ANAYASA: SİYASET VE HÜRRİYET ARASINDA

ANAYASA: SİYASET VE HÜRRİYET ARASINDA

Osman ARSLAN

 Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet  

Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten

                                              Namık Kemal

Bu ülkenin tarihinde hürriyetçi akımlar anayasacılık hareketlerinin de kaynağıdır.  Anayasa, ‘Padişah’ı sınırlandırmak’ o ölçüde de özgürleşmek demekti. Hürriyetçi söylem için bir anayasa yaparsak “Padişah, ‘efendimiz’ olmaktan çıkacak, bizler de ‘kulları’ olmaktan kurtulacaktık!” Bu nedenle, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nde toplanmış genç Türkler, Namık Kemal’in kaleminden hamasi ‘hürriyet anayasası’ çağrılarıyla dalgalanıyordu. Adını Mithat Paşa koyacaktı İngiliz tezi yeni anayasal sistemimizin: Meşruti Monarşi!

‘Hürriyet Anayasası’na kavuşmak için neler yapmadılar!

BİR ANAYASA İÇİN ÜÇ PADİŞAH

Engel gördükleri Sultan Abdülaziz Han’ı, bir koca Padişahı katlettiler! Bir diğerine ‘deli’ damgası vurdular: “İradesi zayıftır, sözümüzden çıkmaz” diye getirdikleri Sultan V. Mehmet’in ‘zekice hamlelerini’ görünce çılgına dönüp, O’nu aklından vurdular; uydurma ‘deli raporu’ ile tahttan indirdiler! Yerine, bu sefer ‘pazarlıkla’ yeni Padişah getirdiler. ‘Evhamlı ve korkak’ dedikleri II. Abdulhamit’i karşısına alıp Mithat Paşa, şartlar ileri sürdü: “Anayasayı yapacaksın ve sembolik Sultan olarak kalacaksın!” Elbette kabul etti ve Padişah oldu.

Öylesine güçlüydüler ki padişahlarıöldürüyor, indiriyor, getiriyor, götürüyorlardı. Oyuncakları olmuştu bu gençlerin devlet-i Âl-i Osman.. Peki, bu gücü nereden alıyorlardı? Kimdi bu ilk Anayasamızı dayatanlar?

KİM Kİ BUNLAR?

Tarihçi Bozdağ’ın aktardığına göre bunlar ve daha nice gelişmeler, Mithat Paşa öncülüğünde, Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Rüştü Paşa, Ziya Paşa ve Namık Kemal’in her akşam kurdukları çilingir sofralarında gece tezgahlanıp sabah peydahlanan senaryolardı. O devirde, bu etkin isimleri halkın ‘İngiliz Mithat’, ‘Sıpa Hüseyin’, Flip Ziya’, ‘Düştü Paşa’ gibi lâkaplar takarak anması, dayandıkları gücün millet olmadığını göstermeye yeter sanırız.

Her portreyi tek tek ele almak elbette bu makalenin harcı değildir. Ancak, öncüleri ve konumuz olan ’anayasaların siyasal arka planı’ bakımından ilk anayasanın mimarı, padişahlar tayin eden kudretli Mithat Paşa’ya bir fasıl açmamak, eksiklik, hatta Anayasacılık tarihimize haksızlık olur sanırız.

MASADA İKİ İNGİLİZ!..

