YETİM KALMIŞ ÜSLUBUMUZ: MÜPHEMLİK

YETİM KALMIŞ ÜSLUBUMUZ: MÜPHEMLİK

Dr. Osman ARSLAN

Bundan on beş yıl önce zihnimde şiire dair şunlar dönüyordu: “Biz Müslüman şairler niçin Kur’an’ın edebi anlatımlarını kullanmıyoruz? Böylece şiiri vesile edip daha çok Kur’an okur, belki şiirle Kur’an’a giden bir yol da açabiliriz.” Bu iştiyakla Kur’an okumalarımda edebi anlatımları seçmeye ve bunları şiirlerimde kullanmaya başladığımda karşılaştığım sonuç şaşırtıcıydı: Her defasında, çoğul anlam taşıyan, hatta manevi olmayan anlamı bazen baskın çıkan eserler doğuyordu. Yakarış Kitabı’nda yer alan şu örnekteki gibi:

“Belletilmiş deli sana yalvaran[1]/ Yüzündedir ne diyorsa muradı.[2]/ Hücreler arası sevda dokuyan,[3]/ Gömülüp dumana kaybolan adı.[4]

Sanma çektiğimi guruba değin,[5] / Katlandığım can yakıcı azabı,[6] / İri siyah gözlü bir kadın için,[7]/Arandığım hazinenin kitabı! [8]

“Ne Yapıyorum Ben?”

Şiir Peygamberimize dairdi. Fakat okuduğumda “Kur’an’dan hareket edip nereye varıyorum? Ben ne yapıyorum?” düşüncesiyle geri adım atıştım. Ancak, okuduğum bir kitap fikrimi değiştirdi, ayetlerdeki edebi anlatımların eşliğinde şiir ufkunda daha da ileri gitmeye karar verdim. Bu üslubu  ‘şiir dili’ yapıp kalemime yerleştirmeye niyetlendim. Bu yolda bana cesaret veren kitap Thomas Bauer’in “Müphemlik Kültürü ve İslam” adlı eseri idi[9].

Müphemlik ve Kesinlik Ayracı

Kitabın ana paradigması modernizmin yapılandırdığı zihin dünyasının İslam’a ait orijinal düşünme ve anlama biçimlerini kökten yok ettiği savı idi. Bunun ana göstergesi olarak da İslam’ın 19. Yy.a kadar çoğul anlamlı(müphem), 19. Yy.den sonra tek anlamlı(kesin) yargılara konu olmasını gösteriyordu. Konumuza ilişkin anahtar kavramı ise “müphemlik hoşgörüsü”ydü. Tezi şuydu kitabın:“19. Yüzyıla kadar Kur’an’ın mütalaa olanaklarının çoğulluğu âlimlerce methedilirken, günümüz Kur’an yorumcuları, ister Batı’da olsunlar ister Doğu’da, ister fundamentalist olsunlar ister reformcu, Kur’an metnindeki bir parçanın yegâne hakiki anlamını kesin olarak bildiklerine inanmaktadırlar. Klasik çağın âlimleri için görüş farklılığı bir nimet sayılırken, bugün kökü kurutulası bir hastalık addediliyor. Doğru olması muhtemel diğer anlamlara karşı “O ayetin anlamı o değil şu” diye diretiliyor.” Arap dili, edebiyatı ve İslâm uzmanı Şarkiyatçı Thomas Bauer, “aynı değerin veya normun farklı yorumlarının aynı anda geçerlilik taşıyabileceğini kabul eden bir zihniyeti ve kültürel tutumu yeniden çağırmanın, İslam’ın öz zihniyet ve kültürünün dirilişi olacağını, buna da insanlığın ihtiyacı olduğunu” gösteriyor. Zira, Bauer örnekleriyle sergiliyor ki İslâm, ilk ve klasik çağında, Eyyübiler, Memluklar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde, müstesna bir müphemlik kültürü ve hoşgörüsüne sahipti.

Hayat Olmaktan Çıkıp İlahiyatlaşan Din

Bu çoğul anlamlılık, Kur’an ve hadislerin tefsirindeki çeşitlilikte, hukuk okullarının çoğulluğunda; kıraat farklılıklarında, belâgate ve söz oyunlarına verilen önemde; şiir ve edebiyatta; haz anlayışında ve “dünyaya sakin bakış”ta, “görüş ve anlatım farklılıklarının bir lütuf, bir rahmet olarak kabul edilerek bundan zevk alınmasında” kendini gösteriyordu. “Batılı modernliğin kesinlik ‘takıntısı’, müphemlik kültürünü gitgide tahrip etmiş; bu süreçte İslâm da, Hristiyanlık gibi “ilâhiyatlaşarak” sekterleşip katılaşmıştır.” Bauer, neticede ister Selefi, ister fundamentalist, ister reformist olsun; İslâmcılık ile Batılı modernizmin İslâm anlayışlarının benzeşir hale geldiğini ortaya koymaktadır. Yani hepimiz modernitenin zihniyet gömleğinin içinden konuşuyoruz. Adeta algımıza uğrayan her ilahi mesaj zihnimizde bir modernizm tornasından geçirilip bir kalıba dökülüyor ve Yaratıcının dileğinden başka, tek boyutlu bir sonuca bağlanıyor.

