BARIŞ TÜRKİYE’DEN GEÇER

BARIŞ TÜRKİYE’DEN GEÇER

Dr. Osman ARSLAN

Barış Pınarı Harekatı ile Suriye’de yaşanan gelişmeler tartışılmaya devam ediyor. Bardağın boş veya dolu tarafına bakmaya göre yorumlar farklılaşabilir elbette. Ancak bakılması gereken doğru açı, Türkiye’nin dününe göre iyiye mi, kötüye mi yol aldığı sorusunun cevabında saklıdır.

Suriye Savaşı başladığında demiştik ki; “Suriye, Kuvvay-ı Milliye’nin başladığı yerdir, Suriye demek Türkiye demektir. Suriye’de yaşananlar bizim için ilk bakışta görüldüğü gibi bir dış politika konusu değil, Türkiye’nin iç meselesidir.

SURİYE SAVAŞI TÜRKİYE’SİZ BİTMEZ

Türkiye işin içine çekilmeden Suriye iç savaşı bitmeyecektir. Bu nedenle de 6 ayda Esad devrilir diyen yöneticilerimize katılmıyoruz. Bu savaş 6 yılda bile bitmeyebilir” şeklinde düşüncelerimizi yazmıştık. “Suriye belamız değil, balamızdır” diyerek sahip çıkmalıyız diyorduk. Mecbur kalarak da olsa, öngördüğümüz noktaya gelinmiş bulunuyor.

TÜRKİYE SAVAŞABİLİR ÜLKE OLDU!

Belki de böyle olması gerekiyordu: CIA kontrollü FETÖ komutasındaki bir orduyla nasıl Suriye’nin kuzeyine adım atabilirdik? Önce orduyu temizlemek gerekliydi, yapıldı.

ABD yapımı, kullanmamıza izin verilmeyecek ambargolu silahlarla mı sınır ötesine gidecektik? Kendi silahlarımızı yaptık ve yürüdük, kimse durduramadı.

Şehirleri köstebek gibi deşilmiş, kurtarılmış bölgeler oluşturulmuş Güneydoğu’muzla mı Suriye’ye müdahale edecektik? Önce çözüm süreciyle kan akması engellendi, ardından dost elinin ısırıldığı iki polisimizin kafasına sıkılınca görüldü ve Güneydoğu illerimiz barış ve istikrara kavuşturuldu, halk güvene alındı yola çıkılabildi.

PKK’nın şehirlerde bombalar patlatıp suikastler yaptığı, dağlarda kontrol sağladığı bir ülkeyle mi gidecektik Suriye’ye? Şehirler ve dağlar temizlendi, ancak ondan sonra “şimdi sıra sınır dışında” denilebildi. Sınırlar mayından temizlendi, kitlesel hareketler olduğunda kitlesel ölümler olmamalıydı, ordu da rahat yürüyebilmeliydi.

Bu süre zarfında onlarca devletin cirit attığı Suriye’de herkes kozlarını paylaşmış, taşlar yerine oturmuş, sular durulmuş renkler netleşmiş olmalıydı. Öyle de oldu.

Türk devleti güvenlik politikasını son derece planlı, kararlı ve istikrarlı bir politika ile kısa sürede koşulları lehine çevirecek şekilde dinamizme taşıdı.

Bu, Suriye savaşına ilişkin olayın görülmesi gereken birinci yönüdür: Savaş başladığında içeride çürümüş, tıkanmış ve sorunlar yumağı olmuş bir ülkeydik. Bugünkü Türkiye, beş yıl önce hayal edilemeyecek bir Türkiye’dir!

