KURCU DEĞİL KURUCU DÜŞÜNMEK!

KURCU DEĞİL KURUCU DÜŞÜNMEK!

Dr. Osman ARSLAN

Finans odaklı bir kriz son yıllarda ülkenin ana gündemi haline geldi. Döviz tarihte görülmedik hızda dalgalanma yaşadı.[1] TL’nin değeri kar gibi erirken “isterse döviz yüz lira olsun!” diyenlerle “sadece döviz yükselse gam değil, hayat da pahalanıyor[2] diyenler karşı karşıyaydı. Bir gece, alınan tedbirlerin açıklanması sonrası dövizdeki şok düşme de tartışmaları dindirmedi. Enflasyonla mücadele için “faizi yükselt ki doların ateşi düşsün” diyenlerle “faizin kendisi ateş yükseltir” diyenler çatışıyor. Bu arada herkes döviz kuru, altın, borsa, faiz gibi finansal enstrümanları izliyor.

İki Görüş Karşı Karşıya

Bu noktada, gözlerimizi döviz/faiz-enflasyon ilişkisine çevirmek durumundayız. Faiz ve enflasyon arasında doğrudan bir ilişki olduğunda ihtilaf yoktur. Ancak bu ilişkinin yönü konusunda iki farklı görüş vardır. Klasik teori der ki, “faizi düşürürseniz kredi faizleri düşer, insanlar para harcamaya ve yatırıma yönelir, harcama demek yatırım ve taleplerde artış demektir, talebin artması da fiyatları yükseltir ve enflasyona neden olur.” Keynesçi bu teori özetle, “faizi yükseltin ki döviz düşsün, enflasyon da azalsın” der.[3] İrving Fisher’in görüşlerine dayanan ikinci grup ise “Faiz enflasyonun nedenidir. Faizi düşürürseniz enflasyon da düşer” görüşünü dile getirir[4] Bu görüşe göre, faizi ne kadar indirirseniz enflasyon da o kadar düşecektir.[5]

Bu ikinci grup, ekonomi kurallarının Keynesyen teoriye uygun işlediği yönündeki pek çok ülke tecrübesini “yanlış emsal” sayarlar. Bu yanılgının, 1971 sonrası altın endeksinden kopan ABD dolarının karşılıksız basılmaya başlanmasının ekonomilerde doğurduğu dönemsel anormalliği, bilimsel kuralmış gibi gösterenlerin maksatlı aldatması olduğunu söylerler. Nitekim, 2008 krizi ile, faize yaslanan Keynesyen yaklaşımın yanlışlığının, Fisherci düşük faiz yanlısı tezin ise doğruluğunun ortaya çıktığını ifade ederler.[6] Türkiye’nin son dönemde kararlı bir tutumla uyguladığı para politikası, bu Fisherci faiz karşıtı teze dayanmaktadır.

Merkez Bankası’nın Bağımsızlığı

Mesele faizin kontrolüne dayanınca, gözler ülkenin faiz politikalarını belirleyen Merkez Bankası’na dönmüştür. Ekonomistlerin çoğu diyor ki “Merkez Bankasını rahat bırakın, ekonomi biliminin gereğini yapsın!” Bu tartışma “Merkez Bankası bağımsız olsun” diyenlerle, “hükümete/başkana uyumlu olması bağımsızlığına halel getirmez” diyenleri karşı karşıya getirmektedir.