Yazının Muradı…

Bu yazının amacı modernizmin elimizden aldığı temel bir yoksunluğumuza, dinimizin öğrettiği şekilde zihnimizin çoğul anlamlılığa yeniden açılması gereğine dikkat çekmektir. Hayatımızdan ve edebiyatımızdan silinen müphemlik kültürünü, sağladığı çoğul anlamlara hoşgörü sayesinde yeniden İslam’ın büyük medeniyetini kurabilecek özgür zihinler yetişebilsin diye çağırıyoruz.

Bunun için müphemlikten, çoğul anlamlılıktan ne anlamamız gerektiği ile işe başlamalıyız. Müphemlik meselesi sahabilerden bu yana ilgi çekmiş, üzerinde çalışılmış bir konudur. Ancak müphemlik, burada kullanılacağı anlamıyla, sözlüklerin karşıladığı ve klasik eserlerin bir kısmında geçtiği gibi ‘belirsizlik’ demek değildir.[10] Hepsi de doğru olabilen farklı yorumlardan uygun bulunanın tercih edilebileceği çoğulcu bir yaklaşıma kapı aralamak, bir özgürlük imkanı sunmaktır.

Müphem Çoğul Ama Anlaşılır Olandır

Müphemlik, kesinlikle ilkin sanıldığı gibi ‘muğlak’lık da değildir. Muğlak ifadsi, karışık, anlaşılmaz, çapraşık sözler için söylenir ki muğlakta anlam kaybolur. Anlamın kaybolduğu yer insanın da yok edildiği yerdir. Halbuki müphem olan ‘anlaşılamayan’ değil ‘çoğul anlamlar taşıyabilen’ sözlerdir.

Müphemliğin harika örnekleri bulunan Divan edebiyatımızda Bâkî’nin “Hüner esrâr-ı maânî anlamaktır lafz-ı muğlâktan” mısraında geçen “telaffuzun karışıklığı” değildir burada kastedilen, ‘mananın’ karışıklığıdır. Yahya Kemal’in bu püf noktasını nasıl yakaladığını “Bir mısrada lafız ayrı, mânâ ayrı olursa ikisi de doğmamış demektir. Hâlis şiirde her manzume, hatta mısra şiirde yegâne vehmini verir” sözlerinden anlayabiliyoruz[11]. Genelde mistizme, özelde Budizme ilgisi büyük olan Asaf Halet Çelebi’nin muğlaklık örneği bazı şiirleri, içindeki anlam çelişkilerinin yanı sıra ‘ölü diller’den adeta şiirde letrist(harfçi) yaklaşımla seçilmiş alıntılar da barındırır: “ben bir meyvayım/ağacım âlem/ ne ağaç ne meyva /ben bir denizde eriyorum /om mani padme hum (3 kere)”

Müphemlik Gizemlilik Değildir

Bu muğlaklık örneği dizeler bize müphemliğin ‘gizemlilik’ demek olmadığını da vurgulamaya fırsat veriyor.  Müphem ifadede elbette örtülü anlatımlar yer alabilir. Fakat şifreler, kodlamalar, subliminal mesajlar, ilgilisinin çözümleyebileceği özel dizinler gibi içeriğe nakşedilmiş esrarlı yönler müphemlik kavramına tamamen uzak, hatta zıt uygulamalardır. Çünkü müphem şiir çok anlamlıdır ve her okuyucu bakımından anlaşılabilir anlamlar olmalıdır bunlar. Gizemler, müphemliğin çerçevesine girmez. Kuşkusuz Kâmi Efendi’nin eseri gibi beşeri aşktan ilahi aşka yol alan, tek harfi merkez alarak dairesel biçimde yazılan ve ancak 150 yıl sonra şifresi uzmanlarca çözülebilen kodlamalı şiirler de vardır[12]. Fakat bu müphemlik değildir, esrarlılık, şifreliliktir. Aksine, müphemlik, okuyucunun anlayabilmesini, hem de birden fazla manaya ihtimal vererek anlayabilmesini gerektirir.

