HALEP ORDAYSA…
Osman ARSLAN
“Türkiye için Suriye bir bataklık mı? Biz orda ne arıyoruz? Ortadoğu’da neler oluyor? Bu işin sonu nereye varacak?”
Kafalar sorularla dolu biçimde kamuoyu olup bitenleri izliyor. Okuyucularımız da haklı olarak mesajla, arayarak ve sosyal medyadan Suriye operasyonlarını değerlendirmemizi istiyorlar.
Öncelikle geçmişte Suriye Savaşına ilişkin açıkladığımız görüşleri özetleyelim, sonra bugün olup bitenleri değerlendirip, gelecek için öngörümüzü ortaya koyalım.
SURİYE ‘BELA’MIZ DEĞİL ‘BALA’MIZDIR!
Suriye Sorununun çıktığı yıllarda Türk Dış İşleri’nin tam aksine “Esat Başka Bahara Kaldı, devrilmeyecek” ( http://www.https://https%3A%2F%2Fhttps:\/\/osmanarslan.org/esad-baska-bahara-kaldi/) diyorduk.
“Suriye, Türkiye’nin belası değil, ‘balası’dır. Suriye’nin kaderi Türkiye’nin kaderi olmayacaktır. Ama Türkiye Suriye’nin kaderini belirleyen olacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınırda görkemli duruşuna işte tam şimdi ihtiyaç vardır… Büyük Türkiye’ye ancak böyle gidilebilir. 11.06.2011”(http://www.https://https%3A%2F%2Fhttps:\/\/osmanarslan.org/buyuk-turkiyeye-yuruyeceksek-simdi-ne-yapmali/)
UMUTLUYUZ!
“Suriye’nin ulaşacağı nihai sonuçtan umutluyuz. Hem de çok… Belki de Sezai Karakoç haklı çıkacak: O, İslam Medeniyetinin birliği Dicle-Fırat Birliği kurulmadan sağlanamaz! Diyordu. Bu, Türkiye – Suriye – Irak birliğine denk düşüyor. Kim bilir? 10.08.2011” (http://www.https://https%3A%2F%2Fhttps:\/\/osmanarslan.org/suriye-onlenemez-sona-giderken-ne-yapmali/)
“ABD-AB gücünü öcü gösterip Rusya ve İran eliyle Suriye’de lehimize değişim tesis etmeliyiz.25.06.2012” (http://www.https://https%3A%2F%2Fhttps:\/\/osmanarslan.org/suriyede-cozum-var/)
“Türkiye’nin kaybedecek toprağı yoktur, kaybedilmiş toprakları vardır! 5.8.2012” (http://www.https://https%3A%2F%2Fhttps:\/\/osmanarslan.org/turkiyenin-kaybedecek-degil-kaybedilmis-topragi-vardir/)
GEÇ DE GELSE BİR AKIL VAR
Biz, binlerce yıllık kadim Türk Devleti’nin bir ‘üst akıl” taşıdığı fikrinde olanlardanız. Bu akıl krtik süreçleri yönetirken fark ediliyor. Yirminci yüzyılın başlarında Anadolu’da tükenen Müslüman nüfusu göçmen Türk nüfusla destekleyerek insan kaynağı oluşturmak tek doğru yoldu. İyice zayıflamış Anadolu Müslümanlarını sırtından hançerleyeceği kesinleşen Ermenileri tehcir ederek ‘İç savaş’ın tedbirini almak da verilecek kurtuluş savaşının hazırlığı olmalıydı.
Sonra bu el Osmanlı Mebusan Meclisi’ne ‘Misak-ı Milli’yi önce kabul ettirdi, sonra bu Meclisi Ankara’da oluşturduğu Birinci Meclis’in omurgası yaptı. Belirlediği sınırları da yeni Meclis’in hedefi yaptı. Balıkesir başta olmak üzere Anadolu’da kurulan diğer meclislerin de kendisini feshedip Ankara’ya iltihakını temin etti. Üstelik Osmanlı Devletinin Genel Kurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak’ı, Mustafa Kemal’e tabi olmaya ikna etti. Padişah’ın da bir gizli el olarak Milli Mücadele’ye hizmet etmesini sağladı. Sonra da selameti bunda görüp Padişahla yolları ayırdı. Anlaşılıyor ki biraz geç de gelse bir akıl var bizi yönlendiren.