Bağımsızlık tartışması, Merkez Bankası Başkanının alınması sonrası alevlenmiştir. Bu değişimden sonra da Maliye Bakanları ve Merkez Bankası başkanları birkaç kez değişti. Bu değişimlere neden olan gerilimin faizin düşürülmesi talebinden kaynaklandığı bilinmektedir.[7] Sayın Cumhurbaşkanı, “Benim için nastır. Benden faizi düşürmekten başka bir şey beklemeyin.”[8] Şeklinde açıkladığı gibi faizi ne pahasına olursa olsun aşağıda tutma politikasını kararlılıkla sürdürmek istiyor. Bunu yapmanın yolu da kuşkusuz Merkez Bankası’nın bu tutuma uyumlu durmasını sağlamaktır. Bağımsız Merkez Bankasını “Siyasetin Truva Atı” olarak görenler[9] de vardır. Hükümet kanadı, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının milli çıkarlar için tehdit oluşturma anlamına gelemeyeceği ve milli iradeden kopuk hareket edemeyeceğini söylerken[10], çoğu ekonomist ve politikacılar ise aksine milli iradeyi ancak bağımsız olursa temsil edebileceğini açıklamaktadır.[11]

Önce Güven İklimi

Burada, Amerikan Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke’nin şu önemli sözünü hatırlamalıyız: “Para politikası yüzde 98 söz, yüzde 2 eylemdir.”[12] Gerçekten, ülkeyi yönetirken oluşturulması gereken en önemli faktör “güven iklimi”dir. Güven iklimi varsa piyasaların belirleyicisi olan Merkez Bankası’nın başkanı bir faiz oranı açıkladığında piyasalar buna uygun hareket eder. Yoksa fiyatlar kontrol edilemez. Daha piyasadaki arz talep ilişkisinin sonuçlarına bile bakmadan, güven iklimi yoksa fiyat istikrarı olmayacağı rahatlıkla söylenebilir. Merkez bankasına güveni etkileyen bir unsurun başkanlarının sıkça değişmesi olarak da tespit edilmiştir.[13] Yani Merkez bankası başkanı güven veriyorsa, fiyatları ayarlama ihtiyacı asgariye iner. Bir açıklamasıyla ekonomi rahatlıkla yörüngeye girebilir.[14] Dolayısı ile, “Önce güven” için gerekenin yapılması, sonra faiz ve döviz meselesinin konuşulması gerekir.

Güçlü Olmaya Mecburuz

Türkiye’de ekonominin milli ve güçlü olması, sadece halkımızın gündelik yaşamı için değil, Türkiye’nin girdiği yeni yolun da devam etmesi için elzemdir. Türkiye’nin fakirleşmesi ve ekonomik açıdan dışa bağımlı hale gelmesi, 1970’li yıllardan 2000’lere kadar el açanlar arasından kalkıp oturduğu ağaların sofrasından kovulması demektir.  Etliye sütlüye karışmayan Türkiye olmaktan çıkıp sınır ötesi harekata, bölge liderliğine, Türk ve İslam Birliği’ne, adım atan Türkiye olmanın bir gereği, elde ettiği gücü kaybetmemektir. Tam da Mezopotamya’da sınırların değişip yeni devlet oluşumlarının doğacağı bu dönemde Türkiye ekonomisinin zayıflayarak yeniden el açan ülke olması bütün bu bedellerin ve emeklerin boşa gitmesi demek olacaktır. IMF’ye eyvallahı olmayan, küresel krizden teğet kurtulabilen, Balkanlara, uzak Asya’ya, yabancı Türk ve akraba topluluklara, Afrika’ya dünyanın her yerindeki mazlumlara yardımlar yağdıran Türkiye bu sefer enflasyon tuzağında can çekişerek tüm bunlardan vaz geçmek zorunda kalabilir. Asıl büyük ve tarihi bedel de bizce budur.

Bu duruma düşmemek için ne yapmak gereklidir? Hangi finans politikası doğrudur, faizi yükseltip dövizi mi tutmalı, faizi tutup dövizi mi yükseltmeli?

Kendine Yetmiyorsan…

Diyebiliriz ki bir üçüncü yol yok mu? Elbette vardır. Bu da, kendine yetmeyen ekonomi olmaktan kurtulup ya ürettiğinin tükettiğini karşılayabilmesine, ya bir alanda ürettiklerinden elde ettiği kârın açıklarını kapatacak düzeyde olmasına, yahut sıcak para girişiyle açığın kapanmasına bağlıdır. Oysa Türkiye, kendi kağıdını bile üretemeyen bir ülkedir. Tarım, enerji, metal endüstrisi ve ilaç başta olmak üzere pek çok alanda kendisine yetemeyen Türkiye gibi ekonomilerin fiyat kontrolünü elde tutması, bilhassa kriz dönemlerinde çok zordur.

