ANADOLU’NUN HAYAT MÜDAFAASINDA GERÇEK CEPHE: SELEFİ AKIM
III- TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
Selefileri tespit ederken, neyin Selefilik olmadığını ve neyin ‘Selefi etkisi’ olduğunu örnekleyerek günümüzdeki Selefiliği bulmaya yaklaşmış bulunuyoruz. Şimdi, tarihinden günümüze gelerek Selefiliği ele alalım:
SELEFİLİK BİR ANLAYIŞ BİÇİMİDİR
Selefilik, aklı öne çıkartan-Hz. Ömer ve Hz. Ali’den sonra Ebu Hanife ile temsil olunan ehl-i rey ekolüne karşı bir tepki olarak doğmuştur. Bir mezhep veya bir hareket değil, pek çok hareket ve mezhebi etkisi altına alan bir “düşünce akımı”, bir “anlayış”tır.
Onlara göre; İslam’ın aslı korunamamıştır, derler. İslam’ı doğru yaşatan ilk üç nesil (selef)dir. -ki kendileri üçüncü nesil içinde olduklarından, aslında kendilerini kastediyorlar- Onların -haliyle kendilerinin- uygulamalarını ve inanışlarını aynıyla korumak gereklidir.
ANA TEZLERİ DOĞRU İSE YANLIŞ OLAN KENDİ YOLLARI
Bir an için “zaman” kavramına karşı sorunlu olan bu yaklaşımı doğru kabul etsek bile, şunu belirtmeliyiz: Hariciler, Murciler, Ebu Hanife… gibi üçüncü neslin ezici çoğunluğunu oluşturanların da “Selef”ten olduğunu unutuyorlar. Onlar da “Selef” denen “altın nesil” içinde olduğuna göre, neden onların görüşleri ve yaşayışları değersiz, kendilerininki değerli ve geçerli oluyor! Eğer “Selef”in baz alınacaksa, Selef kuşağının kahir ekseriyeti ‘Selefi yaklaşıma’ karşıdır. Özetle Selefilik, kendi tezleri doğuştan sakat, bu yönüyle de “aşırıya giden” bir yaklaşımdır, aslında.
EHL-İ HADİS VE AKIL TUTULMASI
Hadisleri esas alırlar. O dönemin yükselen akımı Hadisçilikti. Ahmed b. Hanbel, Buhari, Evzai gibi hadis toplayıcılarından oluşmuş bir gruptular. Bu nedenle de “Ehl-i Hadis” diye anıldılar. Öte yandan Hanbelilik’in Selefi bir hareket olduğu dikkatten kaçmamalıdır. Ehl-i Hadis, Ehl-i Sünneti “aklı fazla kullanmakla” itham etti.
Şimdi bugüne gelip sormak gerekir: Bugün hadisleri baz alarak dini yorumlayan kalabalık bir grup kendini “ehl-i sünnet savunucusu” takdim ediyor, akla dayalı olarak nassı yorumlayan kesimlere ehl-i sünnet karşıtı deniyor! Durum nasıl tersine dönmüş değil mi? Üstelik, “Ehl-i Sünnet’in savunucusu bir Diyanet İşleri Başkanı’nı “Hadis düşmanı” diye ‘etiketleyebiliyorlar! Bu nasıl bir savrulmadır, ne içler acısı bir kopuş ve akıl tutulmasıdır!
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
Bu açık çelişki bile Müslüman zihinlerde Selefiliğin nasıl bir fikri işgal düzeyine eriştiğini göstermeye yeter. Dahası, Arap devrimleri sonrası Ortadoğu ve özellikle Körfez coğrafyası Selefi zihniyetli akımların eline geçmiş durumdadır. Tarihte ilk kez Selefilik İslam Dünyası’nın ağırlığını tutmaya doğru ilerliyor.
İslam’ın ilk döneminin en zayıf akımı bugünün İslam dünyasının baş aktörü olmuşsa, sapmanın boyutunu görebiliyor muyuz? Tehlikenin farkında mıyız?
