RAMAZANA DAİR OTUZ SÖZ-4
Dr. Osman ARSLAN
- Şükür
Orucun kazandırdığı bir değer de şükürdür. Şükür, “iyiliği bilmek” demek. Şükrün zıttı olan kavram ise “küfr”, yani “inkar etmek”tir. Şükretmeyen hangi duruma düşüyor, görebiliyor muyuz? Kur’an’da şükür ve türevleri yetmişbeş defa geçer. Şükretmek emredilirken, “…Şükür için çaba gösterin”(Sebe, 13) buyurulur. Sanki Rabbimiz, “ne yapsanız şükretmeye gücünüz yetmez. Gayretinizi, samimiyetinizi görmek istiyorum” der gibidir. Unutmamak kalple, söylemek dille, emirlerini yapmak eylemle şükür olarak kabul edilir.” “Şükreden ancak kendi iyiliği için şükretmiş olur… Allah’ın ihtiyacı yoktur”(Neml, 40) Allah, şükredenlere nimetini artırmayı vadeder(İbrahim, 7) Şükrün psikolojik etkisi de vardır. İlk olarak insanı pozitif düşünmeye sevk eder şükretmek. Sonra, şükredeceği şeyi tespit etmek nimetlerin farkındalığını doğurur. Nimeti verene şükretmek ise, nimetlere kapılmaktan kurtarıp insanı, vereni, gerçek sahibini hatırlayarak O’na yönelmeyi sağlar. Şükür imanın kapısıdır. Sayısız ayetlerde Cenab-ı Hak verdiği nimetleri saydıktan sonra tekrar tekrar vurgular “…belki şükredersiniz!” Kur’an’daki anlamıyla “şakir” varlığa şükreden demektir, “şekur” yokluğa. Efendimizin, “Allah’a şükretmeyen insanlara teşekkür etmez, insanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmez” dediği aktarılır.(Müsned) Yine, şükreden zenginle sabreden yoksul denk görülmüştür. Bir de sürekli bir ihtar vardır Kur’an’da karşımıza çıkan: “…Ne kadar az şükrediyorsunuz!”(Araf,10 vd.) Oruç için alimler “bedenin şükrü” derler. Yani oruç bir şükür biçimidir aynı zamanda. Hatta bunu perçinleyen bir ibadet de vardır: Şükür orucu. Oruç, bize şükür sahibi olmayı kazandırıyorsa oruçtur. İsyan edenle orucun bağdaşması düşünülemez. Gelin Allah’a oruçla şükredelim.
- Sabır
Sabır, inanan insanın şerden hayır çıkaran etkin bekleme sanatıdır. Sabır, iftarın olacağından emin şekilde beklenen oruç gibi, şerlerin hayra döneceğinden emin bir duruş ve yerinde müdahale becerisidir. Oruç gibi, nefsin arzularını ve tahriklerini dizginleme aklın kontrolünü tesis etme iradesidir sabır. Orucun asıl katkısı belki de sabrı öğretmesidir. Her zaman güzellikler gelmez ki başımıza hayatta hep şükredelim. Sıkıntılar da gelir, sabretmemiz gerekir. Nimet içindeki haliyle mihnete uğradığındaki hali arasında tezat olmayan, duruşundaki vakurluğu bozmayan insan sabırlıdır. Musibetlerden Allah’a yakınırsanız ibadete, başkalarına yakınırsanız isyana dönüşürmüş. “Allah sabredenlerle beraberdir”(Bakara,153) ayeti sabrın müstesna değerini anlatır bize. Geleceği biz çağırırız. Sabreden derviş muradına erermiş. Düşünsenize sabırsız ne olabiliyor? Okul mu bitiyor? Evlilik mi sürüyor? Çocuk mu yetişiyor sabırsız? İş hayatı mı ilerliyor? Sabrı öğrenmeyenin düzgün bir hayatı, bir mutluluğu olamaz. Yaşamak sabretmektir. Sabrı öğreten oruç bize kazandırdığı dayanıklılıkla aslında hayat yolunda başarıyı aralayan bir donanım yükler. Oruç, azla yetinme kabiliyeti kazandırır insana. Çoğun baştan çıkartmasına, ayartmasına da, çoğun yoldan çıkarmasına da direnecek erdemi böylece yükler. Hakkıyla oruç tutan, mağlup edilemez. Zira, asıl güç çokluğa sahip olmak değildir, yokluğa tahammül edebilen güçlüdür. Oruç tutarsan, kuvvet bulacaksın. Sabır zırhını oruçla giyinerek mübarek Ramazan’dan çıkabilenler hayatta ne kadar şanslılar.
