TARİHSELCİLİK ÜZERİNE DERKENAR-2
İslam Tarihselciliği Yelpazenin Neresinde?
(Özet: Makalenin ilk bölümünde farklı düşüncelere ifade özgürlüğü hakkı tanınması gereği üzerinde durmuş, Batılı bir “modern tarih felsefesi” olan Tarihselciliğin ayırt edici yönlerine dikkat çekmiştik. Bu felsefenin kabullerini İslam’a uyguladığımızda alınan çıktıların ne olduğunu göstermiştik. Makalenin bu ikinci bölümünde, çağımızın İslam düşünce akımları arasında Tarihselciliğin nereye düştüğünü tespit etmeye çalışacağız. Kuşkusuz konuya bir ilahiyatçı gibi dini açıdan değil bir sosyal bilimci yaklaşımıyla sosyo-kültürel açıdan bakıyoruz. Niteliği bakımından konuya dini bir yaklaşım gösterilmesi gerektiğinde bunu, uzmanlarına dayandırarak paylaşmaya gayret edeceğiz.)
Bir gerçektir ki, geleneksel İslami yaşam, çağdaş dünyanın kabulleri içinde varlığını sürdürmekte zorlanmaktadır. Bu, artık kırsal kesimlerde de baş göstermekle birlikte özellikle modern kent yaşamı içinde hayat bulma imkanı gittikçe zorlaşmaktadır. Geleneksel İslam’ın şekilciliği ve ritüellerdeki katılığı, yer yer imkansız görünümler alabilmekte, sürdürülebilirliği tartışılır hale gelebilmektedir.
Son üç yüzyılı bulan modern dönemde Müslümanlar bu krizi aşmak için yeni yorum arayışlarına girmiştir. Modernizm karşısında içine düşülen açmazlardan Müslümanları çıkarmak için çeşitli akımlar gelişmiştir. Hepsinin amacı “Bu çağda da İslam mümkündür” iddiasını hayata geçirebilmektir(14).
Ama hangi İslam? Hangi yoruma göre? Ne şekilde?
Üç Yol: İhya, Islah, Tecdit
Müslümanlar zorlandıkları alanlarda, “İslam’a uygun ve yaşama geçirilebilir formül ne olabilir?” sorusuna cevap aradılar. Bu zorlanma alanları yüzyıllardır aynıdır aslında. Bu konular; İslam’ı egemen kılacak yöntem ve İslami yönetim modern çağda nasıl olabilir? İçtihadı nasıl canlandırabiliriz? Müslümanları gerilikten nasıl kurtarırız? Hıristiyan kültüründen ayıklayarak Batı’dan nasıl yararlanabiliriz? İlerleme, kalkınma ve modernleşmenin İslami formu nasıl olabilir? Batı’dan faydalanma nereye kadar mümkündür? Kurumların ıslahı ve eğitimde nasıl bir reform mümkün olabilir? İslam birliği nasıl sağlanabilir? Demokrasi ne kadar ve nasıl içselleşebilir? Müslüman modern toplumda kadının yeri nerede olabilir? Mehdilik, kıyamet alametleri, kölelik, insan hakları, küçük yaşta kızla evlenme, şiddet-cihat sınırı, sanatın cevaz sınırı… gibi başlıklarda toplanmaktaydı.
Yeryüzünde son üç yüzyıldır gelişen tüm İslami fikirler ve akımlar, bu sorunlara çözüm iddiası taşıyan üç temel metot etrafında kümeleşmiştir: İhyacılar(Dirilişçiler); Tecdidciler(Yenilenmeciler); Islahatçılar(İyileştirmeciler).
- İslami Gelenekçilik: Üç Yol, Üç Dayanak
İhyacılar, geçmişi aynıyla diriltmek isteyen “gelenekçi akımlar”dır. Geleneği sorgusuz makbul gören gelenekçi ekolün İslam’ın geçmişten gelen ‘üç yaşanma biçimini diriltmek isteyen üç farklı türü’ vardır: Hadislere dayanan Selefi gelenekçilik, fıkha bağlanan Medrese gelenekçiliği ve Tasavvufa yaslanan Tarikat gelenekçiliği.