Covid ve Gri Liste

Fiyatları yükselten önemli bir nedenin Covid süreci olduğunu atlamamalıyız. Covid döneminde duran ekonomik faaliyetlerin açığını gidermek için devletlerin hepsi para bastı. Yükselen emisyon hacmi fiyatları da yukarı çekti. Bu küresel bir etkiydi ve kaçınılmazdı. Türkiye’deki son dönemde yaşanan dalgalanma, kuşkusuz sadece Covid 19 maliyetlerine bağlı bir durum da değildir.

Türkiye, uluslararası mali analiz kuruluşların raporlamalarına bağlı olarak 2021 yılında gri listeye alındı.[15] Bu, Türkiye’ye yatırım yapılmasına, Türkiye ile ticaret yapılmasına ve diğer yollarla fonlanmasına bir engeldi. Daha önce gri listeye alındığı 2001 yılında yaşananlara benzer bir develüasyon da 2021’de yaşandı. Böylece açığını giderecek girdilerini kaybeden Türkiye, rezervlerini de tüketince kur girdabına kapıldı.

Kur Atağını Durdurabilmek

Türkiye’nin yaşadığı olayın, sonradan inmesinden de anlaşılabileceği gibi bir “kur atağı” olduğu söylenebilir. Bu girdaptan, başka komplikasyonlara yol açabilecek olması tartışılsa da Türkiye, dövize yönelen Türk parasını koruyacak özendirici önlemlerin alınmasıyla çıkmış görünüyor. Elbette fiyat dalgalanması tamamen önlenemeyecektir. Önemli olan da zaten kontrollü ve öngörülebilir yükselişlerin olabilmesi, enflasyonist süreçlerin yönetilebilmesidir.

Geleceği Düşünerek karar Vermeliyiz

Biz bu millete gönül veren insanlarsak, ekonomik alanda da günlük sorunlara değil asırlık hesaplara bakarak karar vermek zorundayız. Gündelik düşünseydi Nebevi Mücadele olmazdı. Günü düşünseydi Fatih İstanbul’u düşlemezdi. Günü düşünseydi dedelerimiz Çanakkale’ye, Sakarya’ya, Afyon’a, İzmir’e gitmezdi, biz dahi var olamazdık. Bizim meselemiz, bütüncül, ilmi ve milli bir bakışla güçlü Türkiye’ye giden en emin ve kısa yolu bulmak meselesidir.   Bu, sabi çocuktan iş adamına kadar ülkenin istikbaldeki onur ve kudretini bina etme cehdidir. Akşam tencerede ne kaynayacağını düşünenlerle belki siyasi ihtilal yapabilirsiniz, ama bir medeniyet inkılabı peşindeyseniz o zaman büyük düşünmek ve ufuklara bakmak zorundasınız.

İki Yol da Aynı Sonuca Çıkıyor

Faiz ve döviz üzerinden yürütülecek politikaların sonuçlarını değerlendirerek bir tercih yaparken bu amacı unutmadan karar vermek uygun olabilir. Farklı iki politikanın hangi sonuçları doğuracağını öncelikle görelim:

Keynesyen yaklaşımı uygulayarak dövizi düşürmek için faizi yükseltirsiniz, dövizin yükselmesi durur ama faiz yükseldiği için maliyetler artar, artan maliyetler fiyatlara yansır, o da enflasyona neden olur. Sonuç olarak, mutfağa, çarşıya, fabrikaya zam yağar.