VATAN ORADA: HALEP
İşte o Kurtuluş Savaşının ilk direniş örgütü, Halep’te, yani bugünkü Suriye’de Mayıs 1919’da oluşturuldu. Halep, kalbimiz, Anadolumuzdur!.. Kurtuluş savaşımızı başlatan ilk silah da İzmir’de Hasan Tahsin’le değil, Halep’in uzantısı Hatay Dörtyol’da 1918’in Aralık’ında ateşlendi. “Suriye bizim iç meselemizdir” deyişimiz ondandır. Üç milyon insan ana kucağına kaçar gibi Anadolu’ya koşuyorsa bundandır. Bizler bir canız, birlikte vatanız!
15 Temmuz’a giden yolda da o üst akıl işliyor olmalıydı ki, sanki hazırlık yapar gibi bir anda terörle mücadele başladı. 40 yıldır yayılan terör unsurları önce şehirlerden, sonra kasabalardan, sonra kırlardan, şimdi dağlardan temizlenmeye başlandı. Belli ki sıra siyasete, HDP’ye de geldi.
O akıl FETÖ ile devlette mücadele başlatmış, onu darbe dışında çaresiz bırakacak kadar sıkıştırmış, sonra da 15 Temmuz’da Türkiye’yi ayağa kaldırarak darbe girişimini bastırdı. Öyle ki her kesim “15 Temmuz Milli Mücadelesine” hizmet etti. O derecede ki yıllardır “Demokrasi küfür rejimidir” diyen Hocalara, “Bir gece demokrasi nöbeti tutan cennetlik olur” fetvasını verdirebildi(!). Elbette solcusu ve sağcısı, batısı ve doğusu bu milli harekete ve lideri Erdoğan’a saygı duydu.
15 TEMMUZ DEVRİMİ
Şimdi 15 Temmuz kıyamı ile yaşananlar aslında bir devrimdir. Milletin sokakta vücut bulan iradesi eliyle kendi ve yeni duyarlılıklarını toplumda egemen görmek, devleti de artık pasif değil etkin ve dinamik görmek istiyor. Yeni düzen geliyor. Yeni Anayasa bunun için geliyor. Bu, ayrı bir Makalenin gündemi olacak inşallah. Konumuz Suriye.
15 Temmuz Kurtuluş Savaşı sonrasında da Türkiye, Milli Mücadele’nin yarım bıraktığı yerden; Suriye’de kalan topraklarımızdan işe başladı; Ege adalarını dile getirmeye başladı.
Neden mi?
SEVR GELDİ LOZAN GİTTİ
15 Temmuz bir İncirlik (Batı) operasyonuydu. Türkiye’yi parçalama planıydı, yani Sevr’di. Dolayısıyla Lozan’daki sınırları değiştirme girişimiydi. 15 Temmuz, Lozan’ın zımnen ve fiilen darbe girişimini planlayan ve destekleyen ABD-AB ittifakının ta kendisidir. Görünür durum diplomasinin şeklen tanıdığı şeyse de fiili durum diplomasinin ruhudur. Haliyle Türkiye diplomasisinin Kurtuluş Savaşı şartlarını yeniden gündeme getirmesi, yeniden Misak- Milli diyerek kaybettiğimiz sınırlarımızı araması doğal olduğu gibi isabetlidir de. Bu sefer yarım kalanı tamamlayacak, 88 yıldır zulüm ve çile çeken Türk ve Kürt kardeşlerimizin coğrafyasını adalet ve hürriyete eriştireceğiz inşallah.