Bu üç tür akım da geçmişteki kökene(Hz. Peygambere) tercih ettikleri usulün(hadis, fıkıh veya tasavvufun) büyük isimlerinden bir ‘silsile’ ile bugünden geriye doğru köprü kurar, teorilerini böylece referans kökene(Hz. Peygambere) bağlarlar(15).
Gelenekçi ekollerin bir ortak paydası da “metin merkezcilik”tir. Selefi gelenekçiliğinin merkez metni hadislerdir, “Kur’an, hadisler olmadan anlaşılamaz”, derler. Akla dayanan kelam ve felsefeyi zararlı görür, fıkhı içtihada(yoruma); tasavvufu manevi keşfe dayandığı ve ‘selef-i salihin dönemi’nden sonra oluştuğu için bidat(dine sonradan ilave edilmiş) kabul ederler. Medrese gelenekçiliği, o medresenin bağlı olduğu itikadî(Maturidi, Eş’ari, Şiî, Mutezilî..vs.) ve fıkhi(Hanefî, Şafiî, Hanbelî, Malikî) mezhebin klasik metinlerini merkez metin kabul eder. Tarikat gelenekçileri ise referans olarak kendi tarikatının temel metinlerini kabul ederler: Tabâkât, menâkıb, tecelliyât, fütuhat, füyûzât, hılye, tezkire, mektûbât, resâil, tarîkatnâme gibi eserler tarikatların merkez metinlerindendir. Bu üç gelenekçi ekolün temsilcisi yüzlerce grup çeşitli adlar ve görünümler altında tüm yeryüzünde görünürlük sahibidirler(16).
Gelenekçi akımlar, Islahatçı ve Modernist akımların tamamını geleneği referans almadıkları için yanlış yolda görür ve reddederler.
- İslamî Islahatçılık: Tabandan mı Tavandan mı Başlamalı?
Bir diğer Akım olan İslami Islahatçılık yaklaşımını benimseyen grupların ortak bir söylemleri vardır: “Kabahat İslam’ın değil, Müslümanlarındır.” Bu slogan, “İslam mükemmeldir, yetersiz olan Müslümanlardır” kabulüyle, Müslümanları kendilerini değiştirmeye çağırırlar. Islahatçılar, “Geçmişin doğruları ile çağın doğruları meczedilmelidir” derler. Böylece ne tümüyle geleneği ne de tümüyle çağdaşlığı kabul eden, rezervci bir yaklaşım sergilerler. Gelenekçiler ve modernistler, Islahatçıları bu dengeleyici yaklaşımları nedeniyle pragmatist(faydacı) ve oportünist(fırsatçı) davranmakla suçlamaktadır.
Batılılaşma, emperyalizm ve modernizme yönelik eleştirileri son derece güçlü olan Islahatçı akımlar “Müslümanların zincirlerini kırması için din adamından ziyade dindar teknokrat, mühendis, bürokrat, iş adamı, doktor, bilim adamı, siyasetçi… yetiştirmek şarttır” anlayışındadırlar. Islahatçılar dünyanın her yerinde çok güçlü ve sağlam teşkilat yapıları oluşturmakla ünlüdürler. Eğitimli, medeni, kültürlü ve dindar insan kadrolarına sahip olmakla beğeni kazanmış, uzlaşmacı akımlar olarak tanınmışlardır.
İki tür Islahatçı Akım vardır: Kültürel Islahatçılık, eğitim kurumları, basın-yayın organları, sivil toplum ve insani yardım kuruluşları, işadamları örgütleri ve vakıflar gibi yapılanmalar ile faaliyet gösterirler. “Tabandan tavana ıslahat yoluyla İslami iktidar” metodunu düşünen kültürel ıslahatçıların önemli ismi Ebu’l-Hasan en-Nedvî’nin ‘iktidar sahiplerine imanı ulaştırma çabası doğrudan iman sahiplerini iktidara ulaştırma çabasından efdaldir’ yaklaşımı bunu anlatır(17) Siyasal Islahatçılık ise “tavandan tabana ıslahat metodu” ile İslami düzen kurmak ister. Siyasal örgütlenme ile iktidara gelerek tepeden ıslahat yapma düşüncesi, partileşen İslami hareketlerin anlayışıdır(18).
