TÜRKİYENİN FİTNE DEVLETİ
Osman ARSLAN
2011 yılıydı. Sayın Cumhurbaşkanımız yüzde 49,5 oy alarak daha da güçlenmiş şekilde yeniden Başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Neredeyse üç yıldır gergin giden ABD ile ilişkilerin nasıl süreceğinin seçim sonuçlarına bağlı olarak şekilleneceği son derece belirgin bir durumdu. Fakat muhatap Sayın Erdoğan’dı, Türkiye’de halk tercihini yapmıştı, yapacak bir şey yoktu. Ve ABD bir süredir arkasında sakladığı elini uzattı. Randevu verildi. Türkiye Başbakanı beraberindeki heyetle tarihi bir zirve yapmak üzere ABD’ye gitti.
KÜRESEL GÜÇ PROTOKOLDE
Türk Başbakanına müstesna bir karşılama yapıldı; Dünyada sadece Putin’e uygulanan protokol uygulandı. Törenlere bakarsanız ABD Türkiye’yi ‘eşit muhatap’ ve ‘küresel güç’ olarak görüyordu. Yapılan toplantılar da Türkiye’nin gördüğü itibarı göstermekteydi. Heyetlerin görüşmeleri de son derece olumlu geçiyordu. Nihayet programın en önemli aşamasına gelindi. Danışmanların, hatta Dışişleri Bakanlarının dahi alınmadığı Obama-Erdoğan ikili görüşmesine… Böyle bir görüşme, çok nadir yaşanan bir olaydı. Sonradan içeriğine vakıf olduğumuz bu görüşme, bütün bir tarihi değiştirecek, bir kırılma noktası olarak yaşanacaktı.
Obama’nın Türkiye’den istekleri vardı. Elinde dosyaları vardı. Hazırlıklıydı. Türkiye’den isteklerini sıralamaya başladı:
İSRAİL İLE GAZZE’DE EL SIKMAK!
“Filistin konusunda İsrail ile gerildiniz, köprüleri attınız. Sert diyaloglar yaşadınız, Mavi Marmara olayı ile karşı karşıya geldiniz. Biz ise Ortadoğu’daki iki müttefikimizin arasının bu derecede kötü olmasından rahatsızlığımızı bildirdik. Siz Türkiye olarak; ‘İsrail bizden özür dilerse ellerini sıkarız’ dediniz. Biz de özür dilettik, “Başbakan özür diledi fakat kapalı kapılar ardında söyledi, olmaz!” dediniz. Bu sefer Devlet Başkanlarının ve Dünya önünde özür dilemesini sağladık. ABD olarak biz de İsrail de sözümüzü tuttuk. Fakat siz Türkiye olarak İsrail’in elini sıkmayı hala kabul etmiyorsunuz. Sözünüzü tutmanızı bekliyoruz. Tel Aviv veya İstanbul’da, hangisinde istiyorsanız buluşturalım ve artık bu çatışmaya bir son verelim.” Erdoğan’ın cevabı farklı oldu: “Tamam sözümüzü tutacağız. Ancak bu söylediğiniz yerlerde olmaz. Yaz başında Gazze ziyareti programım var. Gelsinler Gazze’de el sıkışalım.”
ARAP BAHARINDAN ÜRKÜP KABUĞUNA GİRMEYEN TÜRKİYE
Bu cevap Obama’ya soğuk duş etkisi yapmıştı. Gazze’de buluşmak ne demekti? Mavi Marmara üzerinden Filistin postu çıkartacak, İslam Dünyası üzerinde ağırlığını artıracak, Filistin meselesine Türkiye’yi siyasal taraf haline getirecek stratejik bir hamleydi Türkiye Başbakanı tarafından önerilen buluşma. Üstelik daha yeni Bahreyn’den Irak’a, Suriye’den Fas’a Ortadoğu İslam Coğrafyasında ‘Arap Baharı’ devrimlerini yaparak rejimleri tek tek Türkiye karşıtı haline getirecek biçimde donattıkları halde, tek kelimeyle Türkiye’ye karşı güç gösterisinde bulundukları bir aşamada bile Türkiye Başbakanı’nın ABD karşısında gardının düşmediği görülüyordu. Obama tepkisini belli etmeden “Pekiyi o zaman dedi, Siz Gazze’ye giderseniz, bu konuyu o zaman değerlendirelim.”