Gerçek adı Ahmet Şefik’ti. Hikmet Tanyu, 1889 tarihli E. Drumont’un “La France Juwe”(Fransız Yahudileri) kitabının 1. Cildinin 113. Sayfasından naklen Yahudi olduğunu yazar. Ayrıca, 1979’da bir suikasta kurban giden Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Başkanı Kemal Fedai Coşkuner de Mithat Paşa’nın Macar uyruklu bir Haham’ın oğlu olduğunu kaydeder. Aslında Yahudi olması da değildi sorun olan; Her adımını danıştığı, sürekli haberleştiği birisi vardı; İngiltere’nin özel yetişmiş ajanlarından birisi: Simon Deutsch. 1848 Viyana ayaklanmasına katılan bu baba dostu Yahudi asıllı sosyalist aydın, Fransa’ya kaçmak zorunda kaldıktan sonra bir ara Marx’ın yerini de almıştı. Gariptir; bu profilde birisi sonra da gelip Milliyetçi Jön Türk hareketine dahil olur, harekete ve Mithat Paşa’ya yön verir. İlk Anayasal düzenleme sayılabilecek Tanzimat fermanının kahramanı Mustafa Reşit Paşa, Mithat Paşa’yı Masonluğa dahil ettiği gibi bürokraside yükselmesini de sağladı. Tarihçi Prof. Yılmaz Öztuna, ‘Bir Darbenin Anatomisi’ adlı eserinde organize bir çalışmadan söz eder; Mustafa Reşit Paşa tarafından Mithat Paşa’nın önce bir önemli göreve atandığını, sonra da Avrupa basınının onu efsaneye dönüştürdüğünü; Mithat Paşa’ya bilhassa İngiltere’nin açık ve güçlü desteğini anlatır. Ali Yörük’ün ‘Türkiye Neden Böyle’ adlı eserinde naklettiği İngiliz Dışİşleri Bakanı’nın Osmanlı’yı temsilen Mustafa Reşit Paşa gibi Sadrazam Mithat Paşa’yı da görünce “Karşımda Mithat Paşa varsa masada Osmanlı yoktur; iki İngiliz vardır” sözü tarihin kaydettiği en dramatik tespitlerden birisidir. İşte, ilk Anayasamız olan Kânun-i Esâsi bu şahsiyetin eseri olacaktır.

PADİŞAHLIK ŞARTI: ANAYASA

II. Abdulhamit, Amcası Abdulaziz’in öldürülmesini görmüştü. Onun mücadelesini anlıyordu. V. Murat’ın üç aylık ‘tirajik’ iktidarı sonrasında Çırağan Sarayı’na ‘deli’ diye hapsedilmesini ibretle izlemişti. Sina Akşin’in ‘Türkiye Tarihi’ ve İlber Ortaylı’nın ‘İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı’ eserlerinde belirttikleri gibi, İngiliz fitnesinin, ülkede Osmanoğulları’nın, yani Sünni Türkmen KayıHanedanlığı’nın iktidarını bitirmek isteyen ve yerine, mezhep çatışmasını tetikleyecek olan, alevilere dayalı farklı boydan padişah atama amaçlı, yapay ama ses getiren girişiminin de farkındaydı. Abdülhamit, Müstemleke Valisi edasındaki Mithat Paşa (aslında İngiltere) karşısında verdiği sözü tuttu: Başa geçer geçmez Kanun-ı Esasi (Anayasa) hazırlatma talimatını verdi. Meclis-i Mebusan’ıaçtı, Kânûn-ı Esâsî, 23 Aralık 1876’da ilan edildi.

ASKIDA ANAYASA

Ancak, bu kuşatmayı yarmak için kolladığı fırsatı üç sene sonra bulabilecekti: Kendisi karşı olduğu halde ’93 Harbi’ne ülkeyi sokarak ağır bedeller ödetmesini’ gerekçe yapıp, Anayasanın verdiği yetkilerle hükümeti ve Meclis-i Mebûsân’ı feshetti, buna ilaveten Abdülaziz’in katli olayına karıştığı iddiasıyla Mithat Paşa’yı tutuklatarak süreci kontrolüne almayı başardı. Kendi hatıratında bu konuyu şöyle dile getirir: “Mithat Paşa’nın emmim Sultan Abdülaziz’in ölümünde suç ortağı olmasını da bağışlarım da, bir Osmanlı veziri ve sadrazamı olarak yabancı bir devletin hizmetinde bulunmasını asla bağışlayamam! Çünki tutuklanacağı sıradaki tutumu ve İngiliz Konsolosluğu’na sığınmak istemesi, kime güvendiğini ve kimin hizmetinde olduğunu açıkça ortaya koymuştur! Böyleyken, valilikleri sırasında devlete ettiği hizmetleri hatırlayarak idam cezasını hapse çevirdim.”

İNDİRİLME NEDENİ DE ANAYASA

31 Mart Vakası olarak bildiğimiz 24 Temmuz 1908 darbesi ile Abdulhamit’in tahttan indirilmesinin gerekçesi de aynı olacaktı: Anayasa!

