EFENDİLERİN SAVAŞI
Osman ARSLAN
“Gerçeğin Uyanışı” makalesi ile başladığımız konuya devam edelim. Soruyu şöyle özetleyebiliriz:
“Yaşananlar tam olarak neyin savaşıdır? Mademki tek kutupludur ve Yahudi baronların elindedir Dünya, bu kavgayı kim, niye yapıyor?”
“Dünyaya bugün hükmedenlerin tarihini kavramak, bugünkü savaşlara ışık tutacağı gibi yarın nerede duracağımızı da belirlememize yarayacaktır. Kur’an’ın üçte birlik kısmının Yahudilere ve tarihlerine ayrılmasının hikmetlerinden birini de belki bu yazının sonunda anlamış olacağız.”
Konuyu ele almaya geçebiliriz.
KIRILMA NOKTASI
Bundan beş bin yıl kadar önce başladığı bilinen İsrailoğullarının tarihi, büyük kırılmasını Musa Peygamber döneminde yaşar. Musa(As), 430 yıldır Mısır’da yaşayan İsrailoğullarını Firavun zulmünden alıp Mısır’dan hicrete çıkarttığında yanında 12 kabile vardı. Aslında bu kabilelerden sadece ikisi (Bünyamin ve Yusuf oğulları) ‘İsrailoğulları’ndandı. Diğer 10 kabile farklı kökenlerden gelmekteydi.
Musa’ya gelen vahiy bu 10 kabileye yönelik değildi aslında. Ama onlar, vaazından ve mucizelerinden etkilendikleri Musa’nın yanında dururlarsa Firavun’un zulmünden kurtulabileceklerine inanıyorlardı. Zahmetten kaçtıkları için zora gelemediler hiç.
UNUTMAK VE ALDANMAK ÖLDÜRÜCÜDÜR
Nitekim, Kızıldeniz ile Firavun ordusu arasına sıkıştıklarında; Bünyamin ve Yusuf’un oğulları olan iki kabile savaşa ve şehadete hazırlanırken, diğer on kabile savaşmayı reddedip Musa’ya, “İstersen sen git Rabb’inle savaş, biz savaşmayacağız. Yola çıkarken sen ve Rabb’in bize bunu vadetmemiştiniz! Rabbin bize başka bir yol bulsun!” demeyi seçecekti. Belli ki bu içine düştükleri tehlikeli durum bir imtihandı, mümin ve münafık ayırt edilmişti.
Sonra, deniz yarıldı, hepsi karşıya geçtiler.
Tam burada Cemil Meriç’e kulak verelim: “Rab, İsrailoğullarını su üstünde yürütmedi de neden denizi yardı? Çünkü su üstünde yürümek bir mucizedir. Firavun ve ordusu bunu kendilerinin yapamayacağını bilirlerdi. Fakat kum üzerinde kendileri de yürüyebilirdi. Kuma aldandılar. Denizin yarılması mucizesini, kumda yürüyebileceklerine olan inançları unutturdu. Yürümek istediler ve deniz üzerlerine kapandı. Aldanmak, öldürür.”
Biz de ilave edelim: Unutmak aldanmak gibidir; o da öldürür.
Biz Kurtuluş Savaşı sonrasında önce kendimizi unuttuk, ölümlere götürüldük kaç defa. Sonra kendimize gelme çabasındayken de aldatıldık. Aldatıcının oyunundan da 15 Temmuz’da bedelini ödeyerek kurtulduk. İçimizdeki beyinsizler yüzünden helak olacakken, kurtuluşumuz sonrasında milletçe ihanet halindeki herkesten ayrıştık. İçimizdeki on kabilenin yolunu tutanlardan yolarımızı ayırdık artık!
ON KABİLENİN AYRIŞMASI
Karşıya, Sina Çölüne geçince içine düştükleri zorlu şartları iki kabile tevekkül ve sabırla karşılarken, geriye kalan on kabile, çöllerde aç kalmaktan yakınıyor, “Rabb’in yemek göndersin” diyorlardı. Allah, kudret helvası ve bıldırcın eti indirince de “Sürekli bunları yemekten bıktık, yerin bitirdiklerinden yok mu senin Rabbi’nde?” diyecek olanlar da, yine bu on kabile olacaktı. Çoğunluk olmaları, ekabirliklerini daha da artırıyordu.
Nihayet Musa’nın Tur Dağı’na çıkışı ile büyük kopuş yaşandı; Samiri olarak bilinen biri, on kabileden altın ziynetlerini topladı, eritip ‘altın buzağı heykeli’ yaptı. Böğürme sesi çıkarmasını da sağlayınca, illüzyon etkisini kutsallığa bürüyüp mucizeleri unutturarak aldattı, zaten aldanmaya gönüllü olan on kabilenin aklını çeldi. Zaten bu on kabile puta tapan bir kabileye rastladıklarında Musa’ya “Sen de bize böyle bir Tanrı yapsana!” demişler, azarlarını yemişlerdi.
GAZAP: DAĞILACAKSINIZ
Musa’nın vekil bıraktığı Harun peygamberin bu sapmaya karşı meydan okumasında, Bünyamin ve Yusuf’un oğulları Harun’un safına, on kabile ise Samiri’nin tarafına geçtiler. Musa, Tur’dan on emirle indiğinde, ümmetinin çoğunu altın buzağıya tapınıyor buldu. Öfkesini tahmin etmek zor değil. Yol ayrımı gelmişti.
Musa, kendisine inananlarla, iki kabile ile ayrıldı. Ve buzağıya tapanlara Allah’ın gazabı geldi. Bir kum fırtınası sonrası bu on kabile darmadağın oldular. Sina çölünde başıboş ve çileli bir 40 yıl geçirdiler. Akılsızlık ve tamahkarlıklarının dersini, çaresizlik ve çile şeklinde alıyorlardı. Çölden bir türlü çıkamıyorlardı. Ve sonra, çilelerinin dolduğu bir vakitte Musa döndü; hepsini yeniden toplayıp vaat edilen topraklara, Filistin’e götürdü.
İÇ SAVAŞ FİTNESİNE DİKKAT
Burada, 12 kabile birlikte yaşarken bir cinayet vakası yaşandı. Buzağıya tapan taraftan (Samiri on kabileden) birisi öldürülmüş, buzağıya tapmayanlardan(Musevi iki kabileden) bir kişiyi suçluyordu. Bu, iç savaş demekti. Kan davası başlayacaktı ve buzağıya tapınmayan iki kabile zayıf durumdaydı.