Selefilerin bazı inanışları vardır: “İman, söz ve eylemdir. Kalp ile tasdik iman değildir. Amel imandan bir parçadır. Namaz kılmayan mümin değildir. Fasıkın arkasında namaz kılınmaz. Kabirleri ziyaret şirktir. Ölülere dua okunmaz… ” gibi. . Günah işleyen bir dava arkadaşınızı tekfir edip, irtidat (dinden dönme) ithamıyla katline fetva verebilirsiniz mesela. Böyle kötü örnekler de yaşanmaktadır zaten. Tehlike büyümüştür. Üstelik bu inanışlar, toplumu parça parça, hatta fert fert bölmek dışında bir sonuç vermeyen inanışlardır
EHL-İ SÜNNET İTİKADINA TERS İNANIŞLAR
Bu inanışlar, Anadolu’da yaşayan İslam’ın, Maturudi itikadına dayanan ehl-i sünnetin reddettiği yaklaşımlardır. Selefiliğin zikrettiğimiz görüşleri ele alınabilir ancak bunları tartışmak ve çürütmek bu makalenin amacı değil. Makale, Selefi anlayıştaki “aşırı gitme” lerin hayatı nasıl daralttığını ve İslam’ı nasıl donmuş, çatışmacı ve politik bir din haline getirdiğini göstermeyi amaçlamaktadır.
Selefilik denildiğinde şunu anlıyoruz: Amel ile bağlantılanan bir tevhidi iman, ‘altın çağ’ edinilmiş Selef’e dönüş, o çağda olmayanı temizleme duygusunu yüksek bir iradeyle yaşatma, sahabe dayanışması olarak sunulan sorgusuz itaat üzerine kurulu sağlam bir “biz” duygusu, kaynakların mutlak bir lafzilik ile yorumlanarak anlaşılması, reaksiyonerlik üzerine kurulu bir dünya görüşünü, isyankar bir dili, mağlubiyetlerden hareketle mazlumluk hissiyatını dile getiren bir söylem!
GÜNÜMÜZDE SELEFİ HAREKETLER
Selefilik, yukarıda ilkelerini sıralarken belirttiğimiz yönleri ile, dinde aşırı gitmenin belirgin bir türüdür. Geçmişte Ehl-i Hadis, Hanbelilik, İbn-i Teymiye, Vehhabilik olarak ortaya çıkmıştır. Fakat ortaya attıkları, yukarıda saydığımız yaklaşımların önemli bir kısmı 20. Yy. İslamcı hareketlerinin siyasal görüşlerini temellendirdiğinden bugün Selefi olarak nitelenen örgütler vardır.
Bunlardan tereddütsüz en tipik örgütler Boko Haram (okul haramdır) hareketi, Buda heykellerini bombalamasıyla hatırladığımız Taliban, Sınırımızda katliamlarını izlediğimiz DAEŞ gibi militer dini örgütlerdir.
MİLİTARİST VE AKTİVİST SELEFİLER
Bunlar “Cihatçı Selefiler” başlığında toplansa da, biz bu ifadeyi, geniş anlamını daralttığı, müspet anlamını menfi şekle dönüştürdüğü ve böylece cihat kavramının içini boşalttığı için uygun bulmuyoruz. Cihat kavramını kirletmemek adına reddediyoruz; “Militarist(Silahlı) Selefiler” demeyi tercih ediyoruz. Selefi grupların bazıları şiddeti reddederler. Onlar politika yoluyla mücadeleyi tercih etmektedirler. Bunları da “Aktivist(Eylemci) Selefiler” olarak adlandırmayı tercih etmekteyiz. Devlet şeklinde kurumlaşabilen tek Selefi hareket olan Vehhabiliği ise “Suud Selefiliği” diye ayrı bir tarafa koymak uygun olabilir.
Selefiler, yani “İslam, sünnetten ibarettir” diyerek başlayan ilk çıkıştaki adlarıyla “Ehl-i Hadis” akımı, içeriden baktığımızda, aslında kendisini Sünniliğin gerçek temsilcisi sayarlar. Akıl karşıtı ve metinci bu literalist(çıplak ilk anlamı yorumsuz kabul ederek okuyan) anlayış, ‘dinamik’ hayat karşısında ihtiyaçları cevaplayamadığından tarih boyunca çok büyüme imkanı bulamamıştır.