Fisherci yaklaşıma göre hareket ederek faizi yükseltmez aşağı çekerseniz, bu sefer döviz yükselir. Döviz yükselince dışa bağımlı ekonomi olduğumuz için girdi maliyetleri artar. Maliyetler artınca doğal olarak fiyatlara yansır, yine enflasyon ortaya çıkar, sonuçta mutfağa, çarşıya, fabrikaya yine zam yağar.

Özetle, kendine yetemeyen veya açığını kapatacak kaynak bulamayan ekonomiler ister faizi yükseltsin dövizi tutsun, ister faizi tutsun döviz yükselsin; her halükarda pahalılıkla karşılaşacaktır.

Ancak, bu iki politikanın kısa dönem sonuçları aynı olsa da uzun dönem sonuçları farklıdır. Bu iki yoldan hangisini seçmek gerektiği sorusunun cevabını da burada aramalıyız.

Hangisini Seçmeli

Nedir bu iki politika arasındaki önemli fark?

Faiz yükseltme politikasında amaç dövizi hedeflenen seviyede tutmaktır[16]. Döviz ise ABD/AB başta olmak üzere bir dış kaynaktır. Yani tüm çabanızı dış kaynağı kontrol etmeye, bu amaçla dış kaynağın sahipleriyle iyi geçinmeye harcarsınız. “Aman döviz yükselmesin” diye kredi ararsınız, kaynak ararsınız, fon bakarsınız, yatırımcı arar durursunuz. Ancak görürsünüz ki son tahlilde bu kaynaklar siyasilerin kontrolündedir. Biden’ın, Merkel’in masasına oturmadan dış kanyaklar size açılmaz. Onların da elbette sizden istekleri olur. Böylece adım adım dışa bağımlı ekonomi ve politikaya kapılırsınız![17] Türkiye 1933’ten bu yana gittikçe artan ölçüde bu politikaların çıkmazında kalmış bir ülkedir. Parasızlıktan Avrupa’nın en kıytırık ülkesine el açan -güya ekonomi dehası- Morrison Süleyman değil miydi? İthal ikamesi diye bir kepazeliği güya kalkınma modeli diye bize yutturan ekonomi kitaplarını yazanlara söylenecek sözler buraya yazılması kabil olmayan şeyler! Bu şerefli milleti Almanın hizmetçisi, İngilizin payandası, Amerika’nın paspası yapan acziyet içindeki politikaların temelinde işte bu “dövizi tutmak için faiz yükselten” “kurcu” politikalar vardı.

Ya diğer yolla, faizi düşük tutan politika ile ne olur? Döviz yükseleceğinden kuşkusuz yine enflasyon olacaktır. Ama kontrol edeceğiniz şey, yani faiz düzeyi Merkez bankası’ndan yönetilir, yani sizin elinizdedir. Faiz düşükken döviz yükselir ama ülkeye de gelmeye devam eder. Çünkü hem dövize göre daha ucuzsunuzdur artık hem de faizin düşük olduğu yerde reel ekonomi dönmeye devam edecektir. Dövizdeki artış ihracatı artıracak, üretimi tahrik edecektir. Bu yola girdiğinizde, fiyatlar yükselmekte ama dışa bağımlı politika olmamakta, yatırım ve büyüme devam etmektedir. İki yoldan ehven olanı seçecekseniz, akıl için yol bellidir: Faizden uzak durmak.

Eğer düşük faiz politikaları ile büyüme; yani yatırım, üretim ve ihracat gelişerek sürerse, Kendi silah sanayiini, kendi makinalarını, kendi otomobilini yapan, kendi katma değerli maden işleme merkezlerini kuran Türkiye zamanla kendine yetme aşamasına da erişebilir. Bu, kurucu politikadır.

Ekonomi bilimi içine yerleştirilerek oynanan siyaset illüzyonunu bozan bir hakikatin dili olabilmek, sadece günü ve öğünü değil istikbali ve istiklali düşünen, kurcu değil kurucu irade olabilmek önemlidir. İktidarda kimin olduğuyla değil istikametin ne yönde olduğuyla ilgilenerek bunu başarabiliriz.