Sonunda faili bulmak için Musa’ya başvurmaya razı oldu buzağıya tapan on kabile. Musa, onlara “Rablerinin bir inek kesmelerini emrettiğini” söyledi. Adeta içlerinde yaşattıkları ‘buzağıya tapma’ yanlışından dönmeleri anlamına gelecek bir emir gelmişti Musa’dan! Bu emre sıcak bakmadılar. Cinayetle inek arasında bağ kuramadıklarını söyleyerek, bu isteği saçma olarak nitelediler.
Fakat Allah’ın isteği olduğu için bu kurbanı kesmeye zorlanınca, yapmak istemedikleri bu işi, kurban edilecek inek hakkında ayrıntı isteyen sorular sorarak sürekli yokuşa sürdüler. Onlar sordukça Musa, vahiy aracılığı ile daha da az bulunur nitelikler sayarak ineği tarif etti. Sonunda pes ettiler, ineği buldular ve kestiler.
Allah’ın emri ile ineğin budu ölüye vurulunca öldürülen şahıs dirildi, kendisini kimin öldürdüğünü söyledi ve tekrar öldü. O’nu öldüren, buzağıya tapan, Samiri on kabileden bir gençti! Böylece iftira anlaşıldı, iç savaş önlendi.
ON KABİLEDEKİ SAMİRİ KÜLTÜR GENİ
Buzağıya tapma, Samiri’nin icadı değil, kültürüydü. İbranilerin yaşadığı o dönemde Ege Havzasında ‘İneğe tapma’ görülen bir şeydi: Örneğin Yunanlılar Girit Boğası’na ibadet ederlerdi, Mısırlılar ise Harthor dedikleri boğaya tapınırlardı. Dolayısı ile, buzağı putlarını yıkan İbrahim Peygamberin soyu olan İsrailoğullarından gelmeyip aslen ‘Mısır halkından’ olan bu on kabile bakımından ‘buzağıya tapınmak’, kültürlerine, ‘atalar dini’ne bağlı kalmak demekti.
Ayrıca bir husus daha vurgulayalım: Samiri, bir şahıs adı değil, sıfatıdır. “‘Samir’de yaşayan, ‘Samir’li” anlamına geldiği ve Samir’in de ‘Mısır’da Firavun zulmüne maruz kalmalarından ötürü İsrailoğulları ile yakınlaşan Mısırlı bir halkın yaşadığı bölge’ olduğu dikkate alınırsa, Kur’an’ın Musevilerle Samirileri, yani iki ve on kabileyi ‘inanç kararkterleriyle’ ayırt etmemizi sağlayacak bir bilgilendirme yaptığı da anlaşılmaktadır. Allah’ın Kur’anda yaptığı ayırımı benimseyerek biz de bundan sonra bu toplulukları Samiri ve Musevi diye anacağız.
‘BAKARA’ BOŞA SEÇİLMEDİ
Ancak tam bu noktada Tevrat’ta ‘Samiri’ diye birisinin olmadığını, Tevrat’ın bütün bu olaylarda Samiri’nin yaptıklarını Harun yapmış gibi anlattığını, bizim Samiri dediğimiz bu on kabilenin o nedenle kendilerini Haruncu diye adlandırdığını belirtmek gereklidir.
Kur’an’da Bakara(İnek) Suresi’nin bu olaydan isim alması da ‘Samiri’nin maddeci ve aldatıcı vasfına gönderme olarak ele alınabilir. Nitekim ileride açıklayacağımız gibi Samiri Yahudilerin insanlık üzerindeki tarihsel etkisi sanılandan çok fazla olacaktır. Buzağıya tapan bu grup, Harran ve İran içlerine ve doğuya doğru sürülecek Doğu’nun mistik ve metafizik öğretisine, ‘buzağı kült’ünü taşıdıklarından, günümüzde de devam eden şekilde o bölgede ineğe tapan halklara da başat olacaklardır.
Şimdi iki grup kabilenin hikayesine kaldığımız yerden devam edelim.
İKİ AYRI İNANÇ: SAMİRİ VE MUSEVİ
Yahudiler, Filistin’de Davut Peygamber önderliğinde güçlü bir devlet oldular. Kurdukları devlet, oğul Süleyman Peygamber döneminde de birliğini sürdürdü. Fakat Samiri’nin altın buzağısından bu yana itikaden de farklılaşmış, ayrışarak saflaşmış, ibadethanelerini bile ayırmış bulunan buzağıya tapmayan Musevi ‘iki kabile’ ve buzağıya tapan Samiri ‘on kabile’ gruplaşması derinden derine içlerinde yaşadı.
Süleyman Peygamber’in oğlu döneminde Samiriler ve Museviler arasındaki gerilim çatışmaya, çatışma iktidar savaşına dönüştü. Bu mücadele Davut ve Süleyman’ın kudretli Yahudi Devleti’nin Kuzey-Güney diye ikiye bölünmeleri ile sonuçlandı.
İKİ AYRI DEVLET: YAHUDA VE İSRAİL
Güney’de Musevilerin devleti vardı. Musevi Devletinin adı Yahuda, Başkenti Kudüs(Mukaddes şehir)’tü. Kuzey’de Samirilerin devletlerinin adı -İsrailoğullarından gelmedikleri halde- İsrail, Başkenti Samiriyye (Samirinin şehri) idi. Samiriyye, Batı Şeria’nın kuzeyinde bir yerleşim yeriydi. Museviler dinlerini, Samiriler ırklarını devletlerine isim yapmışlardı.
Yahudalar Musacı iken İsrailliler kendilerine Haruncu dedi. Museviler Kudüs’teki Süleyman Mabedi’ni sade bir ibadethane olarak tutarken, İsrailliler Samiriyye’deki büyük Mabed’e buzağı heykelini dikmişlerdi!
İKİ FARKLI TANRI: ALOHİM VE YAHVE
Musevilerin kutsal kitabının İbranice adı Tanah’tı (Arapça Tevrat, Türkçe Tora/Töre). Tanah’ı anlama ve yaşamada kullanılan yollardan Talmud (gelenekçi/atalara bağlı öğreti) Samirilerin yolu, Siddur (Tora/Töre’yi teslimiyet yolu ile yaşama) ise Musevilerin şiarı olmuştu. Musevi Yahudalar Alohim’e inanıyordu. Samiri İsrailliler ise Yahve adında bir Tanrıya ibadet ediyorlardı.
