HUZURLU İYİMSERLİK
Osman ARSLAN
Cemil Meriç ‘Her yüzyılda birkaç kişi düşünür, geriye kalanlar onların düşündüklerini düşünür.’ der. İnsanlığın düşünce dünyasına yeni bir pencere açmak harcı alem bir iş değildir. Bunun için kendi uzmanlık alanında ilerlemek kadar evrensel düşünce perspektifini yakalamak da elzemdir. Kendi dalınızda ileri bir aşamaya gelmiş ama eski bir anlayışla yürüyor olmanız, ileri teknoloji bir araç sahibi olup o aracın yürüyebileceği altyapının olmaması gibidir, ilerleyemezsiniz.
FİKİR PATİNAJINDA..
Şimdilerde düşünce dünyasındaki evrilmeyi kavrayamayan sözüm ona yeni çıkışlar fikir dünyamızda patinaj yapmaya, geriden gelen bir ses olma talihsizliğini yaşıyor. Bu nedenle düşünce insanlarının dünyanın entellektüel yaklaşımlarını yakından izlemesi kendi tarihsel varlıklarına ve elbette insanlığa katkı için bir gerekliliktir.
ÜÇÜNCÜ KÜLTÜR
C.P. Snow tarafından ikiye ayrılan aydın tipi, ‘edebi entelektüel’ ve ‘bilim insanı’ artık aşıldı, üçüncü kültür yaşanıyor. Üçüncü kültür taşıyıcıları John Brockman’ın ‘Yeni Hümanistler’ adını taktığı bir ekol. Beşeri ve pozitif bilimlerin birlikteliğini savunan bir yaklaşım taşıyor. Yirminci Yüzyıl ile birlikte ‘branşlaşma’ gerekliliği aydınları tek boyutlu olmaya itti. Pozitivizmin de zorladığı bir süreçle en seçkin üniversitelerde pozitif bilimleri sosyal bilimlerin eğitim müfredatından çıkarttı. Sosyal bilim eğitimi alanlar da pozitif bilimlerden kopartıldı.
EVRENSEL BÜTÜNSELLİK
Oysa ‘evrenin bütünselliği’ içinde anlaşılıp, konumlandırılarak yorumlanmayan entelektüel algının verdiği arızalar çağı çok yönlü krizlere itti. Yapay zekayı, dilbilimi, genom dilini, uzman sistemleri bilmeden dini metin yorumlayan teolog artık yetersizdir. Bulanık mantık bilmeden hüküm veren hakim adaletsizdir. Genetik mühendisliğini kavramadan fütürist romancı, sürrealist ressam bir yüktür, can sıkıcı bir beladır. Sanal gerçeklik ve siberalemi incelemeden artık sosyoloji, sosyal psikoloji, psikoloji yürümez hale gelmiştir. Yapay yaşam, kaos kuramı, sıçramalı denge bilmeden ‘yeni şiir’ ortaya çıkmaz. Artık bu noktaya geldi insanlık.
MODERNİZMİN HİLESİ
Aslında ‘modernizm’in bir hilesiydi bu. Fatih’i hatırlayalım: Çağının hem büyük bir mühendisi, hem dilbilimcisi ve hem de kuvvetli şairi değil miydi? İbn-i Sina bir teolog olduğu kadar tıpçı ve sosyal bilimciydi. İbn-i Haldun hem din bilgini hem sosyal bilimleri inşa etmeye talipti. Belki pozitif bilimlere en nasscı yaklaşımla bakan Gazzali’ydi; o dahi felsefi ve dini bilimleri hazmetmiş bir bütüncü aydındı. Leonardo Da Vinci büyük bir ressam ve teknolog deha değil miydi? Michelangelo da hem mühendis hem heykeltıraştı. Duygu ve teknik, sosyal bilim ile mühendislik ve sağlık bilimleri iç içe bir dayanışma ile insana hizmet ediyordu.
Keşif ve buluşlarla bilginin çoğalması branşlaşmayı getirdi, branşlaşmanın felsefi bir savunmayla parçalanmaya dönüşmesi tek boyutlu insanlar dünyasını kurdu. Fakat bilgi depolamanın kolaylaşması ve bilgiye erişim kanallarının gelişmesiyle şimdi, yeniden ‘bütüncül anlayışa’ dönüldü: Beşeri ve pozitif bilimlerin bütünlüğü.
