HAYATI DERİNLİĞİNE YAŞAMAK
Sakin bir yaz gecesi, serin gözlerimizi göğün yıldız denizinin enginliğine salınca tarifi imkansız bir derinliğin içine doğru ilerleriz ya… Yahut yıllardır özlediğimiz bir eski dostumuzun hep aranılan sıcaklığı ile buluştuğumuzda birbirine süzülüp sabitlenen gözlerimiz, sevgi parıldayan o gözün ferinde hatıralar denizinin enginliğine, derinliğe doğru açılır ya… işte o vakit seç seçebildiğin yıldızı, senindir. Tut tutabildiğin anıyı, senindir. Yeter ki sen yeşertmeyi bil hayatında hatıralarını. Anılar bırakılmış tohumlardır, sen devşirmeyi bil yaşamında. İşte saadet budur. Fazilet, verebilmek; saadet karşılığını bulmaktır.
İşte yıllar yılı gönüller fethine elele çıkıp, gönül tamir etmekten kendi gönlümüzde açılan yaralara melhem aramaya fırsat bulamadığımız o eski ve aziz dost bana bir emanet bırakıyordu; yağlı olandan ve sabunludan daha zor tutulacak bir emanet; sır. Sır sırtlanmanın verdiği sıklet omuzlarıma Erciyes gibi oturuyor. Göklerdeki derinlik, gözlerdeki derinlik artık sözlere de taşınacak demek ki. Gerçi “derin adam” olmak pek de hoş geliyor. Ama derinliği ilim vermeli insana. Sırrın verdiği derinlik “hile” gibi geliyor bana. Sırrına vakıf olduğuna karşı üstü kapalı, ama bildiğin konuda isabetli “derin sözler” söylüyorsun. Halbuki derinlik hikmete hamil, ilmine amil oluşundan kaynaklanmalı değil mi? Bu durum insana olduğundan fazla bir konum ve güç vermez mi? Bu ise adaletsizlik, haksızlık değil mi?
Öyle ama, herkesin herşeyi bilmesi de karıncanın yeryüzü hakimi olması kadar muhal. Duvarlar camdan değil ve her evin içi, dışına sır. Gözler kalpleri okuyamıyor ve her dilin ardındaki sırdan yumak. İnsan sır, toplum sır, devlet sır. Bunca sırrın içinde ne biliyoruz Allah aşkına? Bunca bilemediğimizin varlığında nasıl biliyormuş havalarına kapılıyoruz utanmadan. “Herşeyin bilgisi” okyanus, bütün hocalar ve kitaplar bu okyanusdan bir bardaklık miktara denk ve bu bardaktan payına düşen bir damlayla sen de alimsin öyle mi? Öyleyse zalimsin! Bir damlanın bilgisine vakıf olana bilmediği “her şey okyanusu” bir sır! Öyleyse sırlar aleminde sırlara sarmalanmış bir halde geliyor, yaşıyor ve sırra kadem basıyoruz. Kâinat derin, dalan biliyor. Kalp derin, seven biliyor. Devlet derin, giren biliyor. Hayat derin, gören biliyor. İnsan derin, bilen biliyor. Ve gerçekten bilenler, hayatı derinliğince yaşıyor.
Ama şu sırrı da bir ben biliyorum. Gizem de ne güzel bir zenginlikmiş. Derin derin dolaşıyorsun sığların arasında. İnsanların sığlığını bilmek de ne derinlik canım.
İşte yüreğimin giriş ve çıkışını boğup devirsizlikten durduran can çıkartıcı ıstırap da bu histerik hislerimde gizli. Sır, ağırlık veriyor. Aktaramıyorsun. Devr-i daim yok. O söz sana hapis. Ve şimdi anlıyorum o en yüce kulun sakladığı o büyük sırların ona verdiği yükü. Şimdi anlıyorum “benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” diyenin ıstırabını. Çok iyi anlıyorum. Pardon, çok iyi anlayacak kadar çok sır bilmediğimi bildiğime göre, bildiğim kadar anlayabiliyorum, demeliyim galiba. Aman ya Rabbi, edeceğin lafı yediren bu derin mevzuya nereden sürdüm kafamı. Fişekten leblebi!
