SON GÜNE ÜMİT BESLEYENLER İÇİN…
İlber Ortaylı, Osmanlı’nın son yüzyılına ‘imparatorluğun en uzun yüzyılı’ der.Neredeyse son yüzyılın her bir senesinde, önceki dönemlerin bir yüzyılında bulunmayan ölçüde çok gelişme sığmıştır.Baş döndürücü bir hızla gelişen olayların arkasından sürüklendiğimiz bu yıllarda Cumhuriyetin ‘en uzun’ günlerini yaşıyoruz desek yeridir:AB macerası,Türkiye’yi alelacele ‘yeniden kurma’ya dönüştü. Ülkede sırf bu nedenle bir olağanüstü hal yaşanmalı değil mi? Ortadoğu’da,Kafkaslar’da yaşanan gelişmeler, kazalar,mafya babalarının derinlere uzanan elleri, Ergenekon Davası, sokaklarda tiner çeken ve sınavlarda sıfır çeken çocuklar, yeni eğitim müfredatı ve film şeridi gibi akan kareler… Bir saat içinde, yeni yorumladığınız olay eskimiş oluyor.Üstüne bir de gündelik hayatın koşturmacaları biniyor. Fakat, aniden bu telaşeyi ağırlaştıran bir vakte giriyorsunuz; zamana ve hayata adeta ağır çekim veren yoğunluğu yüksek huzurlu vakitlere Artık gündemde hayır var, derin tefekkür ve manevi coşkular var.Hayat devam ede dursun, bir muhasebe zamanıdır Kutlu Doğum. Hayatın kullanma kılavuzu Kur’an’la irtibatımız nasıl?Son elçisiyle aramızı kontrol etme zamanıdır; O’nunla hayat çizgilerimiz çakışıyor mu, çatışıyor mu?
Gelin bu vesileyle, bütün değişkenleri akışına bırakıp ‘hayatımızdaki’ olmazsa olmaz bir şeyi kontrol edelim: Peygamberimize,arkadaşlarına ve arkadaşlarıyla ilişkilerine bir göz atalım.Böylece ‘ahlakı Kur’an olan’ Allah’ın son elçisinden ve Kur’an’ın ilk talebeleri olan övülmüş arkadaşlarının ‘örnek’liğinden hayatımıza esinler,modeller ve uyarılar alabiliriz.‘Mutluluk Çağı’ denilen devrinde Hz. Peygamberin nasıl bir ahlak üzere arkadaşlarıyla irtibat kurduğuna, sünnetin bu yönüneKur’an refakatinde bakmakta yarar olduğuna inanıyoruz.
SON GÜNE ÜMİT BESLEYENLER…
Kur’an’da Peygamberimiz(SAV) için; “Seni biz sadece bütün kainata rahmet(iyilik) olarak göndermişizdir.”(Enbiya,107) denmekte, “Son güne ümit besleyip de Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın resulünde pek güzel bir örnek vardır.”(Ahzap,21),“Ve herhalde sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.”(Kalem,4) buyurulmaktadır.
