EDEBİYATIN YAŞATMADIĞI SAVAŞ KAYBEDİLMİŞTİR
Dr. Osman ARSLAN
Tarihi savaşsız anlatabilir miydik? Hemen hemen tüm sonuçlar bir savaştan doğmuşken bu mümkün gözükmüyor.Eğer bir de “ordu-millet”seniz neredeyse maziniz bir ‘savaşlar tarihi’ olur çıkar.Son ikibin yıllık tarihinde Türklerin ortalama on yılda bir savaş yaptığı hesaplanmış. Bugün dahi, sanki 19. yüzyıl tekerrür ediyormuş gibi etrafımızda dönen savaşlarla şekillenen bir yüzyılın içindeyiz. Kuzey Irak, Suriye ve Libya ve Karabağ’dan sonra güneyde ve batıda emperyalizmin vekalet ve cesaret verdiği maşa örgüt ve devletlerle gerginlikler sürüyor.
“Harpleri Doğuran Destanlar”
‘Savaş bir vakıadır. Ödenen bedelleri unutulmaz kılacak, böyleceyeni kuşaklara ‘ruh’kazandıracak olan ise ‘sanat’tır, ‘edebiyat’tır. Sanat ve edebiyat için “Barışınsükununun kızıdır, savaşın cehennemini sevmez” diyen Yakup Kadri’ye, “Destanları doğuranlar harpler değil, harpleri doğuran ‘destan’lardır.”(1) dedirtecek kadar önem taşır savaşları ‘anlatabilmek’.
Fakat biz Türkler, Süleyman Nazif’e göre(2) “savaşlarda yaşananları anlatamamışızdır”.Nazif’e göre bunun iki sebebi vardır: Birincisi Batıdaki gibi edebiyatçılarımızın savaşlar muharip olarak gitmemiş olmasıdır..“Bizim bir tek büyük edebiyat üstadımız bile savaş görmemiştir, ama Fransızlar savaşa gönüllü katılmış 450 önemli edebiyatçı sayar.” İngilizlerinseçok daha fazladır.
‘Gazi’ Edebiyatçılarımız Neden Yok?
O edebiyatçılar, savaşı, kahramanlıkları ve dramı yazmış, ‘gazi’ olmuştur. Bizde ise, der, “savaşı yaşamayanlar yazmıştır”. O nedenle“yazılan onca şiir ve öykü, bir tek “Çanakkale içinde vurdular beni” veya “Âh o Yemendir” türküsü kadar tesirli olamamıştır. Anadolu’nun bir türküsü kalacaktır, geriye” Öyle de oldu. Safa daaynı fikirdedir: “Bizde, savaş gürlerken savaş edebiyatı “tamtakır” kalmıştır.”(3) Fuad Köprülü, Safa’dan da ileri giderek savaş edebiyatının gelişmemesine bir neden daha ekler: “Edebiyata uzun dönem egemen olan tasavvuf mensupları, Batı’daki savaş karşıtları gibi savaş temasına uzak durmuştur,” der.(4) Prof. Dr. Sadık Kemal Tural gibi pek çok edebiyatçının savaş edebiyatını geliştirmek için verdiği emekleri hatırlamak da gerekir; ancak, Mehmet Emin Yurdakul’un ünlü “Cenge Giderken” şiiri Tural’ın da dahil olduğu, bir milli edebiyat akımına dönüşmüştür, ama bu akım dahi savaş edebiyatı denecek bir alan meydana getirememiştir, maalesef.
Mazinin Ruhunu Taşıyamayan Edebiyat
Bu tespitlerin ardından esefle söylemeliyiz ki edebiyatımız, maalesef Kurtuluş savaşımızın da hakkını yemiştir: Sırtında mermi taşıyan çıplak ayaklı kadınların, mermisini yavrusunun kundağına saran annelerin, az geriye gitsek; Çanakkale’de ‘bir hilal uğruna’ batan güneşlerin, dağlarda çiçekler gibi solan Sarıkamış şehitlerinin, Kut’ulAmmare çöllerinde eriyen dağ gibi yiğitlerin, Medine’nin, Filistin’in, Trablusgarp’ın, Galiçya’nın acıları, kahramanlıkları bu ülkenin edebiyattan ekmek ve nam alan kalemlerinin yakasında birer vebal olarak kalmıştır, öyle de durmaktadır! O Birinci Dünya Savaşı’na Batı’nın yazdıkları karşısında kendi ödediğimiz misliyle fazla bedelin sahipsizliği karşısında, edebiyatımız adınautanmalıyız. Utanmalıyız, çünkü yazılanlar da –hatıralar dışında- masa başı ve varsayımsal anlatılardır. Savaşın içinden bize barutun kokusunu, savaşın dramını, yiğitlerin canfeda destanını anlatan maalesef olmamıştır. Sonra da bir ecdada bir bugüne bakıp sorarız: “Gençlikte neden ‘o ruh’ yok?”
