İyi Ki Doğdun Sevgili…*
İçinde yaşadığımız çağın, onun örnekliğine, manevî önderliğine ve ilâhî rehberliğine son derece ihtiyacı vardır.
O’nun kin ve nefret toplumunu ‘sevgi toplumu’na dönüştüren ‘yürek yürüyüşü’ne ihtiyacımız vardır…
Kalplerimiz dağıldı… O’nun tesbih gibi aynı safta toplayan ipine tutunmaya ihtiyacımız vardır…
Yüreklerimiz yolunu şaşırdı… Yüreklerimizin, onun kılavuzluğuna ihtiyacı vardır.
Aldatıcı sultanlara kaptırdığımız gönül tahtımızı gerçek aşk sultanına teslim etmeye ihtiyacımız vardır…
Biz insanlar sevgiye açız. Onu sevmeye, O’nun gibi sevmeye, O’nun tarafından sevilmeye ihtiyacımız vardır.
Buz tutmuş yüreklerimiz… O’nun sevgi ve merhamet sıcağıyla ısınmaya ihtiyacı vardır.
Biz O’nu hep aşk ile, Sevgi dolu anarız. Gözüyaşlı anarız. Çünkü hasretini çektiğimiz sevgilidir O… Fakat sevgili Peygamberimizi düşünce ve davranış kazandıran öğretmenimiz yapmaya çok ihtiyacımız vardır.
Yunus Emre’nin dilinde aşk peygamberi, Mevlâna’nın dilinde rahmet peygamberi, Ahmet Yesevî’nin dilinde hikmet peygamberi, Hacı Bektaş’ın dilinde eşsiz baba ve insan peygamberi yeniden keşfetmeye ihtiyacımız vardır.
Varlığın anlamını ve zamanın değerini, baştan başa İnsani değerler sistemin onun bakışıyla yeniden anlamaya ihtiyacımız vardır.
Doğayı çok hırpalıyoruz. Onun âlem tasavvuruna ve tabiatı okşayan mübarek ellerine sahip çıkmaya ihtiyacımız vardır.
Toplumsal dokularımız çözülmeye başlamıştır. Onun, toplumu gergef gergef ören kardeşlik mesajına ihtiyacımız vardır.
Tam göğsünden çatırdayan kutsal çatımız aileyi, O’nun, Hazreti Hatice validemizle dostluk ve arkadaşlık temeli üzerine kurduğu aile modeliyle; Hatice’nin vefatından sonra bu defa Hazret-i Ayşe ile sevgi, ilgi ve bilgi üzerine kurduğu aile örneğini; bu konuda ona saldıranların çirkin ıftiralarına cevap olacak düzeyde anlamaya, yaşamaya, anlatmaya ihtiyacımız vardır.
O’nun gündelik yaşamını nefes nefes hazmetmeye ihtiyacımız vardır.
Kollarında ve göğüslerinde jilet yaraları, ruhları yaralanmış, yürekleri örselenmiş çocuklarımızın O’nun şefkatli ellerine ihtiyacı vardır.
Sevgisizlik ve ilgisizlik çoraklarına düşmüşüz… Uyuşturucunun, alkolün ve her türlü madde bağımlılığının ilkokul üçüncü sınıf çağına kadar dayandığı şu kâbustan bizi uyandıracak sımsıcak sesine çok ihtiyacımız vardır.
İnsanca yaşama değerlerine sırtımızı dönmüşüz. Biri Bizi Gözetliyor evlerinde arkadaş, İzdivaç programlarında eş, internet sitelerinde dost, Şans ve kumar yarışmalarında para, mutluluğa sırt dönmüş yarışmalarda şöhret arayan zihinleri bulanmış, gönülleri kararmış, vicdanları tutulmuş, ruhları şeytanın işgali altında kalmış gençlerimizin; O’nun bilgiye, kültüre, emeğe dayanan yüce felsefesine, toplumların ürettiği en yüce değer olan aşka, sanata ve estetiğe çağıran yüce kılavuzluğuna herzaman olduğundan daha çok ihtiyacımız vardır.