Bu aşamada, CHP’nin Lozan konusundaki çocuksu çıkışını tebessümle karşılamalıyız. Lozan tarih oldu. Geçmiş olsun. Lozan’ı yapan efsane ‘milli şef’in bıraktığı eksik yüzünden, Trakya’ya, Doğu Karadeniz’e hiç dokunmayalım; sadece Güneydoğu sınırımızda kaybolan milyonlarca can ve bir o kadar göçmenin trajedilerinin tekrar yaşanmaması için telafi yollarını aramak sağduyulu bir girişimdir.
HUZURUN SINIRI ARANIYOR
Suriye’de olup bitenlerin özeti bu: Türkiye barışın tesis edilebileceği doğal sınırlarını arıyor ve almak zorundadır da. Buna cesaret edenler, başaramasalar da kahramandırlar. Ama Allah’ın izniyle, inanıyoruz ki başaracaklar! Başaracağız.
15 Temmuz gecesi Türkiye ‘bendini çiğneyip aşan bir kükremiş sel’ olmuş ‘enginlere sığmayıp taşmaya’ başlamıştı. Ve o ‘sel’ yangınların üzerine akmaya başlamıştı. Türkiye sürpriz biçimde Suriye’ye girdi.
Eğer darbe başarılı olsaydı Türkiye’yi yakarken Suriye’yi keyiflerine göre bölecek, pek iyi becerdikleri katliamlarına zevkle devam edeceklerdi. Mevcut duruma bakınız, Türkiye’nin kontrol altına aldığı bin üçyüz kilometrekarede kan ve gözyaşı dinmedi mi? Bu huzur en son ne zaman yaşandı o topraklarda?
PYD KÜRT BENDİ YIKILDI
15 Temmuz darbe Girişimi akamete uğrayınca ‘dev’lerin keyfi kaçmıştı. Devler, yani ABD, Almanya(AB) ve Rusya. Planlarını yenilemek zorunda kaldılar. Çünkü karşılarında 90 yıldır boyundurukta iken bağımsızlığını ilan eden, savunmada iken taarruza geçen bir Türkiye vardı artık. Uyuyan devi uyandırmışlardı. Öldürmeyen darbe güçlendirmişti Türkiye’yi.
Türkiye, ilk iş olarak ABD’nin, PYD kuklasıyla önümüze “Kürt bendi çekme” planını bozdu. Eğitip donattığı Özgür Suriye Ordusu ile birlikte Cerablus – Çobanbey hattını tuttu. 3 ayda yapamazsınız dedikleri hattı bir haftada ele geçirdi. Bu, ihtimalsiz, zorunlu, tereddütsüz yapılması gereken hareketti. Bundan sonra ise Türkiye’nin önüne farklı sonuçları olacak yol seçenekleri çıkıyordu. Biraz düşünmesi lazımdı.
RAKKA PLANI
Aslında kritik nokta Rakka’ydı. Zira öyle bir konumdaydı ki Rakka, ondan sonrası başka bölge devletleriyle savaşmak anlamına geliyordu. Bölgenin barışı da savaşa düşmesi de Rakka’nın kimin elinde olduğuna bağlıydı. Yani asıl savaş Rakka’dan sonra başlayacaktı.
Rakka’ya Halep üzerinden de gidilebilirdi, Musul üzerinden de… Fakat iki yolun da ayrı sonuçları vardı.
Türkiye bu aşamada yavaşladı. Cerablus’u aldığı hızla yürümedi. Bekledi. Çünkü artık başka cambazların da olduğu bir sahadaydı. Kimin ayağına basacağı çok önemliydi. Kimin hangi hareketi yapacağına göre diğerleri tedbir alabilirdi. Türkiye için her halükarda El Bâb’ı almak lazımdı ve bu zor olmayacaktı. Fakat El Bâb’dan sonra Türkiye hangi istikamette ilerleyecekti? İşte Türkiye için temel soru buydu.
HALEP’TE RUSYA MUSUL’DA ABD
Türkiye El Bâb’tan sonra, Halep’e yürüse karşısına Ruslar çıkacaktı, Münbiç’e yürüse ABD çıkacaktı! Bu aşamada Türk Dışişleri bürokrasisi çok yönlü mekik diplomasisi gerçekleştirdi. Bir plan çıkarmaya çalışıyordu Türkiye. Cerablus Harekatı’nın diplomatik meyvelerini hemen aldı Türkiye: ABD de, Rusya da Türkiye’ye “birlikte hareket edelim” diyordu.
