GÜNEŞ ÜLKESİNİN SULARINDA
Osman ARSLAN
-2-
(GÜNEŞ ÜLKESİ’NE YOLCULUK’UN DEVAMI)
Japonların savaş gemisi ve silah teknolojilerine hayran kalan Osman Bey ve Ali Bey, bazı siparişlerde bulundular.
Temmuz ayı bir kâbus gibi geldi. Tayfalardan birisi koleraya yakalanarak hayatını kaybetmişti; Japonya’da kolera görülmediği için gemi hemen karantinaya alındı ve cesedin yakılması istendi. Fakat Osman Bey, buna izin vermedi: dinen cesedin yakılamayacağını, gömülmesi gerektiğini, ama denize de defnedebileceklerini söyledi.
Japon yetkililer, cesedin ancak körfez dışında denize atılmasını kabul ettiler. Nitekim, tayfanın cesedi Yokohama körfezinin dışında denize atılmış, ancak olay Japon balıkçılar tarafından öğrenilmiş ve büyük bir infiale sebep olmuştu.
Osmanlı heyeti lehinde esen olumlu rüzgar birden tersine dönmüş, üstüne üstlük balık fiyatları keskin bir düşüş yaşamış, faizler fırlamış Japon ekonomisindeki sarsıntının faturası Türklere kesilmişti.
Yokohama Balık piyasasını sarsan kolera vakası, gemide yayılıp 36 kişi daha hastalanınca, gemi uzak bir bölgede karantinaya alındı. Ama salgının önü alınana kadar 12 denizci daha şehit olmuş ve cesetleri yakılmıştı.
Bu arada, kolera salgını yüzünden, Yokosuka’da bulunan tersaneler (bugün ABD Donanmasının üssü) Ertuğrul’un dönmeden önceki tamirat istemini reddettiler.
İş başa düşünce, gemideki marangozlar var güçleriyle tamirata girişirler. Ve nihayet Eylül’de gemi sefere hazır hale gelir.
Ancak Eylül, Japonya ve civarında tayfun dönemidir. Osman bey, bu konuda uyarılar aldıysa da, son kez gururu galip gelerek bir karar aldı: Kolera salgınının moral bozukluğu vardır, “harcırah”ın dibini bulmuşlardır ve dönüş yolunda kendilerini bekleyen bir misyon vardır. Bu nedenlerle denize açılma kararı alır. Ne pahasına olursa olsun Türk heyeti gidecektir.
Samuray onurunu yansıtan bu Türk tavrından Japonlar ciddi şekilde etkilenmişti. Onlar gibi Türkler için de ‘gurur’ çok önemliydi. Kendilerine çok benzetmişlerdi. Türkleri anlıyorlardı.
Denize açıldıktan iki gün sonra Ertuğrul tayfuna yakalandı.
Gemi, dev dalgalarda karşı büyük mücadelelere girişti fakat dalgalara hükmedemedi. Sürüklendi, kayalıklara çarparak parçalandı. Tarih 16 Eylül 1890 saat 21.30 sularıdır. Yer, Oshima (Büyükada) adasındaki Kashinozaki deniz fenerinin açıklarıdır.
Kashinozaki deniz fenerindeki Japon balıkçılar, tayfunun gürültüsünden uyumaya çalışırken, kapıları çalınır. Karşılarında bitkin, bıyıklı ve yuvarlak gözlü insanlar durmaktadırlar. Bunlar kurtulabilen Türk denizcileridir.
Civardaki tüm Japon köyleri yardım için seferber olur ve o fırtınada büyük bir arama kurtarma çalışması başlatırlar. Bu, dilini bilmedikleri insanlardan sadece 69’unu sağ salim kurtarabilirler, Osman Bey ve Ali Bey’in de aralarında bulunduğu 497’sinin ise ancak cesetlerini denizden toplayabilirler.
Yaralıların tedavisi ve bakımı için Japon köylülerin gösterdiği çaba göz yaşartıcıdır; fakir balıkçılar, tayfun sezonunda avlanamayacakları için depoladıkları balık ve tavukları dahi kazazedelere verirler. Kendileri aylarca sıkıntı çekme pahasına…
Olay Tokyo’da duyulur duyulmaz, İmparator Meiji gemilerinden birini hemen olay yerine gönderir, bu gemi hem köye doktor, hemşire ve yiyecek getirir, hem de ceset arama çalışmalarına yardım eder.