Geleceğin Ruhunu Bugünün Eserleri İnşa Edecektir
Sanat ve edebiyatın ruh doğuran etkisi geleceği şekillendirecek güçtedir. Uzağa gitmeden; Mihri Belli, Doğan Avcıoğlu gibi isimler etrafında toparlanan sanat ve edebiyat çalışmaları ile ayağa kalkan altmışlı yılların sol düşünceye dayanan eserleri yetmişli yıllarda Komünist ihtilali ve kurtarılmış bölgeleri getirdi. Yetmişli yıllardaYaşar Kemal, Fakir Baykurt, Aziz Nesin gibi yazarlarla sol ürünlerini vermeye devam etse de; “Oğlum Osman”, “Minyeli Abdullah”, “Huzur Sokağı”, “Öldürmeyeceksin”, “Çile”, “Bu Ülke”, “9 Işık”, “Millet Düşmanlarının İhanet Planları”gibi islami-milli ürünlerle hızlanan milliyetçi-muhafazakar yoğunluklu eserler seksen ihtilali sonrasını şekillendirdi. Doksanlı yıllar, ‘80 ihtilalinde ülkücü ve devrimci kesimlerin ezilmesinin ardından en az hasarla çıkan ve böylece alan bulan İslami düşünceye yaslı eserlerin yükselme dönemi oldu.Diriliş ve Sezai Karakoç’un, Edebiyat ve Nuri Pakdil’in, Büyük Doğu ve Necip Fazıl’ın, Yeni sanat ve Mavera çevresinde Cahit Zarifoğlu’nun, Akif İnan’ın, Pınar ve Gerçek çizgisinde Çınar’ın çıktığı; adeta yetmişli yıllardan başlayan kuluçka dönemlerinin semeresinin alındığı yıllar oldu. Rasim Özdenören, Mustafa Miyasoğlu, Mustafa Kutlu, Tarık Buğra, M.N.Sepetçioğlu, Samiha Ayverdi gibi kalemlerin popüler etkiler yaptığı doksanlı yıllarda “Yalnız Değilsiniz”, “Atıf Hoca: Kelebekler Sonsuza Uçar” gibi İslami kaygılar taşıyan sanatsal çalışmalarikibinli yıllarda muhafazakar iktidarı getirmekte etkili olmuştur. Ülkede cemaat etkilerinin ulaştığı noktayı kanıtlayan 2016 FETÖ ihanet darbesi girişimi sonrasında ise, kökleri doksanlı yıllara dayanan ve ikibinli yıllarda yeşeren, son beş yıldır ise giderek yükselen“ulusalcı” edebiyata rağbet, yarına dair bir fikir verebilir.
Akımlar Moda Gibi Geçiyor
Son yıllarda ulusalcı-milliyetçi romantizmin rüzgarı ile doğan özellikle Çanakkale ve Sarıkamış’ı anlatan roman ve öykü türündeki eserler, diziler ve sinema filmleri elbette güzeldir ama aradığımız ‘savaş edebiyatı’ tadına, bir heyecan verse de ‘ruh doğurma’ gücüneuzaktır.Bizde akımlar moda gibi gelip geçiyor, kalıcı olamıyor,çünkü savaş edebiyatı tanıklık gücüyle gelmelidir ki ‘kalıcı etkisi’ olsun. Homeros ve İlyada bile ilk çağda böyle yazılmış destanlardı. Halide Edip, İngiliz Savaş Edebiyatına hayranlığını vurgulu anlattığı makale ve konferanslarında 3183 mısradan oluşan epik destan “Beowulf”a dikkat çeker (5).Dünya kültürtarihine adını işleten iki güçlü roman olan Fransız RolandDorgeles’in “Tahta Salipler”i ve Alman Remarque’ın “Batı Cephesinde Değişen Bir Şey Yok” eserleri savaşın tazeliğinde çıkmış eserlerdi. Erckmann ve Chatrian’ın”Waterloo”su, Zola’nın Prusya Savaşı’nı anlatan “Çöküş” romanı, Tolstoy’un neredeyse beşyüz karakterle savaşın panaromasını sunduğu başyapıtı “Savaş ve Barış” ülkelerini aşan bir ruhu verdiyse, nedeni, bizzat olgunun içinden sıcak bir heyecanı müşahitlerden aktarmalarıydı.Bizde, bütün edebi güçlerine rağmen ne Nazım’ın “Kurtuluş Savaşı Destanı” ne Akif’in “Çanakkale Şehitleri’ne” şiiri dahi ‘savaşın içinden’ değildir.
