BİN YILIN İKİ YAKASINDAN MESAJLAR

BİN YILIN İKİ YAKASINDAN MESAJLAR

Dr. Osman ARSLAN

Ağustos, ilk adını(Jül/july) Temmuz’a veren Roma’nın diktatör kralı Sezar’ın oğlu olan Octavius’un, ardışık aya adını vermek amacıyla aldığı “Augustus” lakabından gelir. Augustus, “kutlu, yüce” anlamında bir kelimedir. Oysa tam aksine bu ay Roma uygarlığına bir kabus olacak, Türkler tarafından ise kutlu bir ay olarak anılacaktır. Zira ilerleyen tarih boyunca Ağustos ayında Müslüman Türk orduları, Roma uygarlığını temsil edenleri sekiz kez önemli sonuçlar doğuran zaferlerle mağlup edeceklerdir.

‘ZAFER’ AYI KUTLU OLSUN

Müslüman Türkler 26 Ağustos 1071 Malazgirt’le Anadolu’yu yurt edinme yoluna girdiler, 27 Ağustos 1389 Kosova’da  beş asır sürecek Balkan hakimiyeti dönemini başlattılar, 26 Ağustos 1526’da Mohaç Zaferi ile Avrupa’nın kapılarını açtılar, 4 Ağustos 1578 Vadi’s Seyl’de Portekiz’i yenerek Kuzey Afrika’yı tuttular, 17-21 Ağustos 1915 Anafartalar Zaferi’yle Çanakkale Savaşı’nda büyük avantaj kazanıldı,   23 Ağustos 1921 Sakarya ve 30 Ağustos 1922 Dumlupınar’da küllerinden doğarak Anadolu’da tutundular. Ağustos’ta, Batı Haçlı ordularına karşı kazanılan bu zaferlere ilaveten 11 Ağustos 1473 Otlukbeli, 23 Ağustos 1514 Çaldıran, 24 Ağustos 1516 Mercidabık zaferlerini de eklersek onüç büyük zaferi arkamıza alıp milletçe Ağustos adını, “Zafer” şeklinde değiştirsek yeridir.

‘Zafer’ Ayı kutlu olsun.

Bütün bu zaferler silsilesi içinde ikisi vardır ki tarihe kalıcı istikamet vermiştir. Birisi 1071, diğeri 1922 zaferidir. Bin yılın iki ucunda yaşanan bu iki ihtişamlı zaferi birlikte ele alarak günümüze ışık tutan çıkarımlar yaptığımızda ilginç sonuçlar görebileceğimizi umuyoruz.

BİNYILDIR BEKA SAVAŞLARI

1071’de Anadolu’da yaşayan halkın eşkıya baskınları, ağır vergi ve zulümler karşısında adaletine sığındığı Selçuklu’yu alternatif olmaktan çıkarmak için topladığı haçlı ordusuyla saldıran Doğu Roma İmparatorunun amacı Müslüman Türkleri yerleştikleri ve vatan edindikleri Azerbaycan bölgesinden söküp atmaktı. Bundan 851 yıl sonra 1922’de sonuçlanan  işgal de haçlı müstemleke hareketi olarak “Şark Meselesi” dedikleri Türkleri vatanları Anadolu’dan söküp atma hedefini güdüyordu. Her ikisi de yok etmek isteyenlere karşı “varlık ve beka” savunması idi.

ŞUURALTINA KAZINAN VATAN

Milletimizin her kesiminde yaygın olan “derin vatan duyarlılığı” bu iki tarih ve arasında yaşadığı, halen de devam eden tehditler nedeniyle adeta bilinçaltına kazınmış, bir şuur halini almış gerçek bir davayı ifade eder. Beka meselesi bugün siyasi polemikler arasında bazı çevrelere göre yıpranmış olsa da, henüz 15 Temmuz 2016’da iliklerimize kadar hissettiğimiz gerçek tehditler bulunduğunu gördük. Milletimizin varlık ve beka davası politik bir argüman değil, tarihi ve güncel bir gerçekliktir.

