Ne Sırıtıyorsun, Anlattığım Senin Hikayen!

KADERİNDEN UTANAN ADAM: CEMİL MERİÇ

 

Aydın ve yöneticilerimize,olanca ciddiyetiyle düşünceleri yeni ufuklar aralarken karşılaştığı umursamazlığa böyle tepki veriyordu Meriç: Ne sırıtıyorsun, anlattığım senin hikayen!

Cemil Meriç sorulara asalet O’nu anımsamanın tam zamanı.Anlamanın vaktidir O’nu.

Ne zaman ki ‘farklılıklar’ kaybolur, tekdüze ve muhalifsiz bir hayat kurulur toplumda, Meriç’i hatırlarım. Meriç olmak güzel, ya onu anlayabilecek idrakler? O’nu nereden çağıracağız?

katıyordu: “Kime yazacaksın bu mektubu? Elinde bir adres bile yok.” Adresini bulan kaç mektup var Meriç gibi?

‘Vuzuhtan şuura giden’ kaç yolcu kaldı aramızda?

Yeldeğirmenlerinin ezeli mağlubu olmaya adanmış kör aydınlarımız arasında kaç Meriç var, kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladı olmaya razı olup hakikatleri aykırı da düşse seslendirmeye devam edebilen!

Herkes akıntıya kapılmışken, bir kaya gibi suyu yaran ama sürüklenmeyen kaç Meriç adam var bugün!

Dil davasının iflah olmaz sevdalısıydı Meriç. “Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır!’ diyen idrak onundu!

‘Ruhumuzun mahzenlerine inmiş, bizden habersiz oynayan bir alay davetsiz misafiri’ gösteren düşünce dünyamızda bir münzevi yıldız gibiydi.

Kendisini ‘altınlarını cam karşılığında veren Kızılderili gibi’ gördüğü Türk milletini, büyük medeniyetini Batıya bir hayal uğruna ram edişinin isyanına vermiş bir ıstırap adamıydı.

 Kapıldığı ‘sirenlerin şarkısından’ dirilişin çağrısına yol alan bir toplum için huysuz kalemiyle diş gıcırdatıyordu.

Onu okurken asil bir utanç hissediyorsunuz.

Meriç ise bunu beğeniyor: Tarihi değiştirenler kaderinden utananlardır. “Hepiniz Utanın!”

‘Façetalı bir elmas gibi’ çok yönlü bir aydındı o. Ulema-Aydın tipinin bir prototipi olarak, izleyenleri olmasa da etkilenenleri çok bir ‘aydın-düşünür’dü.

Sürekli intihara yakın bir bunalımla hissedişler yaşayan ‘mütehassis’(duyarlı) ve ‘mütecessis’(gerçek arayıcısı) bir idrakle yaşamak zor olsa gerekti!

‘Düşünce namusu’ adının ayrılmaz parçası gibiydi.

Sosyoloji, onun ellerinde Türk toplumuna tepeden bakış değil, analizlerle topluma yol gösterme sanatına dönüştü.

O’nu anlamadılar. Maalesef anlaşılmadan gitti. Halen de anlayabilen çok az…

Yunan Tanrılarından bahsetmesi ve onlarla sitemleşip kavga etmesi, insanların onun inancını Müslümanca bulmadıklarını söylemelerine neden oldu. ‘Ham’ dediler. Oysa Meriç isyanlarını ve işvelerini filozofça hayatı sorgulayan bir soyutlamanın muhatabı yaparak mitolojik kahramanlarla yaptı. Nemezis’le cilveleşmesi ondandı. Ne zaman ki konu İslam diliyle ‘Allah’tır; Onu olanca ciddiyetiyle ‘mü’min’ buluruz. Hoş, onun için imanı bile idrakindeydi, denir. O, kendisini şöyle tanımlardı: Ben hiçbir hizibe mensup değilim, sadece hakikate mensubum.

Onda iki şey çok önemliydi: Dil ve hafıza! Bu ikisi bir milletin parmak izidir. O, bir kütüphane gibi, ansiklopedik kaynak gibiydi. Kafasında taşıdığı bu külliyat, inanılması zor harika meyveler verirdi. Hind, Rus, Fransız, İngiliz, Fars ve Türk edebiyatı ve düşüncesini emzirdiği idrakti bu.

 Fildişi kulesine körlüğü nedeniyle hapsolmuştu. Fakat toplumunun kaygılarını terk etmedi.

Batan bir gemi diyordu ülkesine. ‘Batan bir geminin ister serenine tırman ister küpeştesine yan gel! Fark etmez!’

Bir şeyi anlayamadı: Devletten binbir hesapla vergi kaçıran, sonra da gözünü kırpmadan vatan için canını veren adamı! Yani ortalama Türk insanını!

Bir de fanatizmi gidermeyi çok istedi bu toplumdan. Doğunun mahpusluğunu da, Batının yeniçeriliğini de anlamadı. İdeolojilere ‘idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri’ diyordu.

Dil bile bilmeden dünyayı yönetme iddialarını da bu ülkeden kovmak istedi.

‘Tarihi yapan büyük adamlardır’ ve Büyük Adam’larımız tarih sahnesine girmeden ‘bu ülke’ bir yere gitmez’!

Büyük adam kim? Rahatsız eden kişi! Rahatınızı bozan adam! Üstelik sizden bir şey istemeyecek kadar da aptal!

Bu ülke Büyük Adamlarını arıyor! Bulunca kurtulacak Meriç’e göre!

Kelimenin önemsiz olduğu, hamlenin önemli olduğu bir uygarlığı nasıl duygudan alıp kelimeye, yani düşünceye odaklı hale getireceğiz? Kaygısı buydu.

O gözünü kitaplara kurban verdi. O nedenle kitapları ondan dinlemek lazım. Nasıl bir aşktır kitapla yaşanan?

Kitapları kadınlara benzetti hep. Cilveli, cazibeli ve kendini teslim etmeyen. Okudukça daha bir derinlik bulduğunuz…

Sosyalizmi de ondan öğrendik aslında. Sosyalizmi komünizmden ayırdederek sevdiren odur aslında aydınımıza.

O, kendisini ‘Son Osmanlı’ olarak görüyordu. Hiçbir kalıba sığmayacak kadar geniş bir kavrayış taşıyordu. 

Tasavvufun verdiği âşıkâne hâlden, islam’ın cihâd ruhuna Türklerin verdiği askeri disiplin ve gözükaralık ve Osmanlı sanatının medeniyetini donatışı karşısında büyülendiği her hâlinden bellidir satırlarında.

Meriç, takipçisi olamayacak kadar özgün ve kendine mahsustu.

Fakat etkisi yıllar geçtikçe daha da artıyor.

Rahmetle anıyor, milletimizi ‘Kültür’den İrfana’ yürüten kitaplarının zamanla gençleşeceğine dair öngörüsünü tarihin doğruladığına tanıklığımızla yeniden teşekkür ediyoruz. 

Meriç’ten ‘farklı ve derin düşünme yeteneği’ni ve ciddiyetini almayı, yaşatmayı istiyoruz.  

Buna ihtiyacımız, her zamankinden fazla.

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 2.1Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.7Bin Görüntülenme Sayısı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 300

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?