SADABAT, BAĞDAT, ADANA

Şimdi bir başka yönüne geçelim olayın. Türkiye’nin içine girdiği oyun, gerçekten yürek ister ve vizyoner liderliklerin cüret edebileceği nitelikte, ateşe el sokmak gibidir. Ama bunu da yapmak zorundadır. Nedenini anlamak için geçmişe kısa bir bakış yeterlidir:

Geçen ay, 16 Eylül’de şehit edilen Menderes’in iki bakanı Zorlu ve Polatkan’ı bu vesile ile rahmetle analım. Zorlu, Kıbrıs TMT(Volkan) teşkilatını kurmuş, bugünkü milli dış politikanın temellerini atmıştı. Hayatının en cesur adımı Bağdat Paktı’nı (Rusya-İran-Irak-Suriye Birliği) kurmak olmuştu. Zorlu’nun Bağdat Paktı’nda esin kaynağı birebir Atatürk’ün Sadabat Paktı idi. Atatürk gibi, bu Paktı gündeme getirmesinden kısa bir süre sonra üç siyasi de hayatlarını kaybettiler! Özal’ın da bilinen başarısız Irak ve Suriye düşüncesi yanında Azerbaycan’da İran ve Rusya’yı içine alan bir paktın ön protokol aşamasına geldiğini açıklaması ve kısa süre sonra (zehirlendiği iddiası ile) vefat etmesi ilginçtir. Ve yine bugün Türkiye yeniden bölgede Rusya-İran-Irak-Suriye birlikteliğini aramaktadır. Bu sefer başarmaya çok yaklaşmıştır.

SAHADA VE MASADA OLUNCA BARIŞ GELİR

Bu coğrafyadaki birlikteliğin bizim için de önemi büyüktür. Zira bu coğrafyanın doğal lideri Türkiye olacaktır. Bu liderlik Türkiye’yi dünya devletleri arasında birinci lige çıkartacak, çoğunluğu Türk ve Müslüman bu coğrafyanın zengin kaynakları Batı’nın da elinden çıkacaktır. Bu hedef, büyük ve yerli düşünen liderlerimiz Atatürk, Menderes ve Özal gibi Erdoğan’ın da hedefi haline gelecekti, gelmeliydi. İşte Astana ve Adana mutabakatları, Türkiye’nin Sadabat ve Bağdat Paktına tekabül eden yeni hamleleridir.

BM zirvelerinde, Washington’da, Moskova’da, Soçi’de, Astana’da, Adana’da masaya dirayetli oturan ve sahada da aynı kararlılığı gösteren Türkiye, bölgede barışın mimarı olacaktır.

AMELLERİN SONUNA BAKINIZ

Eminim yukarıda saydığımız diğer isimlere susan okurların bir kısmı Erdoğan ismine itiraz ediyorlardır.  Onlara, kısır çekişmelerden çıkıp büyük resme bakmayı öneriyorum: FETÖ onun elinde palazlanmadı mı, çözüm süreci neydi, BOP içinde ne geziyordu… demek yerine, “amellerin sonuna bakınız” niyetleri anlarsınız. Filmin sonunda, bütün iyi niyetleri tek tek öldürülen ve haklılığı kanıtlanmış bir irade hareket amansız adımlarla sonuca gidiyor mu? Hatta ABD ile savaşı göze alarak, tüm dünyayı “YPG PKK’dır” noktasına getirerek. Gerisi teferruattır.

Bir konudaki doğruyu, hakkı teslim etmek, her konuyu tasdik etmek demek de değildir; Suriye’de hakkı teslim etme konusunda bu kadar zorlanmayalım: Adana Mutabakatı tarihi bir başarıdır. Hiç olmazsa milli temel meselelerde milli birlik ve beraberlik içinde olalım.

BARIŞ PINARI’NIN ANLAMLARI

Bu mutabakata dayanarak yürüyen Barış Pınarı Harekatı herkesin söylediği gibi terör koridorunu bitirdi. Ama bunun da ötesinde ele alınması gereken anlamları vardır bu olayın:

NATO İLE HESAP GÖRME

Her şeyden önce Barış Pınarı, NATO’yu bitiren yıkıcı bir hamle olmuştur. Bir NATO ülkesinin Rusya’yla birlikte hareket etmesi NATO’nun doğrudan varlığını ve meşruiyet gerekçesini yok eden bir olaydır. Bu, Avrupa’ya karşı “Artık senin bir tamponun, koç başın yok; herkes kendi göbeğini kendisi kesecek” demektir. İngiltere Brexit’i üstüne Türkiye’nin bu hamlesi NATO için yeni meşruiyet arayışı doğuracaktır.