İki devletin halkı arasındaki bu derin inanç farklılığı, onları siyaseten de karşı karşıya getirmişti. Yahudalı Museviler, diğer on kabileye kendi soyları ile anarak ‘İsrail’ demeyi ar kabul ettiler; ‘Samiri’ diye andılar. Irklarını ve dinlerini bozan bu kabileleri yok etmek istediler. İsrailli Samiriler de, Yahudacı bu iki kabileyi din dışı ilan ettiler, imha etmeyi emel edindiler. Hep “Kalpleri dağınık” kaldı, fakat hiçbir zaman birbirlerini tamamen yok etmeyi başaramadılar.
ÜÇ DİNİN BİR KADERİ!..
Yahudilerin yaşadığı Yahuda (Musevi)-İsrail(Samiri) tarihsel yarılmasına benzer oluşumlar; zaman içinde Hristiyanlarda Ortodoks (Doğu Roma)-Katolik(Batı Roma) düşmanlaşması, Müslümanlarda ise Osmanlı(Sünni)-İran(Şii) bölünmesi şeklinde tezahür edecektir. Bir taraf dinlerini manevi düzeyde tutmaya çabalayanlar (Yahuda, Ortodoks, Sünni) duracak, diğer tarafta dinlerini siyasileştirenler(Samiri, Katolik, Şia) olacaktır.
Üç ilahi dinin mensuplarında da bu teo-politik ayrışmayı tarihsel olarak izlemek, bu ayrışmanın kökeninin de ‘Samiri etki’ olduğunu görmek hep mümkün olacaktır. Aslında Kur’anda kınanan karakter de işte bu “Samiri” karakteridir.
Müslümanların da bugün, bu ayrışma yüzünden kendinden önceki iki dinin ortaçağlarında ödediği ağır bedelleri görerek kendi ortaçağlarını basiretle aşmak mecburiyetleri vardır. Öncelikle meselenin tarihsellik yönü ile siyasi niteliği görülmeli, sonra da Sünni ve Şii Müslümanları ‘tevhid’ ve ‘Kur’an’ temelinde buluşturmalıdır. Müslümanların iç barışını sağlama projesi aklın, tarihin ve Kur’an’ın nasihatidir.
LANETLİ KAVİM MESELESİ
‘Lanetli’ olan tüm Yahudiler değil, bu on kabileden müteşekkil‘ Samirilerin isyankar, hilekar ve dünyaperest niteliğidir. Bir kavmin topyekun lanetlenmesi, Kur’an’da gördüğümüz ‘toptancı’lığı değil ‘seçici’liği benimseyen karaktere de uygun değildir zaten.
Kur’an’ın Müslümanlara uyarısı “Samirileşme tehlikesine” karşıdır. Bu bakımdan, Samirileri tarihsel olarak izleyip günümüze getirmek, onları tanımak açısından önemli bir bilinç vesilesi olabilir bir Müslüman için.
Üstelik Ortodokslardan Katolik Haçlılar’ın Kudüs’ü aldığı kanlı ortaçağlarını tekrarlar gibi, İslam Ortaçağını yaşadığımız şimdilerde Sünni Müslümanlardan Şiilerin Mekke’yi alma girişimlerini izlemekteyiz. Musevilerin Kudüs’üne Samiri İsrail’in kurulmuş olması gibi! Allah da bir bir anlatmış olsa, şu zebun körlüğümüz yüzünden tarih nasıl da tekerrür ediyor!.. Bu büyük resimden bakınca insanoğlu olarak “ne kadar da cahiliz” dememek elde değil.
Sonra ne oldu?
SAMİRİ SÜRGÜNÜ
M.Ö. 950 yıllarında kurulan Samiri İsrail Devleti, Asur Kralı II. Sargon tarafından M.Ö. 720 yılında yerle bir edildi. İsrail Devleti yıkıldı, Başkenti Samiriyye yağmalandı, halkı oluşturan on Yahudi kabile Harran’a, İran içlerine ve daha doğuya sürgün edildi. Darmadağın oldular.
Fakat Samiriler durmadılar. Gittikleri topraklarda, dinlerini açıkça yaşatamasalar da ‘gelenekçi katı düşüncelerini’ emzirdiler. Gizli bağlarla varlıklarını sürdürmeye başladılar. İneğe tapınma kültürünü yerleştirdiler Doğu’ya, Mecusilere kendi disiplinlerini sinsice kazandırdılar. Ve bir gün o topraklara İslam geldiğinde; Samiri gelenekteki gibi temessülcü (resim ve şekille ruhani ve kutsal varlıkları yansıtan), mehdici, ezoterik (gizem üzere gelecek bina edilen) ve çatışmacı Şia’ya dönüştürdüler.
Bu on Samiri kabile, yayıldıkları bu coğrafyalarda, Yahudiliğe yaptıklarının (Semitizm-siyonizm), Tapınakçılıkla Hıristiyanlığa (Haçlı ruhu), Şia (radikal islam) ile İslam’a da yaptılar. Hikayeden kopmayalım.
HAZAR TÜRKLERİ 13. KABİLE OLDU
Varlıklarını ancak derin gizlilik içinde ve şifreli irtibatlarla sürdüren Samiriler, tamamen yok oldular sanılırken, Kafkaslarda Gök Tanrı inancındaki Türklerin 5. Yüzyılda kurduğu Hazar Devleti çatısı altında ortaya çıktılar. Hazar Türkleri’ni etkilediler, yönetime geçtiler ve 7. Yüzyılda Hazar Türklerini Yahudi yaptılar.
On kabilenin kaybolan Samiri inancı, 7. yüzyılda Hazar Türklerinde yeniden vücut bulunca Yahudi dinine bir kabile daha katılmıştı. Bu nedenle Hazar Türklerine 13. Kabile de denmiştir. Artık bu tarihten sonra Samiri Yahudileri demek, Türkler demek olacaktı.
O vakitler Hazarların nüfusu 1,5 milyon kadardı. Eskiden Yabgu, Bulan adı taşıyan Hazar Kağanlarının adının artık Bünyamin, Zekeriya, Yusuf olması da bu değişimden ötürüydü. Ancak, Orta Asya göçmeni, yiğit ve savaşçı, yakışıklılığı ile dillere destan bu Hazar halkına, devletleri 10. Yüzyıl’da yıkılınca, bir kez daha göç yolu görünecekti.