Elmalılı Hamdi Yazır’ın gazete yayınlarına dayalı iftiraları esas alan ‘Hal’ (tahttan İndirme) Fetvası’nı II. Abdulhamit’e, Yahudi Emmanuel Karasso, Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esat Toptani ve Arif Hikmet Paşa tebliğ ettiler. Bu insanların arkasında Mustafa Kemal’ler, Mehmet Akif Ersoy’lar, Said Nursi’ler, Hasan Basri’ler… de olacaktı!.. Tek ses vardı ülkede yükselen:  “Hürriyet isteriz, yeniden anayasa isteriz.”

İLKİ NÜFUZ, İKİNCİSİ YIKIMA GÖTÜRDÜ

Birinci Anayasa hareketi olan Tanzimat’ın arkasında İngiltere ve Avrupa vardı ve siyasi sonucu ülkeyi yabancı nüfuzuna vermek olmuştu. İkinci anayasa hareketi olan 1876, bu nüfuz gücünün kasıtlı hareketleriyle Ayastefanos’ta devleti yıkılmayla yüz yüze getiren bir ihanetin ambalajı olmuştu.

ÜÇÜNCÜSÜ YIKTI

1908’de üçüncü anayasacı hareket gelmişti. Bu da, niyetleri doğru ama istikametleri yanlış rehberlerin elinde devleti Sarıkamış, Filistin, Kut’ul Ammare, Çanakkale felaketlerine; yani yıkıma götürdü. Bunların hepsi siyaseten İngiliz/Avrupa dayatması ile gerçekleşen anayasacılık hareketleriydi. Önderleri de en hafif ifadesiyle Batının sevdalıları, gönüllü kulları idi.

Dördüncü anayasacılık hareketini, Kurtuluş Savaşı’nı yöneten Gazi Meclis yaptı. Meclis-i Mebusan ‘Misak-ı Milli’yi kabul edince, 1881’de Abdülhamit’i kınayan İngiltere bu sefer kendisi Damat Ferit Hükümeti’ne Meclis’i feshettirdi. Bu Meclis de Ankara’ya gelip ‘Kurucu Meclis’ olarak çalışmaya başladı.

DÖRDÜNCÜ: MİLLETİN ANAYASASI

İlk işleri, kurdukları Encümen-i Mahsus’a Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu hazırlatmak oldu. Ergun Özbudun ve Bülent Tanör gibi Anayasa Hukuku uzmanlarına göre devrinin en demokratik, ileri metinlerinden birisiydi hazırlanan. Dış güçlerin dayatması olmadan, millet iradesi ile hazırlanan ilk metindi. Bir milleti ayağa kaldıran, derleyip toplayan 1921 Anayasası ruhu, imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet çıkardı. 1923 değişikliği ile Cumhuriyeti ilan eden Anayasa da bu metindi.  Onun da ömrü ancak 3 yıl olacaktı.

YENİDEN BAŞA DÖNDÜK

Beşinci anayasacılık hamlesi 1924 Anayasasıoldu. Hazırlayan, 1921 heyetinin de başkanı olan Yunus Nadi idi. Dr. Rıza Nur ‘Hayat ve Hatırlarım’ kitabında Nadi’nin ‘Rodos’ta eğitim almış Yahudi dinine bağlı bir Selanik dönmesi’ olduğunu yazar. Üstelik Meclis zabıtlarında, “Çürük eyer satarak milli kuvvetlere tuzak kurduğu” nedeniyle vekillikten atılmasıve cezalandırılması tartışılmış bir kişiydi bu! Heyetin diğer üyeleri de Nadi’ye teşneydi!

İbrahim Arvas’ın iddiasına göre yıllar sonra Atatürk, Yunus Nadi’ye, “Sen benim şerefimle oynuyorsun. Hangi Yahudi şirketini tetkik edersek; kulakların, şirketin arkasında görünüyor. Sen Cumhuriyet’i çıkaracak bir şahsiyet değilsin. Yarından itibaren gazeteyi çıkarmayacaksın. Aksi takdirde seni toprak altı ederim!” diyerek Cumhuriyet gazetesini diyerek kapattırmıştı.

