“İĞRETİ ARZULARINIZA UYUP…”
Dr. Osman ARSLAN
Adaletsiz devlet büyük bir çeteden başka nedir ki? Gündüz ve gece gibidir zulüm ve adalet; biri varken diğeri olamaz. Hiçbir zalim zulmete tarafgir olmadı tarih boyu; ‘kendi adaletlerini’ aradılar sadece. Oysa gerçek adalete ulaşmanın yolu hukukun üstünlüğünden başka bir şey değildir. O, öyle bir devadır ki “kestiği parmak dahi acımaz.” Hükümler acıtıyorsa vicdanları, tam orada ‘kendi adaleti’nin peşine düşenleri aramak gerekir. İyi bilmeli ki ‘hukukun adaleti’nde değildir reçete, ‘adaletin hukuku’ndadır. Adil olmayan kanun, kanun sayılmaz çünkü.
“İlk yasakladığım faiz amcam Abbas’ın faizidir” diye kendinden başlayan, “kızım Fatıma da olsa…” diye ayrımcılık yapmayan bağımsız, tarafsız bir ‘sağlam irade’ ve ‘erdemli ruhla’ adaletin bilgelik penceresi aralanabilir. Adalet güçlüyü zayıfa haklar zemininde eşitleyen bir yüceliktir. Adaletle hükmetmenin bin yıllık ibadetten üstün sayılması, bu öneme atıf için olsa gerektir. Adalet bütün meşruiyetlerin kaynağı, barışın ve refahın dinamiğidir. Devletin dini adalettir. “Şu badireyi aşana kadar” ertelenemez. ‘İbadet beş vakit adalet her vakit’ denmiştir.
ADALET YAPANLAR KALİTELİ OLMALI
Adalet, bir ‘değer’ ve ‘ideal’ olarak toplumlara, zamana ve değer yargılarına göre göreceli şekilde ‘vicdani olanı’ gösterir. Normlar, bu yerine göre değişken olan değerleri yakalamaya çalışan enstrümanlardır. Bu norm enstrümanını somut olaya uygulayanlar, yorumlarıyla adalet yapmış olurlar. İşte bu uygulayıcıların ahlak, bilgi ve yorum güçleri adaletin de düzeyini belirler. ‘Mahkeme kadıya mülk değil’ ama kadı da mahkemeye yük olmamalıdır. İş gelip hukukun uygulayıcılarına dayanıyor: İddia, savunma ve karar makamlarını tutanlara. Adaletin düzeyini onların seviyesi belirliyor.
Mülkü(devleti), temelinden yıkmak üzere iken yuvalandıkları yargıyı hain ve kukla FETÖ’nün elinden aldık. Şimdi sıra içine düştüğü güvensizlik ve seviyesizlik çukurundan yargımızı çıkarmaya geldi. Buna mecburuz. Zira “Küfr’ile olur ama zulm’ile olmaz!” Bu ülkeyi askeri darbeler yıkamadı, ekonomik krizler bitiremedi ama hukuksuzluk yıkar, adaletsizlik bitirir.
Adaletsizliğe göz yummak hainlere aldırmamaktan ehven değildir. İster yargıya yerleşen bir ihanet örgütü saptırsın kararları, ister yargıda yer bulmuş düşük ahlaklılar veya ehliyetsizler eliyle kararlar çarpıklaşsın, sonuç fark etmez. Hainler yıkmasın da gafiller yıksın diyemeyiz: Adaleti, mülkün temelini ayakta tutacağız, yüceltecek ve yükselteceğiz. Toplumların mihenk taşı adalettir. Adalet meşruiyetin de kaynağıdır. Onun için hak ve adaleti yüceltme davası, temel meselemiz olmalıdır.
“ADALETİ TİTİZLİKLE AYAKTA TUTUN”
“Adaleti titizlikle ayakta tutun; kendiniz, anne babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa, Allah için(doğru) şahitlik eden kimseler olun. Zengin olsunlar, fakir olsunlar(fark etmez), Allah onlara sizden daha yakındır. İğreti arzularınıza uyup adaletten sapmayın…” (Kur’an-ı Kerim; Nisa Suresi,135. Ayet)
Bu kapsayıcı uyarılar üstüne bir şeyler yazma gereği kalmıyor aslında. Fakat biz, kendini tutamayanlar sanki sözü çoğaltmakla mükellefiz. Affınıza sığınarak özeleştiri yapalım: ‘Titizlikle ayakta tutma’ ödevi bizde ama yargıya güvenin yüzde 68 güvensizlikle dibe vurduğu bu dönemin sorumluları da bizleriz. ‘kendi aleyhinize de olsa…’ kriterine rağmen kararları etkilemenin bin bir türü ile adaleti zehirleme çabalarına ve örneklerine tanık oluyoruz. ‘Zengin olsunlar, fakir olsunlar…’ bizde fark ediyor. Güçlülerin bir yolunu bulduğu, garibanların zindanları bulduğu vicdanlarda kabul görmüş bir yargı var görünürde. Ayetteki sarsıcı hitabın da muhatabı olmadığımızı söyleyemeyiz bu halimizle: ‘iğreti arzularımıza uyup…’ adaleti saptırıyoruz. Bu bataklıkta ‘adalete aşık ve adanmış’ hukuk insanları var ve arada kaybolup gidiyorlar.