Paylaşılamayan partner olmuştu Türkiye. Ve öngördüğümüz müstakil çizgisini ortaya koydu: Kimseye partner olmadı, kimsenin de hasmı olmadı. Farklı senaryolar için her ülkeye ayrı iş birlikleri önerdi. Saha kadar masa da önemliydi.
Abdülhamit’in siyaset anlayışıyla yeniden sahnedeydi Türkiye. Türkiye için en mükemmel sonuç, bu satrancın bir noktasında ABD ile Rusya’yı karşı karşıya getirip aradan çekilivermek olacaktı.
İLK ABD ELİNİ AÇTI
Aslında her devlet benzer bir hesap içinde hareket ediyordu. Bu anlamda hareket yönünü önce belirleyen, elini açık edecek ve diğer ülkeler o hareketi tuzaklayacak olan plan için işbirliği yapacağından kaybedecekti. Bu nedenle Türk dış politikası susuyor, hamle bekliyordu.
Beklenen hamle ABD’den geldi. 43 ülke ile birlikte Musul’a gireceklerini açıkladı. “43 ülke” boş laftı, bir perdelemeydi. Gerçekte ABD bu yola İran’la çıkmıştı. İran’ın elindeki Bağdat yönetimi ve ABD Türkiye’yi bu oluşumda istemediğini açıkça dile getirdi.
“MUSUL’A KABUL ET, PYD’Yİ AL”
ABD elini açık edince Türkiye de hemen karşı planını yaptı. El Bab’a yürüyeceğini söylemişti zaten, ondan sonra da Münbiç’i hedef aldığını açıkladı.
El Bâb’ı alınca PYD’nin Münbiç’i Türk hilalinin içinde kalacak, PYD teröristleri sıkışacaktı. Ya şimdi kaçarak ABD’nin Musul ordusuna katılmalılardı, ya da Türkiye kuşatınca onları Musul’a geçirmeyecekti. Münbiç’i terk ederse PYD, bir sığınağı da kalmayacağından telef olacak bir örgüt halini alacaktı. ABD en önemli payandası olan PYD’ye ‘hayat imkanı’ bırakmayan bu hamle karşısında çaresiz düştü. Türkiye Münbiç’le de yetinmedi, punduna getirmiş PYD’yi hedefine koymanın zeminini bulmuşken Azez’i de temizleyeceğini açıklamıştı. Bu, ABD için daha da kötüsüydü.
NİNOVA SAVAŞÇILARI DEVREDE
Bunun anlamı şu idi. “Ey ABD, sen Musul’a bensiz giremezsin! PYD’yi burada tutarsam kiminle gideceksin?” Üstelik Barzani de Türkiye ile aktif işbirliği içinde olacağını gösteriyordu. ABD, Peşmergelerin de elinden kaçma ihtimalini görüyordu. Irak çöllerinde elsiz ayaksız kalacaktı.
ABD Türk hamlesi karşısında sıkışmıştı. Elindeki Peşmerge kozu da PYD kozu da düşebilirdi. Türkiye’yi operasyona kabul etmek durumunda kaldı. Türkiye de Musul operasyonuna Ninova Savaşçıları ve Başika Kampı ile katılacağını açıkladı. Önemli olan masada olmaktı, Musul’a girebilmekti.
KÜRT SEDDİ OLMAYINCA Şİİ SEDDİ PLANI
ABD neden Cerablus hamlemize karşı Musul Planını uygulamaya koymuştu? Musul’a girmek Türkiye için niçin bu kadar önem taşıyordu?
Şöyle özetleyebiliriz: ABD Ortadoğu’daki Türkiye ile Sünni Arap Dünyası arasına set çekme hedefinden uzaklaşıyordu. Çünkü Türkiye’nin Cerablus Harekatı ABD’nin Kürt bendini yıkmıştı. Bunu artık asla kuramayacağını anlayan ABD, B Planına geçmişti.