SAMİRİLER EŞKANAZİ OLDU
Hazarlar, Samiri Yahudiler olarak Almanya’ya kadar gittiler. Almanya Hazar Türkçesinde ‘Eşkanazi’ demekti. Böylece, Samiriler artık “Eşkanazi Yahudileri” olarak anılacaktır. İşte, ‘Alman Yahudileri’ denilenler, bu Eşkanazi denen Samiri dinini yaşatan Hazar Türkleridir artık.
Eşkanazilerin Düşmanları çoktu. Avrupa’da da gizlendiler ama birbirleriyle bağlarını hep yaşattılar. Ve gün geldi gizli bir egemenlik de kurdular. Bu egemenliğin nasıl kurulduğunu da açıklayacağız.
Dönelim Güney’deki iki kabilenin Yahuda devletine, Musevilerin kaderine.
İKİ KABİLENİN BABİL SÜRGÜNÜ
Musevilerin Güney’deki Yahuda Devleti Samiri İsrail’den 150 yıl fazla yaşadı. Babil Kralı II. Nabukkadnezar tarafından M.Ö. 590 yılında yıkıldı. Musevi Yahuda toplumu Babil’e sürgün edildi. Yahuda’lar burada birkaç yüzyıl kaldıktan sonra aralarından çıkan ‘İkinci Musa’ dedikleri Azra liderliğinde İran Kralı Kilyos’un desteği ile M.Ö. 100 yıllarında yeniden Filistin’e döndüler. Tanah’ta 250 kez adı geçen kutsal vatanları Filistin’e.
YAHUDALAR SEFARAD OLDU
M.S. 4. Yy.’da Filistin’e Roma hakim olunca, Kudüs’ü Hrıstiyanlaştırmak istedi. Beşyüz yıl sonra Yahudilerden Kudüs bir kez daha temizlenecekti. Bu sefer Roma, dönüşü olmayacak bir yer olsun diye elindeki en uzak bir yere; İspanya’ya kadar sürdü Musevileri. Zaten o vakitler karanın bittiği yer de orasıydı.
Bir uçları Babil’de kalan Yahuda’lar akılları Kudüs’te kalarak bu sefer İspanya’ya gittiler. İbranice’de İspanya, ‘Sefarad’ demekti. Bu nedenle ‘Yahuda Musevileri’nin adları artık ‘Sefarad Yahudileri’ olacaktır.
SEFARADLAR OSMANLI HİMAYESİNDE
Bünyamin ve Yusuf oğulları, Museviler, Kilise bağnazlığı nedeniyle 1492 yılında İspanya’dan da kovuldular. Canlarını kurtarmak için sığınacak yer bulamazken Osmanlı Padişahı II.Bayezıd onları İstanbul’a kabul etti. Sefaradlar Osmanlı’dayken bir daha sürülecek ve bölünecektir.
Dinlerini İzmir, Selanik ve İstanbul’da rahatça yaşarlarken 17. Yy.da ortaya çıkan Sabetay Sevi adında bir Sefarad Mesihlik iddia etti. Dünya Krallığı kurup Dünyayı 38 vilayete bölerek adamlarını Kral tayin etmesi, akımının da hızla yayılarak büyümesi üzerine İzmirli Sefarad din adamları toplanarak Sabetay Sevi’yi dinlerini bozduğu için Padişah’a şikayet etti.
SEFARAD’I BÖLEN SABETAY
O güne kadar Sevi’yi hiç umursamayan Osmanlı Sarayı, bunun üzerine Sabetay Sevi ile görüştü. Sevi, Padişah IV. Mehmet’ten Kudüs’ü ve Mesihliğinin tanınmasını isteyince yargılanmaya sevk edildi. Önce Gelibolu hapishanesinde tutuklu yattı, sonra Edirne’de kurulan Divan’da yargılandı. Padişah da yargılamayı izliyordu.
Kendi müritleri ‘Mesih olduğu için ona ok, kılıç işlemez’ diye inanıyordu. Divan Başkanı, ‘üst kısmından elbiselerini çıkarmasını, ok atılacağını, eğer işlemezse Mesih olduğunun Padişah tarafından kabul edileceğini’ söyleyince ölüm korkusundan titreyerek iddialarını inkar etti. Sefarad Vezirin akıl vermesi ile canını kurtarmak için Müslüman oldu, ama gerçekte gizli Yahudi olarak yaşayacaktı. Bu nedenle Sefaradların bir kolu haline gelen Sabetaycılar, Müslümanlığa samimi olarak geçmedikleri gerekçesiyle ülkemizde ‘dönmeler’ diye de anılageldiler.
TÜRKİYE’DE SEFARAD, İSRAİL’DE EŞKANAZİ
Şu anda Türkiye Yahudileri yaklaşık 30 bin nüfusludur, yüzde 96’sı Sefarad, bunların da yarıya yakını Sabetay(dönme)dir. İsrail Yahudilerinin ise durumu tam tersidir; yüzde 96 Eşkanazi Yahudisidir.
Bu tarihten sonra Osmanlı Sefaradlarından göçenler Almanya’ya yerleştiler. Böylece 2500 yıl önce Yahuda ve İsrail ayrışmasıyla yolları ayrılan Eşkanazi(Samiriliği yaşatan Hazar Türkleri) ve Sefarad (İsrailoğullarından gelen Musevi iki kabile) Yahudileri Almanya’da yeniden buluşmuş oldular. Kadim kavga ve bu kavganın verdiği dinamizm, korkudan gizlenen kimlikleri ile yeniden başlayacaktır.
BURJUVAZİ YAHUDİLERDİ!
Ortaçağ Almanya’sında, İtalya ve Fransa sahillerinden Dünyaya gidip zenginlikleri taşıyan ilk kolonyalist tüccarların çoğu Sefarad Yahudileri idi. Almanya ve İngiltere’de gelişen burjuvazide ise Eşkanazi kökenliler ağırlıktaydı. Bunlar burjuvazi olarak bilinecektir.
Avrupa’ya zenginliği onlar yığdı, onlar güçlendiler. Avrupa’nın önce zenginleri, sonra yeniçağı getiren devrimcileri, sonra da iktidarları oldular. Din, siyaset, bilim ve ekonomi hayatının bu öncüleri(Yahudi burjuva sınıfı), Sanayi devrimini de yapacaklardır. Yeni dünyanın öncüleri onlar olacaktı.