Bugüne kadar 6-7 Eylül olaylarından başlayarak, 1960, 70, 80, bölücü terör, 28 Şubat ve 15 Temmuz’da gençlerimizin, insanımızın kanını sebil gibi içen NATO kuyusunun kapağına değirmen taşını dayamak demektir Barış Pınarı Harekatı. Türk Devletinin NATO kontrolünden çıktığının resmi-askeri dille ilanıdır.

ÇUVALDIZ OLAN ÇUVAL

Askerlerimizin hala esir aldığı ABD menşeili teröristlerin kafasına çuval geçirmeye devam etmesi, bitmeyen bir hesabımızın, çıkmayan bir kuyruk acımızın olduğunu da gösteriyor. Çuval hadisesi, içimizdeki hainlerin o dönemde verdikleri bir tavizin eseriydi. Fakat etkisi bilinçaltımıza kadar inmiştir ve ABD her karşımıza çıkışında bilenen bir hançer gibi zihnimizde parıldayacaktır. Öyle anlaşılıyor. Bugün Ortadoğu’nun kaybedeni ABD, kazananı Türkiye olmuşsa, çuvaldız etkisi yapan o ‘çuval’ın da bir rolü vardır.

ARTIK MUHATABIMIZ ABD-RUSYA

Bu mutabakatın bir başka sonucu şudur: Türkiye artık devler ligindedir. Eskiden Yunanistan’la, Suriye ile, Bulgaristan’la, Ermenistan’la takışıp duran Türkiye, klasmanını değiştirmiş; ABD ve Rusya ile masaya oturarak üçüncü ülkelere ilişkin pazarlık ve planlar dayatmakta ve konuşmaktadır. Bu harekattan sonra bölücü hareketin, güneye de inseler Türkiye kaynaklı Kürtçü bölücü hareketin devlet olma şansı kalmamıştır. Çünkü tepelerinde bütün bir gücü ve kararlılığı ile kendini kanıtlamış bir Türkiye bulunmaktadır.

Denebilir ki Mahmut Abbas ve KKTC Cumhurbaşkanı aleyhte konuştu. Evet ama bu, Filistin halkının da KKTC halkının da gerçekleri görmesine fayda sağlamak dışında ne sonuç doğurdu ki? Asıl somut sonuç ABD ve Rusya’nın BMGK’nde verdiği veto, Macaristan’ın verdiği destek, Azerbaycan ve Pakistan’ın “Türkiye ile birlikte savaşmaya hazırız” açıklaması, Lübnan’da yapılan protestolarda Türkiye’ye gösterilen teveccühtür. Türkiye arık Abbas ve Akıncı’yı sinek vızıltısı gibi değerlendirecek bir ülkedir. Bu kararlı duruşla gidilirse Suriye’den başlayarak Arap Baharı’nı tasarlayanların umduklarını orta vade bir tarihte tersine çevirecek güç birliği doğabilecektir.

GÖÇMEN SORUNUNA ÇARE ŞART

Barış Pınarı Harekatı, Hükümete seçim kaybettiren olguların başında gelen göçmen yükünü de azaltmayla sonuçlanabilirse ekonomimiz yanında demografik yapımız üzerindeki tehdidi ile bir milli beka sorunu da olan göçmen meselesini ortadan kaldırmaya yarayabilir. Bu, milletimiz için meselenin hayati bir diğer yönüdür.

ABD açısından terör örgütüne verdiği silah ve her türlü desteğe rağmen TSK’yı harekattan caydıramaması ve harekat karşısında desteklediği teröristlerin mukavemet göstermek yerine kaçmayı tercih etmesi bir sükut-u hayal olmuştur. Bir bataklığa saplanıp kalacak ve Türkiye ağır bedeller ödeyerek kendi yaptırımları eşliğinde ezilecekken, rica minnet beslediği kargaları kurtarmak zorunda kalmıştır ABD.