Hadi canım sen de. Ne çok kurcalıyorsun. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” denmiş. İşte bildiğin konuda üstünsün. İyi de, o ayet bunun için denmemiş ki. Önüme Allah kelamı sürüp, kul hassasiyetimi çiğneme şimdi. Bu tefekkürü tekfir edici cinnet şeytana ait olabilir ancak. “Aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın” diye buna denir herhalde. Aldanmıyorum, aldanmayacağım. Çiğnetmeyeceğim vicdanımı. Şakaklarımı dindireceğim. İvazsız, garazsız, hesapsız bir dünya için yapayalnız geceler için Rabbine yönelen gönüllerin saflığında, billur eylemler aramaya devam edeceğim. Eminim duvarında nabzımın nasıl attığı duyulacak. Hutbelerde artık hocalar konuşmadan cemaat anlayacak. Bundan sonra çocukların beş parmağı beş renk doğacak, gözleri yıldız, ayakları orman, dudakları bulut…
Neyse,…Neyse sen bu rüyayı unut da şu hali pür melaline deva bul.
Hakkında sır sakladığım zata hiçbir şey bilmiyormuşum gibi nasıl davranırım? Ne ürpertici? Nasıl rol keserim? Bu yabancılaşma değil mi ona. Aramıza buz gibi bir sır girmiş ve sır saklamak kendimi bildim bileli fazilet. Rol yapmak yani fiilî yalan ve fazilet; nasıl bir araya gelirdi. Bana çöl gibi gelen o göl diyorsa göldü de, bu nasıl göldü? Bu göl derin. Beni boğuyor. Sır, söz olmaktan çıktı, yılan oldu içimde. Çatal dillerini, sarmalayıp sıktığı kalbimden beynime doğru tıslatarak uzatıyor. Vicdanım buz gibi gözlerimde duruyor. Ürperiyordum. Tükendi sanıyorum benliğim. Tükeniyorum. Bir imdat arıyorum. Bu derinliklerde kaybolmadan bir imdat. Bir ışık, bir iz, bir tünel… Yokmu bir yol Allah’ım. Bir seranat yok mu bu donan benliğe…
İşte, işte o ışık geldikçe genişleyen hüzmeleri yine vurdu kafesimin duvarına. Ve yine o duvar da kabardı. Sanki taş duvarlardan bir pamuktan nur sima belirdi. O geldi yine imdadıma. Kırçıl Dede’m. Ne sunacak acep bu girdap mağduruna…?
“Evlâdım, selamın sadıklaradır. Sen içinde aldatıcıya dışında yanıltıcıya karşı direnç gösterenlerden ol. Sana, kendin sırdır, kâinat ve yaratıcın sırdır. İlmin esrarı helaldir, yay. Ancak kişiliğin esrarı haramdır, tut. Açacağın sırra bir bak, bir kula zarar verecekse tut. O sana emanettir. Emanete hıyanet, nifaktır. Ve nifak ateştir. Kendini ateşe atma. Sırra sadık ol. Sır tutmak ikiyüzlülük değil, arabuluculuktur. Nice dostluğun halatları sırlar olmuştur. Hakkında söylenen herşeyi duyanlar, hiç kimseyle dost olamazdı. Nice sırlar vardır, asırlarda kalmıştır. Sır kâtibi son elçinin münafık listesini saklamasa, kıyamet o zaman kopardı. Sır altın gibidir. Sakladıkça ve biriktirdikçe güven verir ve güvenilir kılar. Sana emanet edilmesi emin görülmendendir. Sırrın, kıymetindir. Sırrın, kıymetindir. Sırrını tut, kıymetini bil, makamını yücelt. Sırların açık edileceği güne kadar sabret. Ser ver, sır verme.”
Ve gidiverdi. Kayboldu Kırçıl Dede’m? Sır oldu. Hoş, Kırçıl Dede’min kendisi “benim sırrım” değil miydi? Niye bana sırrı anlattı ki?
Ama ne olursa olsun vicdan duruşmamda kendimi savunamadığım bir anda hem vekil hem yargıç olarak tek celsede beraat veren hayırlı bir ziyaret yaptı yine.
Hayırla geldin, hayırlar getirdin. Uğurlar olsun.
Sağolasın Kırçıl Dede’m.
Bir yanıt yazın