‘SESİ KULAKLARA SIĞMAYAN ADAM’ KARAKOÇ GİTTİ
Abdurrahim Karakoç vefat etti.
Şiiri, makalesi, konuşması ile Anadolu’nun bir yiğit sesi daha sustu. Ciğerlerinden uzun süredir yaşadığı müzmin rahatsızlık nedeniyle son bir aydır yoğun bakım ünitesinde devam eden yaşam mücadelesi Allah’a teslim olmakla son buldu. Artık mısraları ile yaşayacak.
Kocatepe Camii’nde cenaze namazına katıldık. Bir ilkokul mezunu, ilçe belediyesinde bir muhasebe elemanı, Elbistanlı bir işçinin cenazesinin arkasında her kesimiyle toplum, bütün siyasal partiler toplanmıştı. Onları toplayan O’nun sanatı karşısında duydukları saygıydı. O bir şairdi. Ama onu şair yapan ve büyük kılan da dava adamlığı idi.
Davasına hizmet etmediğini anladığında, izinden kelle koltukta gittiği ‘başbuğ’uyla bile yolları ayırmakta tereddüt etmedi. Artık samimiyetine inandığı ‘Başkan’la yürüyecekti. Bu onun ‘dava’ önceliği ile yaşayan birisi olduğunu gösterdi. Bir ülkücüydü ama ‘Akit’te yer bulabiliyordu!
Türkiye’de, 70’li yıllarda salgın gibi inançsızlık Türk gençliğine bir kader gibi dayatılırken bir şiir yazdı; slogan oldu, marş oldu, ilahi oldu, duvarlara yazıldı. “Hak yol İslam yazacağız” şiiri 12 Eylül öncesine damgasını vurdu.
12 Eylül sonrasında ise yaşadığı dramatik olayların, hayatın her halini kendisine gösterip bitirdiğini anlatmak istedi:
“Yırtıldı ruhlara çizdiğim resim,
Yazık, kulaklara sığmadı sesim,
Yaşadığım şimdi beşinci mevsim,
Çağın çilesini sırtıma sardım.”
Fakat onun sanatının şöhretini herkese taşıyan bir Türkmen Alevisi ve sol görüşlü ozan olan Musa Eroğlu’nun bestesi oldu:
“Yâr deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor.
Lambada titreyen alev üşüyor,
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban”
şah kıtası ile Mihriban şiirinin yazılışının belki otuzuncu senesinde gönülleri fethetti.
Türkçe’nin aşağılandığı bir devirde arı duru bir Türkçe ile yürekten vuran şiirler yazarak dilini yüceltti. Hece’nin ayaklar altına alındığı bir devirde ‘heceyi tutup kaldıranlardan’ oldu. Köroğlu, Karacaoğlan tadında şiirleriyle halkın dilini yakaladı. “Hakim beğ” dedi, “Tohtur beğ” dedi, “Arz-ı hâl” dedi. Toplumsal sorunları şiirinin ana meselesi yaptı.
Bizim, kendisine nispeten daha yakın olduğumuz, ağabeyi, Şiirimizin Beyaz Kartalı Bahaettin Karakoç büyüğümüz olmuştur. Cenaze günü görüştüğümüzde Bahaettin Ağabey diyordu ki:
“Bizlerin yaşındaki insanlar için ölüm artık beklenen sürprizdir. İkimiz de hastayız. Beklenmeyen sürpriz Abdurrahim’in önce gitmesi oldu.”
Yıllarca Çınar’ımızın ser-şairi olmuştur Bahaettin Ağabey! Durdu Şahin Ağabeyin uzakta bir müridi gibi yüzünü döndüğü, Muhterem Şahin dostumuzun hakkında tezini verdiği Bahaettin Ağabey… Abdurrahim Karakoç’tan Çınar için şiir istediğimizde, zaten hiç bir dergiye şiir vermiyordu ama bize farklı bir nazarla ağabeyini gerekçe göstermiş, duygulandırıcı bir cevap vermişti:
“Kardeşim benim, bir aileden bir kurban yetmez mi size!”
Abdurrahim Bey şiir şölenlerine katılmazdı. Davetimize icabeti kabul ettiği Ankara Çınar Şiir Şöleni sonrasında, evinde ziyaretimizde demişti ki bize:
“Şiirlerin pek azını beğendim. Ama heyecanları benden büyük bu insanların yüreklerindeki ateşe su dökemem!”
İnsanların samimiyetini her şeyden üstün tutan bir yaklaşımı vardı.
Huysuzluğu, aksiliği, ters cevapları, öfkeli halleri, dik çıkışları ile nev’i şahsına mahsus bir dava adamı daha 7 haziran’da aramızdan ayrıldı. Vefatı, 9 Haziran’da Osmancık’ta gerçekleştirdiğimiz 1. Kızılırmak Şiir Şöleni’ne de damgasını vurdu.
35 yıllık yol arkadaşı Lütfi Şehsuvaroğlu, yayımlanmamış bir şiiri ile Karakoç’un ağzından diyordu ki:
“Hiç biriniz telaş etmesin boşa,
Gözünüz doyacak toprağa taşa!
Beni koyun inancımla baş başa,
Bütün bir dünyayı size bıraktım.” Dedi, gitti!
Karakoç gibi geleneksel edebiyatımızın bir zirvesi olmuş, şiirleri Yunus Emre’nin sanılarak duvarlara asılmaya başlanan Bestami Yazgan ağabeyin Abdurrahim Karakoç üstat için Yunus’un ağzından verdiği mesaj anlamlıydı:
“Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez!”
Necip Fazıl gibi, Arif Nihat gibi aramızdan hiçbir zaman gitmeyecek. Fakat yeni bir şey de söyleyemeyecek. Belki biz ondan yeni şartlarda okudukça yeni yeni şeyler anlayacağız.
Allah taksiratını affetsin, rahmetiyle sarmalasın, kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe etsin, peygamberine komşu eylesin.
Bu duygular içinde, okuyucularımızdan Abdurrahim Karakoç üstadın ardından ruhuna birer Fatiha okumalarını dilemek dışında elimizden bir şey gelmiyor artık.10.06.2012
Bir yanıt yazın