12 Mart İstiklal Marşı’nın Kabulü
ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü Vesilesiyle:
BİR KIBLE TAŞI: AKİF
Bundan 90 yıl önce 12 Mart günü, Büyük Millet Meclisi, o karanlık günlerde milletimizin varlık ve beka iradesini en yüksek kararlılık seviyesinde ifade eden, Mehmet Akif Bey’in yüreğinden dökülen 41 mısralık muhteşem şiiri İstiklal Marşıilan etti. Milletimizin ‘milli mutabakat metni’ değerinde olan İstiklal Marşı’nı hâlâ aynı ruhla okuyoruz:
“Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklal!”
İdeal Adamı
Yüce meclisimizin milli marş yaptığı İstiklal Marşı’nın kabul edildiği bu günü, aynı zamanda Milletvekili de olan büyük şairi ‘Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü’ olarak da idrak ediyoruz, rahmetle anıyoruz.
“Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir?”
Diyen Mehmet Akif’i tek başına ‘şair’ diye anan kimseyi henüz duymadık. Ona istiklal şairi, milli şair, İslam şairi, İman şairi, millet şairi, vatan şairi… dendi. Demek ki şiirini inancına adayan bu adam, bir ‘ideal adamı’ydı.
‘Oku, şayet sana bir ‘hisli yürek’ lazımsa’ diyen Akif, kendisini Safahat’ıyla özdeşleştirir. gerçekten ‘Kitap gibi adam’ denilecek kalitede ve tutarlı yaşamıştır. Ülke kaygısıyla ağrıyan başı, millet sevgisiyle sızlayan yüreği, inancına olan bağlılığı ve memleket sevgisiyle koşturan bedeni; geride kendisine şerefli bir hayat, bize de örnek ve seçkin bir şahsiyet kazandırmıştır.
İdeal Adam
İnsan sevgisiyle dolu ‘hisli yüreği’ bütün bir millet için ve bütün Müslümanlar için çarpıyordu. Siyaset, O’nun için asla ‘Fırkacılık’ yani ‘parti fanatikliği’ olmadı. Hep ülke çıkarlarını önceledi. Aleyhine de olsa doğruları savundu. Bunun sayısız örneğini sergiledi. Mesela; Akif Bey dindar bir insandı. Fakat, aşırı sol görüşler savunan bir mesai arkadaşı, sırf politik tercihlerinden dolayı işinden atılınca bu haksızlığı protesto edip kendisi de devlet memurluğundan istifa edebilmişti. Beş çocukla beş parasız kalmayı seçmişti. Sözde değil, özde bir hak ve adalet adamı idi. O, kelimenin tam anlamıyla insandı.
Akif Bey ‘Muhafazakâr bir Müslüman’dı. Kendisi gibi muhafazakâr yanı güçlü olan II. Abdülhamit’in ‘istibdat’ uygulamasına karşı ‘hürriyetçi’ tavır alarak onun yönetim biçimine karşı çıktı. Tahttan indirinceye kadar da muhalefet etti. ‘Bizden’ diye yanlış bulduğuna susmadı.
İttihat ve Terakki Partisi’ne üye olurken de derslik bir tavır almıştı: Üyelik yemininde ‘Partinin emirlerine kayıtsız şartsız itaat etmeye’ yemin içiliyordu. Akif Bey ‘Ben sadece doğru ve iyi olan emirlere itaat ederim’ dedi, Parti yemini bu tarihten sonra Akif Bey’in istediği gibi değiştirildi. Üye oldu, ama esir olmadı. Kişiliğinden ve fikirlerinden ödün vermedi.
Fakat desteklediği İttihat ve Terakki Partisi iktidarına da muhalif oldu. Çünkü onlar da özgürlükçü değil baskıcı bir yol izliyordu. Üstelik ülkeyi riskli maceralara sürüklüyorlardı. Benim partim demedi; ‘benim milletim, benim memleketim’ dedi. O, gerçek bir vatanseverdi.
“Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk,
Bak nasıl doğranıyor, kalk baba, kabrinden kalk!” dedi.
Bu adalete duyarlı insan, her haksızlık karşısında direndiği için her devrin mazlumu oldu. II. Abdülhamit’in baskılarının yerini, İttihat ve Terakki Partisi’nin eleştirel yazılarını durdurmak için baskıları arttığında onlara; O dönemde hapishanelerde mahkumlara sadece kuru fasulye yemeği verilişini kastederek: “Ben kuru fasulye aşı yemeye razı olduktan sonra beni susturamazsınız” diye meydan okumuştu.
İttihat ve Terakki Yönetimi tehditle susturamayınca Akif Bey’i rüşvetle susturmak istedi. ‘Dar’ül Hikmetül İslamiye’nin başına getirildi. Ancak bu sıfatıyla gittiği yerlerde de Milli Mücadele’ye destek çıktı, İstanbul Hükümeti’ni eleştirdi. Balıkesir’de yaptığı konuşma büyük etki yapınca İstanbul Hükümeti Akif Bey’i bu görevinden aldı.
Hakkında tutuklama kararı çıktığında sırtına gazetesinin malzemelerini sarıp yalınayak Anadolu yollarına yürüdü. Kastamonu’dan yaptığı konuşmalar el yazılarıyla çoğaltılıp Balıkesir’de, Konya’da, Diyarbakır’da mitinglerde coşkuyla okundu, duvarlara asıldı. Memleketin iki yakasını bir araya getiren, tek yumruk yapan, birleştiren, bütünleştiren, harç gibi bir ruh üflüyordu. Mehmet Akif, ‘ideal adam’dı.