Hafızası Olmayan Bir Milletsek…
Diyebiliriz ki Türk savaş edebiyatı açısından “Dede Korkut Hikâyeleri” çok önemli bir yer tutar. Divan-ı Lügat-it Türk’te İslâmiyet öncesi veya sonrası için söylenmiş destansı savaş şiirleri bulunur. Divan ve halk edebiyatı’nda da savaş temalı misaller bulunur. Fakat Balkan Savaşları sırasında savaş edebiyatından yoksunluğun ağır bedellerini de görmüşüzdür. Çünkü propagandanın önem kazandığı bir devir gelmiştir artık. Bunun üzerine, ittihat ve Terakki yönetimi Çanakkale Cephesi’ne servisle edebiyatçıları götürerek propagandada kullanmak ister. Bu kampanyada koca Osmanlı hepi topu 1162 eser çıkartır zorlayarak. Fakat rakibimiz İngiltere’nin verdiği eser sayısı milyonu aşmıştır. Benzeri bir çarpıcı tespit de 1950 Kore savaşı sonrası Türk Edebiyatına Kore savaşı’nın yansımasını inceleyen Koreli araştırmacı Oh’tan gelir: “Bu eserlerde savaşın sosyal olaylara yansıması az da olsa işlenmektedir. Fakat bu yeterli değildir. Bir savaş edebiyatı, cephede ve cephe gerisinde meydana gelen olayların bütünüdür. Bunları işleyecek yeterli sayıda edebiyat eserinin olması, toplumun hafızasında yer alan bazı olayların unutulmasını engelleyecektir”(6). Kore Savaşı’nı Savaş edebiyatının ‘hamaset yapmak’tan çok ötede bir hafıza kaydı bırakmak demek olduğunu ne kadar çarpıcı bir üzüntüyle not etmiş! İşte bu nedenle, “hafızası olmayan bir milletiz.”
Ne Kadar Yetersiziz!..
Savaş edebiyatına ilişkin birisi yayımlanmış 6 esere imza atmış bir yazar olarak verilen eserleri elbette görmezden gelemem. İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan “Salkım Hanım’ın Taneleri” dışında “Güven, Biz, Çakraz” gibi eserler okurlarca bilinmez bile. Bu eserlerin bir fikri işleme özelliği, savaş edebiyatı niteliğini düşürmektedir.(7)Yine Marmara Üniversitesi’nde Doç. Dr. Harun Duman tarafından danışmanlığı yapılan Salih KoralpGüreşir’in hazırlamış olduğu “Edebiyatımızda Sarıkamış Harbi (1914)” başlıklı yüksek lisans tezi, Sarıkamış hadisesinin izini yirmi üç roman, on altı hatırat, bir piyes ve muhtelif halk şiiri örnekleri üzerinden sürmeye çalışır. Ulaştıkları sonuç anlamlıdır: “Sarıkamış’ın büyüklüğü yanında bu eserler ne kadar azdır!”