Eşanlamlı Sözcükler Çoğul Anlam Vermez

Müphemliğin oluşması için metin çoğul anlamlar taşımalıdır, dedik. Ancak, çoğul anlamdan kasıt, eş veya koşut anlamlar değildir. Yaklaşık aynı anlamlara gelen farklı anlamalar bir müphemliğe değil, ‘kesinliğe’ yol açarlar. Aynı metinden doğan çoklu anlamlar birbirinden ‘kopuk’ ve ‘başka’ manalar olabilmelidir ki müphemlik durumu doğabilsin. Eşanlamlar, benzer çağrışımlar, yakın anlamlar içinde müphemlik doğmaz.

Çoğul Konuşan Kutsal Kitabımız

‘Çoğulluğun bir lütuf olduğu’ bilinci olmadan, müphemlik yaklaşımı bir tehdit gibi algılanabilir. Oysa ‘Rabbimizin anlatım biçimi’ genellikle müphemdir. Bugün, pek çok çeşitten indirgenerek Kur’an’ın yedi farklı kıraatı(okuma tarzı) kabul edilmiştir. Bu sayı, yedisi meşhur olmak üzere on tür kıraate inmeden evvel Kuşeyrî tarafından 3.789 derlemede 50 farklı kıraat tespit edilmiştir. İskenderî ise tek başına yedi bin kıraat derlemişti. Bunları aktaran Cezerî, bu zengin anlamalara imkan veren bu kıraat zenginliğini yediye indirgeyen inisiyatife ateş püskürse de “hiç olmazsa teke inmedi” diye teselli olmaktadır. Muhkem ayetler de dahil, Bu mahiyette bir anlamsal çoğulluk kazanmayan ayet neredeyse yok gibidir. Müteşabih ayetler zaten bu niteliktedir, ama örneğin “mâlik”, “salât”, “hamr”… gibi hüküm ayetlerinde geçen kavramların kıraatleri ve anlam zenginlikleri çok sayıda yoruma yol açabilmektedir. Dolayısıyla Rabbimiz çoğunlukla ‘müphem’ (çoğul doğru anlamlı) konuşmaktadır.

Çoğul Anlamın Faydaları

Üstelik Cezerî, burada uzatmamak için başlıklarla geçeceğimiz bu çoğul anlamlılığın doğuracağı faydaları da sıralar. Bunlar; anlamın çeşitlenmesinin rahatlatıcılığı, anlatımda vecizlik göstergesi olması, hafıza tekniğine uygunluk, Araştırmaya teşvik ve imtihan duygusunu besleme, düşünce ve bilime ilham verici olabilme, tercih etmenin Allah’a yakın kılması, farklı okuma ve anlamların Allah’ın varlığının ispatı olması, Kur’an’ın metinsel tarihini aydınlığa çıkartması şeklinde özetlenecek sekiz husustur[13]. Biz Müslümanlar da Kur’an’ın bu müphem anlatım üslubuyla konuşa geldik, ta ki modernist dil 19. Yy.’da zihnimizi ele geçirinceye dek. Bunun şiirdeki örneklerini ele alacağız.

“Müphemlik Hoşgörüsü”

Bir müfessirin hangi kıraati tercih ettiğini bilmek, hangi fikirlere ulaşacağını da öngörmek imkanı verir. Çoğul anlamlardan hangisine yöneleceği lafızdan başlayan bir durumdur. Bu nedenle çok yönlü anlamları hoş görmek, farklı anlamlarla farklı islami hayatları ‘tanımak’ demektir. İşte Bauer’in gündeme taşıdığı ‘müphemlik hoşgörüsü’ bu demektir. İmam-ı Şafii’nin, ünlü “Benim görüşüm yanlış olması muhtemel doğrudur” yaklaşımı bir konuda birden çok ve farklı doğrunun olabileceğini anlatan, “müphemlik hoşgörüsü”nün tam karşılığını anlatır. Üstelik kendi dönemlerinde farklı görüşleri temsil eden çeşitli alimler Şam’da, Bağdat’ta, Konya’da ve İstanbul’da birlikte bulunmuşlar, üstelik bu dikkat çekici farklılıkları çoğu kez padişah/halife kendisi bir araya toplamıştı.   Hepimiz biliriz ki İslam’ın hükümleri en az üç geleneksel zaviyeden yorumlanarak, tarih boyunca üçü de bir ortamda ve bir arada hayat yaşanabilmiştir: Şeriat, tarikat, hakikat.

