İSLAM TARİHSELCİLİĞİ ÜZERİNE DERKENAR  -1- “Son Söz Hipnozdur”

İSLAM TARİHSELCİLİĞİ ÜZERİNE DERKENAR  -1-

“Son Söz Hipnozdur”

Dr. Osman ARSLAN

Mustafa Öztürk’ün(1) bir tefsir dersinde yaptığı konuşmalar görevden ayrılma gereği duyacağı tepkiler aldı. Bir buçuk yıl önce çekilmiş görüntülerin makaslanarak yayınlanması itibarsızlaştırılmak istendiğini, maksatlı bir saldırıya muhatap olduğunu gösteriyordu(2). Ancak olayın tazeliği içinde soğukkanlı yorumlar ‘tasnif dışı’ kalabilirdi, bu nedenle konu küllenince yazmak belki faydaya daha muvafıktı, bunu tercih ettik.

Kuşkusuz, konuşmadaki akademik dile uzak ‘amiyane üslup’ tenkide değer. Kur’an’ı konu edinirken kullandığı “As b. Vail aşağı Velid b. Mugiyre yukarı” üslubu da bir ilahiyatçıdan beklenen saygı kriterine uymuyor. Maksadı aşan ifadeleri de eleştirilebilir.“Üslub-u lisan, ayniyla insan”dır elbette. Elbette “Kişi bile söz demini/ Demeye sözün kemini.” Lakin, bir aforoz kültürüne kapılmak, sosyal medyada linç kıtaları ile saldırıya geçmek, düşünceyi değil şahsı hedef alarak nefes borusu bırakmadan, boğarcasına yüklenmek, hak ve reva değildir. Düşünce açıklamanın karşılığı bu olamaz.

Allah’ın Ahlakıyla Ahlaklananlar Nerde?

Eğer biz, farklı bir sesi duyduğumuzda doğduğu yerde boğacaksak, nerde kaldı “Onlar ki sözü dinlerler, en doğrusuna uyarlar”(3) tarifine uyan Allah’ın Mü’minleri? Eğer yorumuyla insan kendine farklı bir din oluşturuyorsa bile, nerde kaldı Peygambere örneği yaşatılan“Sizin dininiz size, benim dinim bana”(4)ilahi yaklaşımı? Kur’an’ı savunmak adına Kur’an’ın üslup ahlakını, ahlak öğretisini çiğneyerek mi hareket edeceğiz? Hani, “insana secde et” emrine itaat etmeyi reddettiğinde(5) İblis’e “neden?” diye sorarak “şeytana dahi savunma hakkı tanıyan”(6), böylece düşünce ve ifade hakkının sınırlarını aklı zorlayacak ölçüde açan; sonra da İblis’e istediği mühleti vererek(7) “iddiasını ispatlama şansı tanıyan” Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış Mü’minler, nerde? Kur’an’da beliren o hilm, naiflik; o zarafet, nezaket; o anlayış, kavrayış mertebesi hani, nerede?

Üstelik nihayette inkar değil, -yanlış bulunsa da- bir yorum olan görüşlerinden dolayı bir şahsı/(ya da Mustafa Öztürk’ü) kolayca tekfirle(Müslüman olmamakla) itham ediveren onlarca dini grup ve kanaat önderinin varlığını dehşetle izlemek ve hayretle okumak yüreklerimizi yakmıştır. Açıkça ehl-i kıble için tekfir men edilmişken(8) ve bu, Ebu hanife’den bu yana yerleşik sünni tutum iken bunu tekzip eden hükümlere imza atmak, ‘alimlik’e, hele üniversiteye asla yakışmayan bir işgüzarlık ve cüretkarlık olmuştur. Biz, daha seviyeli, ilmi bir müzakere ve tenkit ahlakı beklerdik.

Yenileyici Yorum Gücüne Duvar  Örenler

Mustafa Öztürk’ün durumu ne tekfirin şartları ne de konularına muhatap olmadığı halde bu hükmü hangi mesnetle kullanabilirler?(9) Vakta ki, görüşleri ile küfre girse de bir şahıs, hakaret içermedikçe İblis’e verilen hak ona tanınmayacak mıydı? Bizce, evet, buna tahammül edilemeyecekti.

Müslümanlarda düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı bu seviyede tanındıkça yeni bir müçtehit çıkarma şansı olabilir mi? “İçtihat kapısı kapandı mı?” diye sızlanarak, ‘yenileyici yorum gücü’ne sahip ilim sahiplerinin asırlardır çıkmamasının sebebinin, müçtehitlerin geleceği özgür düşünce kapısının önüne tekfircilik duvarları örmeye devam eden bu gibi yaklaşım sahipleri olduğunu göremiyor olmalılar. Belki de kapıyı böyle sıkı örtüyor olmaları, memnun oldukları mevcut düzenin devam edebilmesi için olabilir. Düşünceyi açıklama özgürlüğü, bir taraf olmak demek değildir, gelişme ve ilerleme için, herkes için bir zemindir.

