AT, DEMİR, YAY VE OK
Osman ARSLAN
Malazgirt Zaferi bir süredir hak ettiği önem verilerek kutlanmaya başlandı. Malazgirt, Fetih, Çanakkale ve Dumlupınar Zaferleri Dünya tarihinde ve özellikle Batı bilincinde yerleşik kuvvetli vurgulardır. Bu günleri ayyuka ses vererek kutladıkça, onlara, “Türk, senin işçinin, ırgatının adı değil, tarihi değiştiren ve senin azgın hırsını her defasında Hak adına ezen gücün adıdır!” demiş oluyoruz. Milletimize ve dostlarına benlik ve özgüven, hasımlarımıza korku ve aşağılık duygusu veren tarihin bu ihtişamlı destanlarını hakkıyla işlemek; milletimize reva görülen ‘müstemleke hukukunu’ yırtıp ‘şerefli milletler’ ailesinin önüne çıkabilmesi için elzemdir.
ŞÜKÜRLER OLSUN!
Yeni Türkiye ‘Büyük Türkiye’ olacaksa bu muhteşem mazinin kanatlarına binmeden gerçekleştirmek hayal bile edilemez. Bu büyük mefkureye hayat verenlere, ülkemizin milli değerler bakımından çöl kuruluğunda olduğu vakitlerde zaferlerimizi yaşatmak için didinenlerden biri olarak bugünü görmek elbette bizlere şükür sebebidir. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere bu uğurda emeği geçenlere hakkını teslim etmemenin bir milli vebal olduğunu düşünüyor, teşekkür ediyoruz.
Ancak, yapılan programları dikkatle izliyor ve üzülerek görüyoruz ki Malazgirt’in ruhundan bir nefha gelse de Alparslan Gazi öncülüğünde gerçekleşen bu büyük medeniyet hamlesinin gerek dinamikleri, gerek stratejik anlamı, gerek tarihsel arka planı, gerekse dünya ve Türk tarihi bakımından değeri hak ettiği ölçüde anlatılamamaktadır. Bu temellerle birlikte işlenmedikçe Malazgirt ‘meşhur ama meçhul’ bir zafer olarak kalacaktır.
TÜRK KÜLTÜRÜ BAĞLAMINDA MALAZGİRT ZAFERİ
Bu nedenle Malazgirt Zaferi ele alınırken atlanmaması gereken bazı noktaları, ileride derinlemesine işlenmesi için hatırlatmak amacıyla vurgulamak istiyoruz. Bu yazımız, anlatılmayanlar üzerine olacak. Ancak konuyu “Türk Kültürü Bağlamında Malazgirt Zaferi” şeklinde kısıtlayacağız. Ne var ki, bu makaleden İslam tarihi bakımından, Batı tarihi bakımından da önemli kritiklere muhtaçtır. Bunları da yeri geldikçe değerlendireceğimizi belirtelim.
“ÜSTÜN UYUM BECERİSİ”
Her şeyden önce Malazgirt Zaferi’ni kazanmamızı sağlayan ‘üstün uyum’un sadece bir askeri disiplinden kaynaklanmadığını anlamak gereklidir. Bu göz kamaştırıcı uyumun, genetiklerinde yer edercesine Orta Asya’da binlerce yıl tekrarlaya geldikleri yaşam tarzlarının Türklere bir getirisi olduğunu bilmenin temel bir önemi vardır. Bu uyum, Türk organizasyon becerisinin adeta bir ‘toplumsal meleke’ye dönüşmesine neden olmuştur. Adana, Urfa, Maraş ve Antep Müdafaaları bu ‘meleke’ düzeyindeki uyum kabiliyetinin kuvveden fiile geçişinin seçkin örnekleri olarak yakın tarihimizin sayfalarında durmaktadır. 15 Temmuz Kıyamı da, aynı genetik kabiliyetin sahneye fırladığı destansı bir geceydi. İşte Malazgirt Zaferi, yeryüzünde bu denli yüksek seviyesi sadece milletimize mahsus olan bu ‘uyum becerisi’ni anlama, anlatma ve yaşatma vesilesi yapılmalıdır. Yapılmalıdır ki “Milletimiz yaşasın, düşmanları kahrolsun.”