KİMLİKLERİ KORUYAN MİLLİLİK

Malazgirt Zaferi de, Milli Mücadele de; Allah için vatanına adanmış kaderdaş Müminlerin kardeşlik ruhuyla yaptığı ortak mücadelelerdi!.. Alparslan ordusunun çoğu Türkmendi. Ama Kürt, Laz, Arap Müslümanlar da vardı. Alpaslan Gazi “amcaoğullarım” diye hitap ederek Kürt Beylerden yardım istemiş, onlar da asker vermişti. Kurtuluş Savaşı’na dönersek, Misak-ı Milli sınırlarının nasıl belirlendiğini hatırlamak yeter sanırız: “Ahalisi Arap olmayan Müslüman nüfusun yaşadığı topraklar…” Akif’in “Arnavut’um” dediği halde “Türk eriyiz” demesi bundandı. Kurtuluş savaşında Türkler yine çoğunluktaydı elbette ama Boşnak Fevzi Çakmak, Kürt İsmet İnönü, Çerkez Ethem bu nedenle Türk Kurtuluş Savaşı’nda yer aldı. Bosna Savaşı’nın lideri Aliya kendisini bu “ortak kaderin parçası olduğundan” Türk sayıyordu.  Kurtuluş Savaşı sonrası Kürt aşiret reisleri Lozan görüşmelerine gönderdikleri mektupta, “İngilizler zahmet edip bizi düşünmesinler, Türk dindaş ve akrabalarımızla aynı kaderi yaşamak istiyoruz, onlardan ayrılmayız” diyorlardı. İşte bu iki zafer Kocatepe ve Malazgirt, Muş’tan doğuya yönelen, belki de Türklük kavramına kuşatıcı bir anlam yükleyerek ayrılıkçı akımları yutan bir iç barış mesajı da vermektedir günümüze.

“YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” RUHU

Alparslan o gün baştan aşağı beyazlar giyinmiş, kadim geleneğine uygun olarak atının kuyruğunu bağlamış, ordusuna Cuma namazını kıldırıp öldüğü yere gömülmeyi vasiyet etmişti. Alparslan Gazi kefenini giymiş “ya zafer ya şehadet” diyor, üçüncü alternatife yol bırakmıyordu. Kurtuluş Savaşı’nın da sloganı Gazi Mustafa Kemal tarafından “Ya istiklal, ya ölüm” şeklinde özetleniyordu. İkinci milenyumun başında ve sonunda yaşanan iki var veya yok olma sınavına sürülmüş bir milletin ölmeyen şehadet arzusu, bu zaferlerin gerçek sahibidir! Anlaşılıyor ki, ancak uğruna şehit olunacak değerleri yeni kuşakların günlünde yaşatabilirsek bu vatan bize yar olacaktır. Askerlik de bu ruhla yapılmalıdır.

PARALI ASKERLİK VE ZAFERLERİMİZ

İki ordu 26 Ağustos 1071 günü Manzikert’te (bugün Muş’a bağlı Malazgirt) karşılaştılar. Ermeni tarihçi Urfalı Matteos (ö.1144) Bizans ordusunun 1 milyon askerden oluştuğunu söylese de modern kaynaklar bu abartıyı 200 bin dolaylarına çekmiştir.  Ortaçağ için bu kuvvet büyük bir ordu demekti. Bizans ordusunun ana gövdesini Ermeniler ve Grekler oluşturmuştu. Fakat Bizans’ın “paralı askerlik” uygulaması nedeniyle orduda Normanlar, Kumanlar, Bulgarlar, Cermenler, Peçenekler, Suriyeliler, Uzlar (Oğuzlar) ve Ruslar da bulunuyordu. Batılı kaynakların aktardığına göre Bizans ordusunun bu ‘kozmopolit’ yapısıyla  Türkler alay edermiş.   Türkler Bizans ordusu için ‘birbirinin dilini anlamayan’, ‘disiplinsiz’, ‘karmakarışık’, ‘yozlaşmış’, ‘çürümüş’ ‘para için yaşayan askerler’ topluluğu derlermiş.

