İSVİÇRE GEZİSİ NOTLARI
22-26 Ocak 2010
İsviçre Türkleri ile, 2009 yılı Çanakkale programları vesilesiyle kurmuş olduğumuz bağ, zaman zaman telefon ve e-posta iletişimiyle sürmekteydi. İsviçre Türk toplumu geçen 11 aylık dönemde önemli olaylar yaşadı. Bunları da zaman zaman oradaki dostlarımızla paylaştık. Çanakkale programları dönemindeki görüşmelerimizde yaptığımız değerlendirmeler Türk toplumunun belli başlı kimlik sorunlarını ortaya koyuyordu:
Öncelikle gençlere sahip çıkılması önemliydi. Çünkü isviçre gençliği ‘parti’ adı verilen oluşumların içerisine çekilen Türk gençliğinin kimlik olarak içini boşaltmaktaydı. Buna karşı yapılacak şey gençleri, tiyatro, oratoryo, müsamere, eğlence, turnuva gibi etkinliklerle olumlu eylemlerde biraraya getirmekti.
İkinci konu ‘dil’ konusuydu. Türkçeyi unutmakla yüzyüze gelen bir genç kuşak vardı karşımızda. Ayrıca bu gençler, yabancıları pek sevmeyen bazı İsviçre milliyetçilerinin de olumsuz tutumu eklenince, zaten zor olan liseleri bitirip üniversite okumakta iyice oranı düşecek durumda kalıyordu. Onların birlikte hareketi Türkçe’nin de gelişimi demekti. Bu konuda öğretmenlerinin hizmeti de ayrı bir önem taşımaktaydı.
Gençlik, Dil, Kimlik…
Bir de eğitim sistemi içerisinde müslümanlar ‘din’ bilgisi alamıyorlardı, kendi dinlerine dair. Bu da onlar açısından önemli bir kimlik değerinin daha ya kaybı, ya da bir takım cemaat çalışmalarına, dini gruplara indirgenen marjinal bir örgütlenmeye konu ediyordu dini. Bu durum da değişmeliydi. Doğrular belliydi. Ama bunları kim yapacaktı? Elbette ‘kendileri’!..
İşte Kreuzlingen Okul Aile Birliği Başkanı Hüseyin Samsunlu beyefendi ‘Çanakkale’den günümüze’ başlıklı konferanslar için davet ettiğinde İsviçre Türk toplumunun bu, aklımda izi yerleşmiş sorunları canlandı. Bir de minare yasağı konusuyla ilgili irtibatımız. Minare yasağı karşısında bundan böyle minare serbestliği yönünde oy kullanan kantonlara yerleşimin teşvik edilerek bir çeşit cezalandırmayı hayata geçirmek…
Samsunlu, eylem adamı. Durmadan ve sürekli yeni etkinliklerle canlılığını korumaya çalışıyor çevre yerleşimlerdeki Türklerin. Hani, duran su bulanır, işleyen demir ışıldar kurallarını yaşamına geçirmiş. Etkinlik programını Birliğin yönetimindeki insanlarla birlikte uygularken Türk toplumunun sorunları ile ilgili de duyarlı çabaları sürüyor.
Toprak çekiyor…
Havaalanına indiğimde gözüm bir Türk arıyordu beni karşılamaya gelmiş. İlkin Sayın Samsunlu’yu gördüm. Yanında gelen uzunca boylu yağız bir delikanlı ile tanıştım. Tok sesi, güler yüzü ve yapıcı yaklaşımları yanında bana hoş gelen bir başka tarafı daha vardı. Bu hoş tarafının ne olduğunu, nereli olduğunu öğrendiğimde anladım: Adanalı olsa iyi, bir de Kozanlı çıktı! Demek ki toprak çekiyordu…
Özkan dost canlısı bir insandı. Kısa zamanda sevdim. İyi bir arkadaşım oldu. Bu ziyaret sürecimdeki İsviçre mihmandarım Özkan oldu. Samsunlu, O’nu ima ederek gençlere bayrağı devretmenin zamanının geldiğini söyleyip durdu, İsviçre günlerimizde. Özkan gerçekten halden anlayan, sempatik ve yetenekli bir arkadaş. İnsanları toplamak için geniş görüşlü olmak yetmiyor. Kucaklamak, geniş yürekli de olmak gerekiyor. Özkan Özcan geniş yürekli ve geniş görüşlü bir güzel insandı. Bu genç adam, gençlerin futbol turnuvalarını düzenlemiş. Tiyatro etkinliği ile de ilgileniyor. Okul aile birliğinin yönetiminde yer alıyor. Güzel sesi ile bir de amatör koro kurulmuş, orada türkü söyleyenlerden birisi. Bana ‘Abi Türkü sever misin?’ dedi ilkin.