(Devem Edecek. 3/5)
ANADOLU’NUN HAYAT MÜDAFAASINDA GERÇEK CEPHE: SELEFİ AKIM
IV- AŞIRILIKTA SINIR TANIMAYAN GÜNÜMÜZ SELEFİLERİ
Selefiye’ye günümüzü etkileyen siyasi kimliği kazandıran içtihat, bir bakıma Selefiliğin ikinci dirilişinin mimarı, döneminin siyasal sorunlarına bir çözüm olarak görülen ‘İbn-i Teymiye yaklaşımı’ oldu.
14. Asırda Moğol istilaları döneminde yaşayan İbn-i Teymiye, Müslüman olduğu halde ‘Şeriat kurallarını’ uygulamayıp geleneksel ‘Cengiz Yasaları’ ile hareket eden Moğollara karşı, tarihte “Tatar Fetvası” ya da “Mardin Fetvası” olarak anılan bir içtihat ortaya koyar. İşte bu İbn-i Teymiye içtihadı, halkı Müslüman olduğu halde ‘Şeriat’ ile yönetilmeyen ülkelerde, devlete karşı İslamcı silahlı mücadele yürütmenin tarihte ve bugün dayanak noktası olacaktır.
İbn-i Teymiye, gerçekten Moğollara karşı kendisi de bizzat silahlı mücadele vermiştir.
BUGÜNÜN BAŞLANGICI: TATAR VE TEVHİT FETVALARI
Yine Selefi dirilişin lideri Teymiye’nin İslam tarihindeki kritik bir siyasal etkisi de “Tevhide aykırı” inanışlar taşıyan Dürzilik, Nusayrilik gibi yaşadığı coğrafyadaki mezheplere karşı verdiği sert fetvalar ile olmuştur. Tarih boyu ve bugün de bu mezheplere Sünni devletlerin/güçlerin cezai müdahalelerinin meşruiyet kaynağı bu “Tevhit fetvası” olmuştur. “Tevhidi Cihat” söylemlerinin doğum yeri İbn-i Teymiye’nin Tevhit Fetvası olmuştur.
İşte Tatar ve Tevhit Fetvaları’nın siyasal tepkileri karşılayan içeriği, tarih boyu İslami dil arayan muhalif yaklaşımların cephaneliği niteliğine bürünmüş, tüm radikal hareketlerin besleyicisi olmuştur.
BİZ ZAYIFLAYINCA GÜÇLENENLER
Öncesindeki üç yüzyıl boyunca olduğu gibi Teymiye sonrasında da Selefilik dört yüz yıl daha uykuya yattı. Ta ki 18. Yy.da Muhammed Abdulvehhab ile tekrar canlanıncaya kadar. Bu, Selefi düşüncenin üçüncü ve son siyasal uyanışı oldu. Selefilerin, tarihsel olarak Sünni güçlü iktidarların İslam ülkelerinde olması ile ters orantılı olarak güçlendikleri izlenebilmektedir. Osmanlı için de aynısı oldu; ne zaman ki zayıfladı, o zaman Selefiler güçlendi. Aynı zamanda Osmanlı’ya karşı bir siyasi mücadele de yürüttüler.
İşte 18. Yy.da Abdulvehhab, oluşturduğu Vehhabilik Hareketi ile, Hanbeli fıkhı üzere yürümüş, Teymiye’nin Tevhid Fetvası’nı iyice siyasi anlamlara bürüyerek bayraklaştırmış, az ve zor başvurulan ‘tekfir’ yolunu adeta müesseseleştirmiştir. Bu yönüyle Selefi alimlerin bile ‘aşırı gitmekle’ suçladığı Abdulvehhab, aleyhine oluşan atmosferi İbn-i Suud ile yaptığı 1744 tarihli “Dir’i Sözleşmesi” ile aştı. “Alim-Emir Anlaşması” olarak da anılan bu Sözleşmeye göre Abdulvehhab’ın dini daveti için İbn-i Suud askeri destek sağlayacaktı.
YÖNTEM: ALİM-EMİR ANLAŞMASI
“Alim-Emir Anlaşması”, Çağdaş Militarist Selefi Hareketlerin yöntemi de olacaktır. Bir alimin dini hareketi, bir silahlı gücün desteği ile yayılacaktır.
Abdulvehhab ile Suud arasındaki bu dayanışma ilkin Necid Bölgesi’ni kontrol etmelerini, sonra da Yarımadayı kontrol ederek devletleşmelerini sağladı. İlginç bir şekilde Vehhabi Mücadele Şii hareketler gibi bugüne kadar hep Müslümanlara karşı sürdü. İngilizler başta olmak üzere hiçbir gayr-ı İslami güçle karşı karşıya gelmediler.