Alparslan’ın ordusunun sayısı hakkında ihtilaf yok: Selçuklu ordusunun mevcudu 20-30 bin civarındaydı ve hepsi Müslüman, çoğunluğu Türk’tü. Selçuklu ordusu ‘disiplinli’, ‘enerjik’, ‘inançlı’ bir orduydu!
24-25 Ağustos 1071 gecesi Malazgirt kalesi Selçukluların eline geçti, 26 Ağustos günü ise düşmana nihai darbe vuruldu. Milli Mücadele yıllarında da İngiliz ve Yunan orduları paralı askerlerle savaşıyor, Türkler ise Malazgirt’teki gibi bedeli şehadet olan bir ruhla disipline oluyorlardı. Paralı (profesyonel) askerlik uygulamalarına geçilerek beş bin yılı bulan geleneği değiştirirken, bütün zaferlerimizdeki bu püf noktası anlanmış olabilir mi? Bizi ordu-millet olmaktan çıkarması, ileriye doğru hazırlanmış bir mağlubiyet anlamına gelebilir mi? Tarih, paralı askerlerin hep düşmanlarımızda olduğunu ve hep bu nedenle yenildiğini söylüyor.

KADERİMİZE ANADOLU YAZILMIŞ

Malazgirt’in fetihçi yorumunu da yeri gelmişken değerlendirelim. Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’ndaki amacı Anadolu’yu ele geçirmek olsaydı esir aldığı imparatordan toprak talebinde bulunurdu. Oysa Bizans’tan toprak talebinde bulunmadı. 1,5 milyon altın fidye, yılda 360 bin altın vergi, zaten Müslümanlara ait kimi beldelerin Selçuklulara devri ve oğlu ile Romanos’un kızının evlendirilmesini istedi. Malazgirt Savaşı’nın Alparslan açısından “bir belayı savmak”tı. Çünkü asıl uğraşacağı bela gerideydi: Karahanlılar ve Fatımilerle savaş halindeydi, Malazgirt arkasını sağlama almak dışında bir anlam taşımıyordu. Yani Alparslan “Anadolu’nun kapılarını açmak” istemedi, meselesi bile değildi. Selçuklu orduları Bizans içlerine doğru 10 yıl kadar sonra ilerlediler ve sebebi de başka gelişmeler oldu. Bir bakıma kader Türkleri Anadolu’ya doğru sürükledi. Tıpkı Kocatepe gibi Malazgirt de bir fetih değil, müdafaa savaşıydı. İki zafer de milletimizin alnına Anadolu’nun yazıldığının hikayesidir.

İMANIN İMKANI YENDİĞİ ZAFERLER

Kocatepe ve Malazgirt birer meydan savaşı idi. Aralarında sekiz buçuk asır olan iki savaşta da asker ve teçhizat sayısı itibarı ile Türkler büyük ölçüde zayıf girdikleri savaşları kazanmışlardı. Gerçekte her iki zafer de imanın imkanı yendiği zaferdi. Her iki zafer de İslam’ın cihat duygusuyla yürütülmüş mücadelelerin eseriydi.

BAŞKUMANDANLAR FARKI

Diyojen savaşı geriden idare ederken Alpaslan Gazi’nin savaşı bizzat katılarak şehit en ön safta yürütmesi de Milli Mücadele’de tekerrür eder. Gazi Mustafa Kemal için de dudum benzerdir: Mareşal Fevzi Çakmak’a der ki; “Büyük Taarruzla başlayan bu savaşa “Başkumandan Savaşı” denilmelidir. Sebebi; kesin sonucu sağlayan bu savaşta Başkumandan Mustafa Kemal’in savaş meydanında bizzat bulunması ve muharebenin O’nun sevk ve gözetimi altında yapılmasıdır.” Roma Orduları Komutanı İmparator Diyojen gibi Yunan Komutanı Trikopis ve Anesti de savaşı gerilerden yönetmiştir oysa.

Malazgirt’te kullanılan ok, yay ve savaş taktikleri düşmandan üstün teknoloji taşıyordu. Kocatepe ise teçhizat olarak da zayıf olmakla birlikte irade ve hesap üstünlüğü ile kazanılmıştı. Savaş bilgisi ve uygulama becerisi her iki zaferin de mimarı olmuştu.