Ancak!…

Ekonomi finanstan ibaret bir süreç değildir. Ekonominin, finans hareketini de etkileyen olumsuzluklarını bütünsel bir yaklaşımla iyileştirecek bir süreç yönetimine sokulması gereklidir. Tabiri caizse, hız alan bir aracın el freni çekik, lastiği havasız, balansında ayarsızlık, yakıtında kir varsa sağlıklı ilerleyemez; üstelik zemin de sağlıksızsa hız da başına bela olur. O nedenle ekonominin kamburları belirlenerek giderilmelidir.

Üretim Ama Fasonculuk Değil!

Bunlardan kuşkusuz ilk ve temel olanı yatırım ve istihdam sorununu çözmektir. Bu, ekonominin finans sektörünün esiri ve oyuncağı olmaktan çıkartılması demektir. Çin’de fiyatların yükselmesini fırsat bilip üretim çılgınlığını başlatmalıyız. Bu üreticiliğin, bir başka bağımlılık demek olan fasonculuk şeklinde ilerlemesinin önüne geçmek endüstrileşme bakımından temel önemdedir. Bu amaçla markalar geliştirme politikası elzemdir. Bu, mevzi hamlelere rağmen başarısız kaldığımız bir alandır.

Toptancı Değil Stratejik İlerleme

Mali yönetime ilişkin bir eleştiri de “politikalardaki toptancılık” üzerinden yapılabilir. Covid destekleri sektörel analizler üzerinden planlanması gerekirken “esnafımıza, sanayicimize” diye toptan yapıldı. İhracatı özendirici çalışmalar uluslararsı rekabet piyasasında avantajlı durumda olduğumuz ürünlere üreticiyi önceden yönlendirerek erken hammadde temini fırsarı verecek bir sektörel analiz ve planlama yerine “kabalama” uygulamalarla yapıldı. Rant çevrelerini ayıklayarak döviz dalgalanmasının durdurulacağı bir yöntem bulunamadı. Bütün bu toptancı destekler yerindelik imkanını kaldırmakta, bir tarafta ihtiyacı karşılarken diğer tarafta gereksiz bir fazlalık oluşturmaktadır.

Hukuk Güvenliği Olmadan Asla!…

Öte yandan hukuk devleti ilkesi sağlamlaştırılmalıdır. Bu, ekonomiye can verecektir. Hukuk güvenliği olmayan yerde yatırım ve üretim olmaz. Girişimcinin sermayesini güvende görmediği yerde büyüme sağlanamaz.

Komisyon Değil Misyon Adamlarını Bulmak

Ülke siyaset ve bürokrasisi misyon döneminden komisyon dönemine geçmiş görünümü vermektedir. Komisyonculuk, aç gözlü muhafazakarların rüşvet örtüsü halini almış şekilde kol gezmektedir. Aradaki bir aracının aldığı komisyondan pay alınca rüşvet almadığına kendini inandıran bir dindarlık, inancın arkasından dolanmaktadır.

Şişman İhale Kamburundan Kurtulmak

Bir başka kamburumuz şişman ihaleler sorunudur. Kamunun ihalelerine giren, işi alan ana firmalar kendisi hiçbir iş yapmadan alt taşeronlara bütün işi dağıtarak para kazanıyorlar. Bu, kamunun üzerinden gereksiz bir kar elde edilmesine neden olmaktadır. Bu işlerin alımındaki komisyon maliyetleri de eklenince kamu işleri gerçekte olması gerekenden yüzde 40 daha pahalıya gelebilmektedir. Bu da bir zulümdür, haksızlıktır, ortadan kaldırılmalıdır.

