FETİHLERE MEMUR OLMAK!
Bu 29 Mayıs’ta tarihe farklı bir gözle yeniden bakmakta yarar var.
1224 yılına gidelim. Moğol saldırıları yüzünden 50 bin nüfus ile Maveraunehr’den Anadolu’ya göçen; Ahlat bölgesinde kaldığı 7 yıl sonunda umduğunu bulamayarak geri dönme kararı alan Kayı boyu lideri Süleyman Şah, Fırat Nehri boyunca geri dönerkenCaber Kalesi önlerine geldiğinde, atıyla birlikte Fırat’a düşmüş ve çılgın sularda boğularak ölmüştü. Türklerin zihnine Fırat’ın ağıtlar yaktıran suyunun yerleştiği bu ilk dram İslam tarihini, Kayıların ve Anadolu’nun tarihini değiştiren bir dönüm noktası oldu.
KADERİNE ANADOLU YAZILMIŞ BİR MİLLET
Fırat’ın yuttuğu Süleyman Şah‘ın dört oğlu vardı; Sungur Tekin, Gündoğdu, Dündar ve Ertuğrul. Bunlardan ilk ikisi Horasan’a geri döndü. Bir kısmı Suriye içlerine yerleşti, Ertuğrul ve Dündar Beyler ise yanlarında yaklaşık 400 aile ile Erzurum civarına gitti ve Sürmeli Çukur Ovası‘na, bunlardan bir bölük ise Pasin Ovası‘na yerleşti.
İşte Osmanlı Devleti’nin temelleri şimdi mezarları Söğüt’te bulunan bu iki kardeş tarafından atılacaktır: Dündar ve Ertuğrul Beyler… Boğulma, bir kaderdi. O kader, Anadolu’ya Kayıların yerleşmesinin sebebi oldu.
Gerisin geriye dönmeye kalkışsa da bu milletin kader yolu Anadolu’ya yazılmıştı belli ki.
ZAYIFIN YANINDA DURMANIN ÖDÜLÜ
Dündar ve Ertuğrul emrindeki aileler ile Batı’ya ilerlerken tanımadıkları iki ordunun savaşına şahit oldular. Bu iki ordudan güçsüz olarak gördüklerine yardım etmeye karar verdiler.
Bu kararları tarihte önemli bir çizgiyi daha belirleyecektir. Çünkü zayıf ve yenilmekte görerek yardım etmeleriyle savaşı kazanan taraf Anadolu Selçuklu ordusuydu, düşman ise kendilerini yurtlarından eden Moğol ordusuydu. Tuttukları tarafı bilmeden savaşa girmişlerdi. İşte bu da bir başka kader noktası idi. Ya da sevk-i ilahi idi, diyelim.
Ertuğrul bu yardımı sayesinde Selçuklu sultanı III. Alaeddin Keykubat ile tanıştı ve onu koruyucu olarak tanıyıp elini öptü. Sultan da ona hediye olarak Domaniç dağlarını yaylak, Söğüt ovasını da kışlak olarak verdi.
Bunu da onlar seçmediler aslında. Zayıfın ve ezilenin yanında bu cesur ve onurlu duruşları; Allah’ın takdiri ki Bizans’ın kıyısına, Bizans tarafından ‘ezilen Müslüman halkı korumaya’ memur etmişti onları. Bu millet fetihlere memur edilmişti sanki!
Duruşumuz bizi neye memur ediyor? Kader çizgimize güzel görevler yazdıracak bir onurlu çizgimiz olmalı değil mi?
TARİH BOŞLUK TANIMAZ
İşte Osmanlı’nın hikayesi bu sayede Söğüt’te başlayacaktır. 1299’da, III. Alaeddin Keykubad’ın kaçmak zorunda kalması ile Anadolu Selçuklu Devleti yöneticisiz kaldı. Osman Bey bu otoritesizlik ortamını, boşluğu değerlendirerek aynı yıl bağımsızlığını ilan etti.
Osmanlı devleti boşluktan yararlanarak böylece kurulmuş oluyordu.
Şimdi de tarih, etrafımızda pek çok boşluklar peydah etti; Makedonya, Bosna, Irak ve şimdi Suriye’de… Ne kadar değerlendiriyoruz? Osmanlı’nın torunu olmak budur.