Sevgi kutbu Peygamberimizin ‘büyük ve örnek ahlakı’nda arkadaşları için taşıdığı duygular şöyledir:“And olsun ki size kendinizden, gayet izzetli bir peygamber geldi; zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze çokça titriyor; müminlere karşı çok şefkâtli, çok merhametlidir.” (Tevbe,128). Arkadaşları hakkında asla menfi konuşmayan, hayırhah, üstün bir ahlaktır bu. Peygamberlik ayrıcalığı olmasına rağmen, onun ahlakında arkadaşlarını birbirinden ayırıcı takibe müsaade yoktur:“…Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur, kim de yan çizerse kendilerine!Seni gözcü de göndermedik!”(Nisa,80). Ahlakının övülen bir temel özelliği de arkadaşlarına yumuşak davranması, onlarla istişare etmesi ve onlara beddua etmeyip bağışlama dileyebilecek olgunlukta olmasıdır. Aksi olsa zaten insanlar dağılıp onu terk edeceklerdir: “Sen yalnızca Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer katı yürekli bir insan olsaydın kesinlikle etrafından dağılıp gitmişlerdi. O halde onları bağışla, bağışlanmalarını dile ve yapılacak işlerde onların görüşlerini al. Sonra bir kere karar verdin mi artık Allah’a dayan, çünkü Allah kendisine güvenenleri sever.”(Al-i İmran,159)O, arkadaşları hakkında pek çok şeyi biliyordu. Ama bu bilgileri hayırhah kullanacak bir ahlakla donanmıştı:“Yine içlerinden peygamberi inciten ve:O her söyleneni dinler bir kulaktır, diyenler vardır. De ki:O, sizin için bir hayır kulağıdır…”(Tevbe,61)
ARKADAŞI İÇİN TİTRER DÜNYALIĞI ÖNEMSEMEZ
Peygamberimizin şahsında Allah’ın koyduğu ölçüye göre yapmacık olmayıp,samimi olmanın göstergesi, arkadaşlarının üzerine titrer ve onları önemserken, kendisi için maddiyatın,dünyevi imkanların lafını bile etmemesidir:“Deki: buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, ben yapmacık davrananlardan değilim.(Sad,86,vd.) Çağrısında da, ne iktidar vaadi, ne dünyalık bir hırs yoktur:“De ki:Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem. Size ben melihim de demiyorum;ben ancak bana verilen vahy’e uyarım.De ki:kör ile gören bir olur mu?Artık biraz düşünmez misiniz?”(En’am,50).
KENDİ ARALARINDA MERHAMETLİLER
Kur’an’ın ilk talebeleri, Peygamberin ilk ümmeti ve arkadaşları olan sahabeler,Kur’an’da hangi özellikleri ile anılıyor? Nasıl bir arkadaşlık öneriliyor?Biraz da buna bakalım:Öncelikle birbirlerini bağışlarlar:“Muhammed Allah’ın elçisidir. O’nun beraberinde bulunanlar kafirlere karşı sert,kendi aralarında ise merhametlidir.” (48.29) Peygamber, arkadaşları arasında sadece fedakarlık isteyen değil, en önce kendisi yapandır: “Fakat resul ve onunla beraber inananlar mallarıyla canlarıyla cihat ettiler.İşte bütün hayırlar onlarındır ve işte murada erenler onlardır.(9.88) Sahabeler hakkında bilhassa ensar ve muhacir kardeşliği Kur’an’da timsal olarak gösterilir:“…Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmişolan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde birçekememezlik hissetmezler;kendileri zaruret içinde bulunsalar da onları kendilerine tercih ederler.Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar, saadete erenlerdir.Onlardan sonra gelenler:’Rabbimiz bizi ve bizden önce inanmış kardeşlerimizi bağışla,kalbimizde müminlere karşı kin bırakma,derler”( (59.8-10) ayrıca,8.74,75,72; 9.110).
OTURANLA KOŞTURAN BİR OLMAZ
Sahabenin hepsi övülmüştür ama daha çok gayret edeni Allah daha çok sevmektedir. Bu çabada öne çıkan ve çalışanlar Allah tarafından üstün tutulmaktadır: “İnananlardan özürsüz olarak yerinde oturanlar ile mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz.Allah,mallarıyla canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allahhepsine de güzellik vadetmiştir, ama gayret edenleri oturanlara göre çok daha ecirle üstün kılmıştır.”(4.95,96; ayrıca,57.10)
KURUTULMUŞ ET YİYEN BİR KADININ OĞLU…
Hz. Peygamber ile arkadaşları arasındaki davranış ahlakına gelince; O,aralarından,mütevazı bir insandı. Kur’an diğer peygamberlerin olduğu gibi Peygamber Efendimizin de Risalet öncesi hayatından pek bahsetmiyor. Çünkü içinde yaşadığı toplum onu her yönüyle zaten çok iyi tanıyordu. Herkes birebir temasa geçebiliyor, o da insanlarla bizzat ilgileniyordu. Arkadaşları,akrabaları,çocukları idi.“Allah beni kerim bir kul eyledi. Zorba veya muannit yapmadı” diyor, “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi beni aşırı şekilde methetmeyin” diye uyarıyor ve “Acem’in birbirine tazim için ayağa kalktığı gibi siz de beni görünce ayağa kalkmayın” diye tevazusunu ortaya koyuyor ve karşısında titreyen bir bedeviye “Kendine gel! Ben bir kral değilim. Kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” diyordu.Yün giyiyor,merkebe biniyor,koyun sağıyor, misafiri ile bizzat ilgileniyor,elinin emeği olmayan hiçbir lütfu kabul etmiyordu. İşte,sahaberisalet vasfının insan olma vasfını değiştirmediğinin idraki içinde onunla temas halinde yaşıyordu. Dolayısıyla öteden beri var olan ilişkileri aynı mecrada devam eden, aralarından birisiydi O. Ezberlemek kastıyla Hz. Peygamberin her konuştuğunu yazan Abdullah b.Amr’ı bizzat arkadaşları ‘O da bir insandır. Sakinken konuştuğu gibi öfkeliyken de konuşuyor.’ diyerek durdurma ihtiyacını hissedecek kadar bunun idraki içindeydiler!Bir bedevinin devesi yarışta Peygamberimizin devesini geçebiliyor ve eşi Hz. Aişe O’nu koşuda mağlup edebiliyordu. Kısacası,içlerinde yaşıyordu.
