DİKKAT HİÇ’İ HER ŞEY YAPAR
Hep “veli” kimdir diye sorardım kendime. İtikat kitaplarında tanımlarını bulmuştum. Sözlüklerde de vardı. Tasavvufun işi zaten veliyi anlatmaktan ibaretti. Ama koynundan haçı çıkaran hocalardan, ardından kuyruğu çıkan softalardan öylesine gına gelmişti ki. Evladına hakaret edip kötü söz söylerken gördüm bir cami müdavimini. Evladına merhameti olmayanın velayeti mi olurdu? Banka cüzdanından tanıdım birini. O uzun secdeler boyu gelecek faizi mi hesaplıyordu? Ya da hacca gidip parasını eksiltmemeye mi çalışıyordu? Bir başka, takvasına hayran-u gıpta ile baktığım kişinin daha peygamber ve şeyh arasındaki farkı bilmediğini öğrenmek şok etmişti beni. İtikaden defolu biri veli mi olurdu?
Öyleyse kimdi veli? Şu namaz delisi denen mi? Şu Kur’an bülbülü mü? Şu oruçsuz gezmeyen mi? Kim? Hızır sandığım hınzır çıkıyordu! Görünüş ve oluş hali eşit bulmak bir zat bulmak pek muhaldi. Uzaktan dağ gibi büyük gördüğüm insan yaklaştıkça küçülebiliyor, uzaktan küçümsediğim insan yaklaştıkça devleşebiliyordu. İçi adamsız elbiseler ve üstü elbisesiz adamlar tezatlar serencamında çatlayan kafamı daha da zorluyordu.
Bazan halkın evliyası, fakat hakikatte asi olanı tespit edebilmek için, kalplerini okumak istiyorum. Ya da görünmez olup gizli hallerine vakıf olmak. En azından izlemek istiyorum. Aldanmak istemiyorum. Himmet dilediğimin himmete muhtaç olmaması gerek zira. Yoksa yoksuldan varlık istemek gibi, çölden gül beklemek gibi boş olacak amelim. Belki himmet eden hiddete layıktır!
Ya Rab, sıkletteyim. Herkes mi evliya, herkes mi asi? Bunca veli varsa niye bunca zillet? Yok mu bir duası makbul? Ve ben, ben dokunamaz mıyım ellerine, bakamaz mıyım nur yüzüne? Herkes mi yalan söylüyor, yalanlara mı inanmış herkes? Bu kaos içimde gittikçe büyüyen bir boşluğa dönüyordu. Herkese şüphe nazarıyla bakan bir hasta ruh bedenimi işgale başlamıştı. Yıldızlar zevk, güller huzur vermiyordu. Göller sükûnet, orman suhulet sunmuyordu. Aykırılık kendimden tereddütler uyandırıyor ve yalnızlık kendimi mahkum ediyordu. Vicdanımın tanık olduğunu gece yarısı duruşmalarında sanık beni yargılayan hakim ölçülerim iddianameyi sunan iblis soylu duyguları savlarını reddetmeye yetmeyen irademden avukatlık bekliyordu ama nafile. Boşaydı. En ufak bir beraat gayreti yoktu içimde. Mağlubiyet, mahkumiyet ve mağduriyeti kader edinmeye razı bir teslimiyet göz aklarımı uzatıyordu geceye. Teslim olmuştum. Artık herşey kararmıştı. Uyku serilmişti içime. Yorulmuştum.
Ve ayrılık vurdu. Göz kapaklarımı mı vuruyor gelen, kapıyı mı? Duvarı mı vuruyor? İsteksizce açabildim gözlerimi. Bitkin ve ümitsiz bakışlarımı bir beyaz duvar değil bir beyaz duvak tuttu adeta. Her zamanki yerinden; ışığın içinden -Kırçıl Dede’m yedi renkli sesiyle yüreğime anahtar uzatıverdi. Her çözümün yeni sorunla geldiği dünyamda, her soruna bir çözümle gelen vukuf kaydıyla ruhuma süzülüyordu nasihatleri…
“Ey veli” sözleriyle irkildim. Bana ha! Veli ha! Ne münasebet! Aman Allah’ım!
“Ey evlat,
Mü’minler Allah’ın ve birbirlerinin velileridir. Hidayet, samimiyet ve istikamet; iman, ihlas ve salih amel bulunan her ku velidir. Velilerin bazılarından keramet de sadır olur. Lakin bu seni alakadar etmez. Sen Kur’an’ı yaşamaya memursun. Keramet de bu!
Dikkat et! Dikkat, hiç’i herşey yapar. kim ki yaklaştıkça büyür, velidir; kim ki yaklaştıkça küçülür asidir. Veli Allah’ın insan dostu ve insanın ilahi dostudur.
Veli dosdoğru olandır; terazide, sözde ve özde.
Veli sırlara değil zahiren ve ölçülerle hareket edendir.
İşte ölçüler. Ölçü baştan iyi olursa sağlam gidersin. İlk iliği doğru vurmazsan düğmeler hap yanlış gider.
Sen kendine bak, düğmelerine!”
Bir müdafi gibi imdadıma yetişen ve şimdi kaybolan Kırçıl Dede’m zor bir işi de boynuma astı. Sadece ibadetle velayetin olmayacağını öğretti. Hayatın her anını ibadet kılacak ölçülerle yaşamak! İşte bütün mesele! İnsan-ı Kamil olmak! Zor ve uzak bir hedef! Ama yüce! Gerçekleşmeyen yüceliğin peşinde koşmak, gerçekleşen alçaklığa düşmekten herhalde güzeldi!
Kendi gözümle göreceğim ve boyunduruksuz yaşayacağım!
Eksik olma Kırçıl Dede’m.
Bir yanıt yazın