Fakat o buzağıya tapanlar(Samiri- Eşkanazi) ile buzağıya tapmayanların(Yahuda-Sefarad) savaşları bu iç içe geçmişlik içinde de hep devam etti. Ellerine geçen büyük güçle imparatorlukları, devletleri ele geçirirken tek bir imparatorluğu, Osmanlı Devleti’ni elde edemediler. Nüfuzları dönemsel olarak yükselse de Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de iki grubun da eline geçmedi.
EŞKANAZİ-SEFARAD SAVAŞLARI
Eşkanazi ve Sefarad Yahudilerinin aralarında yönetim el değiştirdikçe devletlerin de duruşu değişmeye başladı.
Kilisenin, ikinci sınıf muamelesi yaptığı Yahudiler, şeytanın bacağını Fransız ihtilali ile kırdılar. 1789 ihtilali bir küçük burjuvazi(Yahudi) ayaklanmasıydı. Bu ihtilal, bilindiği gibi insan ve yurttaş hakları beyannamesini getirdi. Böylece sağlanan ‘eşit haklar’ aslında Fransa’daki tek bir sınıfı rahatlatıyordu: Yahudileri. Bunlar, ağırlıkla Sefarad Yahudileri idi.
Sonra bu Fransız devleti, Yahudi servetinin desteğinde gelen Napolyon iktidarında, önce Sanhedrin’i (Yahudi Meclisini) kurdu, sonra Yahudilerin gettolarda yaşama zorunluluğunu kaldırdı, ardından Yahudiliği resmi din yaptı. Fransa, hızla bir ‘Yahudi cenneti’ olmuştu. Bu cenneti tüm Avrupa’ya yaymak gerekliydi.
NAPOLYON’UN GİZLİ AJANDASI
Fransa’dan kalkan Napolyon bütün Avrupa’da istila hareketini başlattığında; izlediği politikaları çelişkili bulunuyordu. Zira Napolyon, ele geçirdiği ülkelerde bir yandan Yahudi temizliği yapıyor, diğer yandan Fransa’daki haklarını ele geçirdiği ülkelerdeki Yahudilere bahşediyordu. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusuydu?
Aslında Sefarad güdümündeki Napolyon, Avrupa’da Eşkanazi temizliği yapıyor, o ülkelerdeki yönetimleri Sefaradların kontrolüne verdikten sonra da bu ülkelerde insan ve yurttaş haklarını dağıtıyordu!
Hep sorulur: Neden Napolyon İstanbul’u çok önemsediği halde o gücüyle Osmanlı’ya, Türklere saldırmadı? Çünkü, Türkiye’de zaten Sefaradlar vardı ve onlar da zaten özgürdü, ezilmiyorlardı! Niye gelsindi?
SEFARAD ETKİSİNDE ÖDENEN BEDEL
Böylece Almanya da Sefarad olmuştu, Türkiye de Sefarad ağırlıklı idi. Alman-Türk ittifakı (Sefaradçı) masonluk etkisi altındaki İttihat ve Terakki aracılığı ile kurulur. Birinci Dünya Savaşı geldiğinde Fransa’nın, Napolyon sonrasında, Eşkanazi elindeki İngiltere’nin etkisine girdiğine dikkat edilirse görülür ki I. Dünya Savaşı’nda Eşkanazi blokla Sefarad blok savaşmıştır.
İşte, Osmanlı’nın savaşa çekilmesi, imparatorluğunun dağılacağı, milyonlarca şehit ve göçmen vereceği Birinci Dünya savaşı felaketine sürüklendiği tezgah, İttihat ve Terakki içinde yerleşik Sefaradçı etkinin sağladığı işbirliği ile yaptıklarından başka bir şey değildi!.. Sefaradlar yenildi, Türkiye yenilmiş sayıldı.
Haliyle Sevr işgalini yapan ülkeler de Eşkanazi olacaktı. Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nı Sefarad safında Eşkanazi güdümlü ülkelere karşı vermişti.
HİTLER’İN EŞKANAZİ KIYIMI
Sefaradçı Almanya’da 1. Dünya Savaşı yenilgisinin intikamını almak isteyen Faşist Nazi hareketinin iktidarı, Hitler yönetiminde Avrupa’da yeni bir istila başlatır: Fransa ve Rusya, Birinci Dünya savaşından bu yana zayıflayarak Eşkanazi olan İngiltere’nin güdümüne girdiğinden, Sefarad Hitler Almanyası Fransa ve Rusya’ya doğru, harekete geçer.
Sefarad etkisindeki Hitler, Eşkanazi Yahudilerini fırınlarda yakarak katliam yapıyordu. Tıpkı 1. Dünya Savaşı gibi 2. Dünya Savaşı da Sefarad Almanyası ile Eşkanazi İngilteresi arasında geçiyordu. Almanya tarafından Almanya, Polonya, Romanya, Rusya, Fransa Eşkanazi Yahudilerinin kanı, nesillerini kuruturcasına, acımasızca akıtılıyordu. Sefaradlar açısından, aslında dinlerinde ve ırklarında temizlik yapılıyordu. Bu dönemde Türkiye, Hitler’den kaçan az sayıda Eşkanazi Yahudisini de kabul edecektir.
NAPOLYON-HİTLER: AYNI GÖREV
Napolyon için olduğu gibi Hitler için de bir soru sorulur sürekli: Niçin Türkiye’ye saldırmadı? Açıklamalarımız üzerine, perde arkasındaki cevabını herkes söyleyebilir artık. Napolyon’la aynı nedenle; Hitler Eşkanazi (Samiri, Eşkanazi, Siyonist on kabile, Hazar Türkleri) Yahudilerini avlamak için yola çıkmıştır. Türkiye’de ise Sefaradlar vardır. Üstelik özgür ve etkindirler. Niye yürüsün ki Sefarad boyunduruğundaki Türkiye’ye?
2. Dünya savaşında Almanya, açık ara üstünlükle Rusya’nın üzerine doğru giderken, Eşkanazi İngiltere, Fransız Eşkanazilerle birlikte kurduğu yeni imparatorluğunu, yani ABD’yi devreye soktu. Böylece Almanya yenildi, 2. Dünya Savaşı’nı da Eşkanaziler kazandı. Dünya’nın yönetim üstünlüğünü de ele geçirdiler.
