OTUZ SÖZ-2
Dr. Osman ARSLAN
- Yanma
Ramazan sözcüğü “ramaz” kökünden gelir. Güneşin, kendi sıcaklığının şiddetinden gayet kızmasına ‘ramaz’ denir. O derecede kızgınlaşan yere ise ‘ramda’ adı verilir. İşte Ramazan, ‘ramda’ mastarından türetilmiştir. Arapça’da ‘Ramadan’ biçiminde teleffuzu olduğu da bilinir. Ramazan “kendi koruyla yanan”, “aşırı ısınan, içten yanan” demektir. Demek ki Ramazan ‘içten içe yanma, pişme ayı’dır. Böylesi yanma, bir aşk makamı olsa gerektir. Hak aşıklarının kavrulduğu ateştir yakan. Yunus’un “Ben yanarım dünü günü/Bana seni gerek seni” dediği aşktır, Hacı Bayram’ın “Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm/ Yanmada derman buldu bu gönlüm” dediği manevi olgunlaşma çilesidir. Bahtiyar Vahapzade’nin “Kalbin gözü yanmadan görünmez göze Allah” dediği makamdır Ramazan makamı. Şehr-i Ramazan, maneviyat gözünü açıp, yanarak pişme, olgunlaşma vaktidir. Elmalılı Hamdi Yazır, bu aya Ramazan(yanma) denmesinin hikmetinden hareketle, “Bu ay günahları yaktığı için adı Ramazan’dır” diye bir yorum da ekler. Ramazan öyle bir yangındır ki; hârı, şeytanı ve şeytanın içimizdeki yoldaşı nefsi yakmalıdır. Oruç hararetinden günahları yakar ve yok eder. Ramazan ayının ateşinden alev alıp yanarak çıkmaya bakmalıyız. Ramazan’da yanmadıysak, yandık!
- Yağmur
Ramazan kelimesinin bir anlamı daha vardır: ‘Yağmur.’ Ancak ‘Ramdu’da(yaz sıcağında) yağan yağmur değildir bu. “Güz yağmurları” anlamındadır. Güz mevsimlerinin başlangıcında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen bu yağmura “Ramadiyu” denirdi eski Araplar arasında. Şiirlerin romantik ‘sonbahar yağmurlarından’ söz ediyoruz. Tozları yere indirip göğü berraklaştıran, solgun yaprakları dallarından düşürerek alıp götüren yağmur! Tıpkı ruhlarımızı arındırıp kalplerimizi temizlediği gibi Ramazan’ın. Sonbahar yapraklarını dallarından indirip, kuru yaprakları gövdeye yük etmekten kurtaran sonbahar yağmurları, Ramazan’ın kirleri, günahları temizleyip giderişini ne de güzel andırıyor değil mi? Elmalılı da tam bu fikirdedir: “Bu yağmur yeryüzünü yıkadığı gibi Şehr-i Ramazan da ehl-i imanı günahlardan yıkayıp kalplerini temizlediği için adı Ramazan olmuştur.” Ne mutlu Ramazan Ayı’nda Ramdu yakıcılığına kendini verip, yaktığı kötülüklerinin ve nefsinin küllerini Ramadiyu yağmurlarında üzerinden akıtarak temizleyip Bayram’a arınmış halde çıkabilenlere!.. Bir yılın nefsimizde kabarıp tozan kirlerini, tozlarını, ruhumuzun paslarını Ramadiyu (Güzün ilk yağmurları) gibi yıkamaya gel Ramazan!.. Bu yağmurlarda arınmayan gönüllere aşk olsun! Kaçar mı böyle yağmur, gelin ıslanalım.
- İncelme
Ramazan kelimesinin türetildiği ‘ramda’ mastarının taşıdığı bir başka anlamı da, “kılıcı veya ok demirini inceltip keskinleştirmek için iki yalçın taş arasına koyup dövmek” demektir. Bildiğimiz, ‘örste dövmek’ anlamına gelir. Ramazan’ın, insanın nefsini ezerek incelten, terbiye eden, pişirerek olgunlaştıran ve bunu da kendi iradesine dayanan yüksek bir mevkide, özel bir yöntemle yapan işlevine ne kadar uygun bir anlamı daha çıktı karşımıza! Arzu ve tutkularımızın çekimiyle elimizin altındaki nimet ve imkanların arasında kabarıp şişen nefsi tatlı bir üslupla döverek incelten ve pişirerek makamını yükselten bir terbiye ayı! Bir nefis terbiyecisi Ramazan. Ramazan’a ham girdiysek terbiye edilen nefsimizle olgunlaşarak çıkmak, bir ‘Ramazan Mektebi’ mezunu olabilmek ne bahtiyarlık olur! ‘Ramda’ örsünde dövülerek düzgünleşen, keskinleşen ve incelen gönüllerle ayrılalım Ramazan’dan. Ham demirin çelikten kılıca dönüştüğü gibi “Hamdık, piştik elhamdülillah” diyerek çıkalım Ramazan Ayı ustalığının elinden… İncelmiş, merhametli, sabırlı, mütevazı, müsamahalı… Görenler desinler ki “Bu oruç tutmuş!”
