NEYİ YORUMLAYACAKSIN?
Osman ARSLAN
Bir süredir sürekli dostlarımızdan gelişen olaylara ilişkin yazma, yorumlama çağrısı geliyor. Elbette bu ilgiye, çağrıya müteşekkirim. Ancak, neyi yorumlayacağız? Yoruma gerek olması için doğru ile yanlışın ayırt edilemeyeceği bir zemin olması gerekir.
Bugün hiç de yoruma açık olaylar yaşamıyoruz. Artık doğru da bellidir, yanlış da. Mugalatanın zamanı geçmiştir, zamanında konuşulmamış ise fikir serdetmek için de artık gecikilmiştir. Gün safların tereddütsüz ve net şekilde belirlenmesi zamanıdır.
Ama’sız, ancak’sız, lakin’siz!
SAVAŞTA SAFIMIZI MI SORACAĞIZ?
Terörün neresini, ne diye tartışacaksınız? Terör karşısında hukukun, terörist karşısında güvenlik güçlerinin, eşkıyalık karşısında adaletin, ırkçılık karşısında kardeşliğin yanında olmak dışında yol seçenlerle ne işimiz, konuşulacak neyimiz olabilir? Çünkü bizim için; bizim vatanımızın ve kardeşliğimizin bekası için; barış ve özgürlük içinde yaşamamızı çok gören işgalci ve fitneci devletlerin maşaları, aldatılmış can parçalarımız karşısında Allah ve millet yolunda fedayı can edenlere ikircikli yaklaşılması bile insanlık onurunu çiğnemek olacaktır. Hakkarili şehit üsteğmen Abdulselam Özatak’ın, Vanlı şehit Er Abdulhalit Aras’ın, Diyarbakırlı Şehit Er Mehmet Tangören’in, Adanalı şehit Çavuş Ufuk Fesli’nin, Yozgatlı şehit Çavuş Mehmet Koçak’ın Ordulu şehit Er Onur Karakuş’un, Maraşlı şehit Er Ökkeş Korkmaz’ın, Edirneli şehit Er Akın Buluş’un, İzmirli şehit Er Sinan Uçan’ın ve daha nice kahraman millet evladının şanlı ve taze hatıralarının hiç olmazsa haysiyetli bir sükutla saygı görmeye hakları vardır!
KÜRTLERE MİNNETLE SELAM
Evet, bunca acılarına, 40 yıldır damarlarına zorla verilmek istenen ihanet şırıngasına rağmen, dünya baronlarının efsunlarına rağmen aklını ve şuurunu kaybetmemiş; kahpe terör örgütünün alçakça desiselerine kapılıp kardeş kavgasına düşmemiş, can paremiz olduklarını, bir bedenin uzuvları gibi olduğumuzu emsalsiz bir vakarla gösterdikleri için Kürt kardeşlerimizin ferasetini, basiretini, salabetini şehitlerimizin aziz ruhlarıyla beraber, minnetlerimizle selamlıyoruz. Allah’a, bize böyle temiz kardeşler bahşettiği için hamt ediyoruz.
ALLAH’A ŞÜKÜR BÖYLE BİR MİLLET DE VAR!
Evet, on değil, yüz değil, onbinlerce evladını “Kürtçülük” adı altında cahilliğin ve ilkelliğin, “Kürdistan” adı altında adi ve pespaye bir emperyalist kolonyalizmin şeytani ruhuna cesetlik yapan PKK terör örgütüne kurban verdiği halde, her yanında ve yöresinde Kürtlerle iç içe yaşarken Kürtleri hedef almayı aklından bile geçirmeyerek, şeytani emelleri için el ovuşturanları boş çeviren, büyük millet olmanın, kardeş olmanın timsali hakperestliğini gösteren Türk halkının takdire şayan hamiyetperverliğini hürmetle selamlıyoruz! Allah’ın hukukunu milli egosuna kurban vermeyecek kadar istikamet sahibi böyle büyük bir milleti yeryüzünde var ettiği için Allah’a şükrediyoruz!
HİÇ ATEŞE SU DÖKENLE ODUN TAŞIYAN BİR OLUR MU?
Hal bu iken; Kürdüyle, Türküyle bu millet ateşler içinden geçerken; ateşe su dökenle odun atan elbette ayrılacaktır.
Sırf AİHM’ne yapılan başvuruyu görüşecek yargıçları etki altına almak için zaman ayarlı yapılmış Akademisyenler Bildirisinin “devletin katliam yaptığı” yaklaşımının neresini yorumlayacaksınız? Onlara denecek söz belli: “Çok bilmişsiniz” ya, AİHM tedbir taleplerini reddetti, ihlal bile görmedi ise orada ‘katliam olduğunu’ görecek kadar bozuk beyinlerinizle mi üniversite kürsülerinde genç dimağlara konuşuyorsunuz! Elbette niyetinden hedefine kadar Osmanlı son devrinden hortlamış gibi çıkan “müstemlekeci çeyrek aydınlar”ın katılmadığımız görüşlerini açıklama hürriyetlerine diyeceğimiz yoktur! Onların da tepki verenlerin hürriyetine sözü olamaz!
