KİMİN EVİNDE YETİŞİYOR O SELAHADDİN?
Osman ARSLAN
Son yazımız üzerine bazı e-postalar ve yorumlar geldi. Okurlarımız Esad’ın devrileceğini, O’nun zalimliğini anlatıyorlar. Belirttiğimiz ertelenen finale kızıyorlar.
Onlarla aynı duyguları, belki daha fazla tahammülsüzlük içinde paylaşıyorum. Fakat akıl, hisleri yönlendirmek içindir, yön almak için değil. Olayları kavga anaforunda değil, tarih planından görelim istiyoruz.
KENDİMİZDEN UTANDIRAN ÜÇ ASIR
Bir dev imparatorluğun; dedelerimizin çaresiz ellerinden buharlaşıp gittiğinin elemleri ile okuduk tarihimizi biz. Koskoca bir vatanın; kes ha kes, buda ha buda 27 kat küçültülüp nasıl Anadolu’ya paketlendiğini kâbus görür gibi yaşadık tarihimizi dinlerken. Ruhumuzda çiğnenen İslâm’ın infialleri, tükenen milletin ağıtlarına sarılarak oturdu ciğerimize hep. Şu üç asırı okurken insanlığından çıkarsın, Müslümanlığından utanırsın!
Balkanları göz göre göre kaybedenlere az mı söylendik. Kırım, Girit, Filistin, Kerkük az mı yaktı ciğerimizi? Biz Çanakkale’de bile zaferimizin ardından ağıtlar yakmadık mı?! Yöneticiler ne gafilmiş, aydınlar ne körmüş demedik mi?
Öyleyse? Şimdi biz görmeyelim mi? Sevdiklerimiz zarar görür diye milletimizin yok oluşuna göz mü yumalım. Susalım mı?
ZALİMİN HASMIYIM AMMA SEVERİM MAZLUMU
Kimseye düşmanlığımız yok ki bizim! Düşmanımız içeride de değildir! Bizim düşmanımız sınırlarımızın dışındadır! Hatta inanç atlasımızın da dışındadır. Üstelik zalimlerden başka düşmanımız da yoktur bizim!
Bir milletin yok olması derken? Abartıyorsun mu diyeceksiniz? Bir milletin ölümü nasıl olur peki? Tarih içinde eriyip gider, coğrafyalardan buharlaşır, yok olur. Böyle değil mi?
İşte bunu anlatıyoruz biz de; tarihen eridiğimiz sürecin işlemeye devam ettiğini, Esad’ı değil! Anlattığımız kendi dramımızdır, Suriye değil!
Bakınız, Kuzey Irak’ta bir Türkmen gücü kalmış mıdır? Yıllara uzatılan Irak(’ın istenilen) kaosu, sündürülüp durulan, sürüncemede bırakılan Irak Savaşı sürecinde göz göre göre (ya da göz yuma yuma) Türkmen nüfusu katlederek, sürgün ederek seyreltip, hem de coğrafyasında azınlık yapıp Kuzey’de Kürdistan’ı kurduranları seyretmedik mi?
BİR MİLLET ERİTİLİYOR
Ne yapabildik?
Şimdi de Suriye’de aynı şey oluyor. Suriye’de şartlar kendi emelleri için olgunlaşsın diye iç savaşı Esad lehine sündürüyorlar. Olmadık yere uzatıyorlar, gereksizce sürüncemede bırakıyorlar, Esad’ın devrilmesini.
Niçin?
Yok edilen ve sürülen sadece kuzeyde Sünni Türkmenler ve güneyde Sünni Araplardır da ondan. Kuzeyde Sünni kürt nüfus PKK’nın Suriye’ye konuşlanması ile himaye görmeye başladı. Çatışmadan Kürtler çekilince Suriye Türkmenleri boy hedefi yapıldı. Kuzey Irak’taki gibi etnik seyreltme sonrasında Kuzey Suriye’de oluşacak yönetimi de tahmin edebilirsiniz!
Sizce bu, Balkanların elimizden gitmesinden daha mı az bir elemdir? Daha mı farklıdır?
Niçin Suriye’yi konuşurken bunu göstermiyor aydın ve siyasetçiler?
DÜNYA BİZİ OYALIYOR
Yeni Osmanlı, Büyük Türkiye burnunun dibindeki zulmü ve soykırımı durduramayacak mı? Üstelik kendi varlığına yönelik olanı?
Yaptığımız ümmetçilikse Türkmenler Müslüman mı değil? İnsanlıksa insan mı değiller? Ağabeylikse kardeş mi değiller? Niçin susuyoruz?