“Taban dan mı, tavandan mı hareket etmeli”, ya da “yumurtayı hangi ucundan kırmalı?” sorusuyla çekişen dünyadaki binlerce Islahatçı hareketlere mensup Müslümanlar; gelenekçileri, ‘geçmişte yaşayarak İslam’ı çağa taşıyamadıkları’ için; modernistleri ise ‘İslamî köklerden koparak İslam’ı batılı değerlere uyarladıkları’ için arızalı addederler.
- Modernist İslam’ın İki Kolu: Kur’ancılık ve Tarihselcilik
Modernist İslami akımların ortak özelliği ‘geleneği derin bir sorgudan geçirmeleri ve kuvvetli gerekçelerle reddetmeleri’dir. Islahatçılara göre daha entellektüel hareketlerdir; tüm dünyada üniversite mihverli gelişmektedirler. Modernist İslamî akımların ana karakteri, Kur’an ve sünnetin bilim ve aklın filtresinden geçirilmesi gerektiğini savunmalarıdır. Dünyadaki Modernist akımlar Metinselci(Evrenselci) Modernistler ve Tarihselci Modernistler olarak ikiye ayrılırlar(19).
Metinselci modernistler, Kur’an metninin evrenselliğinden hareket ederler. “Kur’an yeterlidir” sloganıyla özetlenen bu akım, 19. Yy.da Hindistan’da Sir Seyyid Ahmed Han tarafından başlatılmıştır. Bu ekole göre, “Kur’an der ki; Kur’an’dan başka kaynağa gerek yoktur” “Kur’an herkes tarafından rahatça anlaşılabilir.” Sünnetin kural koyuculuğunu iyice kısıtlar, hadisi klasik usulün metin ve isnad sisteminden tamamen kopartıp ‘akla arz’ ve ‘tabiata arz’ yöntemiyle değerlendirirler. Bu yolla hadis külliyatlarını güvensizlik derekesine indirirler. Modernizmin diğer versiyonu ise makalemizin ana konusunu da oluşturan Tarihselciliktir.
Tarihselci modernistler, metinselci modernistleri Kur’an’ın indiği tarihsel şartları görmezden gelmekle itham ederler. Tarihselciler, tarihsel şartlar anlaşılmadan Kur’an’dan günümüze uygun hükümler çıkarılamaz, derler. Bu bağlamı atlarsanız sübjektif düşersiniz, yaklaşımındadırlar. Tarihselci yaklaşım Fazlurrahman tarafından geliştirilmiştir. Fazlurrahman’a göre Kur’an’ın iman ve ibadet dışındaki tekil hükümleri tamamen tarihsel ve yerel kalmaktadır(21).
Modernistler, Islahatçıları gelenekten arınmadıkları için ‘gri’ bulmakta, gelenekçileri ise tutundukları gelenekten dolayı İslam’ı yaşanmaz kılan ‘akıl dışı ve gerici bir akım’ olarak reddetmektedirler.
En Uç Yorum: Tarihselcilik
Sanırız bu büyük resim Tarihselciliğin yerini anlamaya yaramıştır. Buna göre, İslam dünyasında yaşayan akımları düz bir çizgi üzerinde yerleştirmek istesek, gelenekçilik ve modernistlik iki ayrı uca, ıslahatçılık ortaya düşer. Bir uca savrulmuş duran iki İslamî Modernist akım arasında da, İslamî Tarihselcilik daha uçtaki düşünce konumunda kalmaktadır. Bu tespiti fark etmek önemlidir.
İleride elbette daha ayrıntılı ele alacağız. Ancak bu ulaşılan bu uç noktaların neler olduğunu tanıttığımız diğer akımlarla kıyaslayarak şimdilik birkaç farklılıklarıyla göstermeye çalışırsak maksat daha iyi açığa çıkar sanırız:
“Yaşayan…” mı, “Yaşanan” mı?
Modernistler önce İslam’ı geleneksel yorum usullerinden koparırlar. Sonra, Metinselci(Kur’ancı) Modernistler Kur’anla baş başa kalan akılla, kelimelerin müphem(çoğul) anlamlarından ‘konjonktüre uygun’ olanını çağırarak çıkan yeni anlamla ‘modern topluma uyum’ sağlarlar. Bu uygulamaya “Yaşayan Kur’ân” derler.