VE SİYASAL KAOS GELDİ
Bilindiği gibi Sayın Erdoğan’ın Gazze programı gerçekleşemedi. Mavi Marmara ve İsrail politikası zaten Fethullah Gülen tarafından karşı çıkılan politikalardı. Üstüne bir de İsrail karşıtı rejimleri tek tek değiştiren Arap Baharının ‘kopyala-yapıştır’ versiyonu Türkiye’de de Gezi olayları biçiminde patlak verdi. O GÜN BUGÜN Türkiye’nin dengeleri yerine oturmadı. Hükümet kurulamayacak noktalara kadar gelindi. Kutuplaşma tavan yaptı. Türkiye siyasal kaosun içine itilivermişti.
İRANLA ARANIZI GÜZELLİKLE AÇIN…
Obama ikinci konuya geçti. “İran’a ambargoyu deliyorsunuz!” dedi. “İran’la yaptığınız doğalgaz alışverişini paravan yapıp İran’dan büyük miktarlarda nakit para transferleri yapıyorsunuz. Bunları kayıt dışında tutuyorsunuz. Bu paraların ABD doları olması ve ikiz basılmış olması öteden beri Ortadoğu’da bir sorunumuzdur; ancak bu paraların ülkeniz üzerinden Avrupa’ya geçiyor olması bize zarar veriyor, İran’a güç veriyor.” Sayın Erdoğan bunu da reddetti. “Biz İran’dan gaz alıyoruz. Karşılığını ödüyoruz. Bunu ambargoyu delmek olarak yorumlayamazsınız. O zaman gazımızı siz verin, veremiyorsunuz. Bankalarımızdaki para dışında da kayıt dışı nakit transferlerle de işimiz, ilişkimiz yok.” Obama elinde bulunan bu konuya ilişkin dosyayı da Türkiye Başbakanı’na uzattı: “Siz buna da bir bakın lütfen.”
HEM İRAN PARASINDAN HEM DE İKTİDARDAN OLMAK..
Sonradan bu tartışma noktasına ilişkin yaşanan gelişmeleri hepimiz biliyoruz: İran’dan para akışının ana gündem olduğu Reza Zarrab olayı 17 – 25 Aralık operasyonları ve ardından yaşanan ‘sıfırlama’ tapeleri, Ayakkabı kutuları, Çikolata paketleri, İran’ın Halkbank’a para yatırdığı bilgileri… Bu süreçte de Gülen ve ekibinin başat rol oynadığını zikretmeye gerek yoktur sanırız.
EKONOMİ VE HUKUK KRİZİ GELDİ
Ardından yaşanan gelişmeler de biliniyor: ABD, doların tasarımını değiştirerek yeni dolar çıkarttı stoklardaki ikiz dolarları bypass etmek için, İran ile anlaşarak ambargoyu kademeli kaldırma sürecini başlattı, İran ile işbirliği adımları attı, İran paraları Türkiye’den çekilmeye başladı, İran ajanı kadınlar deşifre edildi, bunların ilişkili olduğu siyasi ve bürokratlar afişe edildi, ve dostumuz(!) İran her alanda Türkiye’nin karşısına dikildi. Hatta Bakanları Kandil’e çıkıp Türkiye’ye mesaj verdi. Türkiye, bu şartlarda hükümetsizlik ve iç güvenlik sorunları gölgesindeyken doları 3 TL’nin üzerinde gördü. Ülkemizde hukuk krizi başlatılmış, ekonomik kriz tetiklenmiş oldu.
Kaldığımız yerden devam edelim, Erdoğan-Obama görüşmesine tekrar dönelim… Üçüncü dosyayı açtı ABD Başkanı: “Ülkeniz üzerinde Suriye’deki terör örgütlerine teröristler geçiyor, terör örgütüne silah sevkiyatı yapılıyor. Bunu durdurun. Teröre destek veriyorsunuz. Bundan vazgeçin.” Türkiye Başbakanı bu iddia karşısında gerildi. Kesin bir dille reddetti: “Türkiye Esed rejimine karşıdır, teröre de asla destek vermemektedir. Suriye’nin içinde olup bitenler bizimle ilgili değildir.” Obama bu cevap karşısında önündeki dosyalardan birisini uzattı: “O halde lütfen bu dosyayı İnceleyin, sonra görüşelim.” dedi.
