BASİRETİN BİTTİĞİ YER
Osman ARSLAN
Beş yıl kadar önce ABD ortaya bir dayatma attı: Tüm NATO üyesi ülkeler sınırlarını mayından temizleyecekler! Kaç mayınlı sınırı olan NATO ülkesi vardıysa ortada! Elbette hedef Türkiye idi ve Türkiye de bu karara uydu. 2254 km’lik sınırını mayından temizledi. Bunun 911 km’lik kısmı Suriye sınırı idi. Temizlik bittiğinde 2013’tü. Karar alındığında sene 2011’di.
SINIRLAR MAYINLARDAN TEMİZLENDİ
Türkiye açısından mayın temizleme konusunda engel, terörün devam ediyor olması idi. Teröristler ülkeye girer diye vardı o mayınlar. Birden ‘Oslo ruhu’ üfürüldü memlekete. Mayınlı bölgelerden teröristler çekildi. Hükümet çözüm, barış, Kürt açılımı… derken terör tehdidi ‘yok gibi’ bir hava estirildi. Mayınlı bölgeleri temizlemeye engel kalmamıştı? 2008’den itibaren başlayan görüşmelerin olgunlaşıp politikaya dönüştüğü Yıl 2011’di.
Bizim pek şuurlu kamuoyumuz mayın temizleme ihalesini alan firmanın İsrail firması olduğuna isyan etti. Ulusalcı-Milliyetçi toplaşıp hükümete saldırdı: “Mayınlı bölgenin altında petrol var, paramızla temizleyip petrolü Yahudilere teslim ediyoruz” diye. Neyse, iş Türklerin de olduğu 20 ortaklı bir gruba verildi, rahatladık. Hâlbuki mayın temizleme sistemi İsrail patentli idi, yine İsrailliler gelip temizledi. Sadece iş çok daha pahalıya mal oldu. Petrol de çıkmadı. Amaçları başkaydı çünkü.
JANDARMA GERİ ÇEKİLDİ
2011 yılında ülkenin gündemine oturan bir dava vardı: İlhan Cihaner davası. Bu davanın bu derece büyütülmesini kamuoyu anlayamıyordu. Cihaner’in sol görüşlü olması nedeniyle dindarlara karşı tutumu karşısında Muhafazakar ekseriyet olumlayarak izliyordu olayları. Cihaner davasının savcılarının ve emniyet görevlilerinin cemaat mensubu olduklarını yıllar sonra görevlerinden ‘paralelci’ diye alındıklarında anladık. Bu dava çerçevesinde Cemaat Medyasının savunduğu bir tezi hatırlayalım: “Jandarmanın istihbaratla işi ne! Jitem diye bir örgüt var mı?” diyordu. Cemaat medyası tüm istihbaratın emniyette toplanmasını istiyordu. Bazı cılız sesler “Ülkenin yüzde 82’lik kırsalını koruma-kollama görevi olan Jandarmanın elbette istihbaratı olavak!” diyor, TSK ise mecbur kalıp resmi açıklama yapıyordu: “Jitem diye bir istihbarat örgütü yoktur!”
DEVLETE ÇALIŞAN KÜRTLER TEMİZLENDİ
Cemaate yakın olan medya kuruluşları ve yazarlar bu sefer “öyleyse bunlar nedir?” deyip Cihaner davası kapsamında tutuklanan bir jandarma subayının kurumsal bilgisayarının kayıtlarında bulunan ‘yüzlerce Kürt muhbir, eleman ve ajan olarak kodlanmış vatandaşı’ dile getiriyordu. Ardından tutuklanan bir başka jandarma subayının bilgisayarından yine kürt muhbirler, elemanlar, ajanlar çıkıyor, binlerce devlete çalışan Kürt deşifre ediliyordu. O dönemde, ‘Bu listeler ille çıkacaksa Batıdan çıkarsalar olmaz mı? Bu bir ulusal güvenlik sabotajıdır’ desek de kim neyi duyacaktı? Barış almış başını gidiyordu. Devletin Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da saha ile irtibatı da böyle böyle kesilmişti. 2011 sonrası Barış döneminde PKK’nın KCK ve YDG-H eliyle yapacağı şehir içi bomba yığınakları ve Belediyelerin asfalt altlarına döşeyeceği bomba düzeneklerinden haber verecek kimse kalmamıştı elde.