Kişiyi Değil Düşünceyi Konuşmak

Gerek Mustafa Öztürk’ün, gerekse muarızlarının üsluplarına dair eleştirinin ardından, sarf edilen birkaç cümle üzerinden kıyamet koparmak yerine, İslam tarihselciliği’ne ait cümlelerinin içinde doğduğu akımı, Batıda doğan “Tarihselcilik tezini” tanımak daha doğru olacaktır.

Batı modernist döneminin en iddialı tezlerinden olan Tarihselcilik teorisini özetleyelim: Bilhassa Alman felsefesinin motoru olan Tarihselcilik, sistemli bir düşünce haline Wilhelm Dilthey tarafından ulaştırılır. Dilthey, bilimleri doğa bilimleri ve tinsel(ruhsal/manevi) bilimler olarak ikiye ayırır. Doğa bilimleri insan dışındaki canlıları ele alır ve nedensellik metodunu kullanır. Tinsel bilimlerin öznesi ise insandır. İnsanla ilgili bilimlerin ise temel açıklayıcısı tarih olabilir. Çünkü insan ancak mukayese ederek anlamlı sonuçlar  bulabilir. Mukayese de ancak tarihsel dilimler kullanılarak yapılabilir. Tinsel bilimlerin, dolayısı ile tarih biliminin temel anlama metodu hermeneutik(yorumsama/yorumlayarak açıklama) yöntemi olmalıdır.(10)

“Son Söz Hipnozdur”

Dilthey’e göre Son söz hipnozdur, gerçek değil. Nihai sözün söylenmesinin arka planındaki binlerce yıllık gelişim,gerçeğin kendisidir.” Doğal olarak bu yaklaşım gerçeği aramak için“tarih yolculuğuna” çıkar. Böylece, bir yandan amprizmden(deneyselcilikten) koparak Pozitivistlerden yolu ayrılır; diğer yandan Tanrısal olanı da beşeri tarih içinde, yani yeryüzünde çerçevelediği için teologlarla karşı karşıya gelir.

“Her Zerrede Allah Var” Mı?

Dilthey, dünya görüşlerini ikiye ayırır: Natüralist( materyalist) dünya görüşündekiler doğa bilimlerinin nedensellik yasasıyla her şeyi açıklarlar. Bu sebeple irade ve ruhu yok sayarlar. Dini de reddederler; ateisttirler. İkinci dünya görüşündekiler İdealistlerdir. İdealistler ikiye ayrılır Objektif İdealistler, dış dünyayı insanın iç dünyanın yansıması olarak görürler. İnsan, evren ve Tanrı bir bütündür, derler. Bu grup panteisttir(Tanrı ve evren bir ve aynı şeydir, derler). Sübjektif İdealistler ise irade özgürlüğünden yola çıkanlardır ve bunlar da insana tüm gücü verdiklerinden Tanrı’yı devre dışı bırakan ateistlerdir. Dilthey, bu dünya görüşlerinin hiç biri kimsede mutlak anlamda bulunmaz, der. Kendisi objektif idealistlere yakındır. Mustafa Öztürk’ün İslam tasavvufundaki panteist anlayışı anımsatan “Her zerrede Allah’ın var olduğuna inandığı” açıklamaları da Dilthey’in bu bağlamdaki duruşuyla benzer yorumlanabilir.(11)

“Tarihselciliğin Sefaleti”

Tarihselciler, bu tarih yolculuğunu felsefe ile birlikte antropoloji, arkeoloji, sosyoloji gibi sosyal bilim alanlarından yoğun yardım alarak yaparlar. Batı sekülerizminin idealist düşüncede kutbu sayılan Hegel gibi biri dahi, Tanrı yerine koyduğu ‘Evrensel aklı’ tarih içinde aramıştır.

Tarih(zaman) Tarihselci paradigmanın odağında yer alır. Her şeyin anlamı ‘zamana göre’ anlam kazanır, ‘gerçek’in hüviyeti böylece ortaya çıkabilir. Ontolojik(yaratılış kaynaklı) varlığa yüzünü var gücüyle çevirmiş olduğu halde Heidegger bile gerçeği bu ‘tarihsel akış içinde’ izler. Bütün bu akış, Hegel’e göre bir ‘tarihsel diyalektik’le gelişerek ilerler. Haliyle tarihte köle görürsek efendi aramalıyız, siyah görürsek beyazın varlığını kabul etmeliyiz. Bu, hep böyle olmak zorundadır. Tam burada, Karl Popper’in “Tarihselciliğin Sefaleti” eserine atıfta bulunmalıyız: Felsefeci/mantıkçı Popper, bu eserde kuvvetli ve tutarlı bir eleştiriyle tarihselci determinizm iddiasını çürütür; O’na göre “bireyin de toplumun da geleceği öngörülemez ve tek düze bir tasnifle açıklanamaz.”(12)