İKİ YÜZYIL SONRA YENİ EFENDİ: EŞKANAZİ
Eşkanazilerin egemen olduğu İngiltere, ‘kendi vatandaşlarını yakan’ Almanya’ya bu nedenle savaş açtı. İngiltere her vatandaşını yakan, öldüren yönetime savaş açıyor değildi ki! Bu müdahalenin gerçek sebebi Eşkanazileri kurtarmaktı. Yani, Alman ve İngiliz halklarının savaşı değildi aslında bu savaşlar. Gerçekte Eşkanaziler ve Sefaradların kadim savaşıydı. Vuruşturulan Avrupa halkları, aslına birer zavallı araçtan başka bir şey değildi. Hepsi de gizli efendilerinin emrinde gerekmeyen savaşlarda can veriyordu.
İki Yüzyıl süren Sefarad egemenliğinden sonra, 20. Yüzyılda, Birinci Dünya savaşından sonra Dünyanın efendiliğini İngiltere şahsında Eşkanaziler ele geçirmiş, İkinci Dünya savaşında ABD eliyle bunu perçinlemişti artık. Napolyon’dan beri çektikleri çile bitmişti Eşkanazilerin. Artık onlar efendiler olmuştu. Eşkanazi Yahudileri demek kadim tarihte Samiri İsrail demekti. Bu anlayışın 20. Yüzyılda hayat bulan şekli Siyonist İsrail demekti. Yani, 20. Yüzyılda Dünyanın efendiliğini buzağıya tapan taraf ele geçirmişti.
EŞKANAZİ SİYONİSTLERİN İSRAİL’İ
Son Yüzyılda seküler, materyalist modern paganizm yeryüzünü istila etmişse, galiplerin Altına ve buzağıya tapan Eşkanaziler olmasından ötürü oldu. Her ülkede, her yerde kendileri gibi olanları desteklediler. MÖ 1600’den beri devam eden kadim mücadele sonunda, Filistin’de Yahudilere devletlerini armağan etti İngiltere.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Filistin’de kurulan Devletin adı, kazananlar Eşkanazi(Samiri) Yahudiler olduğu için İsrail oldu. Kudüs’e saygılı davranmadılar. Çünkü orası Sefaradların(Musevilerin) başkenti idi. Başkenti Tel Aviv yapmaları, Samiriyye’yi istemelerindendir. Batı Şeria’yı alıp kuzeyine doğru yayılma amaçlarında bu denli vahşi olmaları da kendi kadim başkentleri ‘Samiriyye’ orada olduğu içindir! Büyük İsrail hedefi ise, düşmanları olan kadim Yahudi devletinin sınırlarını elde etme hedefidir.
15 TEMMUZ BAĞIMSIZLIK GÜNÜ
Türkiye ise bu Eşkanazi devleti ilk tanıyan ülke oldu. Bu, Sefaradların etkisindeki Türkiye’nin İsrail’in temsil ettiği güce biatı anlamına geliyordu. Türkiye, biat ettiği Eşkanazi İngiltere ve ABD çizgisinden çıkmadı. Ta ki 15 Temmuz olana kadar.
Esasen Kudüs’ün Eşkanazilerin elinde olması Safarad’lar açısından da kabul edilemez. Onlar bakmından Kudüs’te batıl Yahve’ye bağlı Samiriyye’nin putperest on kavmi değil, gerçek Yahudiler olan iki kabile’nin Tanrısı Alohim’e inanan kullar hakim olmalıdır! Sefaradlara göre Kudüs bu müşrik hareketten kurtarılmalıdır.
Bugün onların karşılıklı savaşlarının arasında sıkışmış, pinpon topu gibi oynanan bir dünya var. Aslında milletleri kendi haline bıraksalar, bölgesel küçük savaşlar olur ama bir Dünya savaşı asla yaşanmaz.
FİLLER VE EŞEKLER
İkinci Dünya savaşında Sefarad Yahudilerinden ABD’ye kaçanlar çok oldu. Orada da bir güç oluşturdular. ABD içinde bir Eşkanazi-Sefarad egemenlik mücadelesi vardır. Sembollerinin hikayesi anlam taşır. Demokratlar ‘horoz’ Cumhuriyetçiler ‘kartal’ sembolü kullanırken bir gazeteci; Harper Weekly gazetesinden Thomas Nast İspanya’nın geleneksel Yahudi hayatının sembolü ‘eşek’ olmakla suçlanan Demokratların adayını Jackson’ı eşekle simgeler, karşı tarafı da, Cumhuriyetçileri de, ineğe tapanların ülkesi olan Hindistan’ı anlatan fili, hayvanat bahçesinden bir çizimde üzerine fil üzerine yazdığı sloganla Cumhuriyetçilere armağan eder. ‘Sam Amca’nın mucidi de aynı kişidir. Tesadüf değil. Nast ailesi Alman Eşkanazi olarak ABD’ye kaçıp yerleşmiştir. Partilerin o dönemdeki görüntüsü değişecek, zaman zaman el değiştirecektir.
Ortada dönen ABD-AB ve İngiltere-Rusya kamplaşmasının arkasında da bu gerçek vardır. Bugün yaşanan savaşta AB(Almanya) Sefarad’tır, ABD’de ise Sefarad etkisi iki yıl önce başlayan bir dalgayla gelmiş ve Trump adıyla yönetimi ele geçirmiştir. Trump, üzerindeki Sefarad ağırlığı nedeniyle İsrail’e tavırlıdır, İsrail yayılmacılığına karşıdır, Kudüs’ü rahat bırakmasını ihtar etmektedir İsrail’e. Eşkanazi etkisindeki BM’ye tavırlıdır. Eşkanazi (Obama) politikalarını şiddetle eleştirmektedir. AB-ABD bloku bir Sefarad blokuna dönüşmüştür ve Transatlantik Ticari Birliğini kurma çalışmaları son noktaya gelmiştir.
ARABİSTAN NEDEN EŞKANAZİ TARAFINDA?
Öte yandan İngiltere-Rusya ise Eşkanazilerin elinde durmaktadır. İngiltere’nin, Sefarad tesirine giren Almanya öncülüğündeki AB’den kopmaması şaşılacak bir durum olurdu. Eski kavgaları hortlamıştır.
Ortadoğu’daki aktörlere gelince; Arabistan’da ve Körfez ülkelerinde tarihsel ve gerçek ağırlığı bulunan ülke Eşkanazi etkisindeki İngiltere’ydi ve artık ABD yörüngeden çıkınca İngiltere bu ülkelerin Rusya’nın terkine girmelerini istiyordu. Rusya’ya onları bağlayacak ana çekim gücü ise Türkiye olabilirdi. Nitekim şu anda 36 ülke birlikte ‘İslam gücü’ adı altında Türkiye ile birlikte Rusya cephesinde toparlanmıştır.