HEP AYNI ELLER

Yeni Mithat Paşa’mız olan Nadi’nin başkanlığında hazırlanan 1924 Anayasası, 1921’in Meclis’te tartışılırken “Lehistan (Polonya) Anayasası’nın aynen aktarıldığı” tartışmalarının da pek revaç bulduğunu kaydedelim. İtirazlar, 1924 Anayasası’nın baskıcı bir sosyalist düzen getireceğini iddia edenlerce ortaya konuyordu. Nitekim tahminler boşçıkmadı. Laikliğin ve çağdaşlığın devrimci ve katı bir yorumuyla hareket eden Nadi’ye uzak olmayan ‘Kadrocu’ sol grubun rehberliğini yaptığı Kemalizm ve İnönizm elinde ceberrut bir yönetim kuruldu. Mustafa Kemal bu grubu ve dergiyi kapattıysa da İnönü elinde gizli-açık iktidarlarını korudular. Anayasal imtiyazları ve ellerindeki ‘Tek Parti’ iktidarı ile, ‘Çağdaşlık’ sloganı gölgesinde halkıinim inim inletiyorlardı. Mithat Paşa’nın, Enver Paşa’nın jakoben anlayışını yenileyen, halktan kopuk, Avrupa’ya endeksli bir anayasal hayattı bu. Çağdaş olmayı, kimliği değiştirmek, batılılar gibi olmak olarak gösteren bu anlayış halka tepeden bakıyordu. Makul, halkın sesini taşıyan CHP’liler “Devrimlerin bu şekilde uygulanması gerekmiyor” dese de kâr etmiyordu. Osmanlı’yı yıkan eller şimdi Cumhuriyet’in can damarına yapışmıştı.

İTTİHATÇILIKTAN DEMOKRATLIĞA ÇOK PARTİLİ HAYAT

Türkiye’de çok partili düzen 1909’da Kanun-i Esasi’de yapılan değişikliklerle kurulmuştu. Onlarca parti arasından İttihat ve Terakki’nin sıyrılıp tek parti haline gelmesi 1913 Bâb-ıÂli baskını ile, yani kanlı bir operasyonla oldu.   1923’te Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri Halk Fırkası’na dönüştü. Cumhuriyetn ilanı sonrasında adına Cumhuriyeti de ekleyen bu parti 1924 sonrasında omurgasını eski ittihatçıların oluşturmasıyla ‘komitacı ve tek partici’ İttihat ve Terakki Partisi’nin çizgisine kaydı. İşte Osmanlıyı yıkan zihniyet, vatan kurtarıldıktan sonra Cumhuriyeti yönetmeye de başlamıştı. Belki de yetişmiş kadrolar hep onlardandı; başka bir çözüm de yoktu…

Bu şartlara karşı halk, büyüyen tepkisini her kurulan yeni parti üzerinden gösterdi: Önce 1924’te Kazım Karabekir’in Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda toplandı. Muazzam teveccüh toplayan bu Parti, Doğu’da Şeyh Sait ayaklanmasının çık/arıl/masından sorumlu tutularak, kapatıldı. Kazım Karabekir’ler, Refet Bele’ler vatana ihanetle suçlandılar. Sonra 1930’da Serbest Fırka ile yapılan ikinci denemede de millet coşkulu teveccühünü bu partiye yöneltmişken, tehditler altında kendisini feshetmek zorunda kaldı. Ardından 1946’da başlayan Demokrat Parti dalgası durdurulamadı. Ve sonra dolgu sebeplerle 1960 yılında 37 alt rütbeli subayın emrindeki askerlerle yaptığı 27 Mayıs Darbesi, milletin derin yarası halini alacak bir şekilde, üç demokrat liderin asılarak idamıyla sonlandı. Bütün bu Fırkaların bir anayasa hayali vardı. Özgürlükçü bir anayasa. Bu sefer, Osmanlıdaki gibi seçkinler ve batıcılar değil, halk istiyordu.

