VAAT EDİLMİŞ ZAFERLER YA DA KURBANDAN MÜMİN ÇIKMAK
Osman ARSLAN
Bugünlerde, döviz kurlarından Filistin’e, Arap Baharından Myanmar’a kadar her konuda Müslümanların kaybettiğini, bunun da asırlarca böyle sürdüğünü örneklerle sıralıyor ve soruyorlar. “Allah Müslümanlara Kur’an’da zafer vadediyor. Öyleyse neden hep kâfirler kazanıyor?”
Bu soruyu yönelten dostlarımızla, Kurban Bayramı bağlamına da uygun düşecek bir pencere açtığından yola çıkarak düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.
BİZE DÜŞEN
Kur’an’da zafer vaat edilmişse, bize düşen, Müslüman olduğumuz halde madem ki üzerimize mağlubiyetler yağıyor; ‘nerde yanlış yaptığımızı’ bulmaktır; yani Kur’an’ı anlarken ‘neyi kaçırdığımızı’ kavramaya çalışmaktır.
Öncelikle zaferin kime vaat edildiğini görmek gerekir. ‘Zafer ayetlerini’ düz bir şekilde topluca okuyunca bile (https://kuranfihristi.net/fihrist/zafer) pek çok çıkarım yapmak mümkün olmaktadır. Söz konusu ayetleri, konu edindiğimiz soruya yönelik okuyunca ‘zafer vaadi’nin kime yapıldığını da net olarak görebiliyoruz.
TAHSİS ALLAH’A VAAT MÜMİNLERE
Öncelikle ‘mutlak’ anlamda zaferi Rabbimiz kendi inhisarına almaktadır. “Mülk Allah’ındır, Hakimiyet Allah’ındır” (24/42 vd.), … dendiği gibi zafer konusunda da kozmik (kevnî) anlamda her zafer O’nundur, yegane galip O’dur.
Fakat öte yandan insanlar arasındaki mücadele alanı olan hayatta zafer vaadini her tekrarlayışında Yüce Allah’ın(CC) “Mümin”lere gönderme yaptığı açıkça görülmektedir. “Müslüman”lara değil de “Mümin”lere gönderme yapmasının, özellikle “Mü’min” kavramını kullanmasının (113,14; 33,25; 39,61; 61,13 vd.) kuşkusuz özel bir anlamı olmalıdır.
Yüce Allah’ın zafer vaadini tahsis ettiği ‘müminlik hali’ içinde, zaferleri kazandıran bir nitelik olmalıdır. İşte ‘mümin’liğe vurgu yaparken murat edilen mana neyse, mağlup kalmamızın nedeni, ‘bizde eksik olan’ da ‘o’ olmalıdır.
EKSİĞİMİZ MÜMİNLİK İÇİNDE
Demek ki Müslüman(İslam) ve Mü’min(iman) kavramları arasındaki nüansa bakmalıyız. Mağlubiyetlerimizin sebebi, zaferlerimizin önündeki engel orada olmalıdır.
Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber adlı eserinde “İman, ikrar ve tasdiktir, İslâm Allah’ın emirlerine teslim olmak ve bağlanmaktır” der. Maturidî yorumun önemli eseri Nesefî’nin “Akâid” kitabında “İman ile İslam birdir, ancak iman (inanma gücünün derecesi) artar ve eksilir” görüşü açıklanır.
Gerçekten, “Beni Müslüman olarak öldür” (12/101) ayetinde olduğu gibi, Kur’an’ın çok yerinde İslam(teslim olma) ile İman(inanarak bağlanış) aynı anlamda kullanılmaktadır. (2/112; 3/19; 4/94; vb.)
İMAN VE İSLAM NÜANSI
Öte yandan Hucurat Suresi 14. ayet bize, bu iki temel kavram arasındaki nüansı öğretmektedir. Bu ayet, Medine civarında yaşayan İbn-i Huzeyme kabilesinin Müslümanlığa girişi üzerine inmişti. Bir kıtlık senesinde, başkent Medine’ye gelmişler ve şehadet getirip ardından hemen ganimet istemişlerdi. Hz. Peygamber’e “Biz başkaları gibi sana savaş açmadan, zorluk çıkarmadan topluca gelip sana tabi olduk; artık sen de bizi gözetirsin” diyorlardı. İşte bu olay üzerine, konumuza ilişkin farkındalık oluşturan bu ayet nazil oldu:
“Bedevîler ‘inandık’ dediler. De ki: Siz iman etmediniz ama ‘İslâm olduk.’ deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (49/14)
Açıkça anlaşılıyor ki iman ile İslam, dolayısı ile Mümin ile Müslüman kavramları arasında ince bir fark vardır; bu fark her neyse, bizim zaferlerden mahrum oluşumuzun da nedeni o olmalıdır.