Tehcir olayı Ermeni tezini işleyen yüzlerce romanla dünyada gündem olmuşken Türklerin gözünden olayları yansıtan “Nefret Köprüsü” ve “Şahsenem” dışında sağlam bir eser hatırlamıyoruz. Yrd. Doç. Dr. Kayahan Özgül danışmanlığında Nurcan Uçak tarafından hazırlanan “1877- 1878 Osmanlı- Rus Harbi’nin Türk Edebiyatındaki Akisleri” tezi ortaya koyuyor ki Namık Kemal ve Süleyman Nazif olmasa geriye bir şey kalmıyor. Aynı şekilde Bosna Savaşına ilişkin de Türkçe’de şiir dışında az sayıda etkili roman ve öykü gösterebilmektedir. Öte yandan fantastik, dram ve aşk hikayesi türünde yayınlanan edebi eserlerin yoğunluğunu ve yaygınlığını dikkate alınca bu tablodan nasıl bir ‘ruh’ doğmasını beklersiniz, gençlikte?
Sanki ‘Yorgun Savaşçı” DevamEdiyor
Son dönemde savaş edebiyatı türüne girebilecek olan ve rekor satışlarla etkisini gösteren Turgut Özakman’ın Çanakkale’yi anlatan “Diriliş” ve Kurtuluş Savaşı’na dair “Şu Çılgın Türkler” eserleri, adeta savaşlar boyu yazmış Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek”i, eserlerinde asker imgesini geliştiren Kemal Tahir’in “Yorgun Savaşçı”sı, Hasan izzettin Dinamo’nun “Kutsal İsyan” eserlerinin bir yenisi ve devamı gibidir.Bu dönemin eserlerinden Mehmed Niyazi’nin “Çanakkale Mahşeri” farklı bir yerde durur.
Bildiğimiz gibi Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser’i vardır. Bunlar içinde 4 Türkçe savaş edebiyatı eseri bulabildik. Bu eserlerden ise savaşın içinde ortaya çıkanı yoktur, üstelik birebir savaşı yansıtma amacıyla yazılanı da yoktur: Halide Edip Adıvar; Sinekli Bakkal, Ömer Seyfettin; Hikâyelerden Seçmeler (Bomba),Tarık Buğra; Küçük Ağa, Ahmet Hamdi Tanpınar; Beş Şehir, Mehmed Niyazi; Çanakkale Mahşeri. Hangi ‘milli ruh’tan bahsedebilirsiniz? Tekrar tekrar sorduğumuz bu soru yadırganabilir. Fakat kabul görmüş bir gerçektir ki, tarih milli kimlik bilincinin belirleyici unsurudur. Savaşlarsa tarihin şekillendiren olaylarıdır.
Edebiyatın Savaşıda var
Savaş edebiyatından söz ediyoruz ancak bir de edebiyatın savaşı vardır, savaş döneminde devreye giren. Ahmed Paşa, övgünün sırlarını zorladığı “Güneş Kasidesi”ndeFatih’e hitaben“Senin atının nalı fetih bayramının hilali; çivisi ise zafer burcundaki yıldızdır, hatta güneştir” derken böyle bir motivasyonu verir.(9) Birinci Dünya Savaşı yıllarında Mustafa Fevzi’nin 66 beyitten oluşan “Orduya Arzuhal” mazumesi savaşları ele alarak askeri yüreklendirmek için askerlere dağıtılmış ilk metin oldu.(10) Yine İttihat ve Terakki’nin bu yöntemi ile Kurtuluş Savaşı’nda çökmüş moralleri ayağa kaldırmaya çalışan Meclis, yarışma ile bir İstiklal Marşı aramıştı, nihayet Mehmet Akif’in şiiri önce vekilleri, sonra cephede askerleri ayağa kaldırıncaya dek. İkinci Dünya Savaşı’nda, Almanların “Niebelungen’’ destanı(11)Hitler Faşizminin başucu yapıtı olarak tarihe geçmiş bir başka edebi metindi. Öte yandan Komünist Rusya’da Stalin, edebiyatçılar için “insan ruhunun mühendisleri” diyordu. Baş aktörü Gorki idi, ama Rus savaş edebiyatı Soljenitsin ve Komünist baskı gölgesinde ruhuyla Türk kalmış “Toprak Ana” yazarı Aytmatov gibi devler de yetiştirdi.