Tarihselci Modernistler ise, Kur’ancı Modernistlerden daha da uç noktayı temsil ederler: Onlar hayata ilişkin Kur’an hükümlerini tarihsel ve yerel(örfi) niteleyerek insan hayatına ilişkin Kur’an hükümlerini toptan kaldırırlar. Sonra da “Nasıl ki Kur’anda yazanlar, o çağın gereğiydi, yaşandı ve bitti; bugünün de gereği bizim çağımızın getirdiklerini yaşamaktır. Bundan normal ne olabilir?” diyerek modern yaşamın gereklerini ‘İslam ahlakının sınırları içinde’ kalmak kaydıyla olduğu gibi içselleştirirler. Tarihselciler buna “Yaşayan Sünnet” demektedirler.
Modernizmin bu iki akımının “yaşayan…” vurgusunda, geleneksel formuyla ‘ölü kitabına dönen’, ‘yaşanamayan’ Kur’an hükümlerini içinde bulunulan döneme adapte ederek ‘mümkün ve makul’ hale getirme kaygısının öncelik taşıdığını görmek mümkündür. Halbuki diğer iki akımın gayesi, Kur’an’ı yaşamaktır, ‘yaşanabilir hale getirmek’ değil; elbette gelenekselciler ‘aynıyla’, Islahatçılar ‘özü korumak kaydıyla’… Yani diğer iki akım “yaşanan İslam” aramaktadır.
Tarihselciliğin Beğeni Çevreleri
Gelenekselciler tek tipçi ve radikaldirler. Islahatçılar örgütçü ve muhafazakardır. Modernistler dindarlığı bireysel özgürlükçü ve demokrat bir duruş içinde ifade ederler. Bu da, daha eğitimli ve okur bir kesimle bağ kurmak demektir.
Modernistlerin bireyci bu genel duruşları içinde Tarihselci Modernistler muhafazakarlara ilaveten seküler inanışlı(ateist ve deist) çevrelerden de önemli ölçüde beğeni toplamaktadırlar. Her ne kadar Mustafa Öztürk’ün tarihselciliğin modernist olmadığı yönünde itirazları olsa da bilim çevrelerinde kabul gördüğü biçimi ve aktardığımız karakteriyle modernizmin alanına oturmaktadır.
Tarihselciliğin Usul Farkı
Gelenekselciler nassı, ilave metinleri de yücelterek ele alırlar. Islahatçılar metne değil anlama odaklanır; nassa dayalı olarak geleneksel usule bağlı şekilde özgür aklın bilimle birlikte çağa açılımını ararlar. Modernistler ise nassı indirger, aklın denetimine açarlar. Tarihselciler, modernistler içinde ilaveten nassı felsefenin de kritiğine açmaktadırlar. BU yönüyle, usulen de en uca savrulmuş durumda gözükmektedirler.
Yelpazenin Neresinde?
Toplumun ‘ortasından’ konuşuyor gibi durmakla birlikte İslam düşünce atlasında tarihselciliğin ne kadar batıya dönük bir eksen kaymasını temsil ettiğini görmek sanırız mümkün olmuştur. Hint-İran kadim kültürünün etkileriyle süren gelenekselci bazı kollar ne denli tutucu ve tek tipçi ise Tarihselcilik de o denli batının, toplumları atomize etmeye uygun özgürlükçü ve bireyci yaklaşımını çağıran bir önermeye sahip görünmektedir.
Bütün bu değerlendirmelerden anlaşılmaktadır ki Tarihselcilik İslam düşünce yelpazesine her bakımdan ‘en uçta duran akım’ olarak yerleşmektedir.
(Makalemizin gelecek bölümünde İslam Tarihselciliğinin doğuşu ve kurucusu Fazlurrahman’ın görüşleri üzerinde duracağız.)
***
- Bu bölümde yer alan İslam düşünce hareketlerinin tasnifine ilişkin yararlanılan kaynak: Çağdaş İslamî Akımlar, Mehmet Ali Büyükkara, Klasik Yayınları, İstanbul 2016, 382 s.