İMAN VE İSLAM AYNIDIR
Tam bu aşamada önemle vurgulamak isteriz ki, anlatacağımız şey sadece ‘fark’tır(nüans); ‘farklılık’ (ayrılık, başkalık) değildir. İman ve İslam kavramları arasındaki nüansı ele alırken asla iman ve İslam’ı ayırt etmeyeceğiz, ayrıştırmayacağız. Sadece bir bilinç oluşturmaya katkı, anlamaya vesile, farkındalık oluşturmaya hizmet etmeye çalışacağız.
Gerçekten, Müslümanlar arasında bazı inanış (iman ediş) biçimleri vardır ki Allah katında hiçbir itibarı yoktur. Bunun bir örneğini Ankebut Suresi, 10. Ayet anlatır:
“İnsanlardan öylesi vardır ki, “Allah’a iman ettik” der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah’ın azabıymış gibi sayar; ama Rabbinden ‘bir yardım ve zafer’ gelirse, andolsun: “Biz gerçekten sizlerle birlikteydik” derler. Oysa Allah, alemlerin sinelerinde olanı daha iyi bilen değil midir?”(49/10)
MÜMİN GERÇEK MÜSLÜMANDIR
Bu ayetten öğreniyoruz ki ‘iman’ demek ‘sinede olan’ demektir; yani insanın ‘gerçek hal’idir. İslam ise ‘görünen hal’dir. Gerçek hali (imanı) ile görünen hali(Müslümanlığı) aynı olan kişi ‘kamil mümin’ olmaktadır. Allah’ın övdüğü ve zafer vadettiği vasıfları giyinen işte bu kişiler; yani mü’minler(samimiyetle bağlananlar, iman edenler)dir. Gerçek Müslümanlar, onlardır.
İman içe dönük manevi bir duyuşu, bu hissedişin kuşattığı bir ‘oluş’u anlatmaktadır. İslam ise bu imanın yansımasını, toplumsal duruşu temsil etmektedir. Müslümanın duruşunun sağlamlığı, imanının kuvvetine göre değişmektedir.
ZAHİRE GÖRE HÜKMEDERİZ
İman eden, yani şehadet getiren kişi Müslümandır. Bizler Müslümanım diyenin şehadetini kabul etmekle, yani zahire (görünene) göre hareket etmekle yükümlüyüz. Öte yandan, ancak (İslam’ın sınırlarını aşmaktan korkan, yani takva sahibi olanlar gerçek Müslümanlar, yani müminlerdir.
Kâl (söz) ile Müslüman olunur ama ancak hâl ile de desteklenirse Mü’min olunur. Merhum Âkif’in dizelerinde “gerçek Müslüman” dediği, ‘mümin’in ta kendisidir. Ve en büyük kahramanlık mümin (hakiki Müslüman) olabilmektir! Ancak Merhum Âkif “gerçek müslümanlık”ın artık yeryüzünde görülmez olduğunu da ıstırapla dile getirmektedir.
“Şehâmet dîni, gayret dîni ancak Müslümanlık‘tır;
Hakîkî Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır.
Kaç hakiki Müslüman gördümse makberdedir,
Müslümanlık bilmem ama, galiba göklerdedir.”
CAYANLAR VE SABREDENLER
Müslümanlardan imanı zayıf olanlara İslam (hükümler, ibadetler) bir yük gelir. Ama Mü’min ise kul İslam(emirler ve yasaklar) bir lütuf gibi gelir.
Müslüman doğruyu bilir ama bir sebeple (korku, tembellik, çıkar hesabı… ile) yapmıyor da olabilir. Mümin ise nefsini tepeler, kınayıcının kınamasından korkmaksızın ve her koşulda imanının emrettiği doğruyu yapar.