ALTINCI ANAYASA: YİNE AYNI ELLER, YİNE KANLI YILLAR

1960 Darbesini yapanlar, 1961 yılında yeni bir Anayasa yaptılar. İstanbul Tasarısı ve Ankara Tasarısı adı altında hazırlanan Anayasa Taslaklarının müellifleri solcu, çoğu Yahudi kökenli veya milli ve manevi değerlere kaşıt; Hıfzı veldet Velidedeoğlu, Sıddık Sami Onar, İlhan Arsel, Muammer Aksoy gibi hocalardı.  Adeta, “Size bir anayasa lazımsa onu da, yine biz yaparız” diyorlardı. Bu ‘güya Atatürkçü’ler, “Atatürk’ün Anayasası”nı değiştirmediler, kaldırdılar. Özgürlükleri cömertçe veriyorlardı. Lakin Dünya ve Türkiye gerçeklerine uzak bir Anayasa olduğunu anlamak için çok geçmedi. Soğuk Savaş dönemiydi. Ülkede anarşi kol gezmeye başladı. Suçu Anayasa’da bulan Adalet Partisi hükümeti bu metne dokunmaya kalkışınca 1971 muhtırası geldi. Muhtırayı verenler Anayasa Komisyonu kurdurup değişikliği de kendileri dikte ettiler. Her on yılda bir yıldızları saydığımız “darbekratik” cumhuriyet devri başlamıştı.  Türkiye, 1961 Anayasası ile birlikte Anayasa Mahkemesi tarafından hukukun içinden TSK tarafından hukukun dışından 1924 sonrası devlete tüneyen dış bağlantısı sağlam ‘seçkin dar kadro’nun kontrolünde tutulmaya devam ediyordu. Sadece yöntem değişmişti.

TESADÜF BU: YEDİNCİDE DE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

1971 yaması da çözüm olmadı. Anarşi, kurtarılmış bölgeler, grevler, devalüasyonlar sürdü, gitti… Dış güçlerin “bizim çocuklar” dediği kuvvetlerin egemen olduğu TSK 12 Eylül 1980 günü ‘güvenliği sağlamak’ gerekçesiyle yönetime el koydu. Anlaşılan oydu ki, artık harekete geçirebildikleri bazı subaylar değildi, emir komuta zinciri içinde tüm orduydu. Nihayet, hedef yine anayasaydı. 1982 Anayasası “Kontrollü demokrasi” düzenini daha bir perçinledi. Bunu mevcut kontrol mekanizmalarına çok daha etkin bir enstrüman ekleyerek yaptı: Milli Güvenlik Kurulu. Zaten darbeyi yapan Milli Güvenlik Konseyi, çıkarttığı“Anayasa Düzeni Hakkında Kanun”la birlikte 1961 Anayasası’nı kaldırmış, bütün güçleri kendisinde toplamıştı. Adeta bu yapı anayasa ile kalıcı kılınmak istenmişti. 82 Anayasasını hazırlayan komisyonun başında anayasa hukukçusu Prof. Orhan Aldıkaçtı vardı; yine Yahudi Bezmen ailesinin akrabalarından birisiydi. Bu kadar tesadüf nerede olabilirdi?

BİR ANAYASAYA BİN YAMA

Yüde 99’a yakın bir oyla kabul edilen 82 Anayasası’na sahip çıkan da olmadı, Bu kadar değişiklik yapılan bir başka Anayasa da! Özal’lı yıllarda, 82 Anayasası’nın askeri disiplinini ilk bozan Medya oldu. 1993 yılında Tv yayıncılığı üzerindeki devlet tekeli kalktı. 1995 yılında Çiller döneminde 1980 ihtilalinin meşru olduğu hükmü kaldırıldı. 1999 yılında özelleştirmenin önünü açan değişiklik yapıldığında da Ecevit Başbakan’dı, 2001’de anayasadan temel hakları sınırlandıran maddeler çıkartıldığında da… Terör olaylarının doğurduğu 82 Anayasası’na terör kavramının 2002 değişikliği ile girmesi ilginç bir durumdur. Artık AK Partili yıllardı. 2002 yılında Anayasada yapılan affa uğramış cezaların seçilmeye engel olmasının kaldırılması yönündeki bir değişiklikle Recep Tayyip Erdoğan’ın da kesintisiz ve yükselerek sürecek olan siyaset yolu açılmıştı. 2004 yılında ölüm cezası kaldırıldı, 2005’te banka açma yetkisi Bakanlar Kurulu’ndan alınıp BDDK’ya verildi, 2006’da Milletvekili seçilme yaşı 30’dan 25’e indirildi. 2007 yılında Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, 2010 yılında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkıve HSYK’nın seçimle belirlenmesi kuralı getirildi.