B Planı, yine Türkiye’nin altına, bu sefer daha Güney’den bir bant çekmekti. Birincisi olsaydı Şii destekli Kürt bandı olacaktı. Şimdi de 40 km. aşağıda bu sefer Kürt destekli Şii Bandı çekmeyi planlamıştı.
MİSAK-I MİLLİ KALACAK
Aslında bunun anlamı şu idi: Türkiye’nin güvenliğini korumak için doğal sınırlar aranırken Misak-ı Milli Sınırlarını Türkiye’ye bırakmak zorunda kalıyorlardı.
Türkiye bununla yetinecek miydi? ABD bu tavizi Türkiye’yi Rakka aşamasından sonra dışarıda kalmaya razı etmek için veriyordu zaten. Türkiye’nin o aşamada ne yapacağını da merak ediyordu. Türkiye Musul’dan sonrasında da “ben de varım” diyecek miydi?
Bu aşamada, İstanbul’daki enerji zirvesinde ABD’yi üzecek sürpriz bir gelişme oldu: Rusya ile Türkiye Savunma İşbirliği Anlaşması imzaladı. Üstelik o son gün tarihte örneği olmayan bir şekilde kendisini zorla ve ısrarla başvurarak Türkiye’ye kabul ettiren İsrail de bir günlüğüne Enerji Zirvesine katılmıştı.
ABD’YE KÖTÜ HABER
Bu, ABD için kötü haberdi. Türkiye, El-Bâb’ı aldıktan sonra Münbiç’i de düşürür, anlaştığı Rusya’nın kontrolündeki Halep’ten rahat bir şekilde geçer, Rakka’ya Ruslarla birlikte girebilirdi. Bu, ABD’nin Şii Koridoru kurma planına engel olabilirdi.
Türkiye’nin yeni hamlesini ABD okumaya başlamıştı: Türkiye, Suriye’deki terör unsurlarını; hem PYD’yi hem de DAEŞ’i Irak’a doğru kaçacak şekilde kovalayacaktı. Haşdi Şabi Şii milisleri de oradaydı zaten. Birbirine kanlı gözlerle bakan üç azılı terör örgütünü Irak çuvalına koyacaktı Türkiye. Yani ABD’nin Musul’da tasarladığı ve hazırladığı terör cehennemini alıp Bağdat’ın kucağına koyuyor, İran ve ABD’ye iade etmeyi tasarlıyordu!..
TÜRKİYE’NİN ZOR TERCİHİ
Aslında Türkiye eğer Rakka’yı düşürürse sonrasında ne yapacağını kendisi de düşünmeye devam ediyordu. Yeni bir yol ayrımı çıkacaktı önüne: Acaba DAEŞ’i kovalarken peşinden Irak’a da mı girelim, Yoksa Irak’a girince DAEŞ’i bırakıp Rakka’dan Barzani bölgesine hat bağlayıp, kendi istikrarımıza ve göçmen sorunlarına odaklanıp beklemeye mi geçelim?
Bu ikinci yol izlenirse Başika Kampı aracılığı ile Bağdat’ın kuzeyinden Barzani Bölgesi’nin Güney sınırına bir güvenlik şeridi çekip operasyonunu tamamlayacaktır Türkiye. Zaten Başika bugünler için kurulmuş bir kamptı.
ABD PLANI
Gelelim ABD stratejisine: ABD’nin istediği ‘Dünya’dan yalıtılmış, komşularıyla sorunlu, içeride huzursuz Türkiye” için olması gereken iki ana koşul vardı: Birincisi Türkiye Rusya ile müttefik olmamalı idi. İkincisi ise Musul Harekatında Türkiye’nin olmaması, Irak ve İran’la birlikte Musul’daki DAEŞ’çilari temizleyerek Suriye’ye atmak! Yani ÖSO, PYD, DAEŞ ve Haşdi Şabi’yi Suriye’de karşılaştırmak. Bunun anlamı, pimi çekilmiş terör yumağını Türkiye’nin kucağına bırakmaktı.