Bunlar güneş kadar açık gerçeklerken, yoruma ihtiyaç var mı?
KÜRTLER DE ÖZGÜR OLMAYI HAK EDİYOR!
“Kürtler özgürleşmeden ne barış ne seçim!” dediğimizi hatırlar dostlarımız. Kürtlerin terör örgütünün kentlerde kurduğu silahlı baskı yoluyla elde ettiği siyasi desteğin meşru olmadığını ve bu haram oylarla seçimin iradenin çarpıtılması demek olduğunu, bu baskıyı kaldırmanın devletin ödevi olduğunu yazdığımızı bilir dostlarımız. Yüzde 98 oranıyla bir partinin tercih edildiği seçim bölgesinde demokratik özgürlüğün olmadığını her akıl sahibi kabul ederdi çünkü. Sonra, “Vakit Tamam” dediğimizi; ya şimdi askeri müdahale, ya da Türkiye’yi de kurtaramayacağımız bir felaket geliyor! Diye yazdığımızı hatırlar okurlarımız. Çözüm sürecinin ve barış görüşmelerinin milletimizi rencide edecek ölçüde devletimizin örselendiği tablolar yaşanarak gerçekleşmesi karşısında üzüntülerimize rağmen; “Bunlara sabretmek gerekiyor, Kürtler asli unsur ve Türkiye Cumhuriyetinin sahibi olduklarını hissetmeliler, yoksa bu davayı kazanamayız” dediğimizi, bunun için “kan kusup kızılcık şerbeti içtik” demek lazım geldiğini belirttiğimiz hatırlanmaktadır.
MÜŞFİK DEVLET ŞANLI ORDU
İşte bir şükrümüz de onadır ki, devletimiz önce müşfik ve kerim olduğunu göstererek Kürt halkının gönlünü aldı, bazı saygısızlıkları görmezden gelerek halkı kazandıktan sonra, kendilerine verilen fırsat sürecini barış şöleni içinde yürütmek yerine silah stoklamak amacıyla kullanan terör örgütü ile siyasi ve sivil görünümlü şeriklerine karşı başladığı mücadelede halkın terör örgütünden ayrışmasını sağladı. Üstelik mücadelesini mümkün olabilecek ve Dünyada görülmemiş bir insani duyarlılıkla yaptı. Bu duyarlılık Silopi’de yüzlerce teröristin kaçmasına neden olsa da böyle yaptı! Artık askerinin maneviyatıyla uğraşan değil, önüne geçip namaz kıldıran subayları var! Allah’ın rızası için, kul incitmeme duyarlılığı ile hedefine ilerleyen askerler yeniden tarih sahnesinde. “Ey şanlı ordu” dediğimiz işte bu orduydu.
Bu bir tesadüf değildi: Daha, genelde ‘mütereddit’ karşılanan “Açılım Politikaları” uygulanmadan evvel Uluslararası terörizm ve Sınır Aşan Suçlar Merkezi; “kısa vadede terörü artırıyor olsa da demokratik reformlar ya silahlı mücadelenin bırakılmasını, ya da halkı kazanarak terörle mücadeleyi uzun vadede kazanmanın şartlarını hazırlayacaktır” tespitini, İRA, ETA örneklerini inceleyerek yol haritası önerisi olarak raporlaştırmıştı. Bu planı, aksamalarına rağmen sürdürebilen bir devlet politikasının olması ise ihtişamlı bir Türkiye müjdecisidir.
GELECEĞİ KONUŞMAK!
Fakat başta belirttiğimiz gibi bugün konuşmamız gerekenler bizce bu yapay ve olup bitmiş gündemler değildir bizce.
Yapay diyorum; çünkü süt liman giderken ülke, bir günde beş yerde birden üç ayrı örgütün eşgüdümlü harekete geçmesi ve sonrasında ardı arkası kesilmeyen olayların sürmesi doğal bir gelişme olarak görülemez. Türkiye’nin üzerine bir anda abananların neyin peşinde olduğuna bakmak lazımdır. Şu anda fitil ateşlenmiş, savaş başlamıştır. Yerimiz de bellidir. Sokağa çıkma yasakları olan bölgeler veya terörün sıçramaya çalıştığı büyükşehirlerde güvenlik güçlerinin yapacakları ve onlara duamız dışında bizim yapacak fazla bir işimiz yoktur.
Biz asıl başka soruların peşinde koşturmalıyız. Gerçekten, eğriyle doğrunun karıştığı sularda, perdelemelerin olduğu sahnelere ilişkin konuşmalıyız.
Taş başa düştükten sonra taşın baş yardığını söyleyenlere aydın demiyorlar; kendisine aptal anlatıcısına sunucu diyorlar.
Bizim yazılarımızdaki kaygımız bugün değil, geleceğimiz olmalı.
Yarınlar çok şeylere gebe.5.2.2016
Bir cevap yazın