Kadınlarımızı, kızlarımızı kader kurbanı yapan zavallılarız bizler… Kızını okutmayan, adam yerine saymayan, yıllar yılı töre cinayetlerini tartışan bizleriz. Sevgili Peygamberimiz, kız çocuklanı ‘kurban olarak’ diri diri toprağa gömmek gibi en hunhar, en vahşi töreleri kaldırırken, giriştiği kadını özgürleştiren, onurunu iade eden hikmetli mücadelesini aynı istikamette ileri taşıma misyonunu sürdürmek için O’na ihtiyacımız vardır.
Hemen hemen her köşesinde sokak çocuklarının tinercilik illetine müptelâ olduğu bir ülkede, “Yetime sahip çıkan cennette benimle olacaktır.” diye haykıran Sevgili Peygamberimizin mesajlarına ihtiyaç vardır.
çalınan emekler üstünde yükselen haksız servetleri yığanları hepimiz tanıyoruz… İş ve çalışma hayatımızın “Yanınızda çalışanlarınız sizin kardeşlerinizdir; yediğinizden yediriniz, giydiğinizden giydiriniz; emeklerinin hakkını alın terleri kurumadan veriniz.” diyen bir mesajına ihtiyacı yok mudur?
Kan, terör, intihar ve savaşların pençesinde inleyen dünyamızın; rahmet dolu kollarında barış adasına dönüşmek için O’na dönmeye ihtiyacı vatrdır.
‘Bana Dokunmayan Yılan Bin Yıl Yaşasın’ diyen, kafasını kuma gömmüş devekuşlarına döndük. Her türlü kötülüğe engel olmak amacıyla yer aldığı ‘erdemliler topluluğu’nu düşünüp; haksızlıklarla mücadele ile geçen nezih gençliğini hatırlayarak O’nun verdiği ‘sivil insiyatif’ cesaretine toplumca ihtiyacımız vardır.
Ebu Kubeys dağında yaptığı çağrıyı dinlemeye koşalım. Erkam’ın evindeki toplantılarına katılalım… Muhasara altında yaşayalım O’nunla… Habeşistan’a hicrete göndersin bizi de… Kardeşler Kenti Medine’yi hazırlayanlardan olalım… Taif’te taşlanırken acılar ve yaralar içindeyken bile “Allah’ım onlara merhamet et, çünkü onlar bilmiyorlar ” deyişini hatırlamaya ve iliklerimize kadar hissetmeye,O’nun rehberliğine ihtiyacımız vardır.
O’nun eğitiminden geçtikten sonra her biri insanlığa yol gösteren yıldızlara dönüşen arkadaşlarını, tanımaya, öğrenmeye ihtiyacımız vardır. Hazreti Ebubekir’in dostluğunu ve sadakatini dostlarımızla yaşamaya, Hazret-i Ömer’in hikmet ve adaletini hayata geçirmeye, Hazreti Osman’ın hayasını ve cömertliğini yaşamaya, Hazreti Ali’nin ilmini ve cesaretini bu çağa taşımaya ihtiyacımız vardır.
On yıl içinde dünyaya egemen iki büyük medeniyeti dize getirecek örnek bir toplum oluşturmasını okumaya ve anlamaya ihtiyacımız vardır. Krallara gönderdiği o muhteşem mektuplarını, her biri bir destan olan Bedir, Uhud, Hendek, Hayber ve Tebuk’u okuyup anlamaya ihtiyacımız vardır. Yahudileri de içine olan ilk yazılı Anayasa ve Toplumsal Sözleşme Metni olan Medine Sözleşmesini, Necranlı Hrıstıyanlara Mescid-i Nebevi’yi ibadet mekânı olarak tahsis edişini, Hudeybiye’de sulh için gösterdiği çabayı, Mekke’nin fethinde Ebu Süfyan’ı, Hind’i ve amcası Hamza’nın katili Vahşi de dâhil herkesi afveden engin hoşgörüsünü; Huneyn’de aldığı ganimetleri fakirlere dağıtışını, veda haccını, insanlık tarihine altın harflerle yazılması gereken Veda Hutbesini hatırlamaya ihtiyacımız vardır:
“İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır.” deyişini, “Kadınlara hayırla muamele edin, onların sizin üzerinizde hakları vardır.” diye haykırışını ve nihayet “En yüce dosta gidiyorum.” diyerek dünyaya veda edişini hatırlamaya ve anlamaya çok, ama çok ihtiyacımız vardır.
