‘TÜRK’ÜN AKLI…’
Osman ARSLAN
Bu yıl Çanakkale Zaferi’nin ve Ermeni Tehcirinin 100. Yılındayız. Ermenistan’daki Soykırım Anıtı’nda yapılacak törene Papa ve Fransız Başbakanı Hollande’ın katılacağı konuşuluyor. Obama’nın da son dakika sürprizi olabileceği gündemlerde dönüyor. Türkiye ise bu etkinliği kırmak için aynı gün 24 Nisan’da Çanakkale’de tüm Dünya liderlerini çağırdığı bir karşı atak içine girdi.
3T PLANI
Ermeni diasporasının, 1915 Soykırım İddialarına dair mücadelesinin aldığı yola kısaca göz atalım:Ermeni diasporasının hedeflerini ve yol haritasını özetleyen 3T Planı bilinir: Tanıma, Tazminat, Toprak! Bu amaçla 1965’e kadar bu fikrin kendi toplumlarına kabul ettirilmesi, uluslararası diaspora oluşumu ve uluslararası network kurulması için çaba harcadılar. 50. Yıl, yani 1965 dönüm noktası oldu. 50. Yılda bir güç gösterisi yaptılar ve arkasından yeni bir döneme geçtiler.
TERÖR DÖNEMİ
Bu dönem ‘Terör Dönemi’ydi; yurt dışında Türk temsilciliklerine saldırılar başladı. Hem ciddi olduklarını göstermek, hem olayı Dünya gündemine getirmek, hem de cinayetlerin işlendiği ülkeleri işin içine çekip taraf yapabilmek için 1985’e kadar ‘terör dönemi’ni sürdürdüler.
MAHKEMELER DÖNEMİ
1985 sonrası bu aşamayı tamamladıkları düşüncesiyle teröre son verip ‘Mahkemeler Dönemi’ni başlattılar. Mahkemelere Soykırım’ı kabul ettirecek, oradan da Meclisler tarafından tanınmasını sağlayacaklardı. Bu aşamadan sonra da tazminat ve toprak talebi gelecekti. Bu girişimleri ile iki ülkede soykırım yoktur demenin suç olmasını ve ülke meclislerinde tanınmasını da başardılar. 1991 yılında da Ermenistan Cumhuriyetinin bağımsızlığını ilan ettiler. ArtıkDünya kamuoyunda propaganda üstünlüğü ile kabul edilmiş, bilinen bir davaları var, bir devletleri var, doğal müttefiki bir ülkeler grubu var.
TANINMA AŞAMASINDAN TAZMİNAT AŞAMASINA
Şimdi 100. Yılı da bir dönüm noktası olarak değerlendirmek istiyor. Tanıma aşamasını geçip Tazminat ve Toprak dönemini başlatacaklar. Gittikçe mevzi alan ve davasını adım adım hedefe taşıyan tarafın Ermeniler olduğu tarihsel süreçte açıkça görülüyor. Çünkü hedefleri var, hedefleri için örgütlü ve planlı bir şekilde çalışanlar onlar.
KAFAMIZI KUMA GÖMME DÖNEMİ
Buna karşı Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca hep edilgen, çekinik ve pasif politikalar yürüttü. Hatta politikasız kaldı. Cumhuriyetin ilk tavrı, inkar ve ret politikasıydı: “Osmanlı Devleti’nin büyük sorun bakiyesini küçük Türkiye Cumhuriyeti çekemez. İyisi mi biz yeni ve ayrı bir devletiz, diyelim, Osmanlı mirasını olumlu olumsuz ne varsa reddedelim.” Yolu izlendi ilkin. Haliyle Ermeni Sorunu gibi Balkan halkları, Türkmen ve Azerbaycan halklarının davalarına ve İslam Dünyası’ndaki Osmanlı bakiyesi konulara da sırt dönüldü. Kafamızı kuma gömmekle gerçekler değişmiyordu. Bu durum üstelik Dünya’da suçluluk psikolojisi nedeniyle suskunlukve kaçamak yapmak gibi görüldü.
GERÇEKLE YÜZLEŞME DÖNEMİ
Ne zaman ki Büyükelçilerimiz, konsoloslarımız öldürülmeye başlandı, o zaman bu meseleden kafayı kuma gömerek kurtulamayacağını anladı Türkiye hükümetleri. Terör olayları bir biri ardına tokat gibi yüzümüze iniyordu. Bu sefer de ‘kınama’ dışında ne diyeceklerini bilemedi Türk resmi politikası. Hazırlıksız olduğu çok belliydi.
VE TEZİMİZ: “SOYKIRIM DEĞİL KARŞILIKLI KIRIM”
Nihayet 1990’lı yıllarda ancak ne diyeceğine karar verdi Türkiye Cumhuriyeti: Soykırım olmadığını ama karşılıklı kıyımlar olduğunu tez olarak ortaya koydu. Bu, gecikmiş, insaflı, hatta yine de Osmanlı’nın hakkını biraz da yiyen bir tavırdı. Fakat yine savunma psikolojisinin hakim olduğu bir tavır duruyordu.
Hatta koca devlet, ancak Azerbaycan’ın Karabağ davasının arkasına sığınarak Ermenilerle ters düştü. 1915’i ciddi olarak gündemleyemedi bile. Bu konuyu yüksek sesle ve yüreklice konuşan devlet adamı neredeyse çıkmadı. Konuyu tüm netliği ile ortaya koyan Türk Tarih Kurumu Başkanı da görevden alındı. Ermeni sorununa yönelik açılım politikaları yapıldı, bu da hiçbir mesafe aldırmadı, hatta daha da davaları adına heyecan verdi Ermenilere.