“Tanrı İmajı Bile Evrensel Değildir”

Tarihselciliğin, Tanrı tasavvurlarına odaklanması da bu ‘dönemsel etkileri’ gösterebilmek içindir. Bir tarihsel dönemde ‘nasıl bir Tanrı’ya ihtiyacı varsa insanların O’na göre bir Tanrı tasavvuru geliştirdiği’ kabulüne sahiptirler. “İlk Çağ Tanrı tasavvuru, Orta Çağ Tanrı tasavvuru, Modern Çağ Tanrı tasavvuru” biçiminde Tanrı tasavvurlarını kategorize ederler. Yani dinlerin zaman ve mekan üstü saydığı Tanrı, tarihselciliğin elinde zamanla ve mekanla anlam-biçimi değişen bir fenomene dönüşmektedir. Şimdilerde ‘Siber Çağ Tanrı tasavvuru’ üzerinde konuşmaktadırlar. Tarihselcilikte, tarihi yapan insan olduğuna göre Tanrı da insansal bir figür olarak algılanır(Antropomorfizm). Onlara göre, Tarih içinde evrimleşerek değişen ve dönüşen bir algıdır Tanrı. Dolayısı ile sürekli dönüştüğü için evrensel bir Tanrı imajı olamaz.(13)

Örfe İlişkin Ayetler Ayırt Edilmelidir”

Tarihselcilik modern dönemde İslam’ı yorumlamaya da girişmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz yaklaşımıyla tarihselciliği  İslam dinine uygularsak şu değerlendirmeler çıktıya dönüşüyor; İslam’ın Allah’ı, 6. Yy. Mekke toplumu algısına göre şekillenmiş bir Tanrı’dır. O devrin insanlarının korkuları, arzuları, eğilimleri ve entelektüel durumları bu Tanrı tasavvurunu şekillendirmiştir. Bu, Tanrı’nın kendisi değildir, olamaz. Kur’an’ın kıssalarla dolu olması da tarihselliğinin bir başka kanıtıdır, onlara göre. Öyleyse Kur’an’ın hükümleri de tarihseldir, dönemin şartları çerçevesinde gündem olmuştur, Allah tarafından konulmamış, geçmişten tevarüs etmiştir. Dolayısı ile “örften olan ile Allah’tan olanı ayırt etmek” gerekir, ilahi olmadığından örf bizi bağlamaz, evrensel de değildir, derler.

Batı’da doğduğu şekliyle Tarihselcilik(Historicalism) teorisini özetledik. Bu yönünü özetle anlattıktan sonra, Türkiye’deki İslam Tarihselciliğini ele almadan, çağdaş İslam düşünce akımları içinde tarihselcilik ekolünün nereye düştüğü, neye takebül ettiği, büyük resmin ne tarafında durduğu üzerinde durmak yararlı olacaktır. Sonraki yazımız ise “İslam Tarihselciliğinin Kritiği” üzerine olacaktır.

Gelecek yazımızın konusu, inşallah, “Çağdaş İslam Dünyası İçinde Tarihselcilik Nereye Düşer?” sorusunu yanıtlama çabası olacak. Bu sorunun cevabı, tarihselciliğin diğer akımlarla hangi farklar taşıdığını anlamaya, İslam düşünce atlasında hangi eksene kaydığını net olarak görmeye yarayacaktır.

  1. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Ana Bilim Dalı Başkanı, Prof. Dr., İslam Tarihselciliği akımının Türkiye’de önde gelen ismi.
  2. https://www.youtube.com/watch?v=ddD5PW4kqtQ
  3. Zümer, 18
  4. Kafirun, 6.
  5. Bakara 34 vd.
  6. Hicr, 32-36
  7. Hicr, 36-38
  8. Al-i İmran, 167; Nisa, 94 vd.
  9. Tekfir’in şartları ve konuları için bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/tekfir
  10. Hermeneutik ve Tin Bilimleri, W. Dilthey, çev: Doğan Özlem, Notos Yay., 2011 s. 56-73.
  11. Emine Yamanlar, Felsefe Tarihi, Ders Kitapları Anonim Şirketi, 2000.
  12. Tarihselciliğin Sefaleti, Karl R. Popper, Eksi Kitaplar, Çev. Sabri Orman, 2017.
  13. Hermeneutik ve Tin Bilimleri, W. Dilthey, çev: Doğan Özlem, Notos Yay., 2011 s. 81-97.

 

 

 

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 2.1Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.7Bin Görüntülenme Sayısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 270

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?