göndermiş veya ilk görüştüğümüzde elime tutuşturmuştur.

Tatlı sohbet edersiniz Bestami Ağabeyle. O mütehassis yüreği, bazen sohbet esnasında öyle bir cûşa gelir ki, apansız “Allah” nidasıyla sarsılırsınız.

Bestami ağabeyi, derviş gönüllü, akıncı ruhlu, hikmet yüklü çağdaş bir alp eren olarak görüyorum.

AİLEDEN BİRİ GİBİ

Bende olduğu kadar çocuklarımda da ayrı bir yeri vardır. Çocuklarımıza örnek gösterdiğimiz bir büyüğümüz olmuştur hep. Aileden gibi görülür Bestami ağabeyin ailesi bizim evde. Diğer ayrıntılar bir yana, büyük kızımın tıp fakültesi hedefini belirlemesi ve orada okuyor olması, Bestami Ağabeyin küçük kızının etkisiyle olmuştur.

17 yıl çıkarttığımız Çınar Dergisi’nin belki Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeniydim. Ama yayın politikamızdan, satışa, şiirlerinden şairlerle irtibata kadar her konuda yakın ve daimi destekçimiz oldu.

Bestami Ağabey’in Türk şiirinin uluçınarı, Çınar’ın ulu şairi olduğunu görmek bu bakımdan ayrı bir bahtiyarlıktır. Çınar’da sürekli şiirlerini gönderen aksakalımız Bahaettin Karakoç Ağabeyle birlikte bütün şiir şölenlerimizi Bestami ağabey de katılımıyla renklendirmiştir.

“GÜLSUYU GELİYOR”

Isparta Çınar Şiir Şölenimizdi. Bahaettin Ağabey, katılımcı şairlerden birisini göstererek “Bu çıfıtın olduğu yer kirlenmiştir, necasettir. Şiiri de iyi kokmaz.” dedi. Bahaettin Ağabeyin kötülediği kişi de misafirimizdi nihayette, ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. O sırada Bestami Yazgan ufukta göründü. Bize doğru yürüyordu. Bahaettin Ağabey, Bestami Yazgan’ı görünce “Neyse, dedi, gülsuyu geliyor, gider o koku.” Rahatlamıştım. Yüzümüze gülümsemeler gelmişti yeniden.

“Gülsuyu” güzel bir benzetmeydi. Ben Bestami Ağabeyi anlatmayı bitiremem. O kadar çok şey var ki…  Bir yerde durmak, hazırlanan eserin diğer yazarları dostlara da saygı gerek.

Yaşayan şiirimizin saygıyı hak eden usta kalemi Bestami Yazgan’ı, bu vesileyle cânı gönülden kutluyorum.

ARAMIZDAKİ YUNUS

Şiiri yüreklerimizin ışığı oldu. Kalemi kaderimizi adım adım izledi. Yolumuzu ve yönümüzü aşka çevirdi. Hayatın dibâcesini sevgi, mihverini sevgi, nihayetini sevgi yaptı. Tüm sevgileri potasına attığı ilahi sevginin ateşinde erittiği yüreğini ‘geniş’ tutan dost insan oldu.

Anadolu’mun, memleketimin, yüreği sağlam, istikametinin dizgini sağlam, kalemi sağlam, kelamı sağlam gönül insanı… Sevdayı yürüten adam… Yüreği yıldızlara asılı âşık…. Yiğit Töresi’ni yazan yiğit… Çağlar aşan soylu sevdanın çağımızdaki dili olmuş, aramızdaki Yunus… Çocuklarımızı elinin altında toplayan ve ellerinden tutan Çınar’ımız…

Sana selam olsun.

Allah yolunu açık etsin, yâr ve yardımcın olsun.

Allah senden razı olsun.30.08.2017

 

YUNUS DENEN BİR YÜREK VARDIR

-35. Vefa Yıldönümü Anısına Bestami Yazgan’a-

Fırtınalar dinse de umman içinde,

Dalga dalga çarpan bir yürek vardır.

Dağlar kaybolduysa duman içinde,

Yıldıza asılan bir yürek vardır.

 

Sonbaharda çiçek açsın, solmasın!

Bir gönül ki alem girsin, dolmasın!

Aman dostlar, vefa gülü solmasın!

Kara sevda tutan bir yürek vardır.

 

Muhabbet yurduysa gönül sarayı,

Dost vurgunu derin açar yarayı,

Düşünmek de ayıp yazı-turayı,

Hak Emrine kurban bir yürek vardır.

 

Dost Yüreği geniş, yürekse hancı,

Zalimlere bitmez, tükenmez hıncı,

Vurguna kıyamda kalkan kılıncı,

Destan destan yazan bir yürek vardır.

 

Çiçekle çocuk elbet kardeştir,

Uç, uç şiir gel de bizi birleştir,

Sağlam tut ki yüreğin bir güneştir,

Sevgiyle çağ aşan bir yürek vardır.

 

Yunusça sevene aşk da hüner mi,

Aşk ile yürüyen kervan döner mi,

Ruh ile yakılan sözler söner mi,

Şükür, Yunus denen bir yürek vardır!

28.09.2017

 

 

 

        

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 2.1Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.8Bin Görüntülenme Sayısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 1190

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?