“BİR TOPLULUĞA DUYDUĞUNUZ KİN…”
“Bir topluluğa duyduğunuz kin (ve öfke), sizi adaletten saptırmasın. Adaletli olun; bu takvanın (Allah’a yakınlığın) ta kendisidir. Allah’a isyandan sakının. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır…”(Kur’an-ı Kerim, Maide Suresi, 8. Ayet)
Tam da içinde bulunduğumuz öfkenin köpüren dalgalarına kitleleri verdiğimiz bir dönemdeyiz. Haklı öfkelerimiz var. FETÖ’ye ne kadar kinlensek az. PKK’ya ne kadar nefret beslesek, IŞİD’e ne denli öfke duysak az. Fakat ‘yaşla kuruyu’ ayırmazsak, ‘altı ibadet, ortası ticaret…’ olan kısımlarını, haşhaşi kuklalardan oluşan örgütün ‘ihanet katmanından’ ayırmazsak sakınmadığımız şeyin adı ayette yazıyor: ‘Allah’a isyan!’
“ÖYLE BİR FİTNEDEN KORUNUN Kİ…”
Böyle bir isyana istemeden de olsa öfkemiz nedeniyle kapılırsak, haksız cezalarla adaletsizliği yayarsak ne mi olur?
“Öyle bir fitneden sakının ki, o fitne, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz, genele yayılır ve hepsini(masumları da) perişan eder. Biliniz ki Allah, azabında çok zorludur.”(Kur’an-ı Kerim, Enfal Suresi 25. Ayet)
FETÖ, PKK, IŞİD gibi fitneleri söndürmenin yolu seçici, titiz bir adalet yoluyla mücadele etmektir. Toptancılığa, etiketçiliğe, yaftacılığa, yargısız infazlara prim verilerek oluşturulacak olan toplumsal linç kültürü, itham ve iftiradan, tecrit etme ve mahkum etmeye kadar giden haksız cezalandırmalara da yol açabilir. İşte fitnenin tuzağına zalimlerle birlikte masumları da cezalandırdığımız vakit düşmüş oluruz;! O fitne ateşinden masumları kurtaracak tedbirleri almazsak azap (acı ve sıkıntı) dolu günler bizi bekliyor demektir. FETÖ gibi takiyyeci, iftiracı, kumpasçı, çarpıtma üstadı, algı yönetimi uzmanı bir hain örgütün yem diye yargıçların önüne attığı kaç masum (aslında hasmı) vardır? Ve FETÖ’cülük kriterlerini belirlemeden yargılamaların varacağı yer neresi olabilir? Bankaya para yatıranı cezalandıran da var, salan da. Okula çocuğunu verdi diye ihraç olan da var, terfi olan da… Bu özensizlik, fitnenin genele yayılması değilse nedir? Bu konuda savrukluğa hakkımız var mı?
“AMA BİZ EN İYİSİ DEĞİLİZ”
“Devletin dini adalet, adaletin devleti hürriyettir” (Hz. Ali) sözü ne kadar kalıcı ve hayata kapak olacak bir özettir! Teröristlerin en ağır şekilde cezalandırılması elbette toplumsal vicdanın tavizsiz talebidir. Ancak suçsuzluk karinesi bu ülkede rafa da kalkmamalıdır: Suçu ispat edilene kadar, yargılananlar elbette sanıktır, ama masumdur da. Beraat edenler, iade edilenler bile alnında bir damga ile geziyorsa bu da insafın ve adaletin çiğnenmesi değil midir? Bugün Aliya gibi serzeniş zamanıdır: “İslam en iyisi… Ama biz en iyisi değiliz”
“KUDRET VE KUVVETİMİZİN KAYNAĞI…”
“Devlet ve milletlerin gelişmesi, büyüklük ve kudreti ancak adaletle olur. Büyük devletimizin kudret ve kuvvetinin dünyaya yayılması, işlerinde adaletle ve her sınıfın hak ve çıkarlarını teslim etmesiyle olmuştur. Büyük ecdadımız Fatih özgürlüklerin sağlanması ile din ve mezhep özgürlüğüne gösterdiği müsaadeler herkesin malumudur.” (1877, II. Abdulhamit, Meclis-i Mebusan Konuşması.)
Abdulhamit Han ne güzel vurgulamış! Çağ değiştirdiğimiz İstanbul’un fethindeki gerçek üstünlük silahta değildi, aslında adaletimizle fethetmiştik. Bütün kudretimizin kaynağı adaletimizdi. Bugün de Lübnan’da, Libya’da, Katar’da, Sudan’da ‘Türklerin adaletini bekliyoruz’ sesleri yükseliyorsa tarihin bu onurlu mirası yanında Suriye’de kontrolümüz altındaki bölgelerde adil ve özgürlükçü tutumumuzun etkisi büyüktür. Bu tılsımlı duruşumuzu kaybedersek varlığımız tarihsel anlamını da yitirecektir yeryüzünde.
ADALET BEKA MESELESİDİR
Tüm dünya tarihinde olduğu gibi topraklarımızın da yaşattığı kadim adalet duygusu, her örselenişinde büyük değişimleri de tetiklemiştir. Fransız ihtilali, Bolşevik ihtilali gibi Tanzimat, Meşrutiyet hareketleri, Demokrat Parti devrimi ve AK Parti’nin geliş öyküsü travmatik adalet dramlarının birer eseri olmuştur. Bir bakıma adalet yıkılınca toplumlar bozulmuş, devletler veya hükümetler de yıkılmıştır. Özetle ne şu seçimdir ne bu kavgadır, ana ve asıl beka davamız adalet meselesidir.
Belki de bu nedenle “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” peygamber öğüdü kulağımızda çınlamalıdır. Adalet milletlerin kilit taşıdır; onu çekerseniz ordulara gerek kalmadan yıkılır, gider. Adaleti ayakta tutmak bir ‘milli ödevimizdir.’
(Bu yazı Ayizi Dergisi’nin 5. Sayısında yayımlanmıştır)
Bir yanıt yazın