Müphemlik, tek başına ‘çoğul anlamlar’ taşımaktan ibaret de değildir. ‘Doğruya çıkan çoğul anlamlar’ taşımaktır. Buradaki ‘doğru’ ‘dini ya da bilimsel doğruluk’ olarak da ele alınmamalıdır. Buradaki doğru, anlatılan işin tabiatına uygunluk anlamındadır. Ahmet Haşim, şu ifadeleriyle müphem şiir kavramına bir yönüyle yaklaşmış gibidir: “En zengin, en değerli ve en etkili şiir, herkesin istediği tarzda(farklı O.A) anlayabileceği, dolayısıyla sınırsız hassasiyetleri içinde barındıran bir genişliğe sahip şiirdir”[14].

Ayasofya’nın İbadete Açılmasından Daha Önemli Olan…

Bizim de gündeme getirmek istediğimiz, yeniden şiirde müphemlik üslubunu önermektir. Bu önerme, hiç kuşkusuz kendi kodlarımıza dönme amacı yanında kültürel arka planında modernizme ve şekillendirdiği kültürel kalıplara temelinden bir itiraz taşımaktadır. Bu kültürel kalıpların yok ettiği çoğul anlatım zenginliğini geri çağırmanın, İslam’ın kodlarını zihnimize ve hayata yeniden ikame anlamına geldiğini şuurlu biçimde iddia etmektedir. Hatta buna atfettiğimiz önemi şöyle söylersek belki anlatabiliriz: Ayasofya’nın ibadete açılmasından daha önemli olan şey zihinlerimizin Müslümanca düşünmeye açılmasıdır. Bir Müslüman, kendisi bir yorumu tercih etmekle birlikte müphemlik hoşgörüsüne, yani, elbette mesnetli bir makul sınır içinde çoğul anlamları kabul edebilmeye açık olmalıdır. Kur’an’dan ve sünnetten beslenen farklı anlamaları, ‘kendi kesin görüşümüz’ adına tekfir etme cür’etini kendimizde bulamamız gerekir.

Müphemlik Çağrısı

Bu önermenin konusu olan müphemlik taşıyan şiirin biçimsel bir sorun ve kayıt taşımadığını, şiirin lafzının çoğul doğru anlamları çağıracak nitelikte zenginleşmesi amacına matuf olduğunu vurgulamak da gereklidir. Elbette müphemlik yoksunluğu şiirimize bir eleştiri bile değil. Şiirlerin müphemlik taşıma zorunluluğu zaten olamaz. Sadece ‘kaybettiğimiz medeniyetin sahip olduğu ve şiirinde de ölmüş bir köklü üsluba” dikkat çekiyoruz. Kalem sahiplerini sanat yaparken bu tarzda da yazmaya teşvik ediyoruz. Bu çağrı farklı üsluplarla yazılan eserlere karışmaz, karşı çıkmaz, hiçbir sanatçıyı veya sanat eserini küçültmez, hak ettikleri saygıya halel getirmez. Ancak, bütün bu söylediklerimizin anlamının ne derece radikal olduğunun, çağımızın büyük şairlerinin hemen hepsine yönelik “modernist zihnin çalışma metoduna –doğal olarak- teslim olmuş üslup ve sözcüklerle şiir yazdıklarını” söylemek anlamına geldiğinin de farkındayız.

İdeolojik Mesaj Sanatta Müphemliğin Mezarı

Nazım Hikmet Ran’ın “Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır…” sözleri, şiiri sıradan insanın net anlayacağı bir hitabetle, tek düze ve yalınkat yazmak gerektiğini anlatmıyor mu?[15] Zaten öyle de yazdı: “Yaşamak../ Tek ve hür bir ağaç gibi/ Ve bir orman gibi kardeşçesine/ Bu hasret bizim.” Namık Kemal’in, Ziya Gökalp’in şiirlerini biliyoruz:  Aynı şekilde mesaj kaygısı ile çoğul anlamlılıktan kaçınılıyordu: Namık Kemal’in mısraları kesin ve ikincil anlam bulunamayacak netlikteysi: “Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten/ Çekildik izzet ü ikbal ile bâb-ı hükûmetten!” Gökalp de Sayın Cumhurbaşkanı’nı hapse düşüren malum şiirindeki gibi net yazdı: “Camiler kışla, kubbeler miğfer/Minareler süngü, Mü’minler asker…” Görüldüğü gibi modern çağın, Meriç’in ifadesiyle “zihnimize giydirdiği deli gömlekleri” olan ideolojilerin emrinde yapılan sanat müphem anlatımı da öldürmüştü.

Müphemlik fikrinden haberimin olmadığı bir dönemde, 1994 yılında Mamak’taki askerlik günlerimde yazdığım bir şiirin “çoğul anlamı” beni hücre hapsinden kurtarmıştı: “Burda selam yıldızlara verilir/ Karanlığa yıldız yaraşır çünkü./ Erişince sabaha/ Herhalde güneşine ölünür/ Gülüm.” Komutanım, özgürlük özlemiyle dolu bu bentte ‘selam verilen yıldızlar’la subay apoletlerindeki yıldızları kastettiğimi düşünmüştü, düşünülemez de değildi hani.   

