“Beni Örtün!”
Nasıl da seğiriyor gözlerim.
Her gözyaşı sağanağının ardından hep böyle titrer göz kapaklarım. Sanki her ağlama seansı sonrasında iç çekişidir gözlerimin.
Ya hiç ağlar mıydım yetseydi kelimeler! Sözcükler yetseydi duygularımı karşılamaya, gözyaşının anlamı neydi?
Ağlamak duyguların taşmasından ve taşması duyguların, kelimelerin karşılayamamasından değil mi?
İşte dökülen gözyaşlarının her katresi bir bulunamayan kelime; her ağlama, dile gelmeyen bir hitabe gibi geliyor bana.
Öyleyse en az ağlayanlar en iyi anlatabilenler olmalı değil mi? Büyük hatip ve ediplerin gözpınarlarının kuruması lazım gelmez mi?
Evet. Fakat bir incelik var: Ya duygular okyanusu kalbin derinliği, kelimeler ormanı idrakin aldığı irtifadan ilerde ise… Aklı az gelişmişse kalbine göre, ya da tecessüsü tefekkürüne galipse, ruh dengesini sağlayacak tek yol kalıyor hayatın uçurumları başında karayla denizin buluşması gibi, aklın düzeyine ininceye kadar kalbin fazlalıklarını akıtmak gözlerinden!
Çok bilenlerin ve çok anlayanların çok ağlayanlar olması da bundan. “Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.” diyen son sözcü bana bunu anlatıyor.
Alfabesiz kelimeler dünyası bir kalbin var mı ve kullanıyor musun onu? O zaman sen de ağlayanlardansın. Tabii, kalbi bozulmaya görsün insanın, gözleri de ayar kaybediyor.
Gözlerinden anlıyorsun kalbinin âyârını. Her çok ağlayan çok anlayan olmayabiliyor yani. Fakat ya hiç ağlayamayanlara ne demeli taşların ve kütüklerin hıçkırarak ağladığı bir dünyada?
Ağlamaların en makbulü kalbi ile ağlayıp gözyaşını içine akıtanların gâip hıçkırıklarıyla bestelenendir. En güzel bestenin sessizlik olması gibi bir şey…
İşte yürek diye ben buna derim: Yürek dediğinin bir lügati olacak, atlası, coğrafyası olacak. Nereden okuyacaksın onu? Gözyaşlarından!
Demek ki elinizde kılavuzluk edecek bir “gözyaşı lügatçesi” olacak! Rüya tabiri kitaplarına benzemez o. Yazılmaz da zaten, kelime kifayetsizliği nedeniyle ihtiyaç duyulduğundan. O anlaşılır ve yaşanır. Hâl ve gönül diliyle bilinir. Hâline âşinâ bir kalbin hâl yordamıyla kavrayışı sayesinde bilinir o. Yani bir kalbin olacak.
Öyle bir kalp ki bedeninde ondan başka muskaya ihtiyaç duymayacaksın. Öyle bir yürek ki nabzına gerçeği okuyacak. Öyle bir gönül ki nazarına sevgiliden başkasını koymayacak. Bütün çoklukları tüketen ‘birlik’ içinde meczolacak.
Kalp dipsiz ve uçsuz bucaksız bir metafizik okyanus, gözyaşı ondan taşan duyguların fiziği. Heykelleşen gönül… Mumyalanan duygular. Donan maneviyat, dökülen yük. Gözyaşı bir çift kanat. Aklın erdikçe ağlayacaksın. Erdikçe uçacaksın. Eridikçe gözyaşların, akacaksın su misali. Kıvrım kıvrım, ummâna doğru…
Yüreğin bohçasından dökülen gözyaşları, aslında merhameti körüklediği kadar tefekkürü de uyarmalı değil mi? Bu kadar çığlık çığlığa haykıran sesler yanaklarından kulaklarına ulaşmıyorsa… Bu insanlar kör değil bir de sağır üstelik…
İdrâkini hakikate kapatmış ise canlı, bakar ama göremez, işitir ama anlayamaz. Ağlayamaz çünkü mühürlüdür kalpleri.
Şair bir gözyaşında, yani şiirinde;
“Yırtarak dinimizden yamadık dünyamıza,
Ne din kaldı artık, ne dünya elimizde” derken, kör terzilerin diktiği komik elbiseleriyle dolaşanların halindekileri fark edebilen bir kalp gözü farkıyla insanlığın gerçek fakirliğini nasıl da çarpıyor suratına!
Rilke de bir gözyaşında, yani makalesinde; “Tanrım, onu yaşadığım ölçüde vardır” derken gerçekte şairle aynı gözyaşını paylaşıyordu. Neitzche’nin Zerdüşt’üne söylettiği“Tanrı öldü” kelâmı da tanrısını yaşamayan yani inandığı gibi yaşamayan “Mü’min”lerin inancının iddiasızlığını ortaya koymak açısından yukarıdaki gözyaşlarıyla aynı anlamı kucaklamıyor mu?
Ve ben ağlıyorum.
Büyük bir enkâzın tüten külleri arasında yakınlarını ve yarınlarını arayan çocuk kadar çâresiz hınç dolu ve çılgın… Ağlıyorum… Yalnızlık kadar yalnız…Ağlıyorum. Çağlayanlar kadar içli.. Ve sessizlik kadar sessiz. Ağlıyorum…
Gözyaşı lügâtçemi okuyacak bir hâldeş arayan umut dolu gözlerle ağlıyorum…
Âh Kırçıl Dedem. Nicedir nerelerdesin, özlüyorum. Yalnızım Kırçıl Dedem… Ağlıyorum…
Ağlıyorum ve üşüyorum. Bu şehrin beton yığınlarına açılmış dörtgen gözlerin soğukluğuna dayanamıyorum.
Konuşanların yüreklerinden habersiz dillerinden püfürdeyen âvâzlarına dayanamıyorum… Bir perde istiyorum sahnemi kapatacak.
Ne olur beni örtün.
“Beni örtün.”
Örtün…
Bir yanıt yazın