MAKUL İNSANLAR ÜLKESİNE DOĞRU
Türkiye’de siyaset üzerine yazmak, bir çıfıt kazanına dalmak gibidir. Bu ülkede yaşayıp, üstelik siyaset yazıp o kazanın içine girmeden bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
1993 yılında dönemin aydınları arasında yankı bulan, Bayrak Dergisi’nde yayınlanan ve bir Fransız düşünürün kitabından hareketle Türkiye’ye yönelik analiz yaptığım ve zamanın Tempo dergisinin de kapak konusu olan ”Cumhuriyetçi kim, Demokrasi ne?” başlıklı bir makalemi, bugün içinde bulunduğumuz Cumhuriyet/demokrasi- din/laiklik eksenli rejim tartışmalarını anlamada yararı da olacağı düşüncesiyle, özetle tekrarlayarak konuya girmeyi uygun görüyorum.
Bu Çelişkileri Ne Açıklar?
Bizim analizimize göre; Türkiye’de Solcular var; fakat türbanı savunan da var karşı çıkan da. Sağcılar var; laikliği savunan da var karşı çıkan da. AB’ye taraftar olan dindar da var, karşı çıkan muhafazakar da. AB’yi savunan solcu da var, karşı olan da. İdeolojik görüşleri eksen alarak insanları dağıtmaya alıştığımız 70’li yılların Türkiye’si gibi değil artık Türk aydınları.
Aynı ideolojik saftakiler farklı siyasal eğilimler taşımaya başladılar. Sağcılık ve solculuk artık tanımlamada yetersiz kaldığı gibi, İslamcılık ve milliyetçilik de kendi içinde farklı nitelikler gösterir oldu.
Öyleyse bu yeni yapıyı nasıl bir yorumla anlamlı hale getirebiliriz? Açıklamaya kavuşturabiliriz?
Gerçekten, o gün uç veren durum bir 14 yıl sonra bugün bariz şekilde saflaşmaya dönüşmüştür. Aynı kökten gelen AKP batıcı ve muhafazakar, SP batı karşıtı muhafazakar olabiliyor! Yahut CHP ile DSP’nin solculukları bir türlü bağdaşmıyor.
Cumhuriyetçi-Demokrat Ayırımı
Bu durumu ne ile açıklayabiliriz? Batı etkisinde gelişen Türk siyaseti Batılı refleksler vermeye başlamıştır. Bizde net olmasa da Batıda belirgin bir ayırım vardır: Cumhuriyetçi ve Demokrat ayrımı.
Cumhuriyetçi için en önemli güç ordudur. Demokrat için parti ve sivil toplum örgütleri…
Cumhuriyetçi için öncelikli değer milliyetçiliktir, Demokrat için insan hakları…
Cumhuriyetçi dini devlet kontrolünde ister, demokrat dini vicdan özgürlüğü olarak görür…
Cumhuriyetçi laikliği dini dışlayan bir rejim olarak görür, demokrat laikliği ‘inanç özgürlüğü’ olarak görür.
Cumhuriyetçi merkeziyetçi yönetim ister, demokrat yerel yönetimlerin güçlenmesini, merkezin küçülmesini ister…
Cumhuriyetçi millet(ulus) eksenli düşünür, demokrat halk(etnik ve kültürel gruplar)ı esas alır.
Cumhuriyetçi planlı ekonomi ister, demokrat serbest ekonomi…
Cumhuriyetçi memur ve işçi tabanını önemser, demokrat esnafı ve iş adamını sever.
Cumhuriyetçi sınırları bekler, demokrat banka ve borsaları.
Cumhuriyetçi için vatanseverlik bağımsızlıktır, bayraktır, demokrat içinse yol, su, elektriktir…
Bu ayırım, 14 yıl önce çok anlamlı bulunmamış olabilir; fakat bugün toplumun gerçekte buna göre saf tuttuğu söylenemez mi?
Ayrı kökler Aynı Dalda Buluşuyor
Demokrat oldukları için tamamen farklı dünyaların insanları olan Nuray mert, Nilüfer Göle, Ertuğrul Özkök, Atilla Yayla, Mehmet Barlas, Abdurrahman Dilipak ve Toktamış Ateş aynı safta duruyorlar.
Cumhuriyetçi oldukları için farklı ideolojik kökenlerin temsilcileri Doğu Perinçek, Rauf Denktaş, Aytunç Altındal, Oktay Ekşi, Mümtaz Soysal, Ergun Göze, Haydar Baş aynı safta duruyorlar.