Fakat ABD’nin bu hamlesini gören Türkiye hem Rusya ile anlaşmış, hem de PYD kozuyla Musul’a kendisini kabul ettirmişti. ABD planı zora girmiş, Türkiye’nin eli bir lez daha üste çıkmıştı bu satrançta.
ABD’NİN TEK UMUDU
ABD için şimdi tek ihtimal kalmıştı. Eğer Türkiye Rakka’ya ulaşmadan, Musul’daki DAEŞ’i Rakka’ya kaçırtabilirse Türkiye belayı bulmuş olacaktı. Türkiye bu DAEŞ gücü ile uğraşırken Şii Milislerin Sünnilere, PYD Kürtlerinin Türkmenlere saldırıları artacak Türkiye yangının içine düşmüş olacaktı. Suriye, Türkiye’ye bataklık olacaktı.
Türkiye buna karşı PYD sorununu aşmak amacıyla Mümbiç’ten çekilmesi için bastırdı ve bunu kabul ettirdi. Bu, Rakka’ya odaklanma şansı verecekti Türkiye’ye.
Böylece Türkiye, kendi planını Rusya ile Halep-Rakka Harekatı biçiminde tasarlayarak azami kâr hesabı yaparken, ABD’nin İran’la yaptığı Musul-Rakka Operasyonuna da katılarak kendisi için olası zararı minimize etme amacını güdüyordu. Türkiye ya hep ya hiç demiyor, her halükarda bir kazanç peşinden koşuyordu.
BÖLGEDE TÜRKİYE OLGU, BATI ALGIDIR
Çünkü Türkiye bölgede güçlüydü. S. Arabistan, Körfez ülkeleri, Barzani, Ninova Savaşçıları ve Özgür Suriye Ordusu Türkiye’nin yanındaydı. İran’ın yanında Yemen, Bağdat ve Haşdi Şabi duruyordu. Rusya’nın elinde Suriye hükümeti bulunuyor. ABD’nin elinde ise sadece PKK-PYD kalmış durumda. O da dağılmış, ezilmiş, çöküşte bir PKK-PYD!..
ABD’yi tarihinde ilk kez operasyon gücü tükenmiş halde bırakan ülke Türkiye oluyordu. ABD efsanesini önce 15 Temmuz’da Ankara’ya, sonra da Mezopotamya çöllerine gömmüştü. Şimdi ABD emretse harekete geçecek bölgede tek devlet bile yok! Sadece bir terör örgütü var: PYD!
Çünkü Türkiye gerçektir, ABD ve Batı ise algıdır. Gerçek sahaya indiği için illüzyonların hepsi bozulacaktır. Musa’nın mucizesinin gerçek olup Firavun’un büyücülerinin sihrini yuttuğu gibi, olgu karşısında algı yok olacaktır! Ortadoğu’da Coğrafya yeniden planlanacak. Etki alanları güneye doğru kayacaktır. Bu, kaçınılmazdır.
ŞİMDİ KANDİLE BAYRAĞI DİKME ZAMANI!
İşte tam bu aşamada bizce PYD’nin lojistik ve insan kaynağı da olan, Türkiye’nin başının belası olmuş Kandil’e girmek ABD’nin sahadaki desteğini biraz daha kesecektir. Türk ordusu Kandil’i teröristlerden temizlemek için daha fazla gecikmemelidir. Kandil’e bayrağı dikmek zamanıdır. PKK’nın kalbine mazlumların duası olan o şanlı bayrağı asmak!
Bu, Hakkari’de yapılan temizliğin geldiği noktada da elzemdir. Eğer Kandil düşmezse, oradan yapılan beslemelerle, tüm bu emekler sadece birkaç yıl sonra yine boşa gitmiş olacaktır.
Artık Musul planına da dahil olmayı başaran Türkiye’yi ne Irak’tan, ne Suriye’den çıkarmalarına imkan kalmayacaktır.