ERDEMLİLER KAZANDI

Her iki savaşta da düşman orduları komutanı esir alınmıştır. Alpaslan Diyojen’e, Mustafa Kemal Trikopis’e erdemli liderlere yakışır biçimde, esir aldıkları halde misafir muamelesi yapmışlardır. Alparslan Diyojen’e sormuş: “Siz beni esir alsanız ne yapardınız?” “Öldürtürdüm” cevabını alınca “Ben öyle yapmayacağım. Misafirimsiniz” demiştir. Mustafa Kemal ise Trikopis’e “Üzülmeyiniz. Her komutan mağlup olabilir. Napolyon da esir düşmüştü. Fakat size bir şey soracağım: Bu sivil, masum halka niçin zulmettiniz, medeni insanlara bu yakışır mı?” Trikopis “bilgisi dışında yapıldığını” söylemiş, “Demek maiyetinize hakim de değildiniz” cevabını almıştı. Her iki mağlup komutan da muzaffer komutanlarımıza saygılarını hayat boyu taşımışlardır. Sonuçlar gösteriyor ki, her iki zafer de erdemlilerin zaferidir.

CUMHURİYETİN TEMELİ MALAZGİRT

Her iki savaştan sonra birer devlet oluştu. Selçuklular Anadolu’yu sınırlarına katmaya başladılar, 30 Ağustos sonrasında ise Cumhuriyet kuruldu. Ancak Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyetinin temelinin Malazgirt’te atıldığını teslim eder. (Zekeriya KİTAPÇI: Alparslan ve Atatürk Malazgird ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri İki Zaferin Kader Sırları Türk Dünyası Tarih Dergisi Sayı:20 Sayfa:3-10 Ağustos 1988)

ORDU-MİLLET ZAFERLERİ

Malazgirt Samarra’yı Büyük Taarruz Ankara’yı garnizon ve karargah olarak kullanmıştır. Her iki savaşta ilerleme Batı’ya doğru  yaşanmıştır.

Malazgirt ve Milli Mücadele tam anlamıyla bir “ordu-millet” uygulaması olmuştur. Binyılın başında ve sonunda bir milletin karakterni nasıl muhafaza edebildiğinin iki asil örneği olarak tarihe geçmiştir.

Malazgirt Türklerin kendilerine bir vatan kurduğu, Büyük Taarruz bu vatanı koruduğu savaş olmuştur.

HİLAFETİ KURTARAN ZAFERLER

Malazgirt’te kazanılan büyük zaferden dolayı Abbasî Halifesi, Sultan Alparslan’a tebrik ve teşekkür mektupları gönderdi. Hilafet, kendisini kurtaran bu savaşı desteklemişti. Milli Mücadele de, İslam coğrafyasında “hilafeti kurtarma savaşı” olarak anlaşılmış ve büyük destek bulmuş, yardımlar toplanarak gönderilmiştir. Bin yıldır hilafetin, haliyle Müslümanların kader savaşlarını yapan bir milletin Malazgirt’te başlayan serüveni Dumlupınar’da devam etmişti.

SON ZAFER: 15 TEMMUZ

15 Temmuz hain darbe girişimine karşı direniş, Malazgirt’in ve Savr’e başkaldırı olan Milli Mücadele’nin bugünkü yansımalarından biridir yalnızca. Malazgirt’te, küresel güç Roma’ya, Kurtuluş savaşı’nda küresel güç İngiltere’ye kafa tuttuğumuz ve yendiğimiz gibi, 15 Temmuzda da günümüzün küresel gücü ABD’ye kafa tutmuş ve bir zafer kazanmış bulunuyoruz.  15 Temmuz başarılı olsaydı, Malazgirt’in, Büyük Taarruz’un intikamını almak isteyenler zafer kazanmış olacaktı. Sık sık yeni neslin, gençliğin ‘bitmişliğinden’ dem vurulur. 15 Temmuz’da sokağa dökülen milyonların yüzde 53’ü 17-25 yaşları arasındaymış. Bu istatistik öyle demiyor. Aynı zindelikle vatanına sahip çıkacak bir millet yaşamaktadır Anadolu’da.