Tek Kat, Tek Yüzlü, Tek Yollu Anlatımlar…

Namık Kemal’e övgüleriyle bilinen, ondan güçlü şekilde etkilenen; üslup anlayışını “Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” diye özetleyen İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy da aynı şekilde yalın bir dille ve ‘tek kat’ anlamlarla şiir yazmıştı. Âkif’in şiirleri, esrarlı, hareketli, çok katmanlı şiirsel anlamda bize poetik düğümler sunan metinler değildir[16]. Diğer şairlerimizin –kendim de dahil- şiir örneklerini sergilememize bile gerek yoktur; tamamı modern zihniyetin ‘tek yolu ve tek yüzü olan hakikat’ sanrısının zihni paradigması ile edebiyat yapmıştır. Bu düzlemde Atilla İlhan’la Sezai Karakoç eşitlenir. Orhan Veli ile Cahit Sıtkı arasında fark kalmaz bu noktada. Ahmet Muhip ile Necip Fazıl aynı safta kalırlar. Yahya Kemal dahi modernist düşer, aruzun arzuladığı zengin kelimelerin anlamı dahi tek bir adres işaret eder; sanatsal anlatımların harikuladeliği içinde bile şiirin anlamları tek yön’ tabelası gibi yönlendirir zihinleri. Makine gibi, tek tip. Modernliğin övündüğü meziyet teknoloji değil miydi?

Aslında Farkımız Yok Birbirimizden

Edebi gücünü dikkate alarak Erdem Beyazıt’ın “Birazdan Gün Doğacak” şiirinden şu bölümü gözden geçirelim: “Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı/ Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın/ Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak/ Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana/ O inanmışlar çağının. / Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer/ Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde/ Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz/ Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger” Bütün anlatım gücüne ve sanatsal söyleyişine rağmen çoğul anlam vermeyen mısralardır bunlar. Müphemlik, tek başına sanatsal anlatım demek değildir. Sanatsal deyiş, aynı zamandafarklı ve doğru çoğul anlamlar getirmelidir. Çağımız sanatçıları olarak, müphemlik karşısında görülüyor ki, Osmanlı Bankası reklamındaki gibi,   “aslında farkımız yok birbirimizden, ama ben X şairiyim” desek yeridir.

Yergi Bir Müphemlik Diyarı

Bu “müphemlik ne değildir” üzerine yazdıklarımızdan, çoğu okurun aklına ‘yergi’lerimiz gelmiştir. Gerçekten hiciv şiirleri çoğul anlamlar taşırlar ve çoğu kez müphemlik kazanır bu deyişler. Şair Nef’î’nin “Tâhir efendi bana kelp demiş,/İltifatı bu sözünde zâhirdir./ Mâliki benim mezhebim, zîrâ,/ Hilkatimce kelp tahîrdir” şeklindeki ünlü hicviyesi, güzel müphemlik sanatı örneğidir. En az iki anlam birbirinden farklı ve ikisi de anlaşılabilir doğru bir anlatımla dile gelmiştir. Fakat bu demek değildir ki çoğul anlam böylesi olumsuz söylemlerde kullanılmak içindir. Her üslubun başarılı ama olumsuz kullanım şekilleri elbette olabilecektir. Bu, üslubun, müphemliğin kabahati sayılamaz elbette.

Peygamberdeki Müphemlik Hoşgörüsü

Bu aşamada müphemlik hoşgörüsünün edebiyat tarihindeki şaheser örnekleriyle konumuzu biraz daha netleştirmeye çalışalım. Gerçek adı “Bânet Suâd Kaîdesi” olan Ka’b B. Züheyr’in “Kasîde-i Bürde”(Hırka kasidesi) adlı meşhur şiirinden bir örneği vermek gereklidir. Mescitte, Allah Resulü’nün(SAV), huzurunda okuduğu bu şiirin bir beyti Peygamberimizi(SAV) öylesine heyecanlandırmıştı ki hırkasını o coşkuyla şair Ka’b b. Zuheyr’e hediye etmişti. Peygamberce ödüllendirilmiş Mescid-i Nebevî’de okunan İslâm’ın bu şaheser şiir “Müphemlik (çoğul anlamlılık) hoşgörüsü”nü nasıl kaybettiğimizin bir örneğini de oluşturur. Kaside-i Bürde’de geçen şu gibi bölümleri bugün hangimiz bir camide duymaya tahammül edebilir? Üstelik bir de ödüllendirebilir? “Şarapla mı ıslanmış o ne güzel dudaklar,/ Dalından yeni kopmuş elma gibi yanaklar,/ Benden kıskandığını bilsem kim için saklar?/ Gülümseyince parlar dişleri kar beyazdır,/ Güzele yakışan da hem nezaket hem nazdır” Bir sevgili için de doğru, o gün tanıdıkları son  elçi için de doğru olmakla iki ters anlama gönderme yaparak müphemlik kazanan mısralar karşısında durup, kaybettiğimiz “müphemlik hoşgörüsü”nü düşünmeden edemiyoruz.