Bugüne kadar bir takım gladyo yapılanmaları üzerinden ülkeyi idare eden NATO içindeki çatışma da Eşkanazi – Sefarad ülkeleri arasındaki çatışmadan başka bir ayrışma değildir.
İki kutbun savaşında İran, Fransa’dan kalkıp Tahrana’a inen Humeyni devriminden bu yana Eşkanazilerin elinde olduğundan İsrail ile asla savaştırılmaz. Eğer Sefarad etkisine giren bir İslam ülkesi olursa İran ona çökmek için vardır orada.
BİZ NE TARAFTAYIZ?
Biz Sefarad ülkeleriyle, AB-ABD (Sefaradçı) yapımı FETÖ darbe girişimlerinin başladığı Gezi olaylarından sonra sorunlu, 17-25 Aralık’tan sonra sürtüşmeli, 15 Temmuz’dan beri kavgalı durumdayız. Fakat o gece, Allah yüzümüze baktı ve kefeni milletçe yırttık. Erdoğan’ın bağımsız ve dik duruşu Türkiye’yi ‘sahipli’ olmaktan çıkarttı.
Artık bağımsız bir ülkeyiz. Hatta Eşkanazi-Sefarad egemenliği bakımından yeryüzünün ‘tek bağımsız devleti’ 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Eğer darbe olsaydı, Sefarad etkisi ile bölünme ve iç savaş, Eşkanazi etkisi ile Rusya, Suriye, İran ve İngiltere düşmanlığı altında bölgemizde savaşmak zorunda kalacak, Osmanlıyı yıkan Birinci Dünya Savaşı’ndaki yanlışları bugün tekrarlamış olacaktık.
ŞİMDİLERDE EŞKANAZİ SAFINDAYIZ
Şimdilik başımıza çorap örenleri (Sefarad-AB-ABD) net olarak görünce çıkarlarımız gereği karşı tarafa (Eşkanazi-İngiltere-Rusya-İran) yanaştık. Eşkanazilere, yani kendi blokuna yanaşınca, İsrail de bize yanaştı. Özetle bugün Türkiye, bu kadim kavgada Buzağıya tapan geleneğin (Samiri- Eşkanazi- Siyonizm- İsrail) blokunda, hayati çıkarlarımızın mecbur etmesi nedeniyle yerini aşmıştır.
Fakat çıktığımız Türk ve İslam Dünyasını toparlama yolu, ele bir türlü geçiremedikleri kadim devletimizi yeniden imparatorluk yapmaya doğru götürmektedir.
TUZAK: Şİİ-SÜNNİ SAVAŞI
Ortadoğu’nun bu kırılgan dengelerinde zayıf halka olan İran’ın şia fanatizmi ile saldırganlaşması önümüzdeki en büyük tehlike olarak durmaktadır. Kurulan büyük oyun bizi (Türkiye liderliğinde Arabistan v.b. ülkeleri) İran ve yanlılarıyla Şii-Sünni savaşına sokmaktır. Bu savaş yoluyla Türkiye’yi zayıflatmayı hem Sefaradlar hem Eşkanaziler istiyor. Bu savaşı çıkartabilmek için de Sünnileri çıldırtacak bir şeyi; Mekke’yi Şii İran’a vermek istiyorlar. Kudüs’ü Eşkanazi israil’e verip Sefaradlara kapak yaptıkları gibi.
Bu arada bizim kurabileceğimiz en mükemmel oyun da İngiltere-Rusya ile AB-ABD’yi çarpışır hale getirip, yani Eşkanazi ve Sefarad gizli Yahudi imparatorluklarını birbiriyle vuruşturup seyretmek olmalıdır. Tıpkı Napolyon istilası ve İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi.
Suriye zemini ise bu senaryoların hepsini mümkün kılan bir satranç tahtası durumdadır. İyi oynayan kazanacaktır. Şimdilik iyi oynadığımız, ilkeli ve zekice gittiğimizi söylemek gereklidir.
GÖRÜŞME LİSTEMİZ
Güncel ilişkilerimize bir bakalım: 6 Aralıkta Brükselde NATO Dışişleri bakanları toplantısında Çavuşoğlu’nun görüştüğü ülkeleri görmek çok şeyi anlatmaktadır. Bu ülkeler, İngiltere, Litvanya, Ukrayna…Hep Eşkanaziler! Almanya, Avusturya, İtalya, Fransa yok! Yani Sefaradlar yok! ABD, kerhen ve soğuk bir diyalog ile es geçiliyor. Belli ki Sefarad ülkeleri fatura kesecek.
Beşiktaş’ta bomba Alman Konsolosluğuna yüz metre mesafede patladı, Rus Büyükelçisi ABD Büyükelçiliğinin tam karşısında öldürüldü, ABD doları fırladı, Alman DEAŞ’ı askerlerimizi şehit etti. Başka ne bekleyebilirdik ki?!
Bu savaş ne olacak?
İSKENDERİN KILICI: TÜRKİYE
Ortadoğu’da, haliyle Dünya’da yeni nizam verilirken Eşkanazilerden ‘birinci efendi’lik makamını devralmak için kimin yanında olursa onu efendi yapacak kritik önemdeki role yükselen Türkiye’nin tutumu her şeyi belirleyecektir. İskenederin kılıcı gibi, hangi tarafa geçerse Türkiye o taraf kazanacaktır.
Şu anda Türkiye, Ortadoğu’da sadece kendi savaşına girmeye dikkat ediyor; Eşkanazi-Sefarad savaşına girmiyor. Diyor ki: Bu benim savaşım değil. Sizin kavganız beni ilgilendirmiyor. Ben, ülkemin ve mazlum milletlerin çıkarları neyi gerektiriyorsa o tarafta ve sadece o amaçla duracağım. Şu anda barış için Eşkanazi Rusyası, İran ve İsrail ile birlikte mi olmam gerekiyor, onu yaparım. Yarın işime başka bir dengede yer almak gelir onu da yaparım. Ben, sizden başka bir dünyanın mensubuyum ve o medeniyet dünyasını büyütmek için çalışacağım. Ben özgür bir ülkeyim.