KÖTÜMSERLERLE İYİMSERLER BULUŞMALI
Kültür savunmacıdır. Savunmacılık kötümser yaklaşımın bir ürünüdür. Kültür bu nedenle karamsardır. Kültür altyapısını oluşturan bilimsel çalışma alanları, dil ve edebiyat bilimleri, sosyal bilimler, tarih ve din bilimleri bu nedenle hep kötümser yorumlar yaparlar ve yaptılar da. Bilim ise gelişme demek, buluş demek, ekonomiyi de yaşam standartlarını da genişletmek demektir. Bilim yeniliğe koşar ve yenilik iyimserliktir. Bu nedenle bilim insanları iyimser yorumlar yapar. Bilimin iyimserliği ile kültürün kötümserliğini buluşturtamayınca dengeyi de bulamadı insanlık. İşte böyle parçalanmış evren ve insan bu sorunlu yaklaşımı aşmakla kendi barışına bir adım atacaktır. Kültüre yaslanan geleneksel toplumlar bu nedenle kötümser. Bilime dayanan modern toplumlar ise iyimser. Geleneklerin verdiği ‘sabite’ hali huzur veriyor. Modernizmin her an değişime açık ‘sürprizli’ hali ise huzursuzluk. Huzuru kültürden iyimserliği bilimden alıp buluşturmak, hoş değil mi?
YANLIŞ OLMASI MUHTEMEL DOĞRU
Bu arada beşeri bilimlerin tartışılabilir ama amprik bilimlerin mutlakiyetçi nitelikleri de nispi gevşemelere konu oldu: Beşeri bilimler ortaya kotydukları tezlerle ciddiyetlerini yükseltip stratejilere yön vermeye başlayınca insanların yaygın olarak eğitim almak istedikleri ‘gelişim’ kaynağı oldu. Amprik bilimler ise mutlakiyet katılığını kaybetti; izafiyet teorileri, kaos kuramı ve kuantum fiziği her veriyi tartışılabilir ve yorumlanabilir haler getirdi. Böylece orta yola yaklaştıran birbirine yaklaşan adımlar da bu ‘bütüncüllüğü’ destekledi. Artık arkeolojinin bir bulgusunu sosyal bilimler ve yerine göre fizik, kimya birlikte yorumluyor. Gerçeği ortaya çıkarmak için bir bilim dalının diğer bilim dalının bir verisine ihtiyacı var. Şimdi her iki taraf da sözlerini eskimeyen ifademizle “yanlış olması muhtemel doğrular” olarak tanımlayabiliyor. Bilimin gerçeğe açık esnekliği, kültürün doğruyu arayan açıklığı bu noktaya getirdi, batı fikir dünyasını.
PARÇALANMA ÇARESİZLİKTİR
Bir soru soralım: 13 Milyar yılı bulan mavi gezegenimizin serüveninde milyonda bir zamanlık öyküsü olan, 13 bin yıllık maziye sahip biz insanoğlunun öyküsü, neden farklı kıtalarda farklı düzeyde ilerlemelerle süregelmiştir? Bu sorunun cevabını tek bir bilim dalının yardımıyla veremezsiniz. Kızılderili veya Güney Amerikalı yerliler neden gelişemediler de ilerleme Avrasya’da yaşandı? Okyanustansa bu fark, Afrika neden ilerleyemedi? Niçin sömürge olmak zorunda kaldılar hepsi, direnemediler? Bir bulaşıcı hastalıkla yerlilerin yüzde doksanını telef edip geriye kalanları da ateşli silahla mağlup eden Avrupalılar’dan önce zirve yapmış medeniyetleri kurmuş Aztek ve İnka’lar neden Doğu’ya ulaşamadılar? İşte bu soruları hiçbir şekilde tatmin edici bir cevaba kavuşturamıyoruz. Bilimleri tek boyutlu, yani yalnız bıraktığımız için iş dönüp dolaşıp genetiğe, zekaya dayalı sebeplere ulaşıyor. Hiç birimiz de böyle bir ırkçı yoruma kapılmak istemeyiz. Çaresizliğimiz modern uygarlığın bilimleri parçalayışının bir sonucudur. Aklın ve bilimin hüküm sürmediği yerlerde irrasyonalite popülerite kazanır. Irkçılık da tam bu noktada doğan bir sapmadır.
Ülkemiz özeline inersek; eğer Avrupa’da bir seçim olsaydı ve iki farklı milliyetçi parti toplamda yüzde 30 almış olsaydı, ırkçılık hortladı diye biz de onlar da feveranı kopartırdık. Son seçimlerden çıkan sonuç budur. Ötesi, Güneydoğu’da uyugulanan baskı bir de faşizmin dibine vuruyor. Bu ülkede huzur yok ve huzur eğitimde başlar. 22.05.2015
Bir yanıt yazın