BİZ BUNA MECBURUZ

BİZ BUNA MECBURUZ

Dr. Osman ARSLAN

Önce aydınlarımız yabancılaşmıştı. Fransa’ya “medeni ilimleri” öğrensinler diye gönderdiğimiz evlatlarımız yurda döndüklerinde artık köklerinden utanır olmuşlardı. Bizden olan cesetlerde başka ruhlar geziyordu. Jöntürklerin bu aşağılık kompleksinin topraklarımıza ayak basmasından ikiyüzelli yıl sonra koca Çınar’ımız “Hasta Adam” oldu. Tanzimat, isyanlar, darbeler, Balkan Harbi, Çanakkale, Kut’ul Amare, Sarıkamış, Duyun-u umumiye ve yıkılış böylelikle geldi.

RUHLARIMIZI KİM ‘TIK’LIYOR       

Bir yüzyıl sonra bugün, artık çocuklarımızı göndermemize bile gerek yok yaban illere. Teknoloji kültürünü biz üretemeyince Mc Luchan’ın dediği gibi ‘insanın uzantıları’ olan teknoloji(1) gençlerimizin ruhlarını ‘tık’lıyor, interaktif oyunların dünyasına çekip gönüllerini besliyor, yapay zeka ürünleriyle kendilerine özgü bir mantıksal işleyiş kuruyor beyinlerinde. Sosyal medya ile yeni bir iletişim kültürü geliştiriyor. Hayata kendi elleriyle değil reeli aşan sanal gerçekliğin içinden dokunuyorlar. Orada biz yokuz. Evlerimizde artık ‘kendine yabancılaşan’ nesiller büyütüyoruz. Kaderimiz asırlar sonra da aynı.

‘DİZİ’MİZİ DÖVMEDEN

Evlerimizi işgal eden dizi furyası aile ve mahalle kültürüne ikame oldu. Günlük 6 saati bulan dizi izleme ortalaması ile dünya birincisiyiz. Bütün güzel çabalara rağmen afyonumuzun adı olmuş Tv. ‘Dizi’mizi dövmeye az kaldı. Kitap okumada Afrika ile birlikte en gerilerdeyiz. Günde ortalama 1 dk. kitap okuyor, 6 saat TV izliyor, 3 saat internete giriyoruz.(2) Son araştırmalar gösteriyor ki bir yandan muhafazakarlık yükseliyor, diğer yandan sekülerleşme artıyor. Geleneksel dindarlık erimiş, ateistler üç kat artmış son on yılda.(3) İrşat ocakları alabildiğine itibarsızlaştı, ifsat odakları için meydanlar boş kaldı. Taşlar bağlı, itler çocuklarımızı parçalıyor sokaklarda. Uyuşturucu köylere kadar yayılmış, ilkokullara kadar inmiş durumda. Kendi kültürümüzün manevi tecrübeleri seremonilerin konusu kaldı, Yoga, Reiki, transandantal meditasyon, misyoner tebliğleri salon salon, hücre hücre sarıyor kentlerimizi.

BİR ADAM YARATMAK

Yolları, binaları, köprüleri, santralları, barajları, havadan, demirden ve karadan yolları, silahları ve uyduları yapmayı başardık; fakat çocuklarımızı ‘adam’ yapamadık. Değerlerimizle donatamadık. Mühendisimiz, doktorumuz… var da ‘kendimiz’ eksiğiz. Gün geçmiyor ki akla zarar bir cinnet haberi çıkmasın şehirlerden. Milli eğitimden kültüre, çevre ve kentleşme politikalarından sanayileşmeye; insan odaklı planlama yapacaktık hani? Milli ıstırap duyan sineler eğitim ve kültür davamız sürünüyor diye ağlamaktalar. Üstat Necip Fazıl’dan 50 yıl sonra aynı dert duruyor orta yerde: “Bir Adam Yaratmak.”