YANILMAYAN TEK ALLAH…
Sahabenin gözünde Hz. Peygamber anlaşmazlıklar konusunda hüküm veren, ibadetlere dair fetva veren, içtihad yapan biriydi. Hz. Ömer nihai kararı Hz. Peygamberin açıkladığını ve buna kesin itaatin olduğunu nakletmektedir. Kendi görüşlerinin de karar öncesi alındığını belirtir. Fakat ayetle desteklenmediği taktirde hükümlerinde Hz. Peygamber de yanılabilmiştir.Böyle bir durum karşısında şunları söylediği rivayet edilmektedir:“Siz bana bazı davalar getiriyorsunuz.Belki biriniz delilini diğerinden güzel ifade eder de ben de ona göre hükmedebilirim. Bu şekilde kime kardeşinin hakkından bir şey vermişsem o, onu almasın. Zira o taktirde ben ona ancak bir ateş parçası vermiş sayılırım.”
TARTIŞILMAZ KONULAR VAR
Arkadaşlarının arasında bir peygamber ve devlet başkanı olarak da bulunan Hz. Peygamberin bu iki özelliği konusunda;biri Allah’ın emri, diğeri kamu düzeni için olduğundan sahabeler arasında tartışma olmaz,tam bir itaat hali vardır.
Bunun dışında sahabe Hz. Peygamberi eleştirebilmiştir. Örneğin Enes b. Malik’ten aktarılan rivayet:Huneyn günü Hevazin Kabilesinden elde edilen çokça ganimetten Kureyş’ten birilerine yüzer deve verince Hz. Peygamber, Ensar’ın “Savaş olunca biz çağırılıyoruz.ganimet olunca başkalarına veriliyor. Kılıçlarımızdan kanları damlayan adamlara verdiğine bakın! Allah Resulullah’ı bağışlasın!” diye tenkit edebilmişlerdir. Hz. Peygamber de onlarla konuşarak maksadını ortaya koyup hoşnutluğu sağlamıştır. Keza, Mekke’nin fethinden sonra Kureyş’ten intikam almayan ve Ebu Süfyan’ın evini bile emniyet alanı ilan eden yaklaşımı “hemşeri ve akrabalarını gözetiyor, koruyor” diye Ensar tarafından eleştirilmiş, o da Ensarı toplayıp güzel bir dille konuşarak ikna etmiştir.Yine, Hz. Peygamber vefatından kısa bir süre ünce Üsame’yi Hz. Ömer’in içinde olduğu bir orduya komutan yapınca eleştirilmiş, o da bu eleştirileri bir hutbe ile cevaplandırmıştır.