9. Tutmak
İmsak, “kendini tutmak!”; İftar, “açmak, bırakmak” demek. Arapça ‘Savm’ kelimesine karşı gelen Farsça ‘Ruze’ kelimesinin Türkçe telaffuzunun aldığı biçim olan ‘Oruç’ sözcüğü “kendini tutmak, uzak durmak” anlamındadır. O oruç ki, ister semavi olsun, ister felsefi, bütün dinlerde yeri vardır. Nefis tezkiyesini oruçsuz düşünen tarihte görülmemiştir. Hıristiyanlarda Çarşamba, Cuma orucu vardır. Yahudiler dua etmeden önce oruçla ‘canlarına cefa çektirirler.’ Üç dinde de olan ‘Meryem orucu’, “konuşma orucu” demektir. UNESCO Yunus Emre Yılı ilan etmişken koca dervişin bir deyişine uzanalım: “İlim, ilim bilmektir,/İlim kendin bilmektir./Sen kendini bilmezsin,/Bu nice okumaktır.” Deyişin müphem karakteri çeşitli anlamlar vermektedir. Buradaki “ilim, kendin bilmektir” ifadesi “ilim, bildiğini kendin uygulayarak göstermektir” anlamına da gelir. Bu kuralı oruca uygularsak şu anlam çıkar: “kendini tutmuyorsun, yanlışlardan, günahlardan uzak durmuyorsun bu nice oruçtur/kendini tutmaktır.” Vurgu kendini tutmayadır. “Herkes tutuyor”, “ayıp olmasın”, “kınarlar” diye psikolojik/sosyal baskılar altında kerhen ve zahiren oruç tutanlar varsa, onlar “kendilerini tutmuyorlar”, “oruç onları tutuyor” demektir. Allah’ın dileği orucu “kendimizi tutarak” ihya etmektir, orucun bizi tutması değil.
- Zehir
‘Dışa dönük yaşamaya kurulu’ hayatımız manevi bir sorun. Bir sosyal medya olgusu var ki günümüzde, kullanış biçimimiz insanlığımızı törpülüyor. Herkes olanca çabasıyla sosyal medya mecralarında akan kalabalığa karışmakta. İftarından sahuruna, camisinden hocasına dini aktivitelerini sergiliyor insanlar. Hele ki Mübarek Ramazan’da katlanıyor bu paylaşımlar. Oysa Ramazan, hayatın insanı çektiği bu kalabalıktan insanı çekip almak için var değil mi? Dışa yönelen bakışları içe döndürme eğitimi değil mi Ramazan? Başkasına değil kendine bakma zamanı değil mi Ramazan’lar? İnsanın içindeki nefis azmanını besleyen her şey ‘oruç ruhuna’ aykırıdır. Oruçtan amaç belli: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de sayılı günlerde farz kılındı ki, takvâya ulaşasınız” (2/183). Takvâdan alıkoyan her şey oruca ters. Takvâ ise ‘sadece Allah’ın takdirini gözetmek’tir. İbadetlere başkalarının takdirini bekleme duygusunu bulaştırmak takvanın zehridir. Zehirli yemek yer misiniz? Zehirli ibadetler de geri çevrilir. Zahmet çekiyoruz, bari heba olmasın. Boş verin elâlemi, Allah bilsin yeter.
- Takva
Takva kelimesi, “sevdiğini üzmekten korkma” anlamındadır. Allah kendisi de sevdiklerini üzmez, “ehl-i takva”dır. (Müddesir,56), İnananlar da öyle olmalıdır. (48 defa muttaki(takva sahibi) olarak niteler) “Allah takva sahipleri ile beraberdir” (Bakara,129; Tevbe, 9), “onları sever” (Al-i İmran 76), ”onların dostudur” (Casiye,19). Takva sahipliği ne imtiyazlı bir nitelikmiş değil mi? Bu büyük lütfu, “Allah layık olan kulunun kalbine kendisi ilham eder.” (Şems, 8) Bu lütfa nasıl layık olabiliriz? Çok ibadetle mi? Ya çok çalışmakla? Hayır, bunun bir tek yolu var: Samimi olmak! Samimiyetin ilk göstergesi davete icabet olsa gerektir. Takvaya çıkan kutlu bir zaman koridoruna girmeye davet edilmişiz. İcabet edelim.
- İçtenlik
Saffat Suresi’nde Yüce Allah dört defa, kınadığı kötülükleri sayar, sayar. Ardından bir kesimi cezadan muaf tutar: “Allah’ın samimi kulları hariç!”(Saffat,40, 74, 128, 160,) Öyle bir tılsımdır ki samimiyet(içtenlik) ehl-i kitapta bile bulunsa müjdeler verilmektedir. (Al-i İmran, 199). Duanın, (Mü’min,65), tövbenin kabul şartıdır. (Tahrim,8) Samimi eylemlerin karşılığının en az on misli olacağı ve azaba da konu olmayacağı açıklanmıştır. (Enam,160) Cennet, ancak samimi kullar içindir. (Saffat,42), (Saffat,44), (Saffat,45), (Saffat,48). Efendimiz özetlemiş: “Din nasihattır(samimiyettir).” (Müslim,İman,95). “Ey iman edenler, …(gerçekten) iman edin!” (Al-i İmran 136) ayeti tam anlamıyla bir “samimi olun” ihtarı değil midir? Samimiyeti oruçtan güzel sergileyen hangi ibadet vardır? Ramazan Ayı’yla buluştuğunda; bir prizin duya takılmasıyla çıkan enerji gibi parıldar samimi ruhlar. Şehr-i Ramazan, samimi kullarının Rablerinin rahmet rezervinden yakıt ikmali yaptıkları manevi bir liman gibidir. Samimiyetin eyleme/ibadete dönüşmüş hali oruç olmalıdır. Ne bulunmaz fırsattır, oruç tutmak, samimiyet postuna oturmak!
(Devam Edecek)
Bir cevap yazın