- Sofra
İftar sofraları yaygındır. Sofra kurmanın, ikramda bulunmanın da adabı olur. “Sosyal adalet” diye haykıran bir kitabın Mü’minlerinin kapitalizmin tüketim toplumuna iftar bereketini hammadde yapması kabul edilebilir mi? Fakiri unutup zengine, makama ve mansıba sofra kuranlar, orucun öğrettiği tutumluluğu unutup şaşaalı israf sofraları serenler, orucun tevazu ruhunu kaldırıp saray sofraları açanlar, yetimi, yolda kalmışı, düşkünü, garibanı unutanlar neyin orucunu tutuyor, kimin Ramazan’ını yaşıyor olabilirler? Onlar, aslında bırakın sevabı, Allah’a savaş açmış oluyorlar. Altın ve gümüş biriktireni kınayan Kur’an’a inat, her yıl Kâbe örtüsünün 120 kilo altın, 100 kilo gümüş ile hazırlayan ve hacıları trilyonluk servet etrafında döndüren İslama uzak zihniyetten bir farkı yoktur Mübarek Ramazan’ın ruhuna uzak olmakta. Bu tür iftar sofraları yoksuna uzak olduğu kadar Allah’a da uzaktır. “Yoksula yardım Allah’a yardım” sayılmıştır. Orucun bir amacı da zaten aç kalanlarla özdeşim kurdurabilmektir ki onları anlayarak paylaşabilelim. Ramazan kime geliyor, nereye gidiyor yoksulu unutan bir toplumda? Oruç tutmamanın fidyesi olarak “…Bir yoksulu doyurmak..”(2/184) niçin emredilsin yoksa? Öte yandan, aç kalmak zor olabilir. Akşam, iftar sofrasında yemeğe bir vandal gibi saldıranlar yine orucun öğretmeye çalıştığı “kendini tutma ve ölçülü olma” ile ters düşmüyorlar mı? İslam ölçü dinidir. Haddi aşan uygulamalar Allah’ın hoşlanmadığı işlerdir. ‘Tuttuğu orucu tekzip eden iftar’lar olmasın sofralarımızda.
- Yardım
Zenginlerin malında fakirlerin hakkı vardır.(Zariyat,19, Mearic,25) Güzel Peygamberimiz tüm dul ve yetimlerin, şehit ailelerinin geçimini üslenir, bütün servet ve kazancını onlara harcarmış. Hz. Ömer bu görevi devletin uhdesine alarak sosyal yardım uygulamasını başlattı. İnfak(servetinden ihtiyaç sahibine yardım etmek) Allah’ın emridir.(Nur,33) En hayırlı infak(yardım) aile fertlerine yapılandır. En yakından başlayarak yardım yapmak önerilir, ama en önemlisi verirken taşınan “niyet”tir.(Bakara, 215) Bir nüansı da belirtelim: “Allah yolunda infak”(Bakara,195) bağlamına göre mali cihattır, yani “ülke savunması için yardım” anlamına gelmektedir. Ramazan şükür zamanıdır, demiştik. Bedenin şükrü oruçsa, malın şükrü de infaktır. Gönüllü sosyal dayanışma, toplumun huzur ve refahı; sosyal adalet ve başkası için fedakarlıklar(Îsar) sayesinde olur. ( Haşr, 9). İslâm; zekât, kurban, oruç keffâreti, zıhar keffâreti, yemin keffâreti gibi pek çok türde keffaret, sadaka-i fıtır ve genel anlamda infak(yardım) gibi birçok malî ibadetle varlıklı kişilerin yoksullara yardım yapmalarını her vesileyle teşvik etmiştir. (Mü’minûn, 4; Kevser, 1-3; Bakara, 219 vd.) Öyle ki infakı samimiyetle yapanlar için müjdeler vardır. “İçinizden iman edip infakta bulunanlara büyük bir mükâfat vardır.” (Hadîd, 7; Bakara, 274) Üstelik verdikleri kat kat geri dönecektir. Ramazan, 11 ay kendine çalışıp biriktirenlerin bir ay için olsun düşkünü düşünüp paylaşması içindir. İmkanı az olanlara bile “Yarım hurma (sadaka) ile bile olsa cehennemden korunun.” demiştir Peygamberimiz. Yine de, ne kadar vereyim diye ince ince hesap edenler, 80 gr. altın hesabı yapanlar için söyleyelim, bu konuda hesabı kitabı aşın, acıtana kadar verin. Allah’a hoş gelen budur. Emin olun, iyilik iyi gelir.