TÜRK MESLEĞİ: AT ÇOBANLIĞI
‘İnsicam kabiliyeti’(uyum becerisi) Orta Asya’daki Türk ekonomisinin motoru olan ‘Çobanlık’ta, ama bilhassa ‘at çobanlığında’ gizlidir. Bahattin Ögel, Türklerin onbinlerce at sürüsüne çobanlık yaptığını, atlarıyla şöhret olduklarını, en önemli ihraç kaleminin atları olduğunu anlatır. Çin, Hint, Roma ve Moğolların Türklerden at almak için yarıştığı biliniyor. At çobanlığı öyle ayrıntılı ve zorlu bir iştir ki, koyun ve sığır çobanlığına benzemez. Her şeyden önce kuvvet gerekir. O nedenle koyunlara, sığırlara kadınlar, atlara erkekler çobanlık eder. Bu, hala Anadolu’da böyledir.
At çobanlığı, zor iştir. Tek at yetiştirmeye de benzemez. Her toplum yapamaz. Atların beslenme biçimleri, ehlileştirilmeleri, kaslarının geliştirilmesi, sürat antrenmanı, çeşitli aksiyonlara alışık hale getirilmeleri, tımarları, sütlerinin alınması, çiftleşmeleri ve cins tay edinilmesi hep sürü içindeki atlarla birebir ilgi gerektiren, zamanlı, hassas, sürekli ve çeviklikle birlikte kuvvet gerektiren süreçlerdir. Bir obanın erkekleri topluca ve organize bir biçimde sürekli at çobanlığı yaparlar ki ancak üstesinden gelinebilsin.
SIĞIR ÇOBANLARINA KARŞI
O nedenle ata çok iyi binen, at üstünde silah kullanabilen alpler yetişir Türklerden. Fakat püf noktası şurasıdır ki ‘at çobanlığı’ binlerce yıl boyunca işbölümü, liderlik, sürekli hareket ve hareket halindeyken uyum becerilerini gündelik olarak sürekli geliştiren bir Türk mesleğidir. İşte, Türklerde kadın ve çocuk işi olan koyun ve sığır güdenlere karşı at sürüleri yetiştirenlerin zaferidir Malazgirt. Malazgirt sığır çobanlarına karşı at çobanlarının zaferidir. Bugün, üstün vasıtaları, teknolojiyi üretenler gibi… Demek ki Malazgirt bize uzay çağını, dijital devrimin geldiği aşamayı yakalamamız gerektiğini söylemektedir.
ÖZGÜRLERİN KÖLELERE GALEBESİ: MALAZGİRT
‘At’ ile yaşamanın bir başka katkısı daha olmuştur Türklere. Tarih boyunca ilkçağdaki eski Çin, Hint, İran, Mısır ve Yunan toplumlarından başlayarak Orta çağ Avrupası’na kadar hep toprağa bağlı, tarımla uğraşan halklar kralları veya derebeyleri (Feodal beyler) eliyle köle (serf) olarak kullanılmıştır. Oysa toprağa bağlı yaşamayan Türkler, at sırtında olduklarından tarihleri boyunca halkın köle olduğu bir düzen asla yaşamamışlardır.
Türkler bilinen onbin yıllık tarihlerinde kölelik olmayan yegane millettir! Atatürk’ün Türkler için “Hürriyet ve istiklalin timsali” demesi boşa değildir. İslam da Türklerin bu ananesini desteklemiştir. Onu esir almaya kalkanlar, genlerinde binlerce yılın yer ettirdiği, imanından da beslenen nasıl bir aslanla karşılaşacaklarına şaşacaklardır! İşte Malazgirt, köle düzeni karşısında özgür insan modelinin zaferidir! Türk demek hürriyet ve istiklal demektir. Tarih boyunca olduğu gibi, Malazgirt’te de kazanan özgürlük olmuştur.
