ORTAK ÇİZGİDE BULUŞALIM-2
BİR MİLLET, KAÇ DEVLET?
Coğrafyanız da farklı olabilir, elbette. Bu da Milet olmayı engellemez. Azerbaycan-Türkiye yüzyılı bulan bir süre Berlin duvarı gibi arasına set örülmüş halde yaşadı. Ama gönlümüzde adı yine değişmedi: Can Azerbaycan! ‘Bir millet iki devlet’, Dedik. Pakistan’ın Hint asıllı olması ‘Biz Osmanlı’yız’ demesini engellemedi. Üstelik İngiliz işgali altında bile Kurtuluş Savaşı’mıza yardım etmek için çırpınmaları nedendi Pakistan halkının? Menfaatlerini düşünseler bu yaptıkları ahmaklık değil miydi? Kendilerini ‘bize mensup’ hissettikleri için yaptılar bu yardımı. Türk Dünyası dediğimiz coğrafya; Özbek, Kırgız, Tatar, Türkmen, Uygur, Tatar, Çuvaş, Başkurt…tur. Ama hepsi bir millettir… Önlerindeki bent kalktığı gün hepsi birbirine kavuşmak isteyen nehirler gibi kucaklaşmadılar mı? Bir asır neyi değiştirmişti ki? Demek ki ‘aynı millet’i oluşturuyorlardı.
MİSAK-I MİLLİ’NİN MİLLETİ
Kurtuluş savaşı yıllarına dönelim. Kurucuları Cumhuriyetin, milleti ne olarak tanımlıyordu? Kongrelerde Misak-ı Milli sınırlarının tanımlanışına bakalım: “Osmanlı ülkesindeki halkı Arap olmayan Müslümanların yaşadığı topraklar…” diye çizildi Misak-ı Milli sınırları. Anadolu topraklarında yaşayan bu ‘millet’, ‘din birliğine sahip olmak ve Arap çoğunluk olmamak’ kayıtlarıyla coğrafyasını çizdi. Fakat bu dev ‘millet bedeni’ne ‘vatan coğrafyası’ tam olarak kurtarılarak giydirilemedi. Cumhuriyet devrinde bu millet sırtüstü uzanınca haritaya, kolları, ayakları dışarıda kalıyordu artık. Rumeli, Kafkaslar ve Mezopotamya bulunması gereken yerde değillerdi yani. ‘Propaganda’ filmiyle kitleselleşen bir gerçek vardı; sınırlar çizildi, ama bir köyün ortasından geçtiler: amcaoğulları, kardeşler iki ayrı ülke vatandaşı yapıldı. Yani milleti ayrılığa zorladılar hep. Kopartmaya, kırpmaya çalıştılar kenarından kenarından. Makedonya, Mezopotamya, Kafkasya; halklarıyla birlikte hem içinde ayrıştırıldı, hem Ana kıtasındaki Millet gövdesine yabancılaştırılmak istendi.
MİLLET NEDİR?
Öyleyse millet nedir?
Millet bir kültür birliğidir. Kültür nedir? Kültür, dil, din, tarih ve kader birliği sayesinde birlikte üretilmiş değerlerdir. Dikkat edilirse bu değerlerin hepsi manevi değerlerdir. Ruhsal bağlardır. Kendini bağlı hissetme duygusunu sağlayan ögelerdir. Yani, parayla, pulla, zorla, silahla millet olunmaz, millet oluşturulmaz!… Hani bir söz vardır; önemli olan çocuk yapmak değil, adam yapmaktır, diye… Etnik köken ‘çocuk yapmak’tır. Millet olmaksa ‘adam’ olmaktır! İşte bizler birer ‘çocukluk’ olan etnik kökenlerimizi, milletleşerek ‘adam’ haline getirmiş halklardan oluşan bir toplumuz.
Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Yerli yersiz eleştirilir fakat, Atatürk’ün millet tanımına bir bakalım: “Aynı kültürden insanların oluşturduğu topluma millet denir.” Burada, etnik köken, ırk, soy gibi biyolojik aktarımı milletin esası saymamış; aynı değerleri paylaşan ve birlikte değer üreten toplumu millet saymıştır. Yani bilimsel, sosyolojik bir tanımlamadır bu. Irkçı, etnik kimli,kleri ezen bir yaklaşım değildir. Dolayısı ile Anadolu’da bin yıldır birlikte ortak kültür üreterek Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’i, Azeri’si, Gürcü’sü, Abaza’sı, Boşnak’ı, Arap’ıyla bu toplum, tek millet olmuştur.
MİLLET OLMAK, ADAM OLMAKTIR!
Soyut bir kavram olan kültürü caddelerde, binalarda, evimizin içinde, kılık ve kıyafetimizde, bütün iş ve ilişkilerimizde somut şekilde görürüz. Örneğin yeşil, kırmızı ve beyaz renklerinin düğünlerde, törenlerde kullanılışı Anadolu ve Rumeli’nin her tarafında var olan bir kültürdür. Yine Nevruz aynı coğrafyanın ortak bir kültürüdür. Demek ki buralarda ‘aynı millet’ yaşamaktadır.
Maalesef bugün kültür, herkesin sözünü edip; herkesin başka şey anladığı bir hal aldı. Bu denli önemli bir kavramı, bilimsel ve doğru biçimde yaşatmalıyız. Televizyonlarımızda kültürden magazin anlaşılır olmuş, özel hayatla ilgilenme kültür konusu sanılır olmuştur. Yahut kim ‘batılı gibi’ ona kültürlü deme kompleksi yerleşmiştir. Devletimiz, yıllarca ‘önce kalkınalım, sonra kültür gelir’ anlayışıyla yönetilmiştir. Acıdır. Çünkü bu,‘çocuğumuzun önce karnını doyuralım, kişiliği önemli değil’demekle aynı yanlışlıktır. Bugün bazı çocuklarımızı kaybetmekle karşı karşıya isek temel nedeni burada aranmalıdır.
Ecdadımız belki kültür teorileriyle fazla uğraşmamıştır, fakat onu mükemmelen yaşamıştır. Kültürümüz hem çok eskilere dayanır hem de geniş bir coğrafyaya yayılır. Eski olması nedeniyle birbirine eklenen tecrübeleri yüksektir. Ve o ölçüde de bünyesi sağlamdır. Bu deneyim zenginliği ve birikim büyüklüğü sayesindedir ki milletimiz, asırlar içinde zaman zaman bağrından çıkan yaramaz evlatlarını yeniden kazanmayı hep becermiştir. Bu bütünlük davasında kültürel politikaların önemi eğer kavranırsa, daha az acıyla mutlu sona ulaşacağımız şüphesizdir.
Bir yanıt yazın