Gelir ve Vergi adaletsizliği Giderilmeli

Bir başka kamburumuz gelir dağılımındaki adaletsizliktir. “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul” denilen dönem yeniden gelmiş durumdadır. Sermayenin seçkinler arasında dolanan bir servet olmaktan çıkartılıp halka yayılması gereklidir. Bu durumun bir başka yüzü de vergi adaletsizliğidir. Zenginlerin vergi vermediği bir ekonomi utanç vericidir. Orta direğin, esnafın ve çalışanın sırtına binmiş bir vergi sistemi ekmek derdindeki kitlelere kan kusturmaktadır. Bu vergi adaletsizliği de giderilmelidir.

Özetle, parasını yatırıma çevirmeyen zengin, komisyonla iş yapan bürokrat, ihalelerde kambur biriktiren siyasetçi, ithalat ile ülkeyi çöplüğe çeviren tüccar, kolay para kazanma peşindeki tamahkar tosuncuklar ve Coinciler gibi maceracılar sırtımızdaki başlıca kamburlardır. Bunlarla mücadele zaman alabilir ama acil alınması gereken önlem kuşkusuz “en alttakileri” yaşayabilir kılmaktır.

Toprağa Dönüş Akımı Başlamalı

Her zaman ekonomilerin stratejik temeli tarımdır. Akıllı tarım dönemine adım atmamız ne kadar doğruysa tarlaya yeniden dönmemiz de o denli hayati önemdedir. Bundan 30 yıl önce köyde nüfusumuzun yüzde 55’i yaşarken, bugün köy nüfusu yüzde 15’in altına düşmüştür. Toprağından kopmuş bir millet ayakta kalamaz. Tarımı bir ödev, bir ibadet saymak gerektir. Tarım sektörünün bu içler acısı hali bir başka kamburumuzdur. Tarım, hatta toprak reformuna ihtiyaç vardır. Başlayan isabetli tarım politikaları ehil ve kararlı ellerde ilerlemelidir.

Hantal Devlet Değişmeli

Bir başka kamburumuz bürokratik hantallıktır. Bu, bürokraside liyakat ve ehliyet kriterlerinden kopulmuş olmasından, nepotizmin devleti sarmış olmasından kaynaklanmaktadır.

Denetimsiz Devlet Kurumları Kontrolsüz Güçtür

Sorunlu bir başka alan denetimdir. Denetim sadece demoklesin kılıcı gibi vatandaşın ensesinde dönerken kamu kurumları ya gerçekten denetlenmemekte ya da denetimlerin sonuçları uygulanmamaktadır.

Haris ve Tamahkar Ahlakı Yenmeliyiz

Türkiye elbette zor günler geçiriyor. Kiralarını dolar iki katına çıkmadan üç katına çıkaran ev sahiplerine ne demeliyiz? Müteahhitlerin ev fiyatlarını katlayarak yükseltişi ne demektir? Döviz yükselirken iştahla katmerli zam yapıp döviz inince elleri indirmeye gitmeyenlere göz mü yumacağız? Bu zor günlere böyle mi destek olacağız? Millet olmak bu mudur? Eğer bu ise, bir bedel elbette ödenecektir. Paralarını faiz yükselse ona kayacak olan para sahiplerinin döviz yükseliyor diye dövize saldırmasına ne demeli? Bu rantçılık, paradan para kazanmacılık nedir? Bu zor günleri böyle mi aşacağız? Bu ölçüsüzlüğe, haksızlığa karşı da mücadele yapılması şarttır. Bu, serbest piyasaya müdahale değil, piyasalarda istikrar ve denge sağlama siyasetidir.

Pekiyi bütün bunlar olacak mı? Türkiye başaracak mı?

Biz yirmi beş yıldır, Türkiye’nin elli yıl içinde her şeye rağmen dünyanın ilk beş ülkesinden birisi olacağını yazıyoruz. Bu, bizim alın yazımızdır. Türkiye 28 Şubat’ı aştı, ki bir ekonomik saldırıydı aynı zamanda. FETÖ tuzağını aştı, ki bir ekonomik esir alma operasyonuydu aynı zamanda. Türkiye sınır ötesine ayar vermeye başladı, ki doğrudan bir ekonomik güç meselesidir. Eğer bu yolda yürüyecekse, ki buna mecburdur, bu ekonomik sıkıntılar Türkiye için büyük sayılmaz.