24. İman
İman, İslam ile aynıdır. İslam olduğunu kalp ile doğrulayarak dile getirme hali imanlı olmaktır. Dile getireni Mümin(imanlı) sayarız, kalp ile tasdik kısmının takdiri Allah’a aittir. İnandığını yansıtan kişiye Mü’min, yaşayan kişiye Müslim denir. İman öyle mühimdir ki sıfırların önündeki bir gibi, imanı sahih(doğru) olamayanın ibadetleri de iyilikleri de faydaya dönüşse de sevaba dönüşmez. Kur’an iman edenleri ayrıntısıyla tarif eder: Mü’minler o kimselerdir ki, Allah’tan başka bir ilaha tapmaz, haram kılınan cana kıymamak gibi yasaklara uyar, (Furkan, 68), oruç tutar, dua eder/namaz kılar, iyiliği emredip kötülüğü engeller, (Tevbe, 112) Allah anıldığı zaman yürekleri titrer, âyetler okunduğunda imanları artar, yalnız rablerine güvenir ve servetlerinden Allah yolunda harcarlar. (Enfâl. 2-4). İman ve oruç arasındaki kopmaz bağ da dikkat çekicidir: “…oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar… için büyük bir mükafat(cennet) hazırlanmıştır”(Ahzab,35), “…kendisini Allah’a teslim eden, oruç tutan veya O’nun rızasını aramak için yola koyulan…” (Tahrim, 5) ifadeleri oruçluyu yücelten ilahi takdirlerdir. Oruç, kulun samimiyetini sergilemesi bakımından Allah’ın en sevdiği ibadettir. Cenab-ı Hakk’ın “gerçek müminler” (Enfâl, 2-4, 74) nitelemesi üzerinden kelam bilginlerinin tükenmek bilmeyen iman tartışmaları başlamıştır. Görünürde ve gerçek, doğru ve yanlış iman hallerinin ne olduğu tartışmaları, hepsi de Kur’an’ı referans alan ayrımlar doğurmuştur. Bir zümre iman sahibi olmak için “bilmek yeter” derken, ehl-i sünnet “doğrulama(tasdik) olmadan bilgi imana dönüşmez” demiştir. Bir zümre imanın yerini akıl saysa da ehl-i sünnet imanın yerini kalp olarak kabul etmiştir. Herkes iman(inanış) ile amel(eylem) arasındaki bağı kabul etse de bir zümre “ameli imandan cüz(parça)” kabul etmiş, ehl-i sünnet “amelin imandan bir parça olmadığını” savunmuştur. Bir zümre imanın sabit olduğunu savunurken ehl-i sünnet “imanın artıp eksilebileceğini” kabul etmiştir. İman, gayba dair bilgileri kabul etmektir. Bu nedenle de deneyim alanı dışında, yoruma açık ve eski kültürlerden etkilenerek biçimlenme ihtimali fazla bir alandır. İslam imanını bulaşıklardan arındırarak temiz hale getirmek, bütün ibadet hayatımızın, ömrümüzün başına “bir” getirmek kadar önemlidir. O nedenle Rabbimizin uyarısını hatırlamalıyız: “Ey iman edenler,(gerçekten) iman edin!” Oruç tutanlara ayrı bir cennet kapısı ve cennette özel bir konum vaat edilmiştir. Orucu güzel tutmak aynı zamanda imanın nişanesi olacaktır. Oruçla imanını besleyenler, yeryüzü yıldızları gibi birer Ramazan ışığı olup dünyayı güzelleştirmeye soyunacak erdemliler topluluğu olmalıdırlar. Selam olsun o oruç tutanlara!
(Devam edecek)
Bir yanıt yazın