HALKI ORDU, ORDUSU HALK
At sırtında yaşayan bu insanlar doğal olarak her ferdi asker olarak yaşarlar. Yani, at sayesinde “halkı ordu, ordusu halk olan” tek millet Türkler olmuştur. Bu anlayış, milletin her bir ferdini devlet denen ulu çatının birer direği olarak görmelerine neden olmuştur. Bu durum ise her bileği muhterem, her kılıcı mümtaz, her ok sahibini şerefli tutmuş, herkesi eşitlemiştir. Bir Hakan vardır, bir de alp! Yani Yunan, Mısır ve Hint uygarlıklarında ve halen Batıda olduğu gibi Türklerde ‘sınıflı toplum’ bu nedenle oluşamamıştır. 20. Yüzyılda dahi, solun bütün uğraşlarına rağmen işçi sınıfı bilinci siyasal bir potansiyel olarak kalmış, kitleselleşememiştir. Zira Türkler sınıf kabul edemeyecek bir genetik bilincin ve inancın mensuplarıdır. İşte Malazgirt ‘eşitlik ve adalet’ üzere yürüyen bir erdem toplumunun zaferidir.
ORDU MEDENİYETİ
Bu asker millet, sadece ordu düzenine değil tüm yaşamına benzeri bir disiplin getirmiştir. Mimaride, müzikte, sanatta ve dini alanda kendine özgü bir disiplin aramıştır. Bu coğrafyada ibadetler bile bir intizam halinde, devletin direktifleri çerçevesinde ve topluca yapılmaktadır. Yani medeniyeti başıbozukluk(bireyselcilik) tanımayan bir ‘askeri medeniyet’tir. Bize, batıda atomize farklılaşmalar sağlayan bir araç olarak gelişen sivil toplum geldiğinde, sivil toplumu bile ‘adam’ ettik. Tüm STK’lar ‘hizaya’ girdi. Malazgirt’te Anadolu’ya giren ve bugün bize tevarüs eden Selçuklu Türk Medeniyetinin bu kadim ve karakteristik özelliğini hazmetmeden yeni medeniyet iddiamızın hayata geçmesi zordur. Malazgirt, böyle bir medeniyet hareketi olarak anlaşılmalıdır.
MALAZGİRT: PANTOLONLULARIN ETEKLİLERE KARŞI ZAFERİ
İbrahim Kafesoğlu “Türk Milli Kültürü” eserinde Yunan, Roma, Mısır, Arap, Hint ve Çin medeniyetlerinin hepsinin etek giydiğini, sadece Türklerin kadim dönemden bu yana pantolon giydiğini anlatır. Orta Asya’da arkeolojik bir kazıda M.Ö. IV. Yüzyılda yaşamış bir Türk üzerinde çıkan kıyafet Batı’da modacıları nasıl sarsmıştı hepimiz hatırlıyoruz: “Altın elbiseli adam” denilen bu kişinin üzerinde kemer, ayakkabı, pantolon, ceket, zırh, inanılmaz estetik ayrıntılarla altın, gümüş ve demir işlemeciliği dehası ile hazırlanmıştı. At çobanlığı ve asker millet olmak pantolon giyen bir millet yapmıştı Türkleri. Malazgirt, pantolon giyenlerin etek giyenlere karşı zaferiydi.
DEMİRDE DAHA USTA OLANLAR KAZANDI
İşte Türklerin (Türk dilinde temir, timur da denmektedir. Timur(demir)lenk(ayak) aksak Timur’un bilinen bir isimdir) yazının icadından önceden itibaren işleyen bir Millet olduğunu, Ergenekon destanı’ndan anlıyoruz. Türklerin zırhları, kılıçları demir işçiliğindeki ileriliklerini de gösterir Malazgirt’te. Malazgirt askeri bilim ve sanat alanlarında usta olanların zaferidir.