Savaş Karşıtı Edebiyat Güçleniyor
Savaşı kahramanlar üzerinden yücelterek bir yaşam biçimi olarak öneren eserler yanında savaş karşıtı eserler de, kökeni eskilere dayansa da son dönemde yoğunlaşmıştır. Antik çağda Aristofanes’in, Lysistra adlı komedyası, savaşlardan zarar görenlerin bu savaştan sağlanan çıkarlarla ilişkisizliğini anlatır ve savaşı erkeklere özgü görerek savaş karşıtı kadınları çözüm için aktif olmaya davet eder. Emile Zola, HermannHesse, Stefan Zweig, Thomas Mann, Remarque gibi yazarların savaş karşıtı eserleri nedeniyle vatan hainliğine kadar uzanan itham ve baskılarla karşılaştığı da bilinen bir durumdur.Bu isimlere Hemingway, HeinrichBöll ve Sartreyanında Saramago, Elitis, Brecht, Ungaretti, Neruda gibi isimleri de eklemek gerekir. Belki, insanın yaradılış öyküsünden yola çıkarak şiddetin mitolojisine dönüşmüş Kabil kitabıyla savaşın saçmalığına bilinç aralayanIonesco’yuunutmamak gerekir. Artık çağımızda böylece gelişen ve çeşitli tonlarıyla savaşı ve şiddeti reddeden bir ‘pasifizm’ hareketi vardır. Elbette savaş yanlısı siyaset kadar savaş karşıtı edebiyat da uluslararası politikada güçlü devletlerin enstrüman olarak kullandığı bir araç haline de getirilmiştir.
Haksız Savaşlara Karşı Olmak
İslam/Doğu edebiyatçıları savaştan ziyade emperyalizm karşıtlığında toplanırlar, desek yeridir. Belki doğru olanı da budur. Savaşa karşı olmak değil, zulme, haksız savaşa, emperyalizme karşı olmak! Doğru duruş da bu olsa gerektir.Ortadoğu’nun/Doğu’nuın çektiği zulümler karşısında hem savaşın tahribatı hem de direniş arzusu beraber yükselir, mazlum coğrafyalarda. Cahit Zarifoğlu, “Daralan Vakitler” şiirine, savaş sahnelerinden kesitler vererek başlar: Zehirli gaz bombalarının yılan sokmuş gibi gövdelerini yaladığı, çocukların, anaların, babaların tasvirleri insanın kanını öyle dondurur ki bumanzara karşısında “sanki ağlamak imkânsız”dır.”Ötesini Söylemeyeceğim” şiiriyle Sezai Karakoç, Tunus Kurtuluş Mücadelesi’nimadun(alt sınıftan) bir çocuğun ağzından etkili şekilde dile getirir.Mehmet Akif’in şiirleri baştan ayağa Batı emperyalizmine bir isyan taşır. Necip Fazıl aynı ses tonuyla yazar. İstiklal marşımız en etkili entiemperyalist metindir aynı zamanda. “Çanakkale Şehitlerine”, savaş tasvirleri ve düşman gücün emellerini teşhir kadar Mehmetçiğin kahramanlığını da destanlaştıran bir savaş şiiri harikasıdır.
Şehitleri Nasıl Yaşatacağız?
Bütün bunları oaylaştıktan sonra savaş kokuları içinde geçen bugünü yaşayan biz edebiyatçılar sormalıyız: Evrensel kalitede, büyük eserler vermek istiyorsak hangimiz savaşın ateşini koklayarak bir şeyler yazdık? Milletle aynı safta olmak güzeldir. Fakat Mehmetçikle aynı yerde olmak da sanat eserini daha canlı ve etkili kılmaz mı?Onbinlerce şehit verdiğimiz bölücü terörle mücadele karşısında kırk yıldır kırk romanımız, kırk filmimiz, dörtyüzhikayemiz var mıdır?Kıbrıs Barış Harekatımızı anlatan kaç tane eser vardır? Bugüne gelelim sınır dışı harekatlarımızda yaşananları, Irak’ı, Suriye’yi Libya mücadelesini el’anyazanlar var mı? Bu sorulara kocaman bir “hayır” demek durumundayız. Azerbaycan’ın Karabağ’ı bir milli romantizm halinde yaşadığını biliyoruz. Karabağ’ı alınca o ‘ruh’u yaşatacak neleri kalacak elde? Bir film bile yapılmadı Hocalı’ya! Şiiri bir yana koyarsak ya kaç roman yayınlandı? Şehitlerimiz elbette Allah katında diridirler. Ya bizler, onları nasıl yaşatacağız yazmazsak? Uğrunda şehit düştükleri imanı, vatanı, namusu genç nesillerde bir ruh yapıp yaşatmamak, onlara sıkılan kurşundan daha az kötü değildir.