Vehhabilik devletleşince, Selefiliğin ruhundaki isyankarlığı itaatkarlığa çevirdi, Selefiliğin doğasındaki otantik kalma ilkesini terk edip modernleşme hamlelerine atıldı. Bu durum, diğer Selefi akımların Vehhabiliği de hedef almasına neden oldu.
SELEFİ AYRIŞMA: MESCİD-İ HAREM BASKINI
Belki bu ayrışmanın artık savaşa dönüştüğü vakit “1979 Mescid-i Harem Baskını” oldu. Harem Baskınının mimarı Selefi Cüheyman, Suud yönetimini “kafirlerle dost olmakla, Allah’ın ülkeye verdiği serveti kâfirlere peşkeş çekmekle, kutsal toprakları kâfirlerin asker ve yöneticilerine açmakla” itham ediyor, “kâfirlere karşı mücadeleye de engel olan bir işbirlikçi olmakla” suçluyordu. Hani, hiç de haksız sayılmazdı.
Cüheyman’ın yolunu izleyen Üsame Bin Ladin döneminde artık bu mücadele küresel boyut kazanmıştı. Saflar netleşmişti: Yaygın anlatımla, “Suudiye ve Cihadiye” diye iki kola ayrılmışlardı. Cihadiye (Militarist Selefilik) “küresel emperyalist kafirlerle bütün yeryüzü sathında mücadele” şiarıyla Suudiye Selefiliği ile köprüleri tamamen atmıştı artık. Bugün Suud ile barışık olmayan DAEŞ gibi sünni, tekfirci, militarist gruplar işte bu Selefi çizginin devamıdır.
SELEFİLİKTE ULAŞILAN AŞIRILIK AKLA ZARAR
Bugün geldiği noktada militarist selefiliğin, çıkış noktasındaki Ehl-i hadis’le ve ikinci ihyacısı İbn-i Teymiye ile bir alakası neredeyse kalmamıştır. Bu tarihsel değeri olan yaklaşımları da aşırı giden yorumlarıyla kabul edilemez uçlara taşıyan Selefilik için başlangıçta “Ehl-i Sünnet’in aşırıcı bir yorumudur” da denilebilirdi. Fakat özellikle Militarist Selefiler öyle bir uç noktaya varmıştır ki onlar için bu ifadeyi bile kullanmak zordur.
KADİM MUHALİFLERİN SON HESAPLAŞMASI
Selefi hareketin, göründüğü gibi kadim muhalifi itikatta Maturudilik ve fıkıhta bilhassa Hanefilik hareketini içeren Ehl-i Sünnet’tir. İslam topraklarında, iki yüzyıldır farklı türleriyle ehl-i hadisin mirasçıları Selefi akımlar, ehl-i sünneti mağlup etmiştir. Selefiliğin gelip dayandığı son kale, ehl-i sünnetin en kuvvetli burcu olan Anadolu’dur. Bu aşırıcı ve haksız davalarını ehl-i sünnet içinde doğan ve yaşayan bazı meşrep, tarikat ve cemaatlerin itikadi yanlışlıklarını, sanki ehl-i sünnetin yanlışlarıymış gibi göstererek yapmaktadırlar. Kadim muhalif bu iki anlayışın son tarihi hesaplaşması, Anadolu’da olmaktadır.
SELEFİ KÜLTÜR ETKİSİ ALTINDA KALMAYALIM
Maalesef, “dinin aslına dönmek” adı altında “Kur’an İslam’ı” söylemine kapılanlar arasında Kur’an’a aykırı olarak sünnet düşmanlığına varan uç fikirleri topluma dayatanlar, bu ‘Selefi kültür etkisi’ altında kalanlardır. Hakikatin samimi arayıcılarını bu yanlışa düşmeden yollarında yürümeleri için uyarmak isteriz. “İslam’ı yeniden keşfettim” diyen bir dünya Selefilik etkisi altında kalmış Mü’min, kendi kadim medeniyetinin temel dinamiği, İslam’ın en sade ve öz yaklaşımını ihtiva eden ehl-i sünneti imha telaşına düşmüş, Selefilik yolunun gönüllü hizmetkarları olmuş durumdadırlar. Bu topraklar Maturidiliğin ve Hanefiliğin Selçuklu ve Osmanlı gibi devasa imzalarını atmışken, bu mihengi elimizden almalarına müsaade edemeyiz!
