Arslan Gazi Üniversiteli Bir Grup Gence Muhteşem Yüzyıl Filmini Değerlendirdi:
‘Bana Doğru Kanuni Romanı Gösterin’
Osmanlı’nın en güçlü dönemini sürdüren Kanuni Sultan Süleyman, kuşkusuz Fatih’le birlikte en çok tanınan tarihi şahsiyetlerimizdendir. O’na dokunan bize dokunur. Duyarlı olunması da hoştur.
Kanuni’nin film olarak hayatı ve mücadelesinin anlatılması kadar doğal bir şey yoktur. Bugün de Muhteşem Yüzyıl dizi filmi ile Show Tv ekranlarına gelişi tepkilerle beraber gündeme oturdu. Şikayetler yağıyor.
Doğrusu, her Kanuni filmi, romanı bugüne kadar Hürrem Sultan’ın gölgesi altında kalmıştır. Hürrem’den Kanuni’ye sıra gelememiştir. Bu sefer de benzeri bir durum karşısındayız. Kanuni büyüktür, şeytanı da büyük olmuştur. Zora talip olmuştur, zorun en zoru onu bulmuştur.
Aslında filmi, hazırlayanlar bir kurgu olduğunu belirtip tartışmalara son verseler iyi olacak. Fakat ana olayların doğru olduğu, fakat repliklerin, figüratif unsurların, hatta mekan ve sıfatlandırmalara kadar ayrıntıların yanlış ve tartışmalı olan yanlarının bulunduğu bir filmi insanların ‘Tarihimiz bu! Kanuni de bu!’ diyecekleri bir şekilde algılamaları doğaldır. Bu nedenle konu ‘sanata saygı mı, tarihe saygısızlık mı?’ ikilemi arasına düşüyor.
Öncelikle Osmanlı sarayının özellikle Harem’inin bir çürüme yaşadığı dönemler olmuştur. Fakat bu, Osmanlı kurumsal zafiyetine paralel olarak yaşanmış bir son dönem durumudur. Kanuni döneminde anlatılan tarzıyla harem yoktu. Son dönemi getirip Kanuni devrine monte etmek tarihe uygun değildir.
Ayrıca hırçın Hürrem hiç yoktu. Saman altından su yürüten entrikacı Hürrem vardı, ama filmdeki gibi diklikler yapan bir Hürrem saray’da bir gün geçiremezdi. Böyle bir şey mümkün değildi. Geçirildikleri eğitim ve altında bulundukları disiplin buna elvermezdi. Ayrıca Has Odabaşı harem’e bakmaz, Valide Sultan ilgilenirdi o dönemde. Daha Harem daireleri bile inşa edilmemişken Topkapı’da bugünkü Harem daireleri ele alınıyor… Üstelik harem emperyal bir kurumdur. ve Çin’den Alman imparatorluğuna, Rusya’ya kadar vardı o dönemde. Osmanlı haremlerin en temiz ve insancıl uygulayıcısı idi. Bu konu da ayrı bir makale olacak düzeydedir.
Ayrı bir rahatsızlık konumuz; Devşirme sistemi’nin ele alınışı… Öyle vahşi anlatılıyor ki bir Sırplı yapsa bunu yapardı, diyorsunuz. Devşirme sistemi, osmanlı da bir hukuk dairesinde yürüyen kurumsal bir çalışmaydı. Öyle zorla, vahşice ailelerden çocukları sökmeye dayalı bir barbarlık değildi. Ama, bu ve benzeri yanlışların neresini düzeltelim?
Olaylar 1520′de geçmektedir. Oysa Topkapı Sarayı’na haremin gelmesi 1540′tadır. Bu tarihten önce harem, Beyazıt’taki Eski Saray’daydı.
Kanuni’nin Rodos seferi için 200 parça kalyon hazırlandığı söyleniyor. Osmanlı’da ilk harp gemisi 1644′te yapılmıştı.
16. yüzyılda adına Avrupa denilen müstakil bir coğrafya yoktu. Bu kavram 18. yüzyıldan sonra aydınlanma döneminde ortaya çıktı.