- Selefi gelenekçiliğin temel metni hadisler olunca silsilesi ‘rivayet senetleri’nden oluşur. Fıkıhçı Medrese gelenekçiliği, mevcut ulemadan ilk fakih sayılan Hz. Peygamber’e bağlanan ‘usul üzere’ halkalar sıralar. Tarikat gelenekçiliğinde ise silsile, hâlihazırdaki şeyhten başlayıp önce tarikatın pirine, oradan da Hz. Peygamber’e bağlanır. Silsile-i meratip(Mertebelerin sıralaması) da yaklaşıma göre değişir: Selefi gelenekçilikte en yüksek mertebe selef-i salihindir, onlardan uzaklaştıkça mertebe düşer. Medrese gelenekçilerinde de selef(önce gelen) önemlidir ama silsilenin mertebeleri halefler(sonradan gelenler) üzerine kurulur. Silsile sırası, mutlak müçtehitler, mezhepte müçtehitler, meselede müçtehitler, muharricler, müreccihler ve mümeyyizler şeklindedir. Tarikat gelenekçiliği mertebe sıralamasını mürşid-mürid ilişkisine dayandırır. Gavs, gavs-ı a’zam, kutub, kutbu’l-aktâb, abdâl, evtâd, nucebâ gibi kavramlar yüksek manevi mertebelerdeki zatları anlatır. Şeyh-mürid ilişkisi dışında ‘Gayb Erenleri’ adında üçler, yediler, kırklar gibi mertebelere de inanılır.
- Selefi gelenekçiliğe örnek olabilecek akımlar Vahhabîlik, el-Kaide, IŞİD, Cihadîlik, sayılabilir. Medrese gelenekçiliğine Sipahi Sahabe, Taliban, Pakistan Talibanı, Cemaat-i Tebliğ, Şii medrese geleneği ve İran İslam Cumhuriyeti örnek veilebilir. Tarikat gelenekçiliğinde ise temel olarak iki grup mevcuttur: Hint alt kıtasında yaygın Birelviyye ve sünni Ortadoğu’da yaygın olan Halidî Nakşiliği.
- Kültürel ıslahatçı gruplara örnek olarak Yeniden Milli Mücadeleden doğan sivil toplum oluşumları, Nurculuk meşeili sivil oluşumlar ve Süleymancılık sayılabilir. Hindistan bölgesinde Nedvetu’l-Ulema ve Mederesetu’l-Islah; Endonezya’da Muhammediyye grupları karakteristik Islahatçı organizasyonlardan görünmektedir.
- Siyasal ıslahatçı gruplara tonlar veren örnekler olmakla birlikte; MNP, MSP, Refah Partisi çizgisi, Islahatçı Demokrasi Partisi çizgisi, İhvan-ı Müslimin ve farklı ülkelerde yansımaları, Seyyid Kutup ve Radikalleşme Hareketi, Cemaat-i İslami, Hizbu’t-Tahrir, Hizbullah ve Ensarullah bu kategorideki geniş yelpazenin örnekleridir. ABD’deki MSA(Muslim Students of America), ISNA(Islamic Society of North Africa) ve IIIT(International Institute of Islamic Thought) oluşumları da ıslahatçı metodu tercih eden akımlardır.
- Martin Lings, Seyyid Hüseyin Nasr, Samiha Ayverdi ve Cemalnur Sargut gibi isimler ‘ezeli hikmet’ kavramı üzerinden geleneği modernde güncelleme amaçlayan bir akım olarak ıslahatçılardan ayrıca zikredilebilir.
- Modernistler teşkilattan ziyade isimlerle anılırlar. Metinselci yaklaşıma Ahmed Subhi Mansur, On Dokuzculuk akımıyla bilinen Edip Yüksel ile Halis Akdemir ve Gulam Ahmed Perviz örnek verilebilir. Türkiye’de Hüseyin Atay, Yaşar Nuri Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Bayraktar Bayraklı bu yaklaşmı temsil eden örnekler olarak anılabilir.
- Tarihselci yaklaşımı benimseyenlere örnek olarak Faslı Muhammed Abid Cabirî, ‘Sol İslam’ söylemiyle bilinen Hasan Hanefî, Abdülkerim Suruş, Mahmud Muhammed Taha ve fikirleri dolayısıyla mürted ilan edilen Nasr Hamid Ebu Zeyd verilebilir. Ülkemizde Mustafa öztürk bu akımın temsilcisi olarak bilinmektedir.
Bir yanıt yazın