ANAYASALAR ZOR DEĞİŞİRDİ HANİ?

Bu kısa anayasa tarihi panoramasında da görüldüğü gibi anayasa tepeden inme gelince değiştire değiştire bitiremedik. Değişikliklerin istikametinin devletin daralması, özgürlüklerin genişlemesi, liberalleşme ve hukukun üstünlüğünü sağlama amaçlarına yönelik olduğu da bu özetteki başlıklardan anlaşılıyor. Normalde çok zor değiştirilmesi gereken anayasada her yıl onlarca maddede değişiklik yaparak 2017 yılına kadar geldiğimiz ortada. Bugün ilk haline göre 82 Anayasasının yarısından fazlası değişmiş durumdadır!

1921 ve 2017 AYNI RUHU TAŞIYOR

Fakat 2017 değişikliği bir başka oldu. 18 maddede birden değişiklik yaparken sadece ülke değil Avrupa da karıştı. Tarihi okudukça gördük ki anayasalarla oynamak milli kaderle oynamak, tarihle oynamak gibi, hatta ateşle oynamak gibi bir şey. Tepeden inme anayasaların lastik gibi çekiştirildiği, delik deşik edildiği için birbirimizle uğraşmaktan ilerleyemiyoruz. Demek ki anayasa tarihimiz bize kökten sürme, en geniş katılımla yapılan anayasalarıöneriyor. Halkoyuyla gelen 2017 değişikliği, 2010 gibi bu açıdan 1921 Anayasası’na ruhen bağlıdır.

HAYATIN DOĞAL AKIŞINA AYKIRI

Yine anayasalarımızın hazırlayıcılarına özellikle dikkat çektik. Gördük ki, 1921 ve 2017 hariç anayasalarımızı hazırlayanlar toplumun kahir ekseriyetinin mensup olduğu köke ve değerlere değil başka fikirlere bağlıydılar. Hatta somut örgütsel bağları, yabancı devletlerle ilişkileri olan kişilerdi. Etnik veya dini kimlik ayrımcılığını asla onaylamayız. Elbette bu ülkede herkes eşit söz hakkına sahiptir. Ancak, kaderimizi belirleyen, çilemizin kaynağı olan metinleri, oydaşma ile değil sekter çalışmaların ürünü olarak ve hep aynı azınlık grup yazmışsa, bunu da iyi niyetli ve hayatın doğal akışına uygun bulamayız. İşte 2017’nin hazırlayıcıları bakımından da demokratik ve milli niteliği anayasa tarihimiz açısından önem arz etmektedir.

YETMEZ, ARKASI GELMELİ

Yap boz anayasası olmaması için bugün yapılanın da yetmeyeceği kanaatindeyiz. Kese budaya ‘bir kuşa çevirdiğimiz’ bu anayasayı, ilk kez bu çapta ‘topluma dayalı’ değiştirebildik. Bu tarihi fırsatı kullanmalıyız. Türkiye yeni ve tam anlamıyla sivil bir anayasayı baştan ve geniş konsensüsle yapmak için kökten sürme bir hazırlık çalışmasınıtabandan Meclise doğru yükseltecek demokratik süreçleri şimdiden başlatmak gereklidir.

HEDEF TAM SİVİL ANAYASA OLMALI

Kuşkusuz bu kısa anayasa tarihçesi bile 2017 referandumunda cesaret edilen şeyin ‘neyi değiştirmek’ olduğunu takdir etmeye yeter. Üstelik 1921 hariç, hangi anayasa çalışmamızın içinde Avrupa yoktu ki bu sefer karışmalarına şaşırıyorduk? Tek fark, ‘yapan eller’in değişmesiydi. Meclis yapıyordu. Milletin temsilcileri hazırlamıştı, halk da karar veriyordu. İşte Avrupa’nın ve ülkedeki seçkinlerin rahatsızlık noktası tam da burası olmalıydı. Yıllardır kendilerinden güdümlü ellere, istedikleri kıyafeti diktirmişlerdi ülkemiz için. Değişen oydu.