GÜNEYDOĞU’YA HÂKİM SUBAYLAR TEMİZLENDİ
Bölgeye hâkim olan subay ve astsubaylar da ordudan temizlenmesi sağlandı. Saha bilgisi olanların bu bilgileri aktarmasına imkan kalmamıştı artık. Böylece Güneydoğu’da kırsal sahayı ve şehir içi yapılanmasını kişi kişi bilen askeri personel tasfiye edilmişti. Askerin gardı düşmüş, Emniyetin yıldızı parlamıştı. Diyarbakır’a “Terörist ölünce ağlamayan insan değildir” diyecek Emniyet Müdürleri görev yapar olmuştu. Bu subayları temizleyen Ergenekon Örgütü iddiaları yine 2008’de başlamış son şeklini aldığında sene yine 2011’di. İki ayrı Ergenekon davasının birleştirilmesi 2012’de oldu.
2008’de başlayan bu süreç kesintisiz devam etmeliydi. 2011 seçimleri vardı. Sene 2011 olduğunda cemaat ile Ak Parti arasında kırılganlıklar başlamıştı. Bu durum liste geriliminde de yaşanmıştı. Ak parti cemaate listelerinde fazla yer vermemişti. Fakat bu durum seçime yansımadı. Ak Parti açık ara yüzde 49.5 ile iktidara geldi. Paralel yapı mücadelesinin başlamasına milat olacak 17-25 Aralık 2013 operasyonlarının piminin çekildiği tarih, iddianameye konu olan olayların vuku bulduğu tarihin başladığı yıl, yine 2011’di.
DİRENİŞ UNSURLARI BİRLEŞTİRİLDİ
Eğer 2011’de cemaatin istediği 80 kadar vekil verilse idi, 17-25 Aralık’ta iktidarı düşürecek, Meclisten Yüce Divan yolunun açılacağı, ardından çözüm sürecinin bitirileceği bir dönemin geleceği az çok anlaşılıyor artık. Bir bürokrasi- hukuk operasyonu olan 17 – 25 Aralık öncesi Mayıs sonunda yaşanan Gezi Parkı olayları da bir operasyon olarak 2013’e damgasını vurmuştu. Gezi olaylarının sosyo-politik sonucu özellikle sol güçleri yekvücut yaptı. 2Halkların Demokratik Birliği’ sağlandı. 2015’te Gezi Parkı eylemini yapanlarla 17-25 Aralık’ı yapanlar şartların getirisi ile eklemlenerek birleşti ve seçimde HDP’yi yüzde 13’e taşıyarak; 2011’de sağlanamayan siyasal krizi Meclise ve ülkeye yaymayı bu sefer başardı. Son 12 yıldır Dışarıdan dizayn edilen ilk siyasal tablo böylece ortaya çıktı.
SURİYE’DEN GÜNEYDOĞU’MUZA MÜHİMMAT TAŞINDI
Şimdi fotoğrafları birleştirelim: Çözüm süreci kapsamında Terör örgütü Türkiye sınırından gerilere çekildi; böylece Suriye sınırı mayınlardan temizlendi. Suriye sınırı mayından temizlenince Kuzey Suriye’de terör başladı; çünkü Türkiye’ye göç dalgası olamazdı mayınlar varken. Göç olmazsa Suriye’de istenilen etnik grubun ağırlığı sağlanamaz, emperyalizmin Suriye politikası hedefine ulaşamazdı. Bunun zemini hazırdı ve gereğini yaptılar: Şimdi 2 milyon mülteci ülkemizde. Sınırımız mayından temizlenince DAİŞ için, PYD için, Kobani için girişler ve çıkışlar sağlanmaya başlandı. Böylece Suriye ve Türkiye arasındaki yalıtkanlık kalktı. Suriye terörü Türkiye’den insan kaynağı çekti, Suriye’den Türkiye’ye teröristler rahatça giriş yapabilir oldu.