İnsanın nasıl yaşadığı(yansıması) Müslümanlığını, ne için yaşadığı(uğrunda taviz vermemesi) müminliğini gösterir, diyebiliriz.
Müslümanlardan zoru görünce davasından cayanlar olabilir; müminler ise ancak sabredenlerden olabilir.
KRİTER: DEĞERLERİNDEN FERAGAT ETMEME
Müslümanlar arasında menfaati için değerlerini çiğneyenler olabilir ama müminlerin herhangi bir menfaat duygusuyla değerlerinden, doğruluktan feragati düşünülemez bile.
Bu çerçevede, her Müminin iyi bir Müslüman olduğu ama her Müslümanın aynı zamanda iyi bir Mümin olmayabileceği söylenebilir.
Müminlerin özelliklerini anlatan ayetlerin bu gözle yeniden okunmasında ve benliklerimizi bu mikyaslarla gözden geçirmekte pek çok faydalar olabilir. (Bir kolaylık olarak bu linkten okunabilir: http://www.kurandan.com/kga/muminayet.htm)
İMAN VARSA İMKAN DA VARDIR
Bu değerlendirmeler ışığında ortaya bir gerçek çıkıyor: Eğer zaferler biz Müslümanlardan uzaksa, bizlerde ve özellikle aramızdaki imkan ve söz sahiplerinde bir iman zafiyeti olduğu düşünülmelidir. “İman varsa imkan da vardır” sözü tam anlamıyla gerçeği anlatmaktadır.
Önemli olan imanının, aslında evrensel ve tartışmasız doğrulardan ibaret olan gereklerini yapmak ve bunda sebat etmektir. Gerisi zaten ‘vaat edilmiş’ zaferlerden ibarettir.
Mümin toplumunun refah toplumu olacağı Maide Suresi 5. Ayette anlaşılır biçimde anlatılmaktadır. Rabbimiz Bize seslenerek adeta ki, ‘Sizden öncekiler gösterdiğimiz yoldan gitseydi(mümin olsaydı) refah içinde yaşayacaklardı, ders alın’ demektedir:
“Eğer onlar Tevrat´ı, İncil´i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur´an´ı) doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi (yeraltı ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yaşarlardı). – Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı, mutedil) bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!” (5:66)
MÜMİN FİRAVUN YOLUNDA OLMAZ
Elbette toplum içinde her türlü Müslüman olabilir; ama Mümin olan kişi zevke, şatafata, israfa ve gösterişe sapmaz. Bunu yol edinmez. Devlet Başkanı iken hasırlarda uyuyan Peygamberini unutup Firavunların yolunu tutmaz.
Hayata Allah’ın koyduğu kurallardan birisi iktisattır. Eğer iktisadı unutup, malı sadece kendinin sanarak savurganca harcayan aramızda zengin ve önde gidenlerimiz varsa, üstelik bunlar çoğunluktaysa; bu hoyratlığın ve sorumsuzluğun bedeli, ekonominin bir kuralı olarak, buna göz yuman tüm halka fatura olup çıkacaktır! İktisatlı olmak refahın ilk ve temel şartıdır.
MÜMİN İNSAN MODELİ
Kur’an’da anlatılan şekliyle Mü’min iktisatlı(Muktesit)(5/66), emeğiyle geçinen(çalışan)(53/39), boş durmayan(94/7), faydalı işler(salih amel) yapan; yani üreten ve verimli olan(20/75), başkasının ayıbı ile uğraşmayıp(49/12) kendini geliştirmeye çalışan(79/18), boş işlere vakit ayırmayan (zamanı verimli ve etkin kullanan)(23/3) insandır.
Böyle bir insan modelinin başarısız olma şansı var mıdır? Müslümanlardan oluşan toplum eğer ‘refah toplumu’ değilse, yoksulluk varsa, demektir ki fertleri müminlik kriterlerinde zafiyet vardır.