YENİ ZAFERLERE GEREK OLMASIN

Edirne Dedeağaç’ta onbinlerce ABD zırhlı aracı ve askeri tatbikat adı altında yığılmış, ileri sürülmüş Yunanlılar tarafından adalarımız işgal edilmiş, Ege’de tatbikatlar yapılmış, Doğu Akdeniz’e yığılmış 200 savaş gemisi, Kıbırs’a İngiliz ve Fransızların çıkarttığı onbinlerce asker, ABD tarafından Güneyimizde tam teçhizatla donatılmış 120 bin PKK ve 150 bin Peşmerge ordusu, ilaveten gelmekte olan 150 bin ABD askeri, Türk üslerinde bulunan ABD asker varlığının iki katına çıkartılması, tam da bu zamanda Suriye’nin İdlib katliamları ile üzerimize gelmesi… Malazgirt’ten 15 Temmuz’a devam eden haç-hilal kavgasının, durmayacağı; “Şark Meselesi’nin kapanmadığı anlamına gelmiyor mu? Düşmanı gerekçesiz kılacak kadar net, saldıramayacakları kadar caydırıcı bir duruşa ihtiyacımız vardır. Allah yardımını esirgemesin. Ne yeni bir zafere gerek kalsın, mecbur kalırsak ne de zafersiz bıraksın.

YENİLGİ YENİLGİ BÜYÜYEN ZAFER

Son olarak zaferlere ve fetihlere çok odaklanan tarihe bakışımızın biraz da yenilgilerimize dönmesi gerektiğini belirtmeliyiz. Bedir kadar Uhud’da da dersler vardır. Preveze gibi İnebahtı’nın da anlatacakları vardır. Mohaç kadar Viyana mağlubiyetini de öğrenmeliyiz. Bazen yenilgiler zaferlerin sarhoş ettiği toplumları toparlar, kendine getirir. Biraz da zaferler tarih yanında yanilgiler tarihine kapak açmalıyız. Zaferleri kalıcı kılmanın yolu da yenilgilerden ders almak değil midir? “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” demiyor mu Karakoç üstat?

YA ALLAH BİSMİLLAH ALLAHÜEKBER

Şiirimiz, zaferlerimizi yaşatan hamaset bahçeleri gibidir. Malazgirt deyince Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu hatırlamamak olmaz. Şu meydanların sahiplendiği “Ya Allah, Bismillah, Allahüekber” nakaratı nasıl bir ortak ruh üflediğini kanıtlıyor Malazgirt üzerinden Yıldırım’ın:

“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,

Gün doğmadan evvel İklim-i Rum’a

Bozkurtlar ordusu geçti hücuma

Yeni bir şevk ile gürledi gökler…

Ya Allah… Bismillah.. Allahüekber!..

 

Önde yalın kılıç Türkmen başbuğu,

Ardında Oğuz’un ellibin tuğu…

Andırır Altay’dan kopan bir çığı,

Budur, Peygamberin övdüğü Türkler…

Ya Allah… Bismillah.. Allahüekber!..”

Yahya Kemal Beyatlı Süleymaniye’de Bir Bayram sabahı’nda Malazgirt’i hatırlar:

“Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu

Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,

Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,

Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;

Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz

Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;

Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o,

Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,

Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,

Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.”

Yahya Kemal “Alparslan’ın Ruhuna Gazel”de:

“Titretti arş ü ferşi malazgird önündeki

Cûş u hurûş-i rahş ile şemşir savleti

On yılda vardı sâhil-i Konstantaniyye’ye

yer yer vatan diyârını teshîr savleti” der.

Ve aynı ruhu 1922’de resmeder:

“Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi,

Senin uğrunda ölen ordu budur Ya rabbi,

Taa ki okunsun ezanlarla müeyyed namın,

Galip et, çünkü bu son ordusudur İslam’ın.”

Kurtuluş savaşı için hapishanede iken Nazım Hikmet tarafından yazılan Kuvay-ı Milliye Destanı, 38 yıl yasaklansa da ezberlerde dolaştı:

“Saat 2.30.

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair
sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu Kocatepe’den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.”

Günümüzün büyük şairi Bestami Yazgan ağabeyimizin muhteşem anlatımıyla, “Yiğitname”si ile tükenmez şiir örneklerine final yapalım:

“Malazgirt’te Alparslan’dan el aldım,
Fatihandan Yeni Çağ’a yol aldım.
Çanakkale Cephesi’nden “gel” aldım,
Gözümde tütüyor şerefli mazi,
Ölürsem şehidim, kalırsam gazi.

Bu seferden geri dönen alçaktır,
Ölüm korkusuyla sinen alçaktır,
Şüheda burcundan inen alçaktır,
Alnımda parlasın ilahî yazı:
Ölürsem şehidim, kalırsam gazi.”

 

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 2.1Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.7Bin Görüntülenme Sayısı

1 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 270

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?