Yağmurun Ellerinden Tutarak
Galiba bir rüyâydı.
Tuttuğum yağmurun elleriydi. Serindi. Unutulmazdı. Kendinden geçmiş vakitlerde ayak üstüydük.
O vakitler Dosto ‘Yeraltından Notlar’ yazıyordu, Safa ‘Yalnızız’ı elime tutuşturmuştu. Meriç’in ‘Bu Ülke’sinde Niyazi Yıldırım’ın ‘Atlılar’ı nal vuruyordu.
İzliyordum: ‘Devlet Ana’ ‘Ergenekon’u açmıştı. ‘Kapital’ göçük altındaydı. Manisalı’nın ‘Ahtapot’u da Cooper’ı çiğneyen ‘Apokalips’in Atlıları’nı salmıştı diyar diyar! Ortalık toz dumandı.
‘Sivil Örümcek Ağı’na yapışmış kelebekler gibi çırpınıyorduk.
Bense, yağmurun ellerinden tutmuştum. Ne toz beni yutar, ne güneş beni yakardı. Serindi. Unutulmazdı…
Duramadı bulutum, duramazdı. Rüzgârlar alıyordu. İndi katından ve bıraktı kendini yağmur.
Topluca iniyor, ama damla damla düşüyordu. Ben ellerinden tutuyordum, o ellerimden bırakmıyordu.
İndiğim yerlerde Tâifler dolanıyordu. Hendekler, Uhudlar gün sayıyordu. Ve gökte bir Bedir dolanıyordu. Artık bu bir rüya değildi. Uyanmalıydı. Gerçekler karşımda duruyordu ve ben duramıyordum:
“Alev alev bir annenin yüreği,
Yanıyorsa eğer beni öldü say!
Kurşun yemiş ak ceylanın yarası,
Kanıyorsa eğer beni öldü say!
Gecenin yarısı saat onbuçuk,
Ayakları çıplak, elleri açık,
Durakta bekleyen simitçi çocuk,
Donuyorsa eğer beni öldü say.
Asım’ı özledim kavga yerinde,
Sığı buldum, istemedim derinde,
Gençlik iğrençliğin teneşirinde,
Yunuyorsa eğer beni öldü say!”)
Ben de bir insanım, gencim, benim de çocuğum var olacak ve ben de kader mahkûmlarından biri olabilirdim. Kıpırdamıyorsam, Aycı gibi: ‘beni öldü say!’
Göz yumduğun zulüm büyüyor, büyüyor ve gelip seni de yutuyor. Dalga dalga yaşıyorsun; her ekilen rüzgâr fırtınalar biçtiriyor.
Onun için haksızlık karşısında dikilmeden mutluluk yatağında yatamıyorsun.
Yağmur gibi hâllerine ağlamak… O da en şerefli acizlik.
Ama hakkın yok ki buna. Yürüyeceksin. Lakin, hayat bırakmıyor ki. Hücren sekiz aylık örülü duvar. Gidemiyorsun ki.
Bir himmet sahibi var mı? Var, ama gelemiyor ki! Çıksan dışarı, aykırısın. Uysana sen de! Göz yumsana. Boş versene.
İşte yine boğulmak üzereyim bir girdapta. Şu düşünceler yükselmese gırtlağıma kadar. Şu mücadele duygusu doluşmasa göğüs tasıma… Şu açmazlar kesmese yollarımı…Yine hicranlardayım. Yine doluyum. Bir imdat arıyorum.
Ve geldin. Yine geldin Kırçıl Dedem. Vaktinde tam çıktın yine sahneme. Işığını verene kurban olayım. Ne yapmalıyım?
“Evladım, serin ol. “‘Lâ’ süpürgesiyle yolu temizlemezsen ‘illâllah’ sarayına varamazsın.” Tüm putlardan arın önce.
Sonra, sabır… Sabır, musibetleri mükâfâta çeviren bir tılsımdır. Zor olana talipsin. Evet, amellerin en üstünü de en güç olanıdır. En güç olanı nefsi mağlup etmektir.
Nefsini yenmenin en güçlü delili: haksızlık yapan güçlüye karşı durmaktır.
Şûra sûresinde buyurulur: “Haksızlığa uğradığınızda yardımlaşın.” Örnek insanın haksızlık karşısında susanı ‘dilsiz şeytan’a benzetmesi ondan. “
Teşekkür ederim Kırçıl Dedem. İstediğimden fazlasını verdin. Gördüğümden ötesini söyledin. Serinledim.
Hikmet böyle bir şey demek ki. Yağmur gibi. Böyle mühim bir şey…
2000
Bir yanıt yazın