ADALETTEN SAPMAZ
Toplum içinde kendine göre Müslümanlık yaşayanlar olabilir ama Müminler haram yemezler, kul hakkına, yetim malına ilişmezler. Ayak kaydırıp makam kapmazlar. Adaleti çiğneyip hesap kesmezler. Mücadelelerini nefisleri için yapmazlar. Eğer rüşvet, iltimas, ihtikar, tefecilik mesleği olmuş, kolay ve haksız kazancı yol edinmiş, emaneti ganimet edinmiş, ehliyeti değil keyfiyeti gözeten, Müslüman kılığında kibirli zorbalar köşeleri kapmışsa, Allah zafer değil, zillet verir. Allah’ın hayata bir kural olarak koyduğu bu prensip, siyaset tarihinin de, toplumbilimin de, yönetim biliminin de bizlere gösterdiği bir gerçektir.
DÜŞMANLARI DOST EDİNMEZLER
Kendini Müslüman göstererek her türlü zalimliği yapanlar olabilir ama Müminler asla adaleti çiğnemezler; kafirler, fasıklar ve zalimleri dost edinmezler ve onlarla kardeşlerine karşı iş tutmazlar(5/51). Aramızda böyle Müslümanlar etkin konumdaysa, zaten sürekli altımız oyuluyor demektedir. Başımızın yerden kalkması mümkün değildir.
KARDEŞLİK BİLİNCİNDEN KOPMAZLAR
Zaferle mütemmim cüz gibi duran bir başka Kur’an düsturu “kardeşlik bilinci”dir. Zafer, ayetlerde mü’minlik vasfına erdiği ölçüde Müslümanlara vaat edilirken, kardeşlik için de Müslüman değil Mümin bağlamı kullanılmaktadır: “Müminler ancak kardeştir!”(49/10)
Bu kardeşlik bilincini kaybederek Mümin kardeşleriyle birlik olmayan, olamayacak düşüncelere veya hesaplara kapılan Müslümanlar da olabilir. Olabilir, ama bu şuuru kaybedenler bilsinler ki Mü’minliğin yolunu da kaybetmiş oluyorlar! Birlik ve beraberlik o kadar önemlidir! Acaba bu yazık hallere düşenlerimiz yok mudur, az mıdır?
Kardeş olduğunu unutup, aklınca ‘adaletçi’ tavırlarıyla kime hizmet ettiğini, kime saldırdığını şaşıran birlik ve beraberliği dinamitleyen, kardeşlik hukukunu çiğneyip nifakla, küfürle kardeşlerini suçlayan Müslümanlar yok mu? Zaferlerin önündeki engellerimizden birisi de onlardır. Onları, itibarsız ve etkisiz kılmadıkça bizlere zafer yoktur.
SÖZLERİNDE DURURLAR
Uhud’da ve daha nice tarihi olayda “verdikleri sözü unutanlar” yüzünden doğan zaafın kaybedilmiş bir savaş demek olduğunu görmedik mi? İşte şimdi ardı ardına kaybettiğimiz cepheler, aramızdaki “sözünü unutan, cephesini terk eden”lerin eseridir, başka değil.
BOŞ VERMEZ BAŞ VERİRLER
Allah’ın zafer vaadi müminleredir. Çünkü onlar şuur abideleridir. Sorumluluk bilincinin timsal şahsiyetleridir. Boş vermeyip gerektiğinde baş verecek yiğitlerdir. Üzerlerine düşeni bihakkın yapanlardır onlar. Zaten Allah’ın dünya hayatına koyduğu kanun budur: Kim üzerine düşeni daha iyi yaparsa, o kazanır. Onun için de kaçınılmaz olarak müminler (inananlar) kazanacaktır.
15 TEMMUZ MÜMİNLERİN ZAFERİ
Kur’an’da Müminliğin somut göstergesi olan temel bir noktaya vurgu yapılır. Yüce Allah “mallarıyla ve canlarıyla cihat eden Müslümanları” tartışmasız Mümin sayıyor: “Gerçek müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.”(49/15) Kriter bu kadar nettir. Böyleyken mallarımızla canlarımızla cihat edebiliyor muyuz? Bu Kurban Bayramı eşiğinde bunun muhasebesini yapalım.
Biz, 15 Temmuz gecesi canını ortaya atanların tam da bu ayete muhatap olduğu kanısındayız. O günkü halleriyle onlar kuşkusuz aramızdaki müminlerdi. Tıpkı Kurtuluş savaşı ve Çanakkale Zaferi gibi mücadelelerimizde olduğu gibi.