O görkemli karşılamanın uğurlaması berbat oldu. Bir devlet gibi bile muamele etmediler. İşlerin kötüye gideceği, Türkiye’nin başına çoraplar örüleceği belli olmuştu.
TERÖRÜ DESTEKLEYEN ÜLKE İMAJI
Geçen zaman içerisinde Türkiye’den geçen ve terör örgütü DAİŞ’e katılan teröristler sık sık haber oldu. Suriye’ye gitmekte olan MİT TIRları Adana’da durdurularak silahlar afişe edildi. Türkiye’nin terörü desteklediğinin afişe edildiği bütün bu süreçleri hayata geçirmede yine bugün paralel yapı adıyla MGK kararlarına konu olan Gülen ekibinin başı çektiği de gözlemleniyordu. Böylece Türkiye teröre destek veren ülke olarak anılmaya başlandı. Hatta yatırımcılara ‘terör’ nedeniyle riskli ülke denilmeye, S&P tarafından Türkiye’ye yatırım önerileri onaylanmamaya başlandı.
İÇGÜVENLİK KRİZİ
Ardından ise bugünkü sonuca ulaşıldı: Türkiye DAİŞ’e yönelik ülke içinde operasyonlar yaptı ve Suriye’ye gerçekleştirilen NATO müdahalesine katılım sağlamak zorunda kaldı. Bir DAİŞ militanının eylemi ile Urfa-Suruç’ta Türkiye’de iç savaş denemesinin de fitili ateşlendi. Bu süreç içerisinde olamayacak bir şey de oldu: Türkiye tarafından, Kürt halkının arasından kortejle Suriye’ye PKK güçlerinin geçmesine izin verildi. Türkiye iç güvenlik kaosunun içine düşmüştü.
PKK’NIN DEVLETİ SURİYE’DE KURULACAK
Böylece PYD adıyla PKK’ya Suriye’de devletleşmesinin önünü açarken, Türkiye, terör örgütü PKK’ya ülke içinde operasyon başlattı. Sanki bugüne kadarki hizmetlerinin karşılığını Suriye’de devlet kurma ödülü şeklinde sana vereceğiz, Türkiye’nin de bölünmemesini şu aşamada kabul ediyoruz, deniyordu. Özeti şu olup bitenin: “Irak’ta ya da Türkiye’de kalıp öleceğine Suriye’ye gel devlet ol!” Bir yandan terör örgütünü ve mensuplarını Suriye’ye kaçmaya zorlayan ‘sert vuruşlar’ diğer PYD’yi demografik ve lojistik olarak destekleyen bir politika olarak uygulanırken diğer yandan DAİŞ’e yapılan harekatlarla PYD’nin sahada işi kolaylaştırılıyor. Türkiye Suriye’de PYD kontrolünde bir bölge kurulmasını kabul etmediğini söylese de bütün eylemlerinin çıktığı sonuç budur. ABD Türkiye’de Kürt hareketini siyasallaştırarak anlımızda namluyu tutacak, ama bugün için bölünmemiş olacak Türkiye. Suriye’de ise stratejik anlam taşıyan Kürt devleti böylece kurulmuş olacak.
ABD TERÖRLE MÜCADELEMİZİ DESTEKLİYORMUŞ!
Üstelik bu Kürt devletini kuran Kürtler Türk vatandaşı ve Türkiye’nin teröristleri olan Kürt kökenliler olunca, önümüze nasıl bir mayınlı gelecek kurduğunu düşünün ABD’nin. Şimdi pek çok kişi soruyor: “PKK’ya karşı mücadelemizi batı ve özellikle ABD nasıl oldu da destekledi? Nasıl oldu da ses çıkartmadı?” Şimdi soru cevap buldu sanırız. Böyle mükemmel bir gelişme için verilen destek Türkiye’ye köstektir aslında, o nedenle. ABD Türkiye’nin terörle mücadelesini destekliyormuş! Gülerler buna.
HA SURİYE, HA GÜNEYDOĞU!