Dizideki oryantal oyunlar ve müzik, Osmanlı eğlence anlayışı ve musikisini yansıtmıyor.
Dizide olduğu gibi, Osmanlı geleneğinde padişahın huzuruna baş açık çıkılmazdı.
Şunu da teslim ediyoruz: Önemli olan doğru kaynakları kullanmak, doğru senaryolara ulaşmaktır. Şu anda doğru Kanuni Romanı şudur; senaryoya esin kaynağı olabilir diyebilecek var mı?
Yok. Bir çok tarih kitabımız var ama roman olarak o tadda eserimiz yok. Yabancıların, onlarca kanuni Romanı var. İşte, film de o eserlerden yararlanmış. Bu nedenle oryantalist, batı gözüyle bakıyor Osmanlı’ya ve Kanuni’ye… Fairfax Downey’in eserinin etkisi büyüktür kanısındayım.
O’na Batı Muhteşem der. Biz Kanuni deriz. Bizim gözümüzle bakan bir filmin başlığı Kanuni olurdu zaten. O, döneminde kanunları yazılı hale getiren ve harfiyen uygulayan, adaleti, özgürlükçülüğü ve cihangirlik mefkuresini taşıyan çok yönlü, dolu dolu büyük bir padişahtı. At sırtında ölecek kadar ideal peşinde koştu. Batı’yı gücüyle ürküttü, adaletiyle hayran bıraktı.
Kanuni, Akdeniz bir Türk Gölü olacak! diyen bir Türk’tü. Şeyhülislam Ebussuud efendi’yi baş tacı yapıp ülkeye nizam verecek kadar da tam bir müslümandı. Farklılıklara özgürlük verebilen, sığınan mazlumları kabul eden bir evrensel duruşun, adaletin sahibiydi.
Muhibbi adıyla şiirler yazdı:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.
Saltanat dedikleri bir cihân kavgasıdır.
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi.
diyen cihangir de O’dur.
Sakın aldanma cihâna olmasun sende gurûr
Ne kadar devlet bulursan kendözüni eyle mûr
…
Sabr kıl kim sabr ile dirler koruk helvâ olur
Gitmesün hergiz dilünden zikrün olsun yâ sabûr
Diyen mütevazı da O’dur.
Erdemleriyle örnek bir insan, kararlılığı ile büyük bir hükümdar, başarılarıyla tarihe yön veren 46 yıl Osmanlı’nın liderliğini taşımış bir halife-padişah, bu denli basitleştirilmemelidir.
‘Tarihi kaynaklara dayanarak hazırlanan’ şeklindeki fragman bizi bu şekilde tartışmaya itiyor. Oysa tarihten esinlenerek yapılan bir kurgu deseler, herkes rahatlayacak. Günahları boyunlarına diyeceğiz, kalacak.
Yazık oluyor. Bu ülkede insanlar politik fikrini Kurtlar Vadisi’nden, espri anlayışını Recep İvedik’ten, aile anlayışını Yaprakdökümü’nden alıyor. Tarihi de bu şekilde öğrenmeleri doğaldır. Öyleyse tarihe dair daha sorumlu imzalar atılmalı.
En çok para harcanan tarihi film yapımı olması güzel, ama doğru harcansa bu paralar, daha iyi olur. Sorumluluğu tek başına film yapımcılarına atmadan söylüyoruz: Doğru tarihi lütfen yazalım. Tarihçiyim diye afra tafra yorum yapanlara sesleniyorum; bir zahmet yazın! Tarihi roman yazarları, yazın! O zaman doğru senaryolar çıkacak.
Sadece yapılan bir çalışmaya hakaretten ibaret değildir yapılması gereken. Doğru örneği de göstermektir.
Senaristler tarihçi değildir!
Fakat hitap ettiği milletin manevi değerleriyle oynama hakkı da olamaz.
Elbette yapabilir. Fakat toplumun hışmını da, tarihin hükmünü de, bunun bedelini de hazmetmek zorunda kalacaktır.
06.01.2011
Bir cevap yazın