TARİHİN MEZARLIĞINA BAKARKEN

Sosyal bilimciler ortaya koyar ki toplumları ölüm döşeğine düşüren illet ‘kendine yabancılaşma’dır; bu, ‘çözülme’yi başlatır.(4) Toplumları tarihin mezarlığına iten kanserin adı ise “dünyevileşme”dir.(5) Bizde her ikisinin de mevcut olduğu araştırmalarla sabitken, sormalıyız: Vatanımızı korumaktan daha önemlisi, kendi insanımızı geleceğe aktarmak, yaşatmak değil midir? Yarın bizim ‘insanımız’ kalmazsa, şehitlerin emaneti bu aziz vatan kimin olur? Yeni nesiller kimi anarlar? Hani göz kamaştıran Hint, Aztek, Mısır uygarlıkları, neredeler? Bizim ayakta kalacağımızın garantisi nedir?

GÖĞÜMÜZE KUBBE OLACAK SEDA

Batıya bühtan etmeyelim; bizden daha disiplinliler, daha temizler, daha eğitimli ve kültürel sadakate sahipler, üreticiler ve çalışkanlar. Onun için ilerimizdeler. Weber’in “Protestan Ahlakı” bir maneviyat manifestosu olarak kapitalizme ruh verme kaygısından başka bir şey değildi.(6) Bizim sekülerleşen dünyamıza bir Weberyen bakışı Müslümanca yansıtan göğümüze kubbe olmuş bir seda hatırlıyor muyuz? Çağımızın ‘değerlerden kopuş’ travmasını yaşayan insanına, tam da anlayacağı biçimde ekonominin ince hesapları ile ‘Batı toplumsal refahının kaynağının erdemlerin yaşatılması’ olduğunu “Güven” kitabında kanıtlarıyla anlatan(7) Fukuyama’nın etkisini, fikirlerinin nasıl eğitim ve kültür politikalarına dönüştüğünü görünce, sormadan edemiyoruz: Bizde ilim erbabının, hikmetin kıymeti var mıdır? Biz doğrunun ne olduğunu biliyoruz, fakat onlar yapıyor! Farkımız bu.

TRUVA ATI HER YERDE

Fukuyama bu ‘erdemler’den oluşan manevi değerlere ‘toplumsal sermaye’ der; “ülkelerin ileri, medeni ve müreffeh oluşunun sırrı ürettikleri ‘iktisadi sermaye’ değil; ‘toplumsal sermaye’dir! Toplumsal sermaye, diğer ifadeyle manevi değerler!

Nesillerimizin ‘soğuma’ yaşadığı kültür de zaten manevi değerler demektir. Modern insanın trajik hikayesi de bu kopuşun öyküsüdür.(8) Değerlerden kopuş yaşayanların ille de ‘eyyamcılık’ ya da ‘batıcılık’ içinde çıkıyor sananlar doğruyu göremiyorlar. Millici veya dindar kimlikler içinde de ‘başka milletlerin truva atı’ haline getirilenleri görmemiş değiliz! FETÖ’den bu yana artık ‘müslüman’ da güvenilir değil! Yeni bir sorumuz var artık: “Hangi Müslümansın?” Aytmatov’un kazandırdığı kavramla “mankurtlaşan adam” her ortamda, kendi bahçemizde bile yetişebiliyor artık.(9)

Anadolu Müslümanlığının içine gizlenmiş selefi katılığı, Anadolu’daki kardeşlik iklimini zehirleyen etnikçi hastalık, Türk solunun içini kemiren istikametsizlik Batıcılıktan aşağı kalmayan tehlikeler taşımaktadır.

KENDİ İNSANIMIZIN İNŞASI

İşte bugünün ana davası kendi insanımızın güncellenerek inşası davasıdır; medeniyetimizin erdemli, kamil insanını yetiştirme!.. Çağdaş Yunus Emre’ler, Edebali’ler, Hacı Bayram’lar, Akşemseddin’ler yetiştirmek.