RUMELİYE GEÇİŞ BİR HEDİYE, ANADOLU ÇEYİZ VE SATIN ALMA …
Her şey sanıldığı gibi kılıçla olmadı. Orhan Gazi, 1346’da Yannis Kantakuzenos‘un kızı ile evlendi ve Kantakuzenus’un 1347’de Bizans tahtına geçmesini sağladı. Bizans’a, Balkan devletleri ile yaptığı savaşlarda asker yardımında bulundu. Yardımların karşılığı olarak Bizans devleti tarafından kendisine 1353’te Gelibolu Yarımadası‘ndaki Çimpe Kalesi teşekkür için verildi. Böylece Osmanlılar, Rumeli’deki ilk topraklarını barışçıl yolla kazanmış oldular.
Orhan Bey ilerleyen yıllarda oğlu Bayezid‘i, Germiyanoğulları BeyiSüleyman Şah‘ın kızı ile evlendirdi. Böylece çeyiz yolu ile Kütahya, Simav, Tavşanlı ve Emet’i hakimiyeti altına aldı.
Hamitoğulları‘ndan para karşılığında Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Seydişehir ve Isparta’yı satın aldı. Böylece Karamanoğulları ile sınır komşusu oldu.
Bugün Maraş’ın parayla pazarlığının yapıldığı bir tarihte; girşimlerimiz oldu ama saymayı gereksiz gördüğümüz etrafımızdaki hangi sefaleti halkının özgürleşmesine vesile kılacak bir hamleye çevirebildik?
KARDEŞ KARDEŞİ VURUNCA
Osmanlılar kardeşleri üzerine barışçıl yolların açtığı alandan kılıçlarıyla ilerlemeyi seçtiklerinde başlarına musibeti aldılar: Türkmen beyliklerinin topraklarından başka, Kadı Burhanettin’in mülkü sayılan Sivas, Kayseri, Malatya ve Elbistan’ı da ele geçirdiler. Böylece Osmanlı sınırı doğuda acı hatıralarının nehri Fırat’a kadar genişlemişti.
Ancak bu durum beraberinde bir olumsuzluğu da getirdi; toprakları ellerinden alınan beyler önce Timur’a sığındılar, sonra da Timur’la birlikte Osmanlı’nın karşısına dikildiler. Moğollar 1224’ün de hıncını taşıyordu. Osmanlı ordusunda bulunan Türkmen askerler Ankara Savaşı(1402)sırasında Timur ordusunda bulunan eski beylerinin yanına geçtiler. Bu hem Ankara Savaşı‘nda Osmanlıların yenilmesine, hem de 14.yy’da kurulmuş olan Anadolu siyâsi birliğinin dağılmasına neden oldu.
Şimdi sormak zamanıdır: kaderdaşlarımız, kardeşlerimiz düşmanımızın ordusunda bizimle mücadele ediyorsa, biz onları nasıl üzdük ve ezdik, onları nasıl bu hale getirdik de yeni Timurların ordusunda karşımıza dikiliyorlar?
OSMANLI İTİBARININ NEDENİ NEYDİ?
Anadolu’daki Beylikler zaman zaman birbirleri ile sorunlar yaşamışlardı. Oysa Osmanlı Beyliği Türklerin cihat ve gaza ruhunu yaşatan bir yöntemle; sadece Bizans’a karşı İslam savunması yapan bir yol izliyor, bunda da başarılı oluyorlardı. Bu nedenle Osmanlılar’ın kısa zamanda Türkler ve Müslümanlar arasında itibarları yükselmişti.
Adeta bu uyarıdan derslerini almış Osmanlı bu olaydan 50 yıl sonra I. Mehmet eliyle nadolu Birliğini yeniden sağlamayı başarmıştı.
Redhack belgelerini de anımsayarak soralım: Acaba kimle birlikte hangi hedefe yürüyoruz bugün? Bu, cihat ruhunun ikliminde mi cereyan ediyor? 29 mayıs bize bunu soruyor!
RUMELİ’NİN BEKLENMEYEN SADAKATİ
Bu tarihte zor görülen toparlanışın sırrı neydi? Rumeli ahalisi, fethedilen Rumeli topraklarındaki azınlıklar, dağılmış Osmanlı’nın arkasında durmuştu! Arkadan vurmamıştı! Onlar, fırsat bu fırsat deyip Osmanlı’ya karşı kalkışmamışlardı!
Bu, Allah’ın bir lütfu idi. Beklenmeyen bir şeydi. Osmanlı, yeniden toparlanışını da Rumeli’deki gücüne dayayarak başarmıştı.
Rumeli’nin bu sadakatinin de bir tek sırrı vardı: Osmanlı, kendi dindaşlarından daha adil ve daha hoşgörülü bir düzen sunmuştu. Bu nedenle Osmanlı’ya sadık kaldılar. Ve Osmanlı’nın da kalbinde artık cumhuriyete aktarılacak köklü bir sevgi bağı kurmuş oldular. Rumeli’yi öz vatan bildikse temelinde bu unutulmaz destekleri yatar. Kardeşlerimiz bizi sırtımızdan vurduğunda onlar arkamızda durdular.
