Rüzgar Arkamızda Tehlike Kapımızda

RÜZGAR ARKAMIZDA TEHLİKE KAPIMIZDA

Siyasal liderlik, konjonktürün değişen şartlarını doğru okuyarak kendi amaçlarınız için tarihin biriken potansiyelini yönlendirme kabiliyetidir. Yaşanan gelişmeler gurumuzu okşarken, sarhoş ve egomuzun gözümüzü kör ettiği bir hale de düşmemeliyiz.

Evet bugün fırsatlar önümüze serilmiştir aman işte tam şimdi, Türkiye, taşıdığı riskleri doğru yönetmek zorundadır. Fırsatları felakete çevirmek de, felaketlerden fırsat çıkartmak da elimizdedir. Türkiye’nin parlayan yıldız olduğu konusunda tüm dünya hemfikir. Biz de Türkiye’yi ‘Geleceğin Ülkesi’ olarak görüyoruz. Şöyle veya böyle Türkiye güçleniyor.

Fakat önündeki mayınlara basmadan yürümek zorundadır Türkiye… İlk mayına bastığında Güneydoğu ayağı başta olmak üzere parçalanacaktır. Mayınlara basmadan yürürse de ‘Geleceğin parlayan yıldızı’ olacaktır.

İKİNCİ AÇILIM İÇ SAVAŞ DEMEKTİR

Bu risklerden en büyüğünü terörle mücadele süreci barındırmaktadır.

Ortada bir gerçek vardır: Türkiye’de, açılım sürecinde PKK güçlendi daha çok can alıyor. KCK güçlendi daha çok şehir eylemi yapıyor. BDP güçlendi Doğu’da ağırlığını koydu, zafer sarhoşluğu özerklik isteme düzeyine ulaştı. Daha hırçın. Açıkça ‘Öcalan’a özgürlük’ diyecek özgüveni buldular. Terör örgütü TAB adında yeni bir örgütle vitrin almaya başladı. Mahkemeler kurmuş, binlerce davaya bakmış, adliye, okul kurmuş, maaş ödediği memurlar oluşturmaya başlamış…

Biz ve büyük çoğunluk PKK ile görüşmeyle başlayan ‘açılım’ denilen ‘Habur Ruhu’nun doğuracağı sonuçları tahmin etmişti. Bu dönemi güçlenmek için değerlendiren terör örgütü bela iken büyük belaya çevrildikten sonra başlatılan kararlı mücadele son derece isabetlidir. Ancak şu anda açılımcı koro’ yeniden PKK ile görüşülsün, masaya oturulsun diyor.

HABUR RUHU İÇ SAVAŞIN BENZİNİDİR

İşte şimdi yeniden vurguluyoruz: Terör örgütü masaya oturduğunda teslim olacak kadar perişan olmalıdır. Yoksa ikinci açılımın sonucu –halen ihtimal dahilinde olan hedeflerine erişmeleri- iç savaşın başlaması olacaktır. Hiçbir iç savaş devlet yıkılmadan ya da bölünmeden bitmez.

Hükümetin içindeki ‘açılımcı damar’ hakkını kullanmıştır ve sonuçları ortadadır. Başarısızdır. Kanın tam on kat artmasına neden olmuşlardır. Fakat O damarın ana artelleri devlette halen aynı görevlerdedirler. Hem de kuvvetli bir ‘lobi’ olarak.

Bu bir zaaftır: yanlışı cezalandırmayan, başarıyı ödüllendirmeyen yönetim, gelişme kabiliyetini yitirir. Statikleşir. Statükocu durağanlık hezimet getirir. Bu yönetim körlüğü, uzun dönem yönetimi süren iktidarlarda ‘metal yorgunluk’ ve ‘mental yorgunluk’ olarak ortaya çıkabilen bir arızadır. İktidarın, bu arızaları giderme yeteneğini ilk defa bu hükümet döneminde gösteremediğini düşünüyoruz.

TERÖRLE MÜCADELEYİ BUNA İNANANLAR YAPABİLİR

Açılıma inananlar terörle mücadele edemezler. Çünkü bu mücadeleye inanmıyorlar. Onlarca asker katline rağmen harekete geçmemeleri ondandır. Daha asker karaya çıkmadan devleti masaya çağırmaları ondandır. Açılımcı zihniyeti taşıyanlar, Türkiye’yi iç savaşa çekmek isteyenlerin arzu ettikleri ortama hizmet ediyorlar.

Takip edenlerimiz bilir, 2011 yılının Türkiye’de iç savaşın tezgahlanacağı yıl olduğunu son yedi yıldır tekrar tekrar vurguluyoruz. Tedbirler öneriyoruz ve yanlışlara dikkat çekiyoruz. Bugün ise meydana gelen son olaylar dizisinin, yapılan eylemlerin bir bölgesel terör olmaktan çıkıp iç savaş potansiyelini harekete geçirme ‘ihtimali’ olan odaklara yöneldiğini görüyoruz. Bir rehavete daha dayanılmaz.

NE İRAN NE KÜBA OLALIM: TÜRKİYE KALALIM

Gerçekten gurur duyuyoruz. Sayın Başbakanımız zalimlere hasım, mazlumlara hami bir vizyonla yürüyor. Araplara ve Türk dünyasına yakınlaşmaya öncülük ediyor. BM’nin karşısında ‘Filistin’i bile devlet yapamıyorsanız, Somali’ye yardım etmiyorsanız, siz ne işe yarıyorsunuz?’ Diyor. İsrail’e karşı hiçbir Arap devletinin gelemediği bir noktaya geldi Türkiye. Kapitalizmin küresel düzenine rest çekiyor.

Fakat şunu soralım: Castro’nun ülkesi gibi bir çeperde bir ada değiliz. İran gibi ideolojik bir ada da değiliz. Stratejik odağız. Bize göz yummazlar.