Kıble Taşı Bir Adam
İstiklal Marşı’nı “kahraman ordumuza” ithaf etmiştir. Ödülünü de ‘gazi’lere bağışlamıştır. Yüce meclisimizin onurlu milletvekillerinden birisidir. Devletiyle problemi olmamıştır. Ama milletimizi de etnik ayrımcılıkları öne alarak bölmek isteyenler prim vermemiştir.
“Sen-ben desin efrad, aradan vahdeti kaldır,
Milletler için kıyamet işte o zamandır!
Akif Bey’i anlamalıyız. O, bugünümüzde de yaşanan sorunlara çözüm öneren bir idealist fikir adamıdır.
Mehmet Akif Ersoy’a kimse kolayca bir etiket vuramaz:
İslamcı deseniz, İkinci meşrutiyet döneminde İslamcı akıma uzak durur. Ama katıksız dindardır. İslam dünyasına öylesine aittir ki; Pakistan, Cezayir deyince yüreği yanmaktadır. Mısır’da dostları, Medine’de büyük aşkı vardır.
Türkçülüğü zaten ‘kavmiyetçilik’ olması nedeniyle eleştirdi, ama Milliyetçi eğilimlerin ağırlıkta olduğu İttihat ve Terakki’yi destekledi.
Osmanlı haritası için ağladı ama Osmanlıcı değildi çünkü Kuvvay-ı Milliye hareketini destekledi.
‘Tek dişi kalmış canavar’ saydığı Batı’nın işgalciliğini görürken batıcı olması zaten mümkün değildi. Bununla birlikte ‘Alınız Batı’nın ilmini, alınız fennini’ diyerek pozitif bilimlerdeki ileriliğinden yararlanmak gerektiğini savundu. Modernleşmeden yanaydı.
Sosyalistlerle ayrı görüşleri savunmasa da onların özgürlüğü için bedel ödemeyi göze aldı hep.
Padişahlığa değil cumhuriyete destek verdi, Cumhuriyetin demokratikleşmesi için çaba harcadı.
Akif, cumhuriyet döneminde elde edilen bağımsızlığın, ekonomik kalkınma hamlesinin ve devletin güçlenmesinin öneminin öyle bir bilincindedir ki, kendisini siyasetin muhalif rayına çekmek isteyenlerden bir demiryolu makasçısı maharetiyle yollarını ayırdı. Siyasetin girdabında tartışılan bir isim olmadı.
Kimsenin hizmetkârı olmayan çizgisini sürdürdü. Ama son nefesine kadar da devletine hizmet etti. En son, öldüğü yılda, 1936’da hasta haliyle Antakya’ya gitmişti, Hatay’ı Türkiye’ye katmak için. Her zaman yıkıcı değil, yapıcı oldu. Her zaman ya hayır söyledi, ya da sustu.
İslamcılığa değil, İslam dinine samimiyetle bağlıydı.
Kavmiyetçiliğe karşı ama millete yürekten bağlıydı.
Ayrılıkçılığa karşı ama tam özgürlükten yanaydı.
Batıcılığa karşıydı ama batıda gelişen pozitif bilimden yanaydı.
Cumhuriyet’e daha çok, daha çok demokrasi katmaya çalıştı.
Ona bir tanım yapacaksak şöyle anabiliriz: İnsandı, Müslümandı, Vatanseverdi, Aydındı…
Bu tanımlama, bugün de Türkiye’yi kucaklayan bir çizgiyi anlatmıyor mu?
Mehmet Akif, bir ideolojinin değil, ama bir idealin adamı olmayı seçmektir.
Türkiye’yi buluşturan, kalpleri birlikte çarptıran metnin sahibi, Türkiye’yi kucaklaştıracak sevgi dolu mesajı da taşımaktadır.
Anadolu’da ‘kıble taşı’ denilen yerler vardır. Ağırdır, yerinden oynamaz ve yön gösterirler. O, sabit duran büyük ve ağır kaya o yörenin istikametini bulmasını sağlar. İşte Akif de tarihimizin armağanı bir kıble taşlarımızdan birisidir.
Gençliğe Adanan Ümit
Mehmet Akif, bu ideallerini gençliğe anlatmış ve yüklemiştir. Bu gençlik, Akif’in dilinde ‘Asım’ adı ile sembolleşir. Asım’ın nesli ise ‘Çanakkale’de vuruşan kuşak’tır. Gelecek onların elinde şekillenecektir. Ve Çanakkale’de destan yazan bu nesilden heyecan ve umut duymaktadır:
“Asım’ın nesli… Diyordum ya, nesilmiş gerçek!
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek!”
Asım’ın nesli’ne en önemli nasihati ümidini yitirmemesi içindir:
“Ye’s öyle bataktır ki düşersen boğulursun,
Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!”
Gençliğe, ideallerine kavuşmak için ‘biçare ve cahil dindaşlar’ ile ruhunu satmış, ‘üçbuçuk soysuz’ arasında bocalamadan ‘marifet(yani bilim) ve fazilet(yani erdem)’ değerlerinden güç alarak geleceğe yürümelerini tavsiye eder.
“Allah’a dayan(cesur ol), Sa’ye sarıl(çalış), hikmete(bilime) ram ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!”
Ülkemiz için halen tek çıkar yolun inanmak, çalışmak ve aklın ve bilimin yolundan sapmamak olduğuna inançla, büyük millet şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u rahmet ve minnetle anıyorum.
Bir yanıt yazın