Belirsizlikten Kurtulmak

Medyanın, halkın karşısına çıkıp bu iradenin beyanı bile gidişatı önemli ölçüde olumluya çevirecektir. Daha iyisi, bir program, gelecek öngörüsü ve hedefler açıklamaktır. Geleceğin belirsizlikten çıkartılması çok sorunu önleyebilir. Türkiye bir süredir bu yön verici uygulamadan uzak kalmıştır. Zor dönemi daha rahat aşmak için bunları yapmak gerekir, aksi takdirde zorlukları daha da zorlaştırarak yaşarız.

Eğer Türkiye son aldığı “faizsiz bankacılık” mantığından kaynak alan ve “örtülü faiz” diye eleştirilen kur yönetimi politikası ile başarılı olursa, ki potansiyeli değerlendirildiğinde başarılı olabilecek bir ülke varsa o da Türkiye’dir; her ne kadar uygulamanın bir dolarizasyon politikası olduğu söylense de uzun vadede dolardan uzaklaşılacağı için dünyayı dolar egemenliğinden kurtarabilecek bir çıkış yoluna da dönüşebileceği söylenebilir.

Bütüncül, bilimsel, adil, ahlaki ve milli bir ekonomik politika iradesi ile sebat gerek. Günü düşünen kurcu yaklaşımla değil geleceği düşünen kurucu hassasiyetle yeni bir ufku yakalamak mümkündür.

[1] Son dönemdeki döviz yükselişinin çeşitli nedenleri vardır. Bunlar, 1. Kredi derecelendirme kuruluşlarının ülke kredi notunu düşürmesi, 2. Türkiye’nin özellikle Suriye sınır bölgesinde sürekli bir savaş/istikrarsızlık tehdidi yaşaması, 3. ABD tahvil faizlerinin gelişmekte olan ülkeleri terk etmesinde hızlanma 4. Başta FED olmak üzere batılı Merkez Bankası başkanlarının şahin açıklamaları 5. Türkiye’nin orta vadeli büyüme tahminlerinin düşmesi, 6. TCMB’nin beklentilerin tersine para politikaları yürütmesi. (kaynak: https://bigpara.hurriyet.com.tr/haberler/foto-haber/iste-dolardaki-yukselisin-6-nedeni_ID1435176-7/) Bu faktörlerden Türkiye merkezli kontrol edilebilecek tek faktörün son maddeden ibaret olduğuna dikkat etmek gerekir.

[2] Fiyatların artmasıyla tüketicinin alım gücünün düşmesine pahalılık, bu fiyat artışının süreklilik arz etmesi durumuna enflasyon denir. AK Parti hükümeti döneminde 18 yılı bulan uzun aradan sonra Türkiye yeniden enflasyon tuzağına düşmüş görünmektedir.

[3] Modern para politikasında, Keynesçi bu para teorisine dayanan uygulama Taylor ilkesine göre yapılır. Taylor ilkesi, enflasyonun yüzde 1 yükselmesi durumunda merkez bankasının faiz oranını yüzde 1’den daha fazla yükseltmesi gerektiğini söyler.

[4] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-56743887

[5] Ülkemizin duayen ekonomistlerinden Sözcü gazetesi yazarı Ege Cansen sürpriz bir çıkışla hükümetin bu yaklaşımını desteklediğini açıklamıştır. (https://onedio.com/haber/is-dunyasi-ve-iktisatcilardan-yorumlar-erdogan-in-yeni-ekonomi-deneyi-tutar-mi-1022379 )

[6] Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ekonomi Başdanışmanı Cemil Ertem’in yazdığı makale için bkz. https://uzmanpara.milliyet.com.tr/haber-detay/yazarlar/enflasyon-faiz-uzerine-teorik-bir-giris/82622/