Etnik milliyetçiliğin yeniden hortladığı çağımız, İtalyan Şuayb ile zenci Bilali, İranlı Selman ile Rum Süheyb’i, Arap Ömer ile Türk Habbab’ı barış içinde yaşatan; kurduğu mânâ milliyetinin kardeşlik ruhunu arıyoruz!
Kan davasını o bitirdi. Bugün töre cinayetleri karşısında O’nun ümmetinı de dimdik duruyor görmek istiyoruız…
Köleliği o kaldırdı, kölelerden devlet çıkardı… Kölemenler devleti ondan doğdu, insan hakları belgesi olacak bir veda hutbesi bıraktı. Şimdi O’nun ümmetinin özgürleştirici çizgisini bugün olandan çok daha ilerilere taşıyacağı günleri bekliyoruz…
İnsanlığı burçların etkisinden, yıldızların büyüsünden, falcıların elinden alıp aklın yoluna sokan O’ydu. Sihiri kimyaya o çevirdi. Aritmetiği matematiğe, astrolojiyi astronomiye çeviren büyük inkılaplar O’nundu.Bilimde ve felsefede çağın ufkunu belirleyenlerin O’nun ümmeti olmamasına çok ama çok yanıyoruz, şaşıyoruz…
Şimdi biz Müslümanlar, o ileri peygamberin bugün geri kalmış ümmetıysek; O kutlu insanı böyle kötü temsil etmeye hakkımız yoktur.
Kendine gelmek ve yürümek, ilerlemek zorundadıyız. Biliyoruz ki bizi bu hale düşürenler önce Hz. Peygamber’e saldırdılar veya O’nu bize çarpıtarak anlattılar.
İşte bunun için ‘keyfî tanımlanan peygamberden ilmî tanımlanan peygambere doğru’ yürümek zorundayız. O’nu bilgi kirlenmesinden arındırmadan, Müslümanları doğru örnekle, gerçek rol modeliyle buluşturamayacağız…
Örneğin, Hz. Ayşe ile 12 veya 9 yaşında evlendiğini söyleyerek (hatta 7 diyen bile var) İslam düşmanlarının O’na saldırmalarına sebep olan malzemeyi ellerine veren, üstelik Müslümanları kız çocuklarını henüz küçükken evlendirerek hayatlarını karartacak bir zalimliğe de alet eden bilgi kendi kaynaklarımızın cahilce ve yanlış anlattığı Peygamber bilgisinden dolayı değil midir?
Oysa Hz. Ayşe ile evlendiğinde Peygamberimiz, Ayşe’nin yaşı 27 idi! Kardeşi Şeyma’nın yaşından hesaplasak da böyleydi, vefat yaşından geri doğru saysak da evlendiği yaş böyleydi… Araplar cahiliye devrinde kız çocuklarını Tanrılarına kurban verdikleri için belki bu sene kurban olur diye ergenlik çağına gelinceye dek onlara yaş vermiyorlardı. Ta ki ergen olunca, yaşına 1 diyorlardı. Eğer bir kıza yaşı on denmişse, ergenliğe de 14’ünde girmişse yaşı 24 demektir. Hz. Aişe de 12 yaşında evlendi ve 13 yaşında ergen oldu ise 25 yaşında evlenmiştir. Bu yaş, 7 bile olsa 19 yaşın altına hiç bir hesapla düşürülememektedir. Peki o yüce Peygambere bu iftirayı attırmaya ne hakımız vardı?
63 yıllık ömründe sadece 53 gün savaşan ve bir tek cana bile kıymayan peygamberin hayatını anlatan kitaplarımızda savaşların payını yüzde seksenmiş gibi yoğunlaştırarak anlatırsak, onun gibi savaşarak ayaşamak isteyen inananların İslam’ı terörle andırmasına sebep olmanın sorumluluğu kimde olacaktır?
Öyleyse ilmi tanımlanan peygambere doğru yürüyelim…
Kur’an’da anlatılan örnek insan Muhammed’i bulalım…
Ve hayatımıza çağıralım…
İşte o zaman gerçekten Mevlid olacak…
Dünyamız kandil kandil aydınlanacak yeniden…
Hz. Muhammed asrımıza doğacak…
* Bu metin, Osman Arslan’ın ‘Hz. peygamberi Doğru Anlamak’ konulu Akşehir Konferansı’ndan ve ‘Uluslararası Hz. Muhammed Sempozyumu’ Açış konuşmasından derlenerek oluşturulmuştur…
Bir yanıt yazın