Onun için Cumhuriyetçiler meclisin cumhurbaşkanı seçmesinden tatmin olmuyorlar; ordu-YÖK- Aydınlar üçlüsü; zinde güçler belirlesin, meclis onaylasın istiyorlar.
Onun için demokratlar Meclis’ten başka güç tanımayız diyorlar.
Cumhuriyetçiler demokratları dünyanın her yerinde yabancıya açıklıkları nedeniyle ‘satıcı’ sayar. Demokratlar da dünyanın her yerinde cumhuriyetçileri ‘baron’ görür.
Cumhuriyetçilikten Yola Çıkıp…
Doğrusu, kendi siyasal kökenimizde de bu durumu destekleyen izler vardır. Çünkü batı tarihi ile paralel olarak; Fransa etkisiyle başlayan Cumhuriyetçilikten, Almanya etkisiyle gelişen demokratik Cumhuriyete ve İngiltere-ABD etkisinin arttığı son dönemde de Demokratlığa kayan bir Türkiye yaşıyoruz.
Atatürk Cumhuriyetçi bir parti kurdu. Cumhuriyetçi bir lideri, İnönü’yü de başına getirdi. Ancak son döneminde İnönü ile yolları ayrılmış, dünyadaki gelişmeleri görerek İnönü’nün tutuculuğuna karşı demokrat Celal Bayar’ı iş başına getirmişti. Atatürk öldüğü vakit Cumhuriyetçi Demokrat’tı.
Nitekim demokrat mirasını millet tuttu; fakat cumhuriyetçi kadroların elinde duran devlet bürokrasisi, dönüşerek bir türlü demokrat misyonu hazmedemedi. Atatürk’ün ölümü ardından paralardan ve devlet dairelerinden onun resmini atıp kendi resimlerini bastıran İnönü, böylece, Atatürk’le aykırı çözüm yollarını savunduğunu adeta ilan ediyordu aslında.
Merkez-Çevre Teorisi ile Uyumlu
Şerif Mardin’in meşhur teorisine göre; merkez(cumhuriyetçi dediğimiz) ve çevre(demokrat diye andığımız) kesim arası çelişki süregeldi. Demokrat hareketler, cumhuriyetçi güçlerle sürekli gerilim hatlarında yaşadı. Demokratların Cumhuriyetçi ayarı zaman zaman darbelerle yapıldı.
Bu nedenle; şu cumhurbaşkanlığı seçiminde ne var? Altı üstü birisi seçilecek. Niçin bu kadar gerilim oluyor? Diyenlere katılmıyoruz. Gerçekten Türkiye’nin ana gerilim hattı tam bu konudur. Cumhuriyetçilerin sigortası bir makam demokratların eline geçerse, kurulu dengeler demokratlar lehine bozulacaktır. Ve eğer bir askeri müdahale ihtimali yoksa,
Cumhurbaşkanlığı seçimleri bunun için bir milat olabilir!
Bu noktada, Tayip Erdoğan’ın şahsını kastetmiyoruz; kim gelirse gelsin Ak parti grubu bir demokratı Cumhurbaşkanlığına getirecektir. Zira misyonları budur.
Türkiye’deki İlginç Zirve Dengeleri
Türkiye’de dengeler böyle kuruludur: Cumhurbaşkanlığı’nda Cumhuriyetçi Evren varken Demokrat Özal Başbakandı. Çelişkilerden denge çıkıyordu. Demokrat Özal Cumhurbaşkanı olunca Cumhuriyetçileşen(!) Çiller, Yılmaz ve Demirel gibi demokrat misyonun temsilcileri aynı çelişkinin dengeleyici parçası oldular.
Demokratlar bir kez o makamı ele geçirdi, Turgut Özal zamanında, o da reformlarını yapmak için uyumlu hükümet bulamadı. Ömrü de vefa etmedi. Sonradan Cumhuriyetçileşen cumhurbaşkanı Demirel’e cumhuriyetçi koalisyon hükümeti kuruldu; 28 şubat’ın önü açıldı. Kurumsal yapı içinde demokrat misyonun direnci yoktu çünkü.
Yaman çelişki’nin Amansız Dengesi
Ardından Cumhuriyetçi Sezer Cumhurbaşkanı seçildi, demokrat bir akım olarak AKP iktidara geldi; (muhafazakâr) demokrat Tayyip Erdoğan’la çelişkileri sayesinde yine istenilen denge kuruldu.