İşte bu sürpriz destek Osmanlı’nın yeniden doğuşuna vesile oldu.
Yeniden doğmak için büyük düşünmek, büyüklük göstermek, yüksek bir ruhla ve üstün fikirlerle yol almak elzemdir. İnsanlar daha iyi olana yönelirler. Daha özgür, daha müreffeh, daha adil olmak hayatidir…
İSTANBUL’UN FATİHİ OLMADAN FETHİN İŞÇİSİ OLDU
1451 yılı geldiğinde tahta çıkan genç sultan kendisini güçlü ve sağlam bir devletin başında hissediyordu.Hisarın projesi, yapılacak surların, burçların, kapıların yerlerini, aralık ve mesâfelerini, bizzat Sultan Mehmed Hanın tespit ettiği hususlar dikkate alınarak Mîmâr Muslihiddîn Ağa tarafından çizilmişti. 15 Nisan 1452 günü temel atılarak büyük hızla kalenin inşâsına başlandı. Bizzat Sultanın, vezirlerin, paşaların amele gibi çalıştığı inşâat, çok güzel bir plânlama ve sorumluluk dağıtımı ile devâm ediyordu. İş bölümü ve çalışanların vazîfeleri bizzat Sultan Mehmed Han tarafından tâyin ediliyordu.
Hedefimiz var mı? Varsa nedir? Bu hedefin işçisi olduk mu? Olduksa ne yapıyoruz? İdeali kaybolmuş insanların fethi olabilir mi?Bugün milletçe bir Fetih yolunda mıyız, yoksa savunma kolunda mıyız?
FETİH İDEALİ SOĞUTMALI SİSTEMİ İCAT ETTİRDİ
Şahî toplarını 50 manda 700 asker ancak çekebiliyordu. Bunları düşünen, çizen; döktürecek usta bulamayınca bizzat dökümde bulunan O’ydu.
O zamana kadar ateşli silahların atıştan sonra soğuması beklenirdi. Sultan Mehmet, sık atış yapabilmek için zeytinyağı döktürerek insanlık tarihinde ilk kez “yağla makine soğutmasını” da icat etmişti.
İstanbul sadece inanç ve kararlılığın değil, bilimsel ve teknolojik üstünlüğün de eseri olacaktı böylece.Bilimde geri olup öne çıkan bir toplum olmamıştır.
İnsanı, inancı olgunlaştırır, idealleri büyütür. Fatihler böyle yetişir…
HAVAN TOPUNU BULDURAN ESİRGEME DUYGUSU
Bir gün Cenevizlilerin bir temsilcisi padişahın huzuruna kabul edildi. Yer öptükten sonra bir şikayette bulundu.“Hünkarım Haliç’ teki Bizans donanmasına atılan top güllelerinden bazıları evlerimize düşüyor. Perişan olduk. Ne olur bunu engelleyiniz.” Dedi. Üzülen Padişah “çaresini buluruz” diye cevapladı. O zamana kadar yapılan toplar gülleyi düz atıyordu. Bu yüzden bazıları Cenevizlilerin evlerini yıkıyordu. Öyle bir top döktürmeliydi ki gülle havaya fırlamalı, bir zaman yükseldikten sonra kavislenerek hedefe düşmeliydi. Planları çizdi ve düşündüğü biçimde bir top döktürdü. Topun başına geçerek bizzat ateşledi. Bu atış düşman gemilerinden birini batırdı.
Böylece silah tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Havan Topu, Sultan Mehmet’teki masumlara zarar vermek istemeyen esirgeme duygusunun, insancıl duyarlılığın, ahlaki üstünlüğün eseriydi.
Masumlar ve mağdurlar için üzülmek dışında bir şeyler yapmak… Savaşın içinde dahi esirgeme duygusunu yaşatabilmek! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın düsturunu yaşamak… İşte Fatih’liği hak etmek ancak böyle olabilir.
ATINI DENİZE SÜRDÜREN HEYECAN
18 Nisan saldırısının ardından iki gün sonra; 20 Nisan’ daki deniz muharebesi de başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Bu durumu izleyen Sultan Mehmet, Türk donanmasının kendisinin bulunduğu tarafa doğru geldiğini görünce hiddetinden atını denize, donanmanın üstüne doğru sürmüş ve sahilin sığ olmasından dolayı deniz içlerine doğru epeyce ilerlemişti. Mağlubiyeti kabul edemiyordu.