Türkiye işte tam bu aşamada yeni bir tez ortaya attı. Tarihi masaya getirdi ve herkese duyurdu: Misak-ı Milli gerekçesiyle Irak’ta da olacağız, dedi. Türkiye Cumhurbaşkanı kesin bir dil kullanıyordu.
LOZAN’IN SAHİBİ KİM?
Türkiye’nin lehine ve ABD’nin de tezgahını bozan bu gelişmeler aslında Lozan’ı tanımamaktı. Lozan’ın bir sahibi var aslında: Londra. Ama İngiltere susuyor, hiç topa girmiyor. Adeta gelişmelerden memnun oluyormuş izlenimi veriyor. 15 Temmuz analizimizdeki Devletler Oyunu makalemizde ortaya koyduğumuz blokların oluşumu tezimizi bu gelişmelerin de doğruladığını bu aşamada söylemeliyiz.
Anlamadığımız şey şu: 1917 yılında ve Mondros Ateşkesi imzalandığında zaten İngilizlerin misak-ı Milli sınırları içinde askeri birliği bulunmamaktaydı. O zaman niçin çekildik?! Kut’ul Ammare Zaferi de zaten İngilizlere çizilmiş tarihi bir sınır belirlemiyor muydu? Öyleyse tek askeri kalmayan İngiltere’ye Lozan’da ne diye vatanımızı verdik? Toprağımızın gasp edilmesini niçin hazmettik? Anlamak mümkün değildir. Üstelik Londra susarken CHP’nin niye konuştuğunu sormadan edemeyeceğiz!
ŞEYTANIN ASIL OYUNU
Ortadoğu’da olup bitenleri tanımladıktan ve bugünün fotoğrafını çektikten sonra, şimdi de şeytanın asıl oyununu görelim.
ABD’nin oyunu şu: Bölgede kurmak istediği Şii Koridoru Akdeniz’e kadar ulaşarak Türkiye’nin önüne set çekecektir. Ama bununla yetinmeyecek. Yemen ile Suudi Arabistan arasındaki soruna doğrudan ve doğal olarak bu Şii bölgesi taraf olacak. Arabistan’a komşu olacak Şii hükümeti bir maskeden ibarettir, gerçekte İran’ın kendisi komşu olmuş olacak. Güneyden Yemen, Kuzeyden İran kontrolündeki Şii yönetimi, Arabistan’ı Şii kıskacına alacak. Arabistan’ın ise ABD desteğinde sürecek olan Şii saldırılarına direnme şansı yok. Böylece Mekke ve Medine, Şia’nın, yani İran’ın yönetimine geçecek.
MEKKE ŞİİLERİN OLURSA!
Siz söyleyin: Hicaz’ın Şiilerin eline geçmesi Sünni dünyayı, bu arada Türkiye’yi nasıl etkiler? İnfiale itmez mi? Ağır tahrikler gelir ve gerilim çatışmaya döner! Bütün bir İslam coğrafyası yaygın olan Şii ve Sünniler arasında mezhep temelli çatışmanın içine düşer. İşte, şeytanca plan bu!
Muhtemel bir Mezhep Savaşı’nda Türkiye’nin taraf olması, sadece Şii Farisiler ve Şii Araplarla değil Azerbaycan, İran ve Ortadoğu’daki Şii Türkmenler, Orta Asya Şii Türkleri ve Uzak Asya Şii Müslümanları ile Türkiye’yi sorunlu hale getirebilir. Batı’dan da uzaklaşan Türkiye, bir de sonu belirsiz ‘Tuzak savaşa’ çekilmiş olur. Böylece 15 Temmuz’da diz çöktüremediği Türkiye’yi bu süreçte zayıflatıp perişan bırakmak, ABD’nin ana hedefidir.
MEZHEP SAVAŞI CİNNETTİR
Elbette Türkiye, yöneticilerinin de söylediği gibi bunun farkında ve Mezhepler savaşına izin vermeyeceğini sürekli açıklıyor. Ancak, Allah şeytana fırsat vermesin ve o şartları yaşatmasın, zor günler olacaktır!
Şimdi dönelim, Rakka’dan sonra Türkiye’nin ne yapacağına.