Aydın Müslümanların selefi kültür etkisinde kalarak Müslüman kitlelerden gönül ve fikir bağını koparması ayrı bir tehlikeye de işaret etmektedir.
YENİ HAŞHAŞİLER: MİLİTARİST SELEFİLER
Militarist Selefi Hareketler adem-i merkeziyetçi yapıları ve yer altına inmiş network ağları ile tüm dünyada bugün de ses getirmekte, korku salmaktadırlar. Küçük gruplar halinde ama derinden irtibatlı şekilde yönlendirilen bu gruplar çıkardıkları kitap, dergi ve internet siteleri ile propagandalarına devam etmektedirler. Uzantıları, onlar için en zor coğrafya olan Anadolu’da dahi bir ağ gibi örülmüş durumdadır. Eğer biraz daha gevşek kalınırsa, FETÖ’nün yapamadığı iç savaşı Anadolu’da patlatacak yeni haşhaşi gruplar, onlar olacaktır!
Ortadoğu’ya, özellikle “İsrail’in göz diktiği topraklara yerleşerek O’nu engellemek” için mücadele edecekleri yönünde stratejik söylemleri varsa da biz bu antiemperyalist grupların, her nedense hep Asya, Afrika ve Ortadoğu’da emperyalizmin göz diktiği topraklarda zemin hazırlama anlamına gelen çalışmalarına şahit olduk son 40 yıldır. İş bittiğinde o topraklar kâfirlerin yönetimine giriyorsa, bu Selefiler kime hizmet ediyor olabilir?
Yayın organlarının adının “Konstantiniyye” sloganlarının “Allah’ın bize Kostantiniyye’nin fethini nasp et!” olması, asıl hedeflerinin Anadolu olduğunu göstermeye yeter! Öyleyse Anadolu Müslümanları bir işgal gücü olarak kullanılan Selefiliğe karşı daha dikkatli olması gereklidir. Bütün Militarist Selefi hareketlerin Batı/İngiliz projelerine hizmet ettiğinin sayısız belgesi ve örneği bulunmaktadır.
Bugün “aşırılık içeren” kökleri olan Ehl-i Hadis veya İbn-i Teymiye halefleri olan Militarist Selefilerin aşırılıkta sınır tanımayan hale gelen/getirilen günümüzdeki durmunu görse, eminiz “Haricî bunlar!” diye kovalardı.
DAEŞ lideri Bağdadi’nin Musul’da 4 Temmuz 2014 Cuma hutbesinde Halifeliğini ilan ettiği konuşma metni Selefi zihniyeti özetleyen bir manifesto mahiyetindedir. Bu manifestoya karşı Dünya’dan önemli 126 İslam aliminin altına imza koyduğu reddiye ise tarihi bir değer taşımaktadır. “Açık mektup” şeklinde yayınlanan bu reddiyenin internette Türkçe dahil dokuz dilde yayınlandığını belirtmek isteriz.
(Devam Edecek.4/5)
ANADOLU’NUN HAYAT MÜDAFAASINDA GERÇEK CEPHE: SELEFİ AKIM
V. BAŞARMAK ZORUNDAYIZ
Türkiye için daha önemli olan katman ise Neo Selefilik akımıdır. Onlar, Suud ve Militaris Selefiliklerin arasında kalan “Muhalif” gruptur: “Siyasal” ya da “Aktivist Selefilik.”
ARAMIZDAKİ SELEFİ TÜRÜ
Barışçıl görünen kimlikleriyle Neo-Selefiler, gruplar veya fertler halinde Selefi kültür propagandasını yapmakta, ülkeyi sessiz bir istila ile sarmaktadırlar. Asimetrik ve atomize belki yüzlerce küçük gruptan oluştuğundan etkileri büyük, tespitleri zor olmaktadır.
TÜRKİYE’DE SELEFİLİK NASIL TUTUNDU?