YAY VE OK: TANRI VE YERYÜZÜ
Türklerin öncü, vurucu ve en önemli birliği okçu birliğidir. Ok ve yay önemli olgulardır. Gerçek bir Türk yayının yapılmasının yıllar aldığını ve yüzün üzerinde parçadan oluştuğunu söylesek nasıl bir silahla muhatap olduğumuzu anlarız. Ögel’in aktardığı belgeye göre Mete Han M.Ö. 176’da Çin İmparatoruna yazdığı mektupta “Yay kullanan bütün halklar arkamda birleşti” derken Türkleri ‘yay kullanmakla’ ayırt etmekteydi. Yay ve ok Türklerin icadı ve alameti farikasıydı. Ancak ok ve yayın felsefi derinliği olan bir tarafı da vardır.
Said Başer’in “Kutadgu Bilig”e ilişkin eserinde, Tuğrul Bey’in, Emevilerin Arap Camii’ni Bizans’tan kurtarınca restorasyon yaptırırken mihrabına Allah yazısı yerine yay, Muhammed yazısı yerine ok çizdirdiği bilinmektedir. Çünkü Türklerin kadim kültüründe yay Kök Tengri (Gök Tanrı); Yeryüzü, ok’tur. Yaydan okun atıldığı gibi yeryüzü Allah’ın emrinde ve dilediği yöne gitmelidir. Bir kademe inince Hakan yay halk ok’tur. Bir kademe daha küçülünce baba yay, aile ok’tur. Okçuların atışı o nedenle Allah’ın adıyla ve Allah’ın dileği iledir. İşte Malazgirt’te asker bir milletin yeni İslam medeniyeti inkışafında Allah’ın emrine ram bir milletin dualarını arkasına almış okçular yürüyordu. Allah’ın yayına yeryüzünü ok yapmak istiyorlardı. Yani Osman gazi gibi “Davamız ilay-ı kelimetullah” diyorlardı.
TÜRKLER ŞAMAN DEĞİLDİ: MÜMİNLERİN ZAFERİ
Yine Said Başer’in incelemelerinden anlıyoruz ki Türk dilinin bilinen en eski iki kelimesi ‘Tanrı’ ve ‘kut’ kelimeleridir. Zekeriya Kitapçı başta olmak üzere pek çok tarihçi ve Türkolog tarafından ortaya konulduğu gibi Moğolların dini olan Şamanlık’a kapılan bazı kabileleri olsa da Türkler ilk evrelerden itibaren Gök Tanrı (tek Tanrı) inancını taşımaktaydırlar. Tanrı’nın öğretisine ‘Töre’(Din-Şeriat) demektedirler ve Töreye inanana ise ‘Türk’(İnanan-Mümin) adını vermektedirler. Türk kelimesi, son yüzyılda yapılmaya çalışıldığı gibi hiçbir zaman ‘ırk’ anlamında kullanılmadı. Bunu, “Türk Kültür Tarihine Giriş” ve “Büyük Hun İmparatorluğu” eserlerinde Bahaddin Ögel, Çin kaynaklarından da alıntılarla doğrular. Türk kelimesinin kökenine ilişkin, en baskını arz ettiğimiz olmak üzere üç ayrı iddia vardır.
Burada konumuz değildir ama şu kadarını belirtelim: Üç iddiadan hangisi doğru olursa olsun “Mümin/inanan” anlamına gelmektedir. İslam ile muhatap olduklarında, tümüyle müşerref oluncaya kadar geçen yaklaşık iki yüzyılda zor görmeksizin Müslüman olan tek millet olmalarının sebebi de bu oldu. İşte, inanç ve toplum yapılarını zorlamayan İslam ile çok çabuk özdeşim kurarak tarihte yürüyen bu millet, halen Batı bilinç altında Türk adını Müslüman diye okutacak biçimde kazımıştır. Malazgirt Türklerin/Müminlerin zaferidir.