 2017 değişikliklerini gerekli kılan ülkenin travmatik sorunlarını hızla aşıp 2023’e kadar normalleşmiş bir Türkiye geleceği kurmalıyız. Önerimiz, tam sivil anayasa için hedefin 2023 olması, 100. Yılında yeni Türkiye’nin sivil anayasa ile taçlandırılmasıdır.  2019’la birlikte bu çalışmanın başlaması100. Yılında Cumhuriyet’e 1921 ihtişamlı milli iradesine dönüş anlamına gelecektir. Yeni Türkiye’ye bu yakışır.

Madem toplumsal uzlaşmaya dayalı ‘tam sivil anayasa’ istedik, tam buraya; talebimizi temellendirmek adına bir saptama ile girmekte yarar vardır. Batı ve İslam Medeniyetinin anayasa tarihlerinin başlangıçlarına mukayeseli olarak bakmak faydalı olabilir.

“TANRI’NIN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKTÜK”

19 Haziran 1215 yılında; “Tanrı’nın önünde diz çöktük.” Sözüyle açılan Fermanı kaleme alanlar Papa Üçüncüİnnocentius, Kral John ve baronları, İngiltere’deki tebayı güvenceye alacak “Magna Carta Libertatum” da söylenen “kapsamlı ve sürekli bir istikrardan faydalansınlar diye…” anayasa yapmışlardı. Biz şimdi 2017 Türkiye’sinde; aynı gerekçelerle anayasa değişikliği yapmaktayız.

MEDİNE ÖRNEĞİ

Medine Vesikası’nı da hatırlamalıyız.     Magna Carta’dan 400 yıl sonra kendisine destek veren (biat eden) Müslümanlarla birlikte yaşayacağı üç Yahudi ve iki Arap kabilesinin ileri gelenlerinin ön kabulünü alıp “Medine Sözleşmesi” imzalayarak “Hukuk Devleti” çağını açan Hz. Peygamber, Papa gibi ‘dini kimliği’ ile imzalamadı o metni, sadece ‘Yönetici’ olarak imzaladı. Medine Vesikası, tıpkı Magna Carta gibi dini değil dünyevi karakterde bir metin içermekteydi. İşte laiklik gibi bir ‘din-dünya savaşı’ başlatmadan, ‘dinden ödün vermeden dünya işlerini ayrıca ele alındığı’ ilk anayasal metin böylece Medine Vesikası oldu!

HALKLA YAPILAN İLK ANAYASA: MEDİNE

Magna Carta’da taraflar Papa, Kral ve baronlardı; yani imza töreninde halk yoktu. Oysa Medine Sözleşmesi’nde Allah elçisinin masadaki sıfatıyönetici, muhatapları doğrudan doğruya halkın temsilcileri idi. Yani demokratik anayasal metnin ilk örneği Medine Vesikası idi.

MEDİNE VESİKASI ÇOĞULCU

Magna Carta’daki imzacılar Hristiyanlardı. Oysa Medine Vesikası, Müslümanlar, putperestler, Hrıstiyanlar ve Yahudiler arasında yapılmış tam bir çoğulcu toplumsal yaşam zeminine hitap ediyordu.

UYGULAMADA BAŞARI DA MEDİNE’DE

Uygulamasına baktığımızda Magna Carta’yı Katolikleri kayıran nitelikte görüyoruz. Bu nedenle Batı’da/İngiltere’de dinin siyasete taraf olarak girdiği her durumda ortaya çıkan türden radikal bir hareket; püritenizm (fundemantelizm/selefilik) doğmuştu. Halbuki Medine Vesikasının uygulamasında, birbirine zıt olduğu halde hiç bir gruptan ayrımcılık yapıldığı iddiası yükselmedi. Reaksiyoner bir akım da doğmadı. Bu, Medine uygulamasını(İslam Yönetim Modelini) model almaktan vazgeçip, teokratik/monarşik/feodal düzene dönüşen yönetimler döneminde İslam toplumlarında ortaya çıkacak bir hastalık olacaktır.