[7] Faizin yüksekliğine ilişkin gerilim, 2010 yıllarına dayanır. Bu tarihlerde faizin düşmesi gerektiğini savunan Sayın Başbakan’ın başdanışmanları Yiğit Bulut ile Cemil Ertem’e, buna karşı çıkan dönemin Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve TCMB Başkanı Erdem Başçı, hazırladıkları 130 sayfalık raporla sunum yapmışlar ve Sayın Başbakan, “tatlıya bağladık” diyerek sonucu duyurmuştu. 2019 yılında TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’nın görevden alınması sonrasında da “Laf dinlemiyordu. Faizi düşürmekte kararlıyız” sözleriyle görevden alma gerekçesi Sayın Cumhurbaşkanı tarafından belli edilmişti.( https://haberglobal.com.tr/ekonomi/merkez-bankasi-yonetimi-neden-bu-kadar-sik-degisiyor-138201

[8] https://www.yenisafak.com/gundem/cumhurbaskani-erdogandan-cok-net-faiz-ve-enflasyon-mesaji-faizi-savunanla-beraber-olmam-3711981

[9] https://avrupa.marmara.edu.tr/dosya/avrupa/mjes%20arsiv/vol%2022%202/05_Oktar.pdf

[10] https://www.dunya.com/kose-yazisi/bahceli-mb-bagimsizliginin-tartisilmaya-acilmasini-istedi-erken-secim-yok-dedi/640699

[11] https://www.mahfiegilmez.com/2019/07/merkez-bankas-bagmszlgn-evrimi.html?showComment=1563362704849

[12] https://yetkinreport.com/2021/04/09/enflasyon-merkez-bankasi-guvenilirligi-bagimsizlik/

[13] https://www.paramedya.com.tr/devami/42936/naci-agbal-i-tcmb-baskanligina-getiren-surec/

[14] https://yetkinreport.com/2021/04/09/enflasyon-merkez-bankasi-guvenilirligi-bagimsizlik/

[15] Kara ve Gri Liste, Mali Eylem Görev Gücü adlı 39 ülkenin üye olduğu uluslararası kuruluş tarafından hazırlanır.  Kara para aklama ve terörizmin finansmanı konusunda yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin yer aldığı “kara liste”de İran ve Kuzey Kore yer alırken Türkiye’nin 2021 yılında eklendiği yükümlülükleri eksik yerine getirilenlerin yer aldığı “Gri listede” Pakistan, Suriye, Arnavutluk, Myanmar, Yemen, Güney Sudan, Uganda, Senegal, Burkina Faso, Zimbabve, Nikaragua, Filipinler, Kamboçya, Haiti, Cayman Adaları ve Barbados bulunuyor. Türkiye, bundan önce de 2001 yılında gri listeye alınmış, 2004’te çıkartılmıştı. Gri Listeye girişin yaşandığı 2001 yılında günümüzde olduğu gibi yaşanan develüasyon da hafızalardadır. O develüasyon, kur düzeyinde geri getirilememiş, sonradan paradan altı sıfırın atılması yoluna gidilmişti. (https://www.bloomberght.com/mali-eylem-gorev-gucu-fatf-turkiyeyi-gri-listeye-ekledi-2290250)

 

[16] Döviz kuru hedeflemesi, enflasyonu düşürmek ve enflasyonist beklentileri kontrol altına almak amacıyla bir ülkenin ulusal parasının değerini, güçlü bir ülkenin parasına bağlayarak yürüttüğü parasal bir stratejidir. Bu stratejiyi uygulamaya çalışan ülkeler, güçlü ülke seçiminde çoğu kez, dış ticarette en büyük partnerleri konumunda olan ülkeyi tercih ederler.

[17] Bu gerçek ders kitaplarında bile açıklanır.  Döviz Kuru Hedeflemesinin Dezavantajları için bkz. https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/ders/para_teorisi_ve_politikasi/12/index.html

 

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 1.3Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.1Bin Görüntülenme Sayısı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 1186276

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?