TÜRK, CİHAT EDEN MÜSLÜMAN/MÜMİN DEMEK
Bu noktada rijit çıkışları nedeniyle İstiklal Marşı Derneği Başkanı İsmet Özel’in tartışmalara konu olan görüşüne de değinelim. Özel, “Türk, cihat eden Müslüman demektir. Yani Türk, Mümin demektir. Cihat eden Müslüman zenci olsa da ona Türk denir, Arap olsa da Türk denir, İngiliz olsa da Türk denir” demektedir. Boşnak Aliya İzzetbegoviç’in istanbul’da kendisini Türk olarak tanıttığı konuşmasını da unutmayalım. Özel’in bu ‘marjinal ifadeleriyle’ Türklüğün bir ırkı ifade ettiğine inanan milliyetçi çevreler alay etti, diğer yandan kendisini farklı milletlere mensup görenler ‘faşizan’ buldu. Bugün ülkemizde İngiliz/yahudi inşası olan egemen kültürün yadsıyacağı kadar aykırı olan bu sözler bir vakitler Hindistan’dan Afrika’ya kadar mücahitler kastedilerek ‘Türk milletini muzaffer et’ dualarına konu oluyordu.
MALAZGİRT BİRLEŞTİREBİLİR
Akif’in “Arnavut’um” dediği halde “Türk eriyiz” demesi ve Türk kelimesini hep cihat eylemine bağlayarak kullanması bundandı. Boşnak Fevzi Çakmak da aynı nedenle Türk’tü. Bizde Türk Milliyetçisi olan Kürt, Arnavut, Laz, Çerkez, Boşnak.. mevcudiyetinin sebebi de budur. Bugünün kültürel köklerinden koparılmış, kendi kavramlarının içi boşaltılmış toplumu anlayamasa da Özel tarihsel bir gerçeği aykırı düşme pahasına dile getirmişti. Belki bu yaklaşımıyla üzerimize Kürtçülükten sonra Lazcılık, Arnavutçuluk, Çerkezcilik biçiminde getirilmek istenen etnikçi ayrılıkçı tuzakları toptan bertaraf edecek bir milli üst söylemi tarihten geri çağırmaktaydı.
Konumuza dönersek, Malazgirt’te zafer kazanan işte bu Türklerdi: Allah için adanmış, savaşan Müminler!.. Alparslan ordusunun çoğu Türk’tü. Ama Kürt, Laz, Arap da çoktu. İşte Malazgirt, Muş’tan doğuya yönelen, belki de Türklük kavramına kuşatıcı bir anlam yükleyerek ayrılıkçı akımları yutan bir iç barış yolu açabilir.
İLİNİ(DEVLETİNİ) TÖRENİ(DİNİNİ) KİM YIKABİLİR
Kadim Türkçe’de “İl” barış demektir. İslam da “barış” demektir. Türk devletine “İl” denir. Yani devlet barış için vardır. İslam’ın da amacı barıştır; fitne ve fesadı kurutmaktır. Malazgirt Türklerin devam etmekte olan Ortadoğu ve Anadolu’daki katliam ve kargaşalara son verme adımıydı. Devletin de dinin de gayesini yerine getirecek olan hamleydi.
Haçlı Seferlerini başlatacak kadar Batı’yı korkutan bir geliş, elden çıkan Kudüs’ün Şark’ın en sevgili sultanı Selahaddin tarafından tekrar kurtarılmasına yol açacak ön alıştı.
Bilge Kağan ne diyordu?
BUDUR PEYGAMBERİN ÖVDÜĞÜ TÜRKLER
“Ey Türk(Mümin)! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe(kıyamet kopmadıkça) senin ilini(devletini) ve töreni(dinini) kim bozabilir(yok edebilir)?”
İşte Türklerin “dîn-ü devlet” kültürünün kodları.
Malazgirt zaferi bu kodlamanın bin yıl önceki adı, 15 Temmuz bugünkü!
Öteden beri yazılarımızda Türkler için “Allah’ın milleti” deriz. Allah’ın dinine adanan bir millet olduğu için!
Niyazi Yıldırım’ı rahmetle analım:
“Budur, Peygamberin övdüğü Türkler…
Ya Allah…Bismillah… Allahuekber”
Bir yanıt yazın