“Niçin zaferler bize gelmiyor” sorusunun cevabı da bulunmuş değil mi? “Mümince duruş” sergileyince nasıl da, olmayacak zaferler geliyor!
BANA KURBAN DÜŞER Mİ?
Kurban bayramı geliyor. Acaba kaç kişi “Zengin değilim, bana kurban düşmez” diyor? Acaba kaç Müslüman şimdi “borcum var, kurban bana düşmez” diyor? Halbuki son elçi “Bayram geldiğinde ‘gücü yeten’ kurban kessin” demiyor muydu? O gün geldiğinde bir kurban kesebilecek imkanın varsa, keseceksin. Gücü yettiği halde ‘hesap’ yapıp kesmeyen kaç Müslüman vardır? Peki ya “Bugün gücüm yetiyor, borcum da olsa keserim” diyebilen kaç Mü’min vardır?
KURBAN BİR İMAN İSPATI
İşte, Kabil gibi kurban için ‘az zarar’ hesabı yapsan da Müslümansın; Habil gibi nefsini yere yatırıp kesercesine kurbanın en güzelini en sevdiğine hesapsızca kesersen de… Ama Habil’in imanı sağlam, kurbanı makbul; Kabil’in imanı zayıf kurbanı sadece maktul!..
Böyle bir iman duygusu ile yücelme vesilesi yaparak kesmiyorsak, hayvanları boş yere katletmeyelim. Kutsal bir gaye için, gerçekten kurban edelim; nefsimizi kurban ediyormuşçasına! Mümin kurbanı olsun! Yoksa, O’nun ihtiyacı yok; “kurbanların ne eti ne kanı Allah’a ulaşmıyor!” (22/37) Bayramı fırsat edinelim: Kurban’dan mümin çıkalım.
BOLLUK VE BEREKET TOPLUMU
Zekatını veren bir milletin fakiri olur muydu? Sadakayı bilen halkın dilencisi bulunur muydu? Geçmişte Müminlerle dolu toplumlar oldu; sadaka verilecek fakir bulunamadı! Sadaka taşlarından akçeler taştı, dokunan olmadı. Üstelik mobese kameraları yoktu o zaman, sadaka taşları yoksullar alırken rahatsız olmasın diye en kuytu yerlerde duruyordu. Alsalar kim görecekti! Dokunmadılar. Mümin, hakkı olmayana dokunmazdı çünkü. Müminlerin bulunduğu toplum işte böyle bir bolluk ve bereket toplumudur.
MÜMİN SAMİMİDİR
Bugün öyle Müslümanlar görüyoruz ki, sahip olduğu maddi varlığın türünü yılı dolmadan değiştirip, sürekli varlığını büyütüyor, zekattan böylece muaf olduğuna inanıyor. Bunu yol edinen çok zengini var bu dinin. Böyle davranan bir Müslüman fetvaya göre zekatı vermekten muaf görebilir kendisini. Ama takvaya, yani hakikate göre mesuliyetten kurtulamayacak!Müslüman için fetva lazımdır, evet; Ama Mü’min için sadece takva yol göstericidir.
Mümin olmak demek samimi olmak demektir. Peygamberimiz “din nasihattir(samimiyettir)” buyurmuştur. Devlete, topluma, kardeşine karşı belki hile yapabilirsin; ama Allah’a hileni nasıl yutturabileceksin?
ZAFERLERİMİZİ ÇALAN MÜSLÜMANLAR
Aramızdaki bu tür Müslümanlar dünyaya öküzün kuyruğuna yapışır gibi sarılırken, aslında kendilerine bir şey kazanmıyor, milletçe zaferlerimizi çalıyorlar!
Bütün bu soruların cevapları, kendi hallerimize ve çevremize baktıktan sonra çoğumuz tarafından iyi verilmiyor olmalıdır.
Öyleyse neyin zaferini bekliyoruz?
KURANDA TARİF EDİLEN MÜSLÜMAN: MÜMİN
Bu haldeysek, Allah’ın zafer vaadinin neden gelmediğini hangi hakla sorgulayabiliyoruz? Hak edecek ne yaptık? “Kur’an’da tarif edilen Müslüman, yani Mü’min” olduk mu? Vaadin muhatabı olacak halde miyiz biz?