Kendini kaybetmek. Hedefine inanan ve adanan insan; biraz da çılgınca cesur olacak. Biraz da kaybedecek kendisini davası uğrunda. İnanmak adanmak değil mi?
İNANCIN NEFERİ OLMADAN İDEALİN ZAFERİ OLMAZ
Ardarda 6 saldırı başarısız olmuştu. Askerde moral bozulmuş, dedikodular Sultanı rahatsız eder hale gelmişti. Macarlar anlaşmayı feshetmiş Osmanlıyı tehdit ediyordu. Papa yardım kuvveti toparlamış yola çıkartmıştı. Önden gelen Cenevizli yardımcı kuvvetler Osmanlı’yı aşarak Bizans’a ulaşmıştı. Rumlar ve Galata Cenevizlileri içeriden Bizansla işbirliği yapıyordu. O kadar dövülse de surlar hala yıkılamamıştı. Bütün surlar içi içe iki surdu. Sadece Hali,ç rtarafı tek surdan oluşuyordu. Haliç’e de giremiyordu gemiler.Durum içaçıcı değildi. Vezirlerinden Bizans’la anlaşma önerenler vardı. İşte burada liderliğini gösterdi: Sultan Mehmet, 72 parça gemiyi karadan çektirerek Haliç’e indirdi. Zaferin kazanıldığı gün; Bizans’ın o gemileri gördüğü gün yaşadığı çöküntüdür. Dağlardan gemileri koşturan o inanç neferi olmadan ideallerin zaferi olmaz!
Fethin medyunu olmadan Fatih ünvanı bulunmaz. Fetih donanımına sahip miyiz? Olmazlar bizi durduruyor mu? Yoksa azmimiz dağlardan kadırgalar aiırtacak durumda mı?
DEĞERLERLE YAŞAR MEDENİYETLER
“Ya İstanbul beni alır, ya ben istanbul’u” demişti. “Benim gücümün eriştiği yere sizin kralınızın hayalleri bile erişemez!” demişti. Dediklerini yaptı. Fakat Fethi kazanmak kadar taşımak da önemlidir. Zındandan çıkan bir bilge mahkum Fatih’e Bizans’ın düşeceğini söylediğiiçin hapsedildiğini söyleyince Fatih aynı soruyu sorar: “Sence İstanbul Türklerin elinden çıkacak mı?” Bizanslı şu cevabı verdi: “Hünkarım, elbette eğer bir gün siz de Bizans’ın durumuna düşerseniz ahlaksızlık ve adaletsizlik yaparsanız, rüşvet normal sayılmaya başlarsa yani sizi siz yapan manevi değerlerinize sırtınızı dönerseniz İstanbul sizin elinizden de öyle veya böyle mutlaka çıkacaktır!”
Şimdi İstanbul bu değerleri yaşıyor mu? Antalya, İzmir, Adana, Yozgat, Trabzon, Kayseri, Van, Diyarbakır, Antep?
Yeni bir fetih nesli için, yeni fetihler için, Bizans kalıntılarını bu ülkeden kazımak için elele, gönül gönüle bir kutlu sefere kanatlanmalıyız. Çünkü ancak Fatihler büyürse fetihler sürecektir. Fethi Ruhuna sindirmiş bir topluluktan, fetih toplumundan Fatihler çıkması olağanüstü bir olay değildir. Fatih fetih toplumunda müstesna bin insan değildir.
Milletçe ve ferden yeni fetihlere memur edilecek bir hayat yaşamak dileğiyle…
NAZIM HİKMET’TEN FETİH ŞİİRİ
Necip Fazıl’dan, Mehmet Akif’ten, Arif Nihat Asya’dan, Ahmet Mahir Pekşen’den, Bestami Yazgan’dan İstanbul ve Fetih şiirleri okuyarak ruhumuzu besledik. Bir de Nazım Hikmet’in Fetih Şiiri var. Onunla son vermek istiyorum bu 29 Mayıs yazımıza:
İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu;
Rum Konstantiniyye’si oldu Türk İstanbul’u!
Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi,
Türk’ün padişahı, bir gök yarılır gibi
Girdi, “Eğrikapı“dan kır atının üstünde
Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde!
O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın…
“Belde-i Tayyibe“yi fetheden padişahın
Hak yerine getirdi en büyük niyazını;
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını.
İşte o günden beri Türk’ün malı İstanbul,
Başkasının olursa yıkılmalı İstanbul.
Nâzım Hikmet
(Ümid, 13 Kanun-ı sani 1337/1921
*857; Miladi 1453, İstanbul’un fethi.
Bütün Şiirleri, 4.Baskı YKY, İstanbul, 2008, s.1969.)
Bir cevap yazın