Müphemlik Hoşgörüsü Olmazsa Müphemlik Olabilir mi?

Bugün bu tür metinler dini edebiyata sığdırılamaz durumda. Haliyle müphemlik de bulunamıyor. Müphemlik hoşgörüsü olmazsa, müphemlik olabilir mi?

“Sultan’ul Aşıkûn” sıfatlı Ezher Camii’nin ünlü vaizi İbn’ül Fâriz(Ö.1235), Kaside-i Bürde’deki şarabı alıp ilahi aşka temsilen sabitleyen edebi hamlenin sahibiydi. O’nun Kaside-i Hamriye’sinde yer alan şarap, kadeh, meyhane dolu beyitler asırlar boyu İslam illerinde ilahi olarak okundu. Üstelik, en ufak haramdan dahi sakınan bu zatın “Günahtır içtiğin, günah diyorlar,/ İçmemek günahtır bilemiyorlar,/ Tatmayan ne bilsin aşk şarabını,/Ham geldiler yazık, ham gidiyorlar” dörtlüğünün beşyüzyıl boyunca camilerde ilahi olarak okunduğuna inanabilir misiniz bugün? Bugün, bizim bunları sanat dahi olsa hoş görmeyen tavrımızın sünnette karşılığı var mıdır? Ya da şöyle soralım: Sünnetin sanata gösterdiği müphemlik hoşgörüsü imtiyazının farkında mıyız?

Şirke İteklemenin Ölçütü Bu Mu?

Arap edebiyatının devlerinden Şair Nahvî’nin Kaside-i Münferice’si, Endülüs, Fars, Urdu edebiyatının nicesi benzeri müphemlik gösteren sanat örnekleriyle doludur ve tarihimiz bunların hoşgörüsü ile yaşanarak gelmiştir. Müphem anlatımın sayısız ve etkili örneklerini Mevlana’da da buluruz: “Periyi kıskandıran o güzel, seher vakti/ Geliverdi ansızın, gözünü gönle dikti,/ Sabah oluncaya dek şevk içinde ağlaştık,/ Sordu: “Âşık hangimiz?” beni hesaba çekti.” Doğrusu, asırlar boyunca bu tür anlatımları bugünkü gibi “şirk”e itekleyen olmadı. Bu, müphemlik hoşgörüsüydü.

Şadi-i Şirazi’nin, Halife Memun’un ağız kokusundan rahatsız olan cariyesinin öyküsü üzerinden verdiği dersi anlatan “Bostan”ın ilgili bölümü, Hafız-ı Şirazi’nin “Dîvân”ında “Şirazlı Güzel” bölümüyle anlattıkları… hep müphemlik hoşgörüsünün İslam sayesinde topluma nasıl yerleştiğini gösteren örneklerdir. Bugün modernizmin tek boyutlu hale getirdiği anlam dünyamıza bu şaheserleri hafızalarımızdan silmek pahasına sadık mı kalmalıyız? Yoksa çoğul anlamlı hayata kanat mı açmalıyız? Modernizmin keetirip atan ‘tek anlamlı’ keskinliğine kendi kültürümüzün ‘esnek’, ‘açık’ ve ‘çoğulcu’ zenginliğini kurban mı edelim? Modernizm mi şirke itelemenin ölçütü oldu?[17] Bunları sormak zamanı…

Divan Edebiyatının Müphemlik Gücü

Divan edebiyatının, bu üslubu ince ve derin anlamlar ve ustaca anlatışlarla devam ettirdiğini iyi biliyoruz. Ancak bu dilin padişahlara ve saraya mahsus bir ‘zevkçilik’  ve zaaf ürünü olduğu yönündeki açıklamalar haksızlıktır, yanlıştır. Bu, Kur’an’ın ve ilk günden itibaren İslam kültürünün kesintisiz devam eden üslubunun bir parçasıydı.  Divan edebiyatı, Şinasi ve Ziya Paşa ile birlikte artık modern etki altında kalıp müphemlik karakterini kaybettiğini göreceksek de; Baki, Nabi, Nesimi, Ali Şîr Nevâî, Ahmet Paşa, Şeyh Galib, Nedim…. sayısız divan şairinin bu müphem dili harika ve bilinçli biçimde kullandığını görmeliyiz. Avnî(Fatih Sultan Mehmet), Muhibbî(kanuni Sultan Süleyman) Hayati, Fuzulî hepsi bu üslubu sürdürür.