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin 2015 yılında yaptığı Selefilik Çalıştayı’nda Yrd. Doç Dr. Ahmet Yönem’in aktarımına göre Selefi kültürün Anadoluya ilk adımı 1970’li yıllarda ve iki kanaldan oldu: Bir yandan Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Şam gibi yerlerde eğitim gören gençler Selefi düşüncelerle Anadolu’ya döndüler. Açtıkları yayınevlerinden Selefi alimlerin ve çağdaş yazarların kitaplarını çevirerek topluma yaymaya başladılar. Diğer yandan Afrika Selefileri ile irtibatta olan Avrupa Türkleri etkisi altında kaldıkları Selefi düşünceleri Anadolu’ya aktarmaya başladılar.
SELEFİ YOLCU’LUK: BİRIŞIK VE ARSLAN
Türkiye’de ilk “temsil düzeyinde” Selefi fikirleri savunan kişi Kerküklü Abdullah Yolcu oldu. İstanbul’a 30 yaşlarında gelerek yerleşmişti. Çok sayıda kitabı, makalesi, sohbet toplantıları ile yetiştirdiği talebeleri bugün Selefi akımın önde gelen aktörleri oldu. Yolcu, Kuveyt merkezli ‘Müslüman Alimler Birliği’nin de kurucusu ve halen Yüksek Konsey Üyesidir. Eserlerinde Selef-i Salihin Akidesi, Tevhid, Tevessül, İslami açıdan dost ve düşman, yılbaşı kutlaması ve kafirlere benzemek, müzik ve teğanni gibi Selefilerin ‘ayraç konuları’nı işledi.
Yolcu’dan sonra ikibinli yıllarda önemli Selefi fikir taşıyıcıları arasında Ezher öğrencisi Malatyalı Feyzullah Birışık dikkat çekmektedir. Birışık, Karınca ve Polen Yayınlarını kurdu, çok sayıda Selefi anlayışta kitap çevirdi ve yayınladı.
Şimdilerde internet sayfaları, sesli ve görüntülü sohbet yayınları, risale ve kitap çalışmaları çeşitlenerek ve yayılarak devam etmektedir. İnternet ve sosyal medyada en etkili çalışmayı yapanlar arasında İslam davetçisi Ubeydullah Arslan’ın geldiği dikkat çekmektedir.
AKLA ZARAR EVRİLMENİN MACERASI
İzmir’de 2002 yılında kurulan Çağrı İlim yayma Derneği (Çağrı-Der) başta olmak üzere İlim-Der vb. çok sayıda dernek ve vakıf da kuran Selefiler Türkiye’nin her bölgesinde her seviyede insanlarla iletişim kurmayı başarmıştır. Militarist Selefi örgütlerin insan kaynağı da bu çalışmalar sayesinde çıkmakta, El kaide ve DAEŞ gibi örgütlere gönüllü katılan binlerce gencimiz bulunmaktadır.
Bugün, “büyük günah işlemeyi” “dinden etmeyen küfür” sayan Teymiye ve Hanbeli geleneksel Selefiliğinden “küçük günah işleyeni bile tekfir eden” Neo-selefiliğe evrilerek gelişin akla zarar düşünce macerası, apayrı bir konudur ve nedeni, bize göre bilinçli ve planlı bir ‘bozma, inşa etme’ çabası güden oryantalizmin tuzağından başka bir şey değildir.
BÜNYEYİ ÇÖKETEN VİRÜSLER GİBİ
İslam’ın yeryüzünde yayılmasını sağlayan yaklaşım olan ehl-i sünnetin hoşgörülü ve barışçı dünyasını zehirleyen Selefi akımlar ve Selefi kültürün etkisi altında kalan aydınlar İslam’ın özgül ağırlığını yok ederek yayılmasına mani oldukları gibi yerleştikleri her coğrafyada, hareket noktalarının tam aksine Müslümanların devletinin Batı’ya esareti, toplumunun iç savaşa düşmesi ve vatanının işgal edilmesine vesile olmuş, çökertme işlevi gören virüsler gibi çalışmışlardır.
EHL-İ SÜNNET YAKLAŞIMINI KORUMAK ZORUNDAYIZ
Bütün bu nedenlerle ehl-i sünnet anlayışını ehl-i hadisin bugün ifrattaki temsilcisi sayısız Selefi şahıs ve grupçukların kemirip tüketmesine mani olmak zorundayız. Bu, mezhepçilik değildir. Mezheplerin nihayet insan eseri bir görüş olduğunu, din demek olmadığını zaten vurgulayarak geldik.