ULUSAL BİRLİK ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN?
Şimdi Doğu Perinçek’in İsviçre’de yürüyen davasına AİHM’de alınacak karar kritik bir önem taşıyor. Batı adına tavra dönüşecek bir karar çıkabilir. İsviçre’deki dava bir milat olacak. Ak Parti ve CHP orada iken davayı izlemeye MHP gibi meselenin asıl sahiplerinin ve HDP gibi Ermeni kıtallerinin mağduru Kürt halkının temsilcisi olduğunu iddia eden iki partinin gitmemesi de anlamlı! Orada bir ulusal birlik mesajı verilebilmeliydi.Davayı kazanmak veya kaybetmek, maalesef Perinçek’in performansına kalmış durumda! Bir milli davabir şahsa, Doğu Perinçek’e kaldıysa koca devlet adına bir daha ellerimizi başımızın arasına alıp düşünmek zorundayız.
UMUDUMUZ PERİNÇEK OLDU!
Perinçek’in yurt dışı yasağını kaldırmakla çok doğru yapıldı, evet, Fakat garabete bakın: Kendi ülkesinin ‘sakıncalı’sı gidip ülkesinin kaderini savunacak! Üstelik şeceresinin Ermenilere dayandığı iddia edilen birisi yapacak bunu! Allah var, kökenine bakmaksızın Perinçek grubunun (Milli Sol)yayınları Ermeni Tehciri Sorunu’na dair en ciddi ve kaynak eserler olarak duruyor elimizde. Emperyalizmin elindeki maşaları alma gayretleri de olmasa ulusal solcu duyarlılığının, vay halimize!
Belki de Ergenekon Devri’nin –varsa sözüm ona- bir iyiliği bu konularda hassasiyet ve birikim geliştiriliyor olması idi. Şimdi devletimizin körlüğü bizleri Perinçek’e dua eder hale getirdi. Kadere bakın! Ya da bu dava Perinçek’i milli kahraman yapmaya götürüyor. Başarsın da, kahramanı Perinçek olsun!..
Bu noktada, zamanlaması itibarı ile Perinçek davasının ve Hrant Dink cinatyetinin etkileşim sağlamaya uygunluğuna bakarsak Dink olayının uluslararası bir tasarım olma ihtimalinin güçlendiğini de vurgulamak yanlış olmaz sanırız.
24 NİSAN PROJESİ GÜZEL FİKİR
Şimdi 24 Nisan’da Çanakkale’de bir programla Ermenilerin 100. Yıl hamlesini boşa çıkartmak isteyen ‘barış’ mesajları veren bir eylem planımız var. Aslında zekice. Son derece akıllıca ve doğru bir hamle. Belki ilk defa aktif bir çaba. Sayın Cumhurbaşkanı’nın genel tutumuna da yakışıyor. Fakat bu hareketin doğru olması başarılı olacağı anlamına gelmiyor. Örgütlenmedik, propaganda yapmadık, söylem ve slogan yerleştirmedik, en iyi müdafaa saldırıdır deyip muhataplarımızı sıkıştıracak girişimlerde bulunmadık. İnsancıl ve kabul edilebilir, Türkiye’nin de itibarını koruyan bir çözüm geliştirmedik.
SÜREÇ YÖNETİMİ ŞART
Türkiye uluslararası arenada Batı gözünde şu anda ‘güçlü’ bir pozisyonda değil, sıkışmış duruma düştü yeniden.İslamofobi ve AB restleşmeleri bunda pay sahibi. Türkiye açısından ‘Milli Güvenlik’ konusu olduğu için zorunlu olarak mücadele edilen ‘paralel devlet’ yapılanması da dışarıdaki kendi potansiyel gücümüzü bize yabancılaştırdı. Arap Baharı sonrasında Esat ve Sisi karşısında halkların yanında duran Türkiye Arap Dünyası’nda askeri diktatörlüklere tavır alırken her biri bir Esat veya Sisi olan diğer Arap Devlet Başkanları’nı da rahatsız etmiş oldu. “One Minute” sonrası alınan mesafeler bu nedenle kaybedildi.Üstelik Osmanlı mirasını yeniden üstleniyor olunca kendimizi bütün bu meselelere ‘muhatap’ etmek zorundayız artık. Süreçlerin bizi zorladığı bir uluslararası konjonktür karşımızda bulunmaktadır. Fakat bunu aşabilecek dinamiklere de sahibiz. Yeter ki süreç yönetimine geçelim
BU DAVA BÖYLE GİTMEZ
Ermeni Sorunu’na dair aktif bir politika izlemek zorundayız. Bugüne kadar geldiği gibi gitmez! Bu şartlarda 24 Nisan için özel ve örgütlü, hızlı bir çalışma yapmak zorundayız. Haklı bir davamız olduğuna kuşkumuz yok. Ama Uluslararası ilişkilerde geçerli olanhaklı olmak değil güçlü olmaktır. Bir yayınımız, romanımız, filmimiz, iddiamız, kongremiz, kararlarımız, uluslararası çabamız,lobimiz, yaptırım gücümüz yok iken nasıl kazanacağız bu davayı?
Tam ‘Türk’ün aklı… sonradan gelir’ durumundayız.28.01.2015
Amaca hizmet edecek güzel bir yazı.