“Su” ve “Yağmur” Farkı

Fuzuli’nin “Su Kasîdesi” bir na’ttır, ama, suyun akışı eşliğinde bir aşkı anlatır. “Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su,/Kim bu denlü tutuşsan odlare kılmaz çare su.” Bu muhteşem ses oyunları ile suyu çağlatan okunuşu yanında anlamsal açıdan müphemlik örneği Kaside’de Peygamberi telmih eden “Su”ya nazire gibi açılan Nurullah Genç’in o harika “Yağmur” na’tından beklenirse de aynı müphemlik, maalesef bulunmaz.  Fuzuli, su ile özdeşleştirdiği Peygambere aşkı suyun akışıyla birlikte şiirini ikili(çoğul) anlamlarla(müphem üslupla) yürütür. Ama Genç, şiirinde Peygambere adeta yeni bir ad gibi “Yağmur” diye hitap etmekte, tek anlama taşımaktadır okuyucuyu. Çünkü modernizm döneminin şairidir hepimiz gibi. Farkındalığımız olmadığı için bizler, çağdaşlarımız, şairane, sanatkarane olabiliyoruz; ama ancak ‘kazara müphem’ sanatı yakalayabiliyoruz. Müphemlikle karşılaştığımızda ise hoşgörüsüz davranıyoruz. İşte sorunumuz burada.

Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın

Oysa, öz üslubumuzu yaşatan “Bir kızıl goncaya benzer dudağın/Açılan tek gülüsün sen bu bağın” diye Medine’de Peygamberimize hitap eden  Melek Hiç gibi müphemliğin güzel örnekleri de pekala sergilenebilir. Yunus, o sade diliyle “Ben yürürüm yane, yane,/ Aşk boyadı beni kane,/ Ne âkilem ne divâne,/ Gel gör beni aşk neyledi?” derken müphem bir söyleyiş sergiliyordu. Ya da “Çıktım erik dalına,/ Anda yedim üzümü” derken. Halk edebiyatımız da divan edebiyatı gibi müphemliğin parlak örnekleriyle doludur. Örneğin, günümüz geleneksel Türk Edebiyatının “Çağdaş Yunus” payesi kazanmış büyük şairi Bestami Yazgan’ın “Yarin bir tatlı kelamı,/Unutturur cümle gamı,/ Dünya derdiyle selamı,/ Kestiğimiz dost içindir” dörtlüğünde ‘yâr’ da, ‘dost’ da çoğul anlamlar vererek müphemlik örneği oluşturmaktadır. Ya da “Tek işim var: seni sevmek,/ Ayrılık mı, o ne demek.?/Aşk ipiyle ilmek ilmek/ Ördüm seni yüreğime…

Müphemlik Hoşgörüsüne Sahip Olmak

Öyleyse, şarap, kadeh, aşk gibi sözcüklerle sanat yapan divan edebiyatı şairlerini “mazur” görecek bir yanlışlıkları yok. Zira bunu, 19. Yy.’a kadar halk edebiyatçıları da dahil, İslam kültür atlasına dahil her sanatçı yapıyordu, yapmazsa eseri beğenilmiyordu. Hepsinin ortak noktası müphemlik ve medeniyetimizin özelliği “müphemlik hoşgörüsüne sahip olmak”tı.   Sorun divan edebiyatında değildi, bizim ‘değişen’ zihnimizdeydi.

Kaybettiğimiz aslında kendi dilimiz, öz üslubumuz, tarihimizin kokusu, dilimizin vergisi. Müphemlik zenginliğini, kutsal kitabımızdan beslenen, İslam tarihinden kopup gelen bir ferahlama vesilesi de olması dileğiyle edebiyatımızda daha çok görmek dileğiyle, -pek belli olmasa da- Yakup ve Yusuf Peygamber’in aralarındaki ilişkiyi işleyen şiirimin şu giriş dörtlüğü ile konuya bir nihayet verelim:

“Gül dostunun terinden, ak düşen gözlerine,/Hasret narıyla sürüp sen sön, ben de söneyim./ Tükensin ihtimaller, rüya ver sözlerine,/ Yüzünü dolunaya sen dön, ben de döneyim.”