Toplumda her türlü Müslüman bulunabilir. Ama Kur’anda tarf edilen Müslüman mümindir. Titreyip kendimize gelme ve imanımıza iltica etme vaktidir!
İMANIMIZA İLTİCA VAKTİ
Ne makamlarımız, ne imkanlarımız, ne de kendimizi aldattığımız gerekçelerimiz bizi kurtaramayacak!
Mü’minlik Allah’a sürekli bağlı kalmak demektir. İslam teslim olmak, kabul etmektir; İman ise bağlanmak, tüm kalbiyle inanmaktır.
Tabiri caizse Müslüman olmak sözleşme yapmak, Mümin olmak aşık olmak gibidir. Aşk, bütün sözleşmelerden daha güçlü, özden bir sadakat kaynağıdır; sözleşmeye bakmadan fazladan ve özden verme gayretinin kaynağıdır aşk.
MÜMİN, AŞIKTIR!
Mümin aşkı bilendir, Yaratan’a aşkla bağlanandır.
“İşitin ey yârenler,
Aşk bir güneşe benzer.
Aşkı olmayan gönül,
Misali taşa benzer”
diyen aşk aleminin sultanlarından Yunus Emre’nin gönül dilini günümüze taşıyan “Sahibi hürmetine/ Kulu incitme gönül” dizelerinin sahibiBestami Yazgan, müminin ‘aşk hali’ni ne kadar güzel özetlemektedir!
“Halil İbrahim’ce aç yüreğini,
Yunus ol cömertçe saç yüreğini,
Aşkı bilmiyorsa geç yüreğini,
Yarından bugüne, ezele selam,
Sevgiye, dostluğa, güzele selam…”
MÜMİNLERİN TOPLUMU SEVGİ TOPLUMUDUR
Müminlere sadece dünyevi zaferler değil, belki daha çok manevi ve uhrevi zaferler vaat edilmektedir. Hayatı salih amelleriyle, aktivist kişilikleriyle, merhamet dolu davranışlarıyla, hoşgörülü davranışlarıyla güzelleştirenler, müminlerdir. Ki, öteki dünyaları güzel olacaklar da onlardır. Sevgi dolu insanlardır onlar. Onların egemen olduğu toplum da sevgi toplumudur.
EN KÂRLI YATIRIM: MÜMİN OLMAK
Görmüyor muyuz, Allah mümin adını verdiği güzel insanı ödüllere boğmaktadır. Çıkarını düşünenlere, hesap adamlarına, biz Müslümanlara sormalıyız: “Mü’min olmak çok kârlı değil mi?”
Israrla Yüce Allah Müslümanlara “İnanıyorsanız adam gibi inanın!” dercesine boş yere seslenmiyor: “Ey iman edenler… iman edin!” (4/136)
MÜMİN DAVA ADAMIDIR
Son bir nüans daha vurgulayarak bitirelim: Müslüman, herhangi bir vatandaş da olabilir. Ama mümin dava adamıdır!
Kalkıp bir şeyi haykıracaksak, zaferler istediğimiz bugün, demeliyiz ki: “Müslümanlar, imanınızı doğrultmak ve artırmak için bir şeyler yapın.” Müslümanlığımızı mümince yaşayalım.
ZAFER HAKK’IN VE HAKK’A İNANANLARINDIR!
Zaferin kime vaat edildiğini tam olarak anlamaya çalıştığımız bu yazıyı özetlersek; Allah, zaferi önce kendisine tahsis ediyor, sonra da kendisine gönülden inananlara(müminlere) vaat ediyor.
Yani “Zafer Hakk’ın ve Hakk’a inananlarındır.” diyor.
CAN YAKICI MUHASEBE SORULARI
Eğer İslam dini penceresinden bakılacaks, terörle mücadeleden, bağımsızlık mücadelesine kadar bir dizi zaferler kazandığımız bu dönemde ekonomiden darbe yiyorsak biraz da mali cephe ile ilişkisini tüm Müslümanların, belirttiğimiz müminlik kriterine göre yeniden ele alması, yaptığı özeleştiri sonucunda kendilerini düzeltmeleri gerektiği anlaşılmalıdır.