Ancak ehl-i sünnet, dinin hayata geçirilirken yorumlanmasında kadim ve vahyi en mümkün ve makul yaşama dönüştürebilen, zamanı yakalama esnekliği tanıyan geleneksel yaklaşımıdır. Bu müktesebatı kaybetmeden, gerekli tashihleri yaparak gelecek zamana doğru ilerlemek dışında gelecek vadeden bir yol yoktur.
SOSYOLOJİK SAVAŞI KAZANMAK ZORUNDAYIZ
Bu, İslam’ın ve Anadolu’nun hayat müdafaası için zorunludur. Bugün, Milleti teşkil eden beşeri unsuru koruyamazsak, yarın devleti ve vatanı da koruyamayız. Yani, sosyoloji savaşlarının üzerimizde bir yandan göç dalgaları ile, bir yandan iç dönüştürme yoluyla uygulandığı bu dönemde “insanımızı” kurtaramazsak, vatanımızı da kurtaramayız, dinimiz de.
Türkiye, Milli Mücadeleyi veren, 15 Temmuz’u savuşturan asli unsurlarını kaybederse Mısır veya Suriye olmamızı ne engelleyebilir? Mesele, bu kadar hayatidir!
SONUÇ OLARAK
Sonuç olarak;
1- Allah, din konusunda aşırı gitmekten men etmiştir. Her türlü aşırılığı reddetmek ve engellemek, en azından uzak olmak görevdir.
2- Aşırı gitmenin sınırları Kur’an ve sahih sünnetle çizilmiştir.
3- Geleneksel İslam kültürünün aşırıya giden gerek fıkıh, gerek ibadet bakımından sakıncalı yönleri mevcuttur.
4- Son dönemde yaygın olan “Kur’an bize yeter” sloganı ile Kur’an’ın kendisinde emredilen sünnet, istişare, akletme ve yardımlaşma yaklaşımlarını terk etmek, Kur’an’ı Kur’an’la perdelemeye kalkışmaktır. İslam’da Sünnet, reddedilemez, dışlanamaz.
5- Din, Allah’ın kitabında ortaya konulmuştur. Ondan hareketle türetilen mezhepler, cemaatler, tarikatler, meşrepler ve ekollerin din kardeşliğine ve ümmet birliğine mani olacak, bölecek ve ayrıştıracak biçimde önemsenmeleri, yorumlanmaları kabul edilemez.
6- Selefilik Ehl-i Hadis, Hanbelilik, Teymiye ve Vehhabi tarihsel aşamalarından sonra bugün militarist, siyasi ve suud Selefilkleri şeklinde türleşmiş, bütün İslam Coğrafyasına yayılarak etkin bir role yükselmiştir.
7- Selefilik bir mezhep değil, anlayıştır. Aşırılıklar içeren bu anlayışa bağlı mezhepler, gruplar ve hareketler tarihte vardı, bugün de vardır.
8- Hangi türü olursa olsun Selefiliğin bulunduğu her coğrafyada Batı emperyalizmi egemenlik sağlamakta, istikrarsızlık, iç savaş, kargaşa ve isyanlar yaşandığı görülmektedir. Din dilinin siyasileştirilmesinin bunun en önemli vasıtası olduğu ve Selefiliğin bunu yaptığı unutulmamalıdır.
9- Selefiliğin yegane panzehiri Ehl-i sünnettir. Selçuklu ve Osmanlı dev mirasını taşıyan Ehl-i sünnetin kalesi ise, Anadolu ve Türklerdir. Selefilik artık Anadolu’da etkin bir hale gelmiş, aydınlar arasında yaygın şekilde ehl-i sünnet karşıtlığı görülmeye başlanmıştır. Bu, Batının korkulu rüyası bir tarih ve medeniyetin kültürel kodlarını yok etme girişimidir.
10- Bu karşıtlığa, Ehl-i Sünnet içinde olup aşırılık taşıyan bazı kötü örnekler üzerinden katkı sunan, büyük resmi göremeyen iyi niyetli Mü’minlerin Selefi kültür etkisinde kalmamaya, Selefi amaçlara hizmet etmemeye özen göstermeleri gereklidir.