İLK OY VEREREK YÖNETİM BELİRLEME YÖNTEMİ

 Medine Vesikası ile ortaya konan iktidarı belirleme yöntemi, Akabe’ye dayanan ‘biat’(oy verme) yöntemiydi. Bu, Peygamber(SAV) sonrasında hemen hanedanlık başlamasının önüne geçti; çeşitli tarzlarda biat(oy verme) yöntemiyle devlet başkanları seçilmeye devam etti. İşte, Müslümanların asırlarca terk ederek kendilerine köhnemeye mahkum ettikleri tarihi yönetim devrimi de, bu oldu. Asırlar geçecek İslam’ın yeryüzüne armağanı olan ‘oy verme yöntemiyle iktidar belirleme’ye bizi zorlayan, hürriyetçi anayasal düzenlemeleri bizlere dayatan, işte bu ‘geriden gelen Batı’ olacaktır. Elbette içinde ‘işgal ve sömürü emeli’ taşıdığı için de haklı bir defans görecekti.

ÖZETLE

Özetlersek, İslam anayasacılık deneyimi, başat örneği bakımından Batı orijinine göre daha plüralist(çoğulcu), daha demokratik(katılımcı), daha seküler(dünyevi), daha liberal(özgürlükçü) niteliktedir. Batı karşısında, bu yönden duyulacak bir kompleksimiz olmamalıdır.

İSLAM, KENDİ ORTAÇAĞINDAN ÇIKMALIDIR

Ancak, aynen Hristiyan Ortaçağı’nda yaşandığı gibi İslam Ortaçağı da kendisini teo-politik oportünizme teslim etmiş, Hristiyanlığa göre daha adil ve kansız ama yine zulümlerle de dolu; ‘keyfiliğe (saltanata) alan açarak Medine’nin ‘hukuki disiplinini’ gevşeten bir Ortaçağ yaşatmıştır. İçinden geçtiğimiz son asır, belki ileri yüzyıllarda İslam’ın kendi ortaçağından çıkma çabasıyla özetlenebilecektir.

MÜCADELE VE TESLMİYET KÜLTÜRÜ

Magna Carta uygulamada sorunlar çıkarıp tiranlıklara döndükçe, tabiri caizse yeni Magna Carta’lar yapan Batı, önce kendisine sonra bizim önümüze anayasal düzenleri, hukuk devletlerini geliştirip, getirdi koydu. Mücadele ile kazandılar. İslam toplumları ise hazır sunulan mükemmel bir başlangıç fırsatını, ‘çağı için olabilecek en çoğulcu demokratik hukuk devleti modelini’ sadece 30 yıl sonra bozup krallıklara çevirdi. Teslimiyetçilikle tükendi.

2017 HALKOYLAMASININ MESAJI: MEDİNE’NİN TECDİDİ FIRSATI

 2017 oylaması da, sonuçları bakımından taşıdığıönem nedeniyle halka sorulması anlamlı olan bir oylama olmuştur. Katılımın yüksekliği demokratik niteliğini perçinlemiş, birbirine yakın çıkan oranlarher kesimi yeni sisteme dahil etmeye yaramış, dengeler içinde birlikte yaşamaya, uzlaşı kültürünü zorlar nitelikte çıkmıştır. Eğer İslam’ı ve hukuku yeterince kavramış isek, tam sivil anayasa ile Medine uygulamasının 21. Yüzyılda tecdidi için büyük fırsat doğmuştur da, denebilir. İşte ‘tam sivil anayasa’ önerimizi, mevcutla yetinmeyip bir çağdaş Medine Vesikası haline getirecek çalışmayı yapma çağrımız, bundandır.

Üstelik Ortadoğu’nun kaderi bu kadar Türkiye’ye endekslenmişken, eğer değerlendirebilirsek bu fırsat, İslam Medeniyetinin ikinci inkişafının da başlangıcı olabilir.

Tarih, tam kırılma noktalarında yeniden başlar.

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 2.1Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.7Bin Görüntülenme Sayısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 278

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?