İşte Türkiye, bu zor şartları getirecek olan mezhep savaşını engellemek için de sahada kalmak istiyor. Yarın kapısına dayanacak büyük felakete izin vermemek için Şii şeridinin tamamlanmasını engelleyebilmek için de terörün üç aletini (Haşdi Şabi, DAEŞ ve PYD) Şii şeridi yapılmak istenen bölgeye itmek, orada birbirlerini yemelerini sağlamak istiyor.
BİR AN GERİYE BAKALIM
Düşünsenize, 15 Temmuz püskürtülemese, meydan nasıl boş olacak Kürt şeridi, Şii şeridi nasıl alt alta sıralanacak ve Kedinin yumakla oynadığı gibi nasıl oynayacaklardı Müslümanlarla. Gariban, zavallı Müslümanların, mazlumların ahı gökleri delecekti şeytanların şerrinden. Hala Şii bandı gündemdedir ve bu son kozlarıdır. Bölgede dengelerin İran’ın üstünlüğü ile sonuçlanacağı bir oyun sahneleniyor.
Bu arada Arabistan ne yapıyor?
KUZEY’İN GÖK GÜRÜLTÜSÜ
Onlar da çare arıyorlar. Arabistan, Türkiye’nin de desteklediği, 34 devletle kurduğu İslam gücüyle bir hazırlık yapıyorlar o günlere. Bir tatbikat yaptılar, adını Kuzey’in Gök Gürültüsü koydular. Belli ki kuzeylerinde yaşanacak bu savaşa hazırlanıyorlar. Türkiye’den de medet umuyorlar. ABD’deki paralarını Türkiye’ye kaydırmaya başladılar. Prens’in Antalya’ya gelmesi ondan.
Bu birliğe İran’ın sert tepkiler vermesi de ayrıca manidardır. Haşdi Şabi ile İran Lübnan’ı da alıp Suudi Arabistan’a Yemen’le birlikte girme hesabındadır. ABD’nin desteklediği bu plan Türkiye ve Rusya’ya ters geliyor. Burada büyük savaş hazırlanıyor, belki yeni Dünya Savaşı!.. Hep söylediğimiz dünya baronlarının entrikaları durmak bilmiyor.
TÜRKİYE DENGİNİ İYİ BELİRLEMELİ
Türkiye, muhatap olarak ABD, Rusya ve Almanya’yı alarak kendisini büyük devletler klasmanına yerleştirmelidir. Mezhep savaşı anlamına gelecek bir çatışmaya asla izin vermemeli, engelleyemezse girmemelidir. Mezhebine bakmaksızın tüm Müslüman ve Türkleri sahiplenmeli, dini ve ırkına bakmadan tüm devlet ve insanlara eşit yaklaşan bir politikayı belirginleştirmelidir. Bunun sergilenmesi gereken önemli yer Musul olmalıdır. Türkiye, terör karşısındaki kararlı operasyonlarını yılmadan sürdürmelidir.
BEŞTEN BÜYÜK ALTINCI OLMAK
Çin’de ABD’ye yapılan ikinci sınıf muamelesini, bunun doğurduğu diplomatik krizi, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ise süper güç gibi muamele görmesini bir gösterge olarak almak durumundayız. Görmezden gelemeyiz. Cumhurbaşkanı’nın BM’deki “Dünya beşten büyüktür” çıkışı, bölge politikaları ile birlikte bizi, beş yıla kalmaz, beş devletin arasına altıncı yaparak dahil edecektir.
MİSAK-I MİLLİ’YE HİZMET ŞEREFTİR
Himaye yolu ile de olsa belirlenen yeni sınırlarımızın ilk ayağını Suriye’de şekillendireceğimiz yeniden “Misak-ı Milli” hayırlı olsun!
Bu onuru bu mağdur millete yaşatan tüm şehit ve gazilerimiz, devlet yetkililerimiz; Cumhurbaşkanı’ndan erine kadar şeref verdiler, şeref bulsunlar!1.11.2016
Bir cevap yazın