11- Selefi kültür işgaline insanımızı kaptırmamak; devletimizi yıktırmamak, vatanımızı parçalatmamak ve dinimizi kurtarmak kadar büyük önem taşıyan, Anadolu Müslümanlarının dönemimizdeki en önemli iç meselesi ve görevidir. Bu duyarlılığı ‘aşırı reaksiyonlara kaçmadan’ yaymanın yolu ise Maturîdî akaidini ayakta tutmak olacaktır
(Bitti)
Uzun süredir bir deist olarak Selefi hareketlerle ilgili yüzlerce makale okudum, okuyorum. İtiref etmeliyim ki yer yer katılmadığım kısımlar olsa da oldukça objektif, akılcı ve akıcı bir çalışma olmuş. Selefilik tehlikesi gençliğimizin geleceği açısından yabana atılır türden bir şey degil. İzmir’de ve ülkenin pek çok ilinde, ilçesinde onlarca dernek çatısı altında, yüzlerce web sitesi ve binlerce sosyal medya hesabında bu lanetli virüsü yayanlar için devletimizin bir çalışması vardır umarım. Yoksa eğer vay halimize… Bilimsel çalışmanız – paylaşımınız için tebrik ve teşekkür ederim.
Selefilikle Hariciliği karıştırıp,bir karışım halinde insanlara sunmanız da çok kurnazca.Size yalnız bir şey diyebilirim:ALLAHTAN KORKUN!
Herkesin kabul ettiği bir akidevi mezhep olan selefiliği siz nasıl akım olduğunu söyleyebilirsiniz?Hem selefi salihinden hiç kimse Ebu Hanifeyi ve onun fıkhi mezhebini inkar etmiyor.Selefi Salihinin kabul edemediği kendine “Ben Hanefiyim” diyen,ama aslında akide açısında maturidi olanlar.Onlar bidatlerle ve kelamla bozulmuş akide düşüncelerini Selefi Salihin kabul edemiyor.Ama fıkhi açıdan selefilerin hanefilere karşı çıktığını kimse görmedi.Çünkü Selefi Salihin Kuranın,sünnenin,4 mezhep imamının yolunu izler.
Türkiyeli Hanefi-sufi akımın Selefiliğe karşı çıkımını da anlıyorum.İbn Teymiyye ve Muhammed bin Abdul Vahhab kimilerinin tevhide çağırışlarını sevmeyen bir tek onlar oldu.Böyle şeyleri doğruyu anlayıp sonra yazarsanız bence daha iyi olur.Her iki tarafın düşünürlerini araştırarak.Yoksa böyle Selefiliği topa tutmanız hiç doğru deyil
Değerli okur, yazımızda Selefilikle Haricilik karıştırılmış olmadığı gibi aksine selefilikle karıştırılan akımlar arasında gösterilerek ayrıştırılmıştır. Selef-i Salihin de topa tutulmuş değildir. Selef döneminde yaşayan alimler değil “Siyasi selefilik düşüncesi” konu edinilmiştir. Selefiliğin Ehl-i Sünnet içinde geliştiğine de ayrıca vurgu yapılmıştır. Dönemin koşulları içinde Ebu Hanife ve İbn-i Hanbel’in düştüğü karşıt konumlar gösterilmiş, o düşünce biçiminin tarihte Müslümanlara doğurduğu sorunlar vurgulanarak bugün yaşanılan çıkmazlarda bu düşünce biçiminin rolü işaret edilmiştir. Yazımız zaten toptancılığı reddetme esasına dayanmaktadır. İtikadi, yahut fıkhi bir tartışmaya girilmemekle birlikte farklılıkları da gösterilmiştir. Bu akımların hiç birisinin mutlak(ilahi) doğruyu ifade etmeyip beşeri görüşler olduğundan hareketle yazı, Anadolu’nun işgale direnen ruh dinamiği ile Arap dünyasının Batı/Kafir/Emperyalist işgalcilere çanak olan teslimiyetçiliğinin paradigmaları belirtilmiştir. Bu veçheden bakınca, tarihteki selef ile bugünkü Selefiliğin farkını siyah beyaz gibi uzak olarak tanımladığımızı, oryantalist zihin inşasının ürünü olan günümüz selefiliğinin işgal ve sömürü amacına hizmet etmek üzere kurgulanmış olduğunu anlattığımızı belirtmek isteriz. Yazımızı tamamen yanlış anlamışsınız. Allah hepimizi yanlışa düşmekten korusun.