Türk milletinin, kültürünü mikyasında eriterek bağlandığı İslam’ı hayata geçirirken; Maturudi itikadının ‘şuurlu fert’, Yesevi ahlakının ‘bir ve kardeş’, Hanefi fıkhının ‘adalet üzere barışık’ kıldığı, böylece büyük medeniyetini doğuran ‘bu üçlüden oluşan kimya’nın yeniden yüklenmesine ihtiycımız vardır.(10)

Hayatımıza çağırmamız gereken, Anadolu’yu bizlere yurt eden alperenlerin vecdidir, aşkıdır, sevgisidir. Hayatımıza çağırmamız gereken şey, Alparslan Gazi’ye Malazgirt’te elbiselerini kefen diye giydirten hummalı sevda, “İstanbul’da Osmanlı sarığı görmeyi yeğlerim” dedirten Fatih adaleti, mermerde laleler açtırtan Mimar Sinan heyecanıdır.

AŞK İMİŞ HER NE VAR!

Kaybettiğimiz şey, siftah yapmayan komşusuna müşterisini gönderen esnafın kardeşlik duygusudur. Yeniden diriltmemiz gereken; “Allah, bu millete bir İstiklal Marşı daha yazdırtmasın” diyen Akif’in millet sevgisi, esirgeme duygusudur.

Kaybettiğimiz, Fuzuli’ye “Aşk imiş her ne var alemde ” dedirten, “Başına taştan taşa urup gezer avare su” diye söyleten kutlu aşktır, yüce ıstıraptır. Mevlana’ya, ölüm için “Düğün günü” dedirten sevgiyle yürümeye, bu toprakların iyi bildiği Bizans entrikalarını çökerten uyanıklığı ve mertliği çağırmaya ihtiyacımız vardır. Taptuk Emre kapısına eğri odun bile getirmeyen Yunus Emre sevgisinin sadakati ile devlet makamlarına oturan aşıklara ihtiyacımız vardır.

Kendisini taşlayan elller için bile “Onlar bilmiyorlar, affet” diye Allah’a yakaran sevgi kutbunun izinde yürümek dışında çaremiz, çıkar yolumuz yok.

BİZ BUNA MECBURUZ

Bu sevgiye muhtacız. Her şeyini paylaşan ensar ve muhacirler örneğini bilen bir toplumun “sokak çocukları” olamayacağını, “sokak kadınları” olmasının düşünülemeyeceğini biz genlerimizden hatırlarız.

Sosyal refahı halkın katkısıyla sağlayan bir sistemimiz vardı.(11) Bizde ‘sokak’ın sahipleri vardır; sahipsizlik değildi ‘sokakta kalmak’! Bizde “sokak köpeği, sokak kedisi” bile olmazdı; bir bakanı vardı hepsinin. Dilenciliğin ne olduğunu bilmeyen bir toplumduk biz.

Şuur altımız konuşuyor, mazimiz dile geliyor, gönül coğrafyamız yeniden çağırıyor; bu sevgi toplumunun yegane varisi millet olduğumuz için bunu ancak biz yapabiliriz. Bu köhnemişliği temizleyecek, sevgi medeniyetini insanlığa rehber yapacak birikim, sadece bizdedir. Birlikte yaşamanın, barışın şifresi bizdedir. Onun için biz, buna mecburuz.

SEVGİ TOPLUMU

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız” buyuran(12) O sevgi kutbu öğretiyor ki; bizim toplumumuzda sevgi egemen olmalıdır. O toplum, kini, hasedi, kibri ve zulmü mağlup etmiş bir ölçülü toplumdur; o toplum, sevgi toplumudur!

Kötülüğü bile iyilikle savuşturmayı emreden inancımıza terörün ve nefretin etiketini haksızca yapıştırmak isteyenlere en iyi cevabı, yeryüzünün tek sevgi medeniyetinin varisleri olarak bizler, sevgiyle vereceğiz!

İHTİYACIMIZ OLAN ŞEY

İhtiyacımız olan şey “sevgi toplumu”nu yeniden çağırmaktır. Kutlu Nebi’nin izinden alıp, şanlı ecdadın mirasından yararlanıp çağın diliyle yeni bir sevgi toplumu yorumlamaktır.

Bunun için birbirimizi sevmeye, kenetlenmeye ihtiyacımız vardır. Biri diğeriyle örülmüş sağlam tuğlalı binalar gibi birbirimize tutunmaya ihtiyacımız vardır. Aklın yolu, dinin emri, tarihin öğrettiği ve gelişmenin esası budur. Bizim mayamızda mevcuttur, bu sevgiye yabancı değiliz. Erdemleri yaşatan sevgi toplumuna hiç uzak değiliz.