Fuller’in bir sözü var: “İki komşusu ile sorunlu ülke bölünme adayıdır.” Gerisini yorumlamaya bile gerek yok. PKK devletini ha Suriye’de kurmuş, ha Güneydoğu’da; Türkiye’nin bölünmesi açısından bunlar arasında hiç bir farklılık olmadığını zaman gösterecektir. Türkiye Cizre’yi de alır, Silvan’ı da. Diyarbakır da elde tutulur. Fakat Suriye’de PYD’nin bölgesel yönetim kurmasını engelleyemiyorsanız, savaşı kazanamadınız demektir. Suriye’ye yerleştikleri vakit, ‘Kandil’de iken daha az zararlıydılar’ diyeceğimiz günler gelir. Zira karşımızda artık illegal bir terör grubu değil teröristlerimizden oluşan, tanınmış, üstelik Batının hadimi, müttefiki bir devlet olacaklar. Bu açıdan süreç Türkiye açısından doğru ilerlemiyor. Daha kötü günlere gidiliyor. İkinci İsrail kuruluyor. Bunu görelim. Canımızı yakan ciğerimizi dağlayan şehitlerimizin intikamını alacağız ama bu mücadelenin amacı daha fazla adam öldürmek değil. Stratejik açıdan faydalı sonucu almak.
PYD DEVLET OLMAMALIDIR!
Şimdiden söylüyoruz: Eğer PYD Suriye’de yönetim oluşturursa sınır ötesi harekat yapacağını ve buna asla izin vermeyeceğini her uluslar arası platforma ihtaren ve tek taraflı bildirmelidir Türkiye. Bunu yapmazsa başka şansı da kalmayacaktır. Türkiye’nin iki komşusu ile değil, altı komşusu ile sorunları vardır çünkü.
Sebepleri ve sonuçları ile belirttiğimiz gibi; ABD, kurduğu Ortadoğu Projesinden çıkmaya kalkışan Türkiye’yi ehlileştirmek üzere hamlelerini yapmış, çaresiz bırakmış, yine kendi projesine hizmet ettirir hale getirmiştir. 2011’de başlayan kopuş içgüvenlik, siyaset, hukuk ve mali krizleri olarak büyüyerek, bugün bir topyekun kriz halini almış durumdadır.
O FİTNE DEVLETİ KURDURMAYACAĞIZ
Türkiye PKK terörü ile mücadele ederken bile ‘ABD’nin Suriye’de Kürt Bölgesi Projesine’ hizmet ettirilmekte, yarın daha büyük bir yangın halinde ülkemizi saracak bir ‘fitne devlet’e daha zemin kurulmaktadır. Bu projeyi bozmak ABD oyunlarını bozmaktır. İsrail’den sonra Ortadoğu’da ikinci fitne devleti ne pahasına olursa olsun, kurdurmayacağız! Çünkü İsrail Arapların fitnesiydi. Fakat Suni Suriye Kürt devleti Türklerin fitnesi olmak üzere kurduruluyor!
Zannedildiği gibi bu sorun sadece Güneydoğu ve 6 il meselesi değildir. Bu mesele Türkiye’yi yutabilecek bir beladır. Her şeyden önce sosyolojik olarak derin bir konudur: Ülkenin 81 ilinin 63’ünde varlığı olan Kürt meselesi, Türkiye’nin hayat memat konusudur. Tarihen köklü bağlarımız olan, ruhumuza, hafızamıza vuran bir konudur: Suriye’nin Kuzeyi’nde Dabıq şehri var. Mercidabık zaferimizin şehri. Selçuklunun doğduğu Halep, Süleyman Şah’ın kabri ve Türkiye’nin kurtuluş savaşının başlatıldığı ilk Kuvvay-ı Milliye birliğinin oluştuğu Fransızlara karşı Milli Mücadelenin ilk doğduğu topraklar… Hepsi Kuzey Suriye’de olmuş bitmiş olaylar. Yani, Lozan’da siyasi sınırlarımızın dışında kalmış olabilirler; siyasi coğrafyamız, beşeri coğrafyamız, manevi coğrafyamız, kültürel coğrafyamız içindedirler ve bizimle aynıdır o topraklar. Bizi yakar.
O fitne devleti kurdurmayacağız!..17.09.2015
Pingback: SU BULANMADAN DURULMAZ | Osman Arslan