Elbette konuğunu, zevklerini tanımak istiyordu. Kendi zevkleriyle örtüşsün de istiyor belli ki. ‘Elbette dedim, Türk’üz türkü severiz.’ ‘Şairim/ Şiirin hasını ayak seslerinden tanırım/ ne zaman bir köy türküsü dinlesem/ şairliğimden utanırım.’ Mısraları ile Türkünün Türk toplumu için ne demek olduğunu anlatmaya çalıştım. Özkan’ın yüzündeki mutluluk belli oluyordu.
Kostanz ve İsviçre Tasarımı
Yolculuğun nasıl geçtiğini bilemedim. Yol, samsunlu’nun isviçre’deki etkinliklerini ve Türkiye’deki siyasal gelişmelerin isviçre’ye yansımalarını anlatıyordu. Sohbet otele, oradan da derneğe kadar sürecekti.
Kalacağım otel Bodensee Gölü’nden adını almış bir sosyal tesis içerisinde yer alıyordu. Şirin, sıcak, göle sıfır ve göl kıyısına kapısı açılan bir oda… Tatlı bir puslu havanın içinde kaygan bir buz gibi sakin duran Bodensee, geniş ve o denli ferah, bakımlı ağaçlar arasında bir tablo gibi duruyor. Futbol sahaları, yürüyüş ve koşu parkurları, buz hokeyi sahası ve atletizm alanları; ülkemin insanları için dileceğim bir fırsatlar dünyası anlamındaydı.
Karşımda, gölün öte yakasında Almanya var. Tam İsviçre Almanya sınırında otelimiz. Sınır kavramının ortadan kalktığını burada görüyorsunuz. Gölün coğrafya ve tarihten bizim bildiğimiz adı Kostanz. Alman kenti Kostanz, Kreuzlingen’in komşusu. İkinci Dünya savaşında tek bombalanmayan Alman Kenti Kostanz olmuş. Çünkü tereddüt etmişler; burası Almanya’nın mı, İsviçre’nin mi? İsviçre’ninse kuşkusu, vurulmasını önlemiş. Bu nedenle tarihi binaları yıkılmamış tek alman kenti Kostanz.
Ordusuz Ülke Vatikan’ı Bekliyor!
İsviçre, işte böyle bir ‘Avrupa’nın korunaklı fantezi ülkesi’. Dokunulmaz, tarafsız, üstün bir yanı var. Markalar ülkesi. Dünya markalarını taşıyor sanki. Bu günlerde Kayseri’de çalışmalar yaptığım için bu yorumu yapmak geliyor içimden: Türkiye’nin ‘Markalar Kenti Kayseri’ gibi Dünya ekonomisinin en seçkin markaları da İsviçre’de. Paranın ve siyasetin kumanda merkezi dümnyanın seçkinleri için. Bu nedenle İsviçre’de AB’yi küçümseyen bir tavır var. İsviçre bir entegrasyon ülkesi değil asimilasyon ülkesi izlenimi veriyor. Hrıstiyanlara sorulacak bir soruyu yönelttiğimde Türk dostlarım düşünceye dalıyor: İsviçre bu kadar tarafsız, güvenli ve kendi ordusu bile yokken, niçin Vatikan’ı İsviçreli Muhafızlar koruyor? Bunun sembolik anlamı aslında çok şey anlatır…
Bir yanıt yazın