Lütfen, Önemli!..
Kültür Bakanlığı’nın sanatçılarımızı buna teşvik etmesi, Milli Savunma Bakanlığımızın bu yönde basılan eserleri desteklemesi, Milli Eğitim Bakanlığımızın gençliğe ulaştırması, günümüzün güçlü kalemlerinin savaş edebiyatına teşvik edilmesi ne kadar önemlidir! Bizde bugün ne savaşın edebiyatı ne de edebiyatın savaşı güçlüdür. Oysa savaşçı ve zaferleriyle övünen, kahramanlık sanki alnına yazılmış gibi çok örnekleri olan bir millet, savaşın acısını dramını, felaketini son raddede yaşayan bir halka nabız olmak, hafıza olmak, yol gösterici olmak sanatçılarımıza düşen bir görevdir.
Lütfen, savaşları haber olarak yaşamaktan öte, savaş edebiyatına, tarih bilincini aktarmada öneminin farkında olarak daha çok yönelelim. Meydanda zaferler kazanmış olabilirsiniz. O zafer ruhunu aktarmadıysanız gerçeksavaşı, “gelecek savaşını” kaybettiniz demektir. Aynı savaşları tekrar tekrar yapmanız belki de bundandır: Düşmanınızın çok olmasından değil, hep aynı hataya düştüğünüzden, iradesi kaybolmuş ve zayıf göründüğünüzdendir.
Bunun için, kulağımıza küpe olmalı: Edebiyatı yapılmamış savaşı, meydanda kazanmış da olsanız kalıcı kılamayacaksınız ve gerçekte kaybedeceksiniz demektir. Gelecek sanat ve edebiyatın ellerindedir.
- KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri (1919). “Harp ve Edebiyat”, Büyük Mecmua, nr: 15, 13 Teşrin-i sani/Kasım., s.15.
- SÜLEYMAN NAZİF (1919). “Harp ve Edebiyat”, Hadisat, nr: 72, 7 Mart., s.174
- SAFA, Peyami (1941). “Bizim Harp Edebiyatımız”, Tasvir-i Efkâr, 16 İkinci Kanun/Ocak.
- KÖPRÜLÜ, Fuad (1972). Köprülüden Seçmeler, (Haz: O. Fuad Köprülü), İstanbul: Millî Eğitim Yayınları, s. 23 vd.
- [ADIVAR] Halide Edip (1940). İngiliz Edebiyatı Tarihi (Başlangıçtan Elizabet Devrine Kadar), İstanbul: İÜ Edebiyat Fakültesi Neşriyatı, s.26.
- OH, Eunkyung (2014). “Türk Edebiyatında Kore Savaşı”, ÇNÜ Türk Harp Edebiyatı Konulu I. Uluslararası Türkiyat Sempozyumu, (1-3 Kasım 2013), Ankara: Berikan Yayınevi, s. 720-727
- Boğaziçi Üniversitesi’nde Doç. Dr. Halim Kara danışmanlığında Zuhal Eroğlu tarafından hazırlanan “Tarihe Alternatif Romanlar: İkinci Dünya Savaşı’nın Türkçe Çağ Romanlarında Temsili”
- Sakarya Üniversitesi’nde Prof. Dr. Hasan Akay danışmanlığında EminaVildiç tarafından hazırlanan “Bosna Savaşı’nın Modern Türk Şiirine Yansıması” başlığını taşıyan tez.
- Ahmet Atilla Şentürk, Ahmed Paşa’nın Güneş Kasidesi Üzerine Düşünceler, Büyüyen Ay Yay., 2020
- (https://turkishstudies.net/files/turkishstudies/99f828c8-a002-49bc-b714-46320e800dc7.pdf)
- Destan, Kuzey kavimlerinin eski çağ destanları ile Ortaçağ hikayelerinn ustaca harmanlandığı bir karmadır. Hem paganizme hem de Hristiyanlığa ait motiflerin birlikte yer alması da bunu gösterir. Hunları katlediş öyküleri az çok tarihi gösterir.
(Bu makale Ayizi Dergisi’nin 8. sayısında yayımlanmıştır.)
Bir yanıt yazın