ERDEMLİLER KAZANACAK

Rabbimiz bizlerden erdemleri yaşatan insanlar olmamızı, salih kul (iyi/erdemli insan) olmamızı istiyor. Öyleyse, gelin ‘salih kul’u(iyi/erdemli insanı) önce kendi nefislerimize çağıralım. Erdemli insanları O’ndan öğrenelim:

O ‘erdemli insanlar’ ki boş şeylerden yüz çevirirler,(Furkan,72) zekatı (ihtiyaç sahibine) verirler,(Bakara,83) namuslarını korurlar,(Nur,2) emanetlere özen gösterirler, ahitlerine sadıktırlar, insanlara güzel söz söylerler,(Bakara,83) kötülüğü bile iyilikle bertaraf eder.(Fussulet,33)

YOL VARSA BUDUR

Yararlı iş yapan (salih amel işleyen) iyi insanlar(salihler) için Kur’an’da; ‘bu dünya hayatında’ güzel bir gelecek ve mutluluk,(Ra’d,19) güzel ve bol rızık verileceği(Sebe’,4; Hacc, 50) vaat edilmektedir. Yani, ahiretteki ödülleri ise ayrıca verilecektir.(Taha, 75-76)refah vaat edilmektedir.

Elbette Hak(doğru) ve Batıl(yanlış)ın savaşında, Hakk’ı yaşatan ve yücelten ‘iyi’ler sahipsiz kalmayacaktır. Yeter ki Akif’in dediği gibi, “Allah’a dayan, sa’ye(çalışmaya) sarıl, hikmete ram ol!/Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!”

Yukarıda da anlatıldığı gibi, bilim adamlarının, düşünürlerin de ulaştığı nokta bu değil miydi? ‘Toplumsal Sermayesi sağlam olan toplumlar, sevgi ve güven üzerine kurulmuş toplumlar çarpan etkisiyle kazanırlar ve kalkınırlar!..”

‘ERDEMLİ İNSAN’ OLSUN

Rabbimiz iyi/erdemli insanlara(salihlere) o kadar önem verir ki ehl-i kitaptan dahi olsalar, över.(Al-i İmran, 114) İyilik yapmanın güzel bir sonucu daha vardır: “İnanan ve Salih amel işleyenler(iyi ve yararlı işler yapanlar var ya) Rahman onları (gönüllere) sevdirecektir.”(19/96, Taha,114; Mücadele,11).

Erdemlilerin hakim olduğu topluluklar, ‘iyi/erdemli toplum’(kavm-i salih) övülür. (Maide,84;Yusuf,9). En azından aramızda ‘hayırlı bir topluluk bulunması’ emredilmiştir.(A’râf 164-165). İşte, peygamberlerin duası, Kur’an’ın isteği, tarihimizdeki toplum modelimiz budur: Erdemli insan ve iyilik toplumu.

Son elçi müminlerin ancak sevgi toplumu olacağını söyler: “…Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız!”

Son olarak şu ayet üzerinde düşünelim:  “Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah kalplerinizi birleştirdi, O’nun nimeti sâyesinde kardeşler oldunuz. Siz (ülfet yokken) ateşten bir çukurun kenarındaydınız, Allah sizi (illeti sevgi olan bir topluluk içine katarak) ondan kurtardı.” (3/Âl-i İmrân, 103). Sevgisizlik “ateş çukurunun kenarında olmak” demek.

Açık ki, ‘sevgi toplumu’na memuruz.

SEVGİ TOPLUMU TERCİHİMİZ DEĞİL KADERİMİZDİR

Sevgi toplumundan sevgi medeniyetine açılan yol bizleriz. Medeniyet davamızın mihveri, kendimiziz. Haydi, sevgi toplumundan geçen bu kutlu medeniyet seferine kendimizden başlayalım.

Gelin, iyiliği çoğaltmaya, yanlışlığı düzeltmeye, kötülüğü yok etmeye yürüyelim; ‘Sevgi toplumuna doğru yürüyelim.’

Bu, bizim hem ödevimiz, hem misyonumuzdur.