Sonuçta, 500 küsur Türk denizcisi, Japonya’da yaşanmış en büyük deniz facialarından birinin kurbanı olarak, Kushimoto yakınlarındaki bir şehitlikte yatmaktadır.
ERTUĞRUL battı, OSMAN Bey şehit oldu. ALİ Kaptan şehit oldu.
Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran iki isim, Hilal İmparatorluğunun YENİDEN kurtuluşu için çalışırken, Güneş İmparatorluğu’nun sularına gömüldü.
Gemi Kaptanı Ali Bey de şehitler arasındaydı; kurtulanların söylediğine göre, geminin batacağını çok önceden anlamış, sadece törenlerde giydiği sırmalı elbisesini kefen olarak üstüne geçirmişti…
Artık Japonya’da da bir şehitliğimiz vardır.
Bu büyük trajedi, olağanüstü başlayıp gergin biten ziyaretin kötü izlerini tamamen sildi. Üstelik iki halkın arasındaki kalıcı dostluğun temelini de atmaya yaradı.
İmparator Meiji, kazadan kurtulanları, hediyelerle beraber iki kruvazörünü tahsis ederek İstanbul’a gönderdi. Hiei gemisi 69 askerimizi taşımaktadır. Abdülhamit’e de hediyeler getiren bu kruvazörler bir ay İstanbul’da kaldılar.
Trajediden çok etkilenen bir Japon, Torajiro Yamada, çeşitli gazetelerin de yardım ettiği bir kampanya ile halktan topladığı yardımları İstanbul’da kazazedelerin ailelerine gönderir.
Bu olaydan 95 yıl sonra; 1985 yılıdır…
İran-Irak savaşı sürerken, Irak Lideri Saddam Hüseyin, ‘24 saat sonra Tahran hava sahasının sivil uçaklar için dahi güvenli olmadığını’ ilan eder.
İran’da vatandaşları bulunan tüm Avrupa ülkeleri, derhal uçak göndererek vatandaşlarını 24 saat içinde Tahran’dan tahliye ederler. İran’daki Japon büyükelçisi de durumu merkeze bildirir, hükümet hemen JAL (Japan Airlines)’dan uçak göndermesini ister. Ancak, Japon pilotlardan cevap gelir; süre dolana kadar Japonya’dan bir uçağın Tahran’a gitmesi, yolcuları alıp hava sahasını terk etmesi çok zordur, bu riske giremeyeceklerdir.
Japon büyükelçisi, olan biteni ümitsizlikle yakın arkadaşı Türk Büyükelçisine aktarır, o da durumu Ankara’ya bildirir ve haber Başbakan Turgut Özal’a ulaşır. Düşünecek vakit yoktur, Özal hemen THY’ye talimat verir, bir uçak Tahran’a iner, 250’ye yakın Japon vatandaşını alır ve Saddam’ın tanıdığı sürenin dolmasına dakikalar kala Türk hava sahasına girer.
Japon vatandaşların hayatı son anda kurtulmuştur. Japonlar bu dostça hareketi unutmazlar. Tıpkı Türklerin 69 askerimizi kurtardıklarını unutmadıkları gibi…
belki IŞİD tarafından öldürülen Japon gazetecinin kurtarılması için Türkiye’den yardım istemediğine üzülmesi bu nedenledir Japon Başbakanı’nın.
Belki Ertuğrul ülkemize dönemedi.
Fakat battığı denizden daha derin bir dostluğa doğru iki ülkenin yelkenlerini açtı.
Her 16 Eylül’de Ertuğrul, Türklerle Japonları buluşturmaya devam ediyor.
Böyle güzel ve sürükleyici yazılar yazdığınız için teşekkür ediyor, yazılarınızın devamını bekliyorum.
Teşekkür ederim Ahmet Bey, teşvikiniz kadar nezaketiniz için…
Gerçekten harika bir yazı olmuş. Bu yazı sayesinde japonlarla olan dostlugumuzu bize hatirlattiginiz için de ayrica teşekkür ederim. İnşallah böyle yazılarınizin devamı gelir.
Teşekkür ederim, senden de aynı şekilde usta kaleminin ürünlerini beklerim.
Çok hüzünlü ama çok güzel anlatmışsın abi. Yüreğine sağlık. Simdiye kadar bir çok filminin ve çizgi romanının yapılması gerekirdi. Acaba bu olay hollywood’un elinde olsaydı neler yapılırdı, tahmin etmek zor değil. O kadar boş işlerle uğraşıyoruz ki.. Filmler, diziler.. Allah bize akil fikir versin, ne diyeyim