PYD’yi desteklemek için Batılı devletler tarafından Kuzey Suriye’ye atılan silahlar, bombalar ve malzemeler rahatlıkla taşınarak Güneydoğu’da KCK aracılığı ile kentlerde yığınak yapılabildi. Jandarma istihbarata karşı yürütülen Savcılık mücadelesi vesilesi ile deşifre edilerek temizlenme süreci sayesinde devlete çalışan Kürtlerle bağ kesildi, devletin gözü kör, kulağı sağır hale getirildi. Yapılan mühimmat yığınağının önemli bir bölümünü fark edemedi devlet. Bu, deşifre olan devlete çalışan Kürtlerin bir kısmı öldürüldü, önemli bir kısmı da hayatta kalabilmek için saf değiştirdi. Bu arada Ergenekon davasının haklılığı gölgesinde yapılan haksız tasarruflarla terörle ve terör unsurları ile mücadelede tecrübeli personel tasfiye edildi. Böylece terörle mücadelede yetersiz kalınacak zemin de hazırlanmıştı.
AYAKLANMAYI BAŞARMANIN TEK EKSİĞİ
Geçen zaman içerisinde, iç savaş senaryosunu hayata geçirdiklerinde gezi eylemlerinde görülen potansiyele cemaati de bir blok halinde eklemiş oldular. Bu da aslında yetmezdi. İşin içine ülkücüler de çekilmeden başarılamazdı. Dağlıca Olayı sonrasında sokağa inen ülkücülerden bahisle, bugüne kadar hep sükunet ve sokaktan uzak durma tavrı sergileyen Sayın Bahçeli’nin “Beştepe’ye yürümek’”ten bahsetmesi tabloyu tamamladı. Senaryonun son aktörü de artık demokrasiden vazgeçmiş görünüyor: ‘Niyetli.’
Ankara’da Beştepe hedef alınıyor. Ya İstanbul? İstanbul’da gelenektir; yürüyüşler Mecidiyeköy’den başlar Zeytinburnu’nda biter. Bunu Gezi Eylemlerinde bozdular. Mecidiyeköy’den başlayıp Beşiktaş’ta bitirdiler. Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisi olan Saraya da saldırdılar. Şimdi, Dağlıca Olayı üzerine yaşanan eylemlerde de geleneğe değil Gezi’ye uyuldu. Beşiktaş’a indi. Başbakanlığa yönelik hafif sloganlı taşkınlıklar da yaşandı. Ülkücüler de Başbakanlık makamına iniyor, sokakta sinyali olumsuz veriyor. Yani, İstanbul’da da hedef Saray.
Sıraladığımız olaylarda her şey çok açık: Olayların başlangıç tarihini görüyoruz: 2011 ve İç savaş provalarının tarihini de görüyoruz: 2013.
ORTAYA ÇIKAN RESİM: TÜRKİYE’DE İÇ SAVAŞ
2003 yılında, 12 yıl önce Aylık Çınar Dergisi’nde yazdığımız Başyazı’dan şu alıntıyı affınıza sığınarak paylaşmak istiyorum:
“2011: Türkiye’de iç savaş” senaryosunun adımlarının, bölücü örgütün Gemlik yolculuğu ve ardından yaşanan kent eylemleri ile atıldığı, bunun da bir raporda çok önceden yer aldığı basın gündemine oturdu. Buna göre; PKK genel aflarla dağdan inmiş ve inecek militanlarını Kürt nüfusun bulunduğu kentlere gönderecek. Özellikle Adana, Mersin, Antalya, İzmir, İstanbul gibi kenar mahallelerinde Kürt nüfus yoğunluğu olan illerde kurtarılmış semtlerden getto savaşları başlatılacak. Karşılıklı cenazeler memleketlere gittikçe kamplaşma kitlesel bir gerilime, iç savaşa ve ülke çapında ayrışmaya yol açacak. Hassas bölgeler olarak Sivas, Maraş, Antep, Elazığ ve Erzurum zikrediliyor. Kızıltepe, Pazarcık ve Cihanbeyli’nin demografik yapısı nedeniyle önemine değiniliyor. Raporun sonuç bölümü ise tezgahlanan iç savaşın derinliği güvenlik güçlerini de içine çekeceğinden devletin sorunu çözemeyeceğini, uzun bir kanlı süreç sonunda mecburen(!) BM, AB, NATO gibi uluslararası askeri müdahaleler gerekeceği, bu yolla iç savaşın durdurulacağı anlatılıyor. Böylece AB’ye girmesi gerekmeyecek, Türkiye, dostlarımız tarafından barış(!) için işgal edilecek! İmkansız dediğimiz çok şeyi on yılda yaptılar. Bu da mümkün bir senaryodur.
Ne yapabiliriz?
Öncelikle paranoyaya kapılmayacağız. Kürt-Türk güven duygusunu ayakta tutarken; PKK ve işbirlikçilerini tecrit edeceğiz.