Örneğin faizle aramız nasıl? Yerli üretimi destekliyor muyuz? Yabancı paralarla mı hesaplarımız dolu, Türk parası ile mi? İsrafın her türlüsünü önledik mi? Hırsızlıkla, yolsuzluk, iltimasla aramız nasıl? Haram lokma ile ilgili durumumuz nedir? Marka özentilerinden, lüks harcamalardan, milletin malını yağmalamalardan arındık mı?
ÖNCE BÜYÜK SAVAŞI KAZANMALIYIZ
Bugünün, aslında cevapları can yakabilecek nefis muhasebesi konuları bunlardır. Ancak bu kriterlere göre yeniden nefislerimizde bir ‘ıstıfa’ (arınma) yapmadan hangi ekonomik zaferi bekleyebiliriz ki?
Aynı soydanız diye Türk dünyası desteklesin bizi; Müslümanız diye İslam dünyası, ahfadımız diye Balkan halkları desteklesin… Para getirsinler, ticaret yapsınlar… Bunlar istemek güzel de, biz cebimizdeki deliği tıkamadıkça onların koyacakları paralar sadece ‘bela’mızı erteler. Dünyalıkla Mümin gibi ilgilenmek gereklidir: Ölçülü ve özverili…
Hani kazandıkları savaştan dönüyorlardı da, “savaştan dönüyoruz” diyen arkadaşına “Küçük savaş yolundan büyük savaş yoluna dönüyoruz” demişti ya Allah’ın son elçisi… İşte mesele ‘büyük savaş’ı kazanmaktır, gerçek ve ‘büyük zafer’ budur.
MÜMİN HAK EDENDİR
Büyük zaferi, yani nefislerimizi yenmeyi başarırsak; kibri, israfı, kul hakkı yemeyi aramızdan kaldırırsak ‘küçük’ zaferler üzerimize yağdıkça yağacak. Zaafı olanın mağlubiyeti olur. Zaafiyeti olmayan bir gücü kim, nasıl yenebilir? Büyük savaşı kazanmak, yani mümin olmak tüm zaaf deliklerini kapatmak demektir.
Tabiri caizse kale sağlam, defans taş gibi, orta saha mükemmel oyun kuruyor, forvetler kursursuz görev yapıyor; öyle konsantre durumdalar ki becerileri zirvede… Bu takımı kim, nasıl yenebilir? Müminlerden oluşan bir grup, işte böyle bir mükemmellik demektir. Allah, hayata kanun yazmış: Hak eden kazanır. Mümin olmak, hak etmek demektir.
BU SAVAŞI KAZANACAĞIZ!
Fakat sadece umutlu değil, inançlıyız ki bu son ekonomik mücadeleyi de kazanacağız. ABD’nin dünya egemenliğinin şeytan gözünü taşıyan işgal aracı doları, yeneceğiz; tıpkı o doları örgütsel sembol olarak taşıyan FETÖ’yü yendiğimiz gibi. Nerden mi biliyoruz?
Müminlik sınavını 15 Temmuz’da veren milyonları gözlerimizle gördüğümüz için Biliyoruz. Bu kadar çok mümin aramızda varsa Malazgirt gazileri, Fetih ruhu, Çanakkale şehitleri, Milli Mücadele şehitleri hala içimizde yaşıyor demektir; onun için biz bu savaşı kazanacağız! İnanıyoruz.
Sadece bunu değil, ardından geleceği belli olan ‘gerçek savaş’ı da kazanacağız.
BAYRAMIMIZ MÜBAREK OLSUN
‘Kurban da ‘büyük savaşı’(nefsimizi yenmenin ve Allah’a bağlanmanın) sembolüdür. Yani Müslümanların müminlik mertebesinde tutunma iradesidir kurban.
Kurban Bayramımız, ‘mümin kurbanları’nın kıvancı ile taşsın, Allah’a yakınlaştırarak imanları pekiştirsin, sevgi toplumuna kapı açsın.
Gerçek Müslümanlara, Müminlere selam olsun.
Kurban bayramımız mübarek olsun.15.08.2018
Yüreğinize sağlık. Rabbim cümlemize salih ameller (Peygamber sorumluluğu içinde yapılan) nasi etsin. O zaman zafer gelir Allah’ı n izniyle.