MAZLUM DÜNYA’YA UMUT

Türkiye’nin siyonizmin yüzyılımız için tezgahladığı en büyük planını bu harekatla parçalayıp attığı kesindir. Bundan böyle İsrail Türkiye’yi aşmadan emellerine yürüyemeyecektir. ABD’nin Ortadoğu planını yeniden yapmak zorunda kaldığı bellidir. Bu, antiemperyalist dünyanın yüreğine su serpen bir harekat olmuş, mazlumların umut ışığı doğmuştur. İnşallah bu ışık yükselsin ve tüm yeryüzünü aydınlatsın.

HAREKATA DESTEK TAM

Sırtını YPG’ye dayayan demokrasinin kara lekelerinin, “mal mal seyredeceksiniz” diye tahrik ve tahkiri hitabet sanan belagat şehvetinin sarhoşu vakitsiz öten horozların, Bir heyecan İsrail ve ABD’ye güvenip “Kürdistan” ilan eden kuru ağzını çöle uzatan serap ehli bakar körlerin anlayacakları dilden konuşulman, taşan sabrın adıdır Barış Pınarı Harekatı.

Barış Pınarı Harekatı’na katılan Suriye Milli Ordusu’nda yüzde 17, TSK içinde yüzde 15 Kürt kökenli asker bulunuyor. Kürt yerleşim birimleri Türk askerini kucaklayarak karşılıyor. Bu eylemin emperyalizme ve uşağı kan simsarlarına karşı yapıldığını anlatmak için fazla söze gerek var mı?  Üstelik Türkiye’de harekata desteğin yüzde 80 düzeyinde olduğu ve Günyedoğu’da bile bu desteğin yüzde 50’nn altına düşmediği dikkate alınırsa!

İKİ KOMŞUNUN HALİ

TSK ve Suriye Milli ordusunun Zeytin dalı Harekatında olduğu gibi insan haklarına, sivil duyarlılığına, yerleşimleri korumaya gösterdiği özense ayrı bir örneklik düzeyinde vakıadır. Kuzey Suriye’nin kendi iradesini ortaya koyma yerine her yeni gelene kul olmayı seçen halklarının güvenip mülklerini, çocuklarını, kadınlarını teslim ettikten sonra ABD’nin sırtını dönüp gidişine kıyasla eski komşularının muhacir olduktan sonra Suriye Milli Ordusu adı altında evlerine şerefli dönüşü gece ve gündüz kadar farklıdır.

Tarihin akışı, bu onurlu hamlenin sonunu getirdiğimiz takdirde tersine dönecektir. Müslüman Türk milletinin tarihin akan nehrine yön verecek müdahalesi başlamıştır.

TARAFINI BİLMEK!

Evet, bu bir savaşsa biz haklı ve onurlu olarak Suriyeli göçmenlerin, bölge halkının, Mehmetçiğin ve Türkiye’nin tarafında duruyoruz. Karşı tarafa oturarak konuşmayı ve felaket tellallığı yapanları ise, “Rabbim de neler yaratabiliyormuş” hayret nazarıyla ibretle izliyoruz.

Bu adımları atamazsak yeniden Çanakkale’lerle yüzleşmek zorunda kalacağımızı bile düşünemeyen, düşman geldiğinde kendilerini “bunlar da bize çanak tutmuştu” diye ayırt etmeyeceğini bile akıl edemeyenlere, siyasi hırsları bu temelleri bile aşanlara ne denebilir, “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak etme Allah’ım!” demek dışında!

BARIŞ TÜRKİYE’DEN GEÇER

İlk günden itibaren söylüyoruz: Bu süreçten Türkiye iç istikrarsızlığa düşmeden ve dirayetle çıkabilirse bölgede söz sahibi olacak ve yeni dünyanın on büyük aktöründen birisi olacaktır.

Şükürler olsun, bölücü tuzağı da parçaladık, 15 Temmuz ihanetini aştık. Kendimizi toparladık, yolumuza devam ediyoruz. Mehmetçikle beraber ezilen, sömürülen coğrafyamıza selam duruyoruz. Tarihten de iyi biliyoruz ki, savaşın yolu haçlı Batı’dan barışın yolu İslam’dan, Türkiye’den geçer.

 

 

 

 

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 2.1Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.7Bin Görüntülenme Sayısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 300

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?