İşte isyanımız bunadır. Diyoruz ki dünya bizi oyalıyor. Geldik, geleceğiz deyip gelmiyorlar. Bekledikleri olduktan, planladıkları iş görüldükten sonra gelecekler. Yani Türkmen varlığı Esad eliyle yeterince seyreltildikten sonra.
Biz de bari ya yapalım, ya da yapamayacağımızı söylemeyelim.
El parasıyla ağalık yapılmıyor ağalar!
Güven verip ayağa kaldırdıklarımız boğazlanırken, bari efendice susalım! Efelenmek olmuyor!
REVA MI TÜRK-KÜRT KAVGASI?
Ve ardından, İsrail ve ABD için Büyük Kürdistan gelecek! Irak’taki gibi Kürtler öz kardeşlerini, Türkmenleri düşman edinecek! Kendilerine tabi etmek için yine ezecek, ezecek!
Reva mı bu?
Bunun bir adım sonrası Büyük İsrail değil mi? Gerçek vatanımızı masala çevirenler, ‘vaat edilmiş topraklar’ masalını gerçeğe dönüştürecek!
Boş mu verelim?
Yöneticilerimiz boş mu veriyor? Hayır! Kötü mü? Hayır. Üstelik iyiler. Milletimiz gibi.
Fakat iyiler güçlü olmayınca kötüler zalimleşiyor.
BIRAKALIM UFAK HESAPLARI
Onun için diyoruz ki, bırakın şu enerjimizi çalan cemaat-Ak parti kavgasını; günahtır, insafa gelin. Cemmat ya yerliliğini bilsin; ya da bu ülkeyi terk etsin. Bizim hayat memat davamıza ayak bağı olmasın: Suriye; Türkiye’nin son koridoru da kapanıyor!
Onun için diyoruz ki fişlemeyi, izlemeyi kim yaparsa yapsın ama MİT Türkiye’yi bıraksın, gidip Suriye’de Türkmen-Kürt kardeşliği ve Esad’ın devrilmesi için bir şeyler yapsın!
Onun için diyoruz ki gözlerimizin önünde; biz yaşarken de vatan gidiyor, İslam çiğneniyor, millet tükeniyor. Tarihe ağlamayı bırakalım da hep beraber bugünkü acizliğimize ağlayalım!
Kardeşlerine uzanamayan ellerimizi kınayalım. Türk-Kürt diye bütün Ortadoğu’ya yayılan ayrışmayı on yıllarca seyreden gözlerimizin körlüğüne ağlayalım.
Dedelerimize hiç kızmayalım. Kendimize kızalım kızacaksak. Biz ne yapabiliyoruz ki, onlar yapamamış diye kınayalım?
ÖNCE KIYIM SONRA TUZAK
Büyük oyunun nasıl hayata geçirildiğini anlattık biz. Esad’ın orada duracağını anlatmadık. Er veya geç(bize göre bir buçuk senede) gidecektir. Fakat geride kalan artık bizim için destek değil köstek olacak bir tuzaktır.
İsyanımız bunadır: Kaderin elinde oyuncak oldu kardeşlerimiz!
Bugün için çare olma şansı göremiyoruz. Fakat böyle kalmayacak elbette.
NEREDE O SELAHADDİN?
Hani, Mescid-i Aksa eline geçince Haçlıların, herkes ağlarken, sızlanırken ve sinmişken; bütün Müslümanlar yenilmişlik duygusu altında ezilirken bir marangoz Mescid-i Aksa’ya minber yapmaya başlamış. Yanında beş yaşında çocuğu ile bir alim marangozun yaptığı minbere bakıp sormuş: “Ne yapıyorsun?”
Marangoz çekmiş içini bir, dertli, dertli söylenmiş:” Kudüs ayaklar altında. Ben savaştan anlamam, basit bir marangozum. Mescid-i Aksa için ancak minber yapabiliyorum. Elbet bir gün, bir komutan da çıkacak Kudüs’ü fethedecek, bu minberi o Mescid’e koyacaktır!”
İşte o beş yaşındaki çocuk bu sözleri hiç unutmayacaktır. O minberi o camiye koymak hedefi olacaktır. Ve bir gün Mescid-i Aksa’ya o minberi koyup üzerinden hutbe okuyacaktır! O çocuk, bir marangozdan aldığı bu inançla büyümüş, Selahaddin-i Eyyubi olmuştur!
Şimdi kim bilir, kimin evinde yetişiyor o Selâhaddin?
Ankara, 3.03.2012
Bir yanıt yazın