Doğuda yaşayan vatandaşlarımız gerçekte ekseriyetle milli birlikten ve devletten yanadır. Ancak birkaç devlet yanlısı Kürt’ü öldürünce PKK psikolojik üstünlüğü elde etmiş, herkesi sindirmiştir. Devletin bu psikolojik güveni verebilmesi halinde sandıkta ve kentlerde silineceklerdir. Zira özellikle Kürtlerin birlik mesajları önemlidir.
Türk milliyetçiliğini savunanlar asla sokağa inmemelidir. İstenilen zaten budur. Herkes devlet güçlerine yardımcı olmalıdır.
Kürt ayrımı yapılmadığını vurgulayan propaganda önemlidir. Kürt başbakan, cumhurbaşkanı, bakan olan insanlar sık sık hatırlatılmalı ve bunlar ağzından kardeşlik ve ‘tek millet’ olduğumuz anlatılmalıdır. Özellikle resmi ve sivil din adamları ‘İslam kardeşliği’ni işleyecek bir çalışma için örgütlenmelidir.”
(http://www.https://https%3A%2F%2Fhttps:\/\/osmanarslan.org/vatanimizi-ve-birligimizi-koruyacagiz/)
OLSUN DİYE SÖYLEMİYORUZ
2003 yılından bu yana üstelik 2011 yılını tarih olarak vererek bu günlerin geleceğini yazıyoruz ve tedbirler öneriyoruz. Fakat ne demişsek, sanki olsun diye söylemişiz gibi, tedbirlere değil hatalara devam edilerek bu günlere gelindi. Şimdi maalesef herkes iç savaşı konuşuyor.
Diyarbakır’dan, Şırnak’tan dostlarımız anlatıyor durumun vahametini, Muğla’dan, Aydın’dan dostlarımız anlatıyor yaşanan çatışmaları, baskınları. Basına yansımaması bir noktaya kadar mümkün. Üniversitelerin açılacak olması durumu daha da güçleştirecek. Bu sefer fitili ateşlemişe benziyorlar.
Bugün de görüyoruz ki üzerimize gelen bir felaket var. Son makalemiz olan “Güzel Final İçin…” yazımızda öngördüğümüz II. Abdulhamit’e yönelik yapılan hamleler bugün aynen hazırlanıyor. Kesintiye uğramayacağa benziyor tekrarlanan film. Önerimiz de sâkıt kaldı. Şimdi, emperyalistlerin istediği felaket için tek eksik olan ülkücü hareket de sokakta. Üstelik Sayın Bahçeli’nin kontrolünde bile değil.
BASİRETİN BİTTİĞİ YER
Basiretin bittiği yerdeyiz.
Aynı Abdulhamit’teki gibi: Bir adamı indirmek bir imparatorluğu yıkmaktan önemli oldu!
Şimdi ne olacak?
Bazı dramatik tarihler, demokrasi cinayetleri, acı milatlar belki yaşayacağız ama Allah’ın izniyle bu millet bu badireden sıyrılacaktır.
Neye mi güveniyoruz?
Sadece Allah’a.
Pakistan’dan,Afganistan’dan, Endonezya’dan, Trablusgarp’dan, Filistin’den, Bosna’dan, Kosova’dan, Prizren’den, Bakü’den, Şiraz’dan, Tebriz’den, Kırım’dan, Trakya’dan, Kıbrıs’tan… kendisine mazlumların ettiği dualara icabet edeceğinden emin olduğumuz Allah’a…
Zira bu millet Allah’ın milletidir. O’na yüz çevirmiş, O’na boyun eğmiş, O’na kurban olmuştur. O, kendisine yönelenleri esirger.
Telefonda iken vurulduğunda şahadet getirecek kadar inançlı polislere, şahadet yemini içen askerlere, sizin için şehit olmaya devam edeceğiz diyen emniyetçilere, telsizlerini kapatıp ‘dönmeyi lügatinden silerek’ cihat yapan komandolara…
Onların göğsündeki imana, o imandan beslenen vatan sevgisine güveniyoruz.
40 yıldır bir türlü başaramadıkları Kürt-Türk çatışmasına girmeyen milletin tecrübesine, şuuruna, mayasına güveniyoruz.
Allah mazlumların tek ümidi, mağdurların sığınağı aziz Milletimizi korusun.11.09.2015
Bir yanıt yazın