İçinde bulunduğumuz tehditler karşısında sevgi toplumu olma çabası tercihimiz değil, kaderimizdir.

İnanıyoruz ki, derin operasyonlarla elde tutulanların yanında bahar devrimleri ve işgallerle geriye kalanlar da tek tek düştükten sonra Müslüman ülkelerin son kalesi olarak kalan Türkiye’yi zor bir badireden 15 Temmuz ve sonrasında çekip çıkarttığına göre Yüce Allah, milletimizin ve yeryüzü mazlumlarının yegane duası olmuş Türkiye’nin üzerinden elini çekmemiş olmalıdır!

Bu şansı Fırsat bilip değerlendiremezsek, belki de bir daha bulamayacağız.

Dipnotlar

1. Marshall McLuchan, Global Köy, Scala yayınları, 2015

2. UNESCO ve TÜİK verilerine ilişkin haber için bkz. (https://www.cnnturk.com/dunya/dw/unesco-turkiye-kitap-okuma-oraninda-86inci-sirada)

3. Konda Değerler Araştırması, 3.1.2019

4. Tolan, Barlas, Toplum Bilimlerine Giriş, Adım yy. Ank. 1991, s. 275. İbn-i Haldun, Mukaddime, c.1. s.510; Sorokin, Pitirim A., Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, Çev. Mete Tunçay, Bilgi Yy. Ank. 1972, s.86.; Toynbee, Arnold J., Tarih Bilinci, İst., c.2. s.309. . Yabancılaşma kavramı için bkz: Kızılçelik, S. Sosyoloji Teorileri II, Konya, Emre Yayıncılık, 1992.

5. Çöküş sosyolojisi için kaynaklar: Durkheim, Emile, İntihar, Çev. Ö. Ozankaya, TTK Basımevi, Ank.,1986,s.370-379.; Meriç, Cemil, Mağaradakiler, İletişim Yy.  İst., 1991 s. 311.

6. Max Weber, kapitalizmin Ruhu ve Protestan Ahlakı, Tutku yayınları, 2014

7. Francis Fukuyama, Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratlması Güven. T. İş Bankası Yayınları, 2005.

8. Kültür kavramı için kaynak eserler: A. L. Kroeber ve ClydeKluckhohn  Kültür Kavramlarına ve Tanımlarına Eleştirel Bir Bakış -1952; Schroeder R., Max Weber ve Kültür Sosyolojisi, Bilim ve Sanat Yay, 1996; T.S. Eliot da Kültür Üzerine Düşünceler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Y., 2007.
Kültür Değişmeleri için bkz: Özakpınar, Yılmaz. Mümtaz Turhan, Alternatif Yayınları, Ankara, Eylül, 2002
9. Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel, Ötüken Y.,İst- 2001.

10. Bkz. http://www.https://https%3A%2F%2Fhttps:\/\/osmanarslan.org/ucu-bir-arada-degilse/

11. Mustafa Özcan TAŞKESEN, Osmanlı Döneminde Sosyal Refah Sistemi Olarak Vakıflar. (https://abs.mehmetakif.edu.tr/upload/0992_2086_dosya.pdf)

12. Müslim, îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et’ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 1.3Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.1Bin Görüntülenme Sayısı

1 Yorum

  1. veysel

    çok güzel bir makale olmuş. elinize yüreğinize sağlık.
    izninizle bir kaç şeyde ben eklemek istiyorum.
    “takva” konusu bizim en büyük eksikliğimiz. takvayı
    ulaşılamayacak, uyulması asla mümkün olmayan
    davranışlar olarak öğreniyoruz. halbuki öyle değil.
    TAKVA duyarlı düşünceli davranmak, ince fikirli olmak. hata
    yapmaktan sakınmak. en güzel davranışı kendine/müslümana
    yakıştırmak. hayata bir sanatçı gibi dokunmak. dolayısıyla
    imanından lezzet almak demektir. bu zorlanmadan yapılabilecek bie şeydir.
    biz imanımızdan lezzet almadığımız için sürekli hata yapıyoruz. bence meselenin
    aslı bu.
    selam ve dua ile

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 1181838

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?