[1]  Duhan 1-4

[2]  Rahman 41

[3]  Hucurat Suresi

[4]  Duhan 10-11

[5]  İnşikak, 16

[6]  Nuh 1

[7]  Duhan 54

[8]  Hud 31

[9]  Kitap, “Niçin biz Müslümanlar yazamadık bunları?” dedirten düzeyde. Klasik tarih okumalarının örttüğü başka ve aydınlık bir İslam Medeniyeti yüzünü, kuytulardaki büyük temsilcilerin eserleri üzerinden vukufiyetle yorumlayarak sunuyor. İslam’ın sunduğu zenginliği Batı medeniyetinin içindeki kısırlığın teslim aldığı 19. Yy. sonrasında “İslam’ın İslamileştirilmesi” gerekecek kadar kendi özünden kopuşunu; müphemlik kavramı üzerinden ilerleyerek, kavramı kuvvetli bir ayraç haline getiriyor. Müslüman zihinin nasıl modernizme teslim olarak dinimizi kültürel bakımdan batılılışatırdığı ve özünden koparttığını, öze dönüşün nasıl bir temel farklılığa dayandığı önermesiylşe birlikte işleniyor. Dinî literatürün yanı sıra edebî metinlerden geniş ölçüde yararlanarak son derece zengin bir malzemeyle ve iddiayla, heyecanla yazılmış, gerçekten farklı bir İslâm tarihi okuması. Kitabın okunmasını tavsiye etmekle birlikte özetini veren şu makaleleri de burada not düşmek isterim: https://www.researchgate.net/publication/342549285_Iskenderoglu_Muammer_Thomas_Bauer_Muphemlik_Kulturu_ve_Islam_Farkli_bir_Islam_Tarihi_Okumasi_Din_Felsefe_Arastirmalari_35_2020_122-126 ve https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1167556

 

[10] İslam tarihinde konuya ilişkin çalışmaların çokluğu nedeniyle “Mübhematu’l-Kur’an”(Kur’andaki Müphemlikler) adı verilen bir ilim dalı gelişmiştir. Müphemlikler açıklanırken fikirler, kavramlar ve ifadelerin muhataba vermek istediği mesajın belirlenmesi veya Esbâb-ı nüzûl ilmi’nde olduğu gibi hadiselerin cereyan ediş tarzının bütün teferruatıyla anlatılması gibi bir amaç güdülmemiş; sadece müphem sayılan kelimelerin anlamları ve bu anlamların delilleri ortaya konmuştur. Amaç, şahıs, grup, eşya ve hayvan isimlerinin belirlenmesi, coğrafi bölge adlarının tespiti, sayı ve miktarla ilgili belirsizliklerin giderilmesi gibi şeyler olmuştur. Örneğin, “Ey Adem sen ve eşin birlikte cennete yerleşin.” (Bakara: 2/35) denirken hem Havva, hem de Ademoğulları için geçerli olabilecek bir anlam oluşturulur. Yahut “Allah ve Rasulüne hicret etmek için evinden çıkan” (Nisa: 4/100) ifadesi, Damra b. İys için ise de çağlar boyu çok farklı anlamlarla bir motivasyon kaynağı olabilmişse bu, üsluptaki müphemlik sayesindedir. “Doğruyu getiren ve onu doğrulayanlar.” (Zümer: 39/33) ayeti Hz. Muhammed ve Sıddîk Ebu Bekir’i kastediyorsa da müphem ifade sayesinde sayısız durumlar için geçerli çoğul ve doğru anlamlar türetilebilmiştir. Sayısız olan örnekleri daha da çoğaltmaya gerek görmüyoruz. Anlaşılıyor ki Rabbimizin bizimle konuşma üslubu müphemdir, Hz. Peygamber çoğu kez müphem konuşmuştur ve özellikle edebiyatta Müslümanlar bu kaynakların vergisiyle müphem konuşmayı üslup edinmişlerdir.

[11] . Kemal, Yahya, (1997). Mektuplar Makaleler, İstanbul. S.43.

[12] .https://www.iha.com.tr/haber-150-yil-once-yazilan-sifreli-siir-cozuldu-752004/

 

[13] . İbn-i Cezerî, Neşr, c.1, s. 35 ve devamı.

[14] “Şiir Hakkında Bâzı Mülâhazalar”, Şiirler, Haz. Kenan Akyüz, MEB, İstanbul. S. 76

 

[15] https://listelist.com/nazim-hikmetin-siir-dusuncesi/

 

[16] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/73014

 

[17] Son üç paragrafta yer alan edebi metinler, T.C. Cumhurbaşkanlığı El Yazması Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları’ndan çıkmış bulunan, “İslam Edebiyatının Şaheserleri” adlı, eserlerin orijinalini ve çevirisini içeren Ömer Kaya tarafından hazırlanmış telif eserdeki tam metinlerden alıntılanmıştır.

 

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 2.1Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.7Bin Görüntülenme Sayısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 271

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?