İTİRAZI MÜMKÜN KONULAR VAR
Arkadaşları, Hz. Peygamberin söyledikleriyle çelişkili gördükleri hareketlerine de itiraz etmişlerdir. Ancakaçıklık, yerindelik ve içtenlik hepsinde esas olmuştur. Bunlardan birisi Hz. Ömer’in Hudeybiye’deki bilinen itirazıdır. Bir başkası, Abdullah b.Übey b.Selül ölünce, cenazesini Hz. Peygamberin kıldırışına, Hz. Ömer “Filan gün şöyle şöyle diyen bir insanın cenazesini nasıl kıldırırsın?” diye itiraz etmiş, Hz. Peygamberse ‘muhayyer olduğunu’ söyleyerek kıldırmış, sonradan gelen(Tevbe, 80) ayetle, Hz. Ömer’in itirazı istikametinde “bundan sonra öylelerinin namazının kıldırmaması” emredilmiştir. Yine “Şehadet getirenleri git cennetle müjdele” diye Hz. Peygamberin Ebu Hureyre’yi görevlendirmiş fakat Hz.Ömer bunu durdurmuş, Hz. Peygambere dönmüşler o da kararından vazgeçmiştir.
ARIZA DA VAR
Peygamberimizin arkadaşlarıyla münasebetlerinde hep böyle itiraz ve tenkit değil, biraz daha ağır durumlar; ‘karara topluca direnme’ gibi ‘arıza’lar da vuku bulmuştur: Mesela, Bedir Savaşı öncesinde Ebu Süfyan’ın Kervanı için yola çıkan sahabeler, bin kişilik güçlü bir orduyla karşılaşacaklarını anlayınca ciddi tereddütler geçirmiş, hatta Hz. Peygamberle tartışmış, zayıflıklarını söyleyerek, çekilmek için bir süre Peygamberimizle mücadele vermişler, fakat nihayette ikna olmuşlardı. Hudeybiye anlaşması sonrasında Hz. Peygamber’in üç defa tekrarladığı halde sahabenin Kurbanlarını kesmemesi olayı da böyleydi… Her iki olay da Hz., Peygamberin vasıtalarla, aracılarla değil bizzat ve kararlılıkla istediği eylemi kendisinin icra etmeye başlaması ile kırılmış dirençlerdir.
YANLIŞLIKLAR DA…
Fakat insicam her defasında sağlanamamış, arkadaşlarının Hz. Peygamberin sözünü dinlemediği de olmuştur: Mesela başlangıçta Ebu Zer, daveti açıklamaması emrini dinlememişti. Hz. Ömer Uhud’da ‘düşmanın sözlü sataşmasına cevap verilmemesi’ emrini çiğnemişti. Hz.Ali, Peygamberimiz istediği halde Hudeybiye’de “Resulallah” ibaresini silmeyi reddetmişti. Vefatı öncesinde Ebubekir’i namaz kıldırmaya gönderen Hz. Peygamber, sonradan gelmiş, “geri çekilmemesi” yönünde işaret ettiği halde Hz. Ebubekir çekilmişti. Arkadaşlarının birbirleri arasındaki sayısız ihtilafları sürekli Peygamber efendimize getirmeleri üzerine arkadaşlarının “birbirlerini Hz. Peygambere şikayet etmelerini” yasaklamış, ama bu yasağı da İbn-i Mesud çiğnemişti. Uhud Savaşında okçuların yerlerinden ayrılmaması talimatı da tutulmamış, bu da Müslümanlara ağır maliyet ödetmişti. Ancak bunlar hem istisnadır, hem de aşırı sevinç, heyecan veya bağlılıktan kaynaklanmıştır. Karşı irade koymaktan değil. Kaide hep istişare neticesinde çıkan nihai karara uymak olmuştur.
SEVDİKÇE YÜRÜNECEK BİR YOL…
Demek ki, fırtınalı, dalgalı, sancılı geçmiştir hayatları. Önemli olan sevgiyi,kardeşliği,iyi niyeti esas alan kucaklarını ve kapılarını birbirine kapatmayan;fakat ölçüler ve dava konusunda birbirini sigaya çekebilecek ciddiyette yürüyebilmektir.Asr-ı saadet toplumunun, o sevgi toplumunun şiarı budur.
Öyleyse,Kutlu Doğum yeni bir başlangıç olsun; tüm sevgi dolu yiğitler, sevgi yolunun öncüsü resulün izinde yürüyüşümüzü sürdürelim.
Sevdikçe yürüyelim.
Bir yanıt yazın