Şimdi, demokrat bir cumhurbaşkanı(faraza Abdullah Gül) ile demokrat bir Başbakan(mesela Tayyip Erdoğan) bir arada olursa ne olur? Türkiye’nin 82 Anayasası ile kurguladığı cumhuriyetçi siyasal eksen (ABD-İngiltere etkili) demokrat tarafa kayar. Bu ise şimdiden hangi sorunları doğuracağına dair uç veriyor: Cumhuriyet gazetesi akıl almaz bir gerilim stratejisi izliyor: “Cumhuriyeti kaybetmeye şu kadar gün kaldı!” Aslında Cumhuriyet değil cumhuriyetçi ekolün anlayışı iktidardan inecek, kaygı bu. Fakat öyle sevimsiz bir yol izliyor ki milletin bu propagandaya inanması imkansızdır! Tezinizi doğru işleyeceksiniz ki kabul görebilsin.
DSP, CHP, İP, Sendikalar… meydanlarda. Niçin? Çünkü Cumhuriyetçiler, demokratlara makam kaptıracaklar. Onun için bir aradalar. DYP, ANAP gibi partiler niçin yok? Onları Demokrat damarları da var da ondan! Yoksa onlar da Ak Parti Cumhurbaşkanını seçsin istemiyor!
Demokrat Cumhurbaşkanı Demokrat başbakan Olursa…
Demokratlar Cumhurbaşkanlığı makamını alırsa ne olacak? İktidar da –bugün göründüğüne göre- demokratlardan oluşacaktır. Bu demokrat uyum, Cumhuriyetçi değerlerde aşınma yapacaktır. Başta üniter yapı sorgulanacak, millet kavramı içsel anlam kaymasına uğrayacak, ‘milli dış politika’ açık toplum kurallarına göre değişecektir…
Fakat bu sistemde demokratlar tatmin olmayacaktır; çünkü Cumhurbaşkanlığı Cumhuriyetçi zihniyetin oluşturduğu bir sistemin makamıdır. İşi ‘Başkanlık sistemine’, demokrat akımın çizgisine götürmek isteyeceklerdir. Belki de bir daha Cumhurbaşkanlığı seçimi olmayacaktır bu ülkede. Üstelik federasyon konuşulabilecektir. Etnik ve dini kimlikler ön plana çıkacaktır.
Demokrat cumhurbaşkanı Cumhuriyetçi Başbakan…
İkinci bir ihtimal ise şudur: Demokrat cumhurbaşkanına Cumhuriyetçi bir hükümet kurarak baraj oluşturmak, stratejik önem kazanacaktır. Bu nedenle sürpriz ittifaklarla gelişen bir cumhuriyetçi parti, demokratlara tek başına iktidar huzurunu tattırmayacak şekilde meclise gelebilir. Gelecek bir iktidar sol demokrat unsurlarını tasfiye ederek cumhuriyetçileşen CHP veya DSP, MHP gibi koyu cumhuriyetçi bir akım olmayacaktır. DYP, sahip olduğu demokrat köken, Mehmet Ağar’la başlayan cumhuriyetçi aşı ile kurduğu dengeyle, yeni şartlara en uygun denge partisi olarak Anayasal rejimin hizmetine girebilir gözüküyor. Fakat olabilir mi? Bugünkü cevabımız: Hayır.
Birinci ihtimale herkes hazır olsun. Türkiye demokratlaşacak; üçüncü demokratlaşma dalgası da yaşanacak böylece.
Bize gelince… Türk Modeli Öneriyoruz…
Biz öteden beri cumhuriyetimize daha çok demokrasi katmaktan yanayızdır. Cumhuriyetin şırasını bozmadan demokrasinin nimetleriyle milleti bezemek…
Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu çizginin bu olduğunu sanıyoruz. Laiklikle barışık dindar, din ile barışık aydın, bağımsızlığı savunan demokrat, özgürlüklere inanan cumhuriyetçi…
Olamaz mı? İlle Batı şablonları içinde mi kalacağız? Türk modeli kurulamaz mı?
Türkiye zaten böyle bir model oluşturmamış mıydı kurulurken? Osmanlı’nın mirası bu değil miydi?
Makul milliyetçilik, makul dindarlık, makul sosyal demokratlık ve makul demokratlık…
Ortak paydalarda buluşan, birbirini hazmedebilen, saygılı, makul insanlar ülkesi…
Biz buna oynuyoruz…
Bir yanıt yazın