TÜRKİYE İMPARATORLUĞUNU İLAN ETTİ
Artık Türkiye, aynı Almanya, ABD, Rusya, Çin ve İngiltere gibi ulus devlet kısıtlarıyla değil imparatorluk özgüveniyle hareket ediyor. İmparatorluğunun önünü kesmek için de her efendinin kendi hesabı bakımından bir başka saldırıyla sürekli karşılaşıyor. Eşkanazi ve Sefarad imparatorlukları, kendi aralarındaki kavganın ötesinde üç yüzyıl sonra ilk defa karşı medeniyetle hesaplaşmaya mecbur kalacaklar.
Yahudilerin gizli kalan tarhi, arka plandan bize pek çok gelişmenin nedenini ve ne olacağını haber verecek önemdedir. Elbette geleceği de bilen Rabbimizin neden Kur’an’da Yahudi tarihine bu kadar çok yer verdiğini anlamaya yardım edecek bir tefsir faydası da umulan bu değerlendirmelerin, Kur’andaki kıssaların bizlere hikaye olarak değil, ders olarak anlatıldığını; geçmişi anmak için değil geleceğe yön vermek için aktarıldığını, yani hikmetini kavramaya ve gereğini bu şuurla yapmaya sevk etmesini ümit ediyoruz.
KÜLLERİNDEN DİRİLEN MEDENİYET
Müslüman Türkler, kaderdaş olduğu akraba ve komşu milletlerle birlikte küllerinden yeniden diriliyor. Yeniden Seyfullah olmaya, vicdanların sesi olamaya koşuyor. Milletimiz bu misyonu ifaya hazır olduğunu gösterdi.
Sadece o millet, şimdilerde devletini buna hazırlıyor. Dört koldan savaşarak devletini bir yandan arındırıyor, diğer yandan yeni format atıyor ve bir misyon yüklerken ilerleme hamlelerinde de dur durak dinlemiyor. Allah bu gayrete zeval vermesin! Biz her şeye rağmen ümitliyiz.
Sefer Milletten, zafer Allah’tan!
Muhterem beyefendi,çoktandır kafa yorduğum bu konuda bizi aydınlattınız sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.Ülkemin bugün bulunduğu pozisyonu çok önemsiyorum ve bu beni heyecanlandırıyor.Şu durumda atılım hatta şahlanış halindeki ülkemizi idare eden siyasi iktidarın dış saldırılar ile başa çıkmaya çalışırken içerdeki uzantıları milleti kutuplaştırmak için uğraş veriyor.Bu beni ve benim gibi düşünenleri çok tedirgin ddiyor.M.Kemalin ardına saklanan bu güruh M Kemal gerçeğini bilseler bu kadar hoyratça davranamazlar.Bu gerçekleri deşifre edecek bu konulara vakıf çokaz kişi var ve detaylı bir açıklama hiç yapılamadı Bu konuda da yardımlarınızı ihtiyacımız var.Selam ve saygılar.
Anladığım kadarı ile cephenin bir tarafı NEO-LIBERALIST muhafazakar mason locaları sefared yahudileri, cephenin diger tarafindada Sosyalist/kommunist/Globalist eşkanazi yahudileri var. Aslinda bu iki iblisin yeryüzündeki varislerini kablaloları birnirlerine bağlı ve aynı hedefi gütmekteler. Zira tek gayeleri yeryüzünde kontrollü bir şekilde kargaşa yaratarak milletleri vw hatta aynı mahellenin gençlerini birbirleri ile carpistirmak. Ittihat ve terakkici mason localarinin osmanliyi 1. Dünya harbinde kasitli olarak savaş a dahil etmelerinin tek sebebi israil devletini ve topraklarimizda siyonizme hizmet edecek olan liberalizm merkezli devleti kurmak idi. Nitekim topraklarımızdaki kurulu düzen ve syces-picot kapsaminda ortadogudaki kurulan bütün monarşik sistemlerin gayeleri bölgeyi islamsizlastirarak bölgenin milli direncini kirmaktı. Nitekim yüz yil sonra ümmetin haline baktigimizda siyonizmin hedefine büyük bir oranda kavuştuğunu görebilirsiniz. Zira siyonizm HEGELS DIALEKTIK olarak nitelendirilen bir strateji ile toplumları şuur suzlastirmakta. Tez ve Antitez ve hatta Sentez ilusturarak yujarda bahsettiğimiz cepheleri oluşturmakta. Nitekim suursuz halk ve toplulukları bu cephelerden bir tanesinin tarafında yer aldirtmakta ve toplulukları bu strateji ile birleri ile ile 1. Ve 2. DÜNYA savaşlarinda olduğu gibi birbirleri ile savastirmakta. Milletimizin ve ümmetimizin ve hatta insanlığın yegane kurtuluşu TEVHID nizamidir, zira rabbimiz bize kerim kitabında zafer vaad etmiştir, fajat bu zafere laik olabilmemiz için sadece ina kulluk etmemizi, yani onun nizamini yeryüzünde hakim kilabilmek için mücadele etmemiz gerektiğini zikr etmiştir.
Hitler Saferad tarafında demişsiniz. Lakin savaş esnasında Hitleri Aşkenazi Rotschild ailesinin desteklediği iddia ediliyor. Kürşad Berkkan in Hitler ve siyonizm kitabini okuyun lütfen. Bu nasıl oluyor peki? Rotschildler askenazi ise niye askenazi yahudilerine yok ettirdiler?
Halil Bey, yazıda da anlatıldığı gibi, biz Hitler’in Eşkanazi’leri öldürdüğü kanısında değiliz. 13. kabile’yi, Hazar Yahudilerini (Türk kökenli Yahudileri) öldürdü. Bu ise Gerek ilk iki kabile olan Sefaradlar, gerekse diğer 10 kabileye dayanan Eşkanaziler açısından ortak hedefti. Ama Eşkanaziler için daha yüksek bir hedefti çünkü Siyonizm onların ideolojisiydi daha çok. Bu, Yahudilerin iç temizlik yaptıkları bir Siyonizm projesiydi. Rotschildler hem Sefaradların ülkesi Almanya’yı tarihen mahkum ettirecek hem de kendi soy temizliklerini sağalayacak Hitler projesine niçin para yatırmasınlar? Şimdi Macaristan’da sefil bir halde yaşamakta olan az bir Hazar Yahudisi kaldı, gerisini temizlediler. Belki tek yoksul yahudi topluluğu da onlardır.
doğru ama eksik dünyadaki eksen sefarad-eşkanaz değil asıl güç babil -mısır (nemrud-fivarun )savaşı