 Kapımıza gelecek olan tehlikelerle baş edebilecek durumda mıyız? Muavenet’in vuruluşunu hatırlayalım. Hepimiz biliyoruz: ABD emir verdi ve gemimizi vurdular. Biz de yedik! Şu anda dünya ileri silah teknolojilerinin ‘beyin-sinir sistemini’ elinde tutan güç ABD, bu gücün mensubiyeti İsrail’dir.

‘Milli yazılım’ haberlerinin bir psikolojik harp olduğunu elbette biliyoruz. Kendimizi aldatmayalım. Türk hava sahasından halen İsrail uçakları Kuzey Irak’a, PKK’ya gidip geliyor ve fark edemiyoruz bile. Yazılımımız düşman bile görmüyor. Bu da en önemli değil, ikincil önemde bir husus.

NEYİMİZE GÜVENİYORUZ?

İsrail füzelerine yapacak neyimiz var?

Efeliğimizin bir nedeni var: ABD yanımızda diye cesaretli davranıyoruz! ABD yanımızdan çekildiği an İsrail ile nasıl baş edebileceğiz? İran’la kurduğumuz ittifak mı bizi zafere taşıyacak?

Bir savaş çıkarsa, nihai zaferimize kesinlikle inanıyoruz. Ama kara savaşları başlayıncaya kadar felaketler bizim üzerimizde dönecektir. Bedeli ağır bir zafer olacaktır.

İsrail ile Türkiye geriliminde bir başka boyuta daha değinelim: İsrail devlet başkanı ‘konuşmayacağız’ diyor. Susuyor. Saldırmıyor. Ama Türkiye’de bombalar, roketler, uzun namlulu silahlar konuşuyor. Türkiye Başbakanı da yüksek sesle bağırmak yerine öyle bir özlü ve medeni mesaj vermeli ki, ardından İsrail’i titretecek olaylar yaşanmalı. Bu güç var mı? O da yok.

Bilgi teknolojilerinde solda sıfırız, silah teknolojilerinde yokuz, istihbaratta nal topluyoruz. Sadece üstünlüğümüz kalabalık ve inançlı oluşumuz. İnsanın aklına Çanakkale savaşı şartları geliyor! En pahalı zaferimiz!..

BU SÜREÇ TEZGAHTIR! OYUNA GELİYORUZ!

Bu süreç, parlayan Türkiye’yi bir savaşla durdurup, iç savaşla zayıflatma sonra da tepesine çökmek için tezgahlanmıştır.

Bu sürecin miladı da Mavi Marmara’nın yola çıktığı vakittir. O zaman, İsrail’le Türkiye’yi karşı karşıya getirme senaryosu iki ülkenin işine gelir: ABD ve İran! Diyenler vardı.

Bölgede, İsrail’in kendisine hükmetme yerine kendisine muhtaç olma konumunu perçinlemek isteyen ABD için Türkiye işe yarayan tek güçtü. İsrail’i Türkiye eliyle dövmek istedi ABD. Ayrıca bu, Arap baharını da hızlandıracaktı. Bir taşla iki kuş vuracaktı ABD. Fakat bu arada İran da mutlu olacaktı. Çünkü Türkiye İsrail konusunda kendi safına geçecekti. Mavi Marmara yola çıkarken bu organizasyonun liderliğini yapanların uluslar arası bağlantılarına dikkat çekiyor ve amacın insani eylemle siyasi hedeflere ulaşmak olduğunu söyleyen insanlar vardı.

Onlar haklı çıktı.

DAR KAFALI DAR ÇEVRE TÜRKİYE’YE YÖN VERİYOR

Türkiye’yi, makas yaptırarak İran’ın yoluna sokan bu eylem, iç politikada ‘açılım yanlıları’ tarafından istendi ve sağlandı. Aynı ‘dar kafalı’, ‘dar çevre’ siyasette sağladığı ‘etkinlik’le Türkiye’yi dışarıda sıcak çatışma, içeride iç savaş eşiğine getirmiştir.

Türkiye duygusallıkla yönetiliyor görüntüsü var. Üstelik Osmanlı gibi derin ve kuvvetli bir akılla değil.

Türkiye, Osmanlı politikalarını güncelleyecekse, Osmanlı’nın; İran’la, Yahudilerle ve Batı ile ilişkilerine daha dikkatli bakmalıdır.

Osmanlı hiçbir zaman piyonlarla uğraşmadı. Rum kesimi ile savaşsak ne olacak? Bu, İngiltere’nin el ense çekmesidir; tartmasıdır. Tarttı, komik durumdayız!

İsrail ile karşı karşıya, İran ile yan yana  gelmemizi sağlayan ABD’dir. Bu, İsrail’i ehlileştirmenin Türkiye’nin de Batı’da, dolayısı ile Nato’da ağırlığını tartışmalı hale getirmenin yoluydu. ABD Türkiye’yi tartıyor.

İsrail de el ensesini çekti; terörü azdırabiliyor, bombaları patlatabiliyor, Heronları çekebiliyor, kendi uçaklarını dost olarak gördüğünü tespit edebiliyor.

ÇAPIMIZI ÖLÇTÜLER!

Dünya para piyasasını elinde tutanlar(Yahudi bankerlerdir ve İsrail ile gerilimden beri) son üç defadır dünya piyasalarındaki durumu stabilken Türkiye’de doları speküle ediyorlar. Bakıyorsunuz Avro ve altın yerinde sayıyor, dolar oynayıp duruyor. Hem de sadece Türkiye’de. Demek ki Türk ekonomisinin direnme eşiğini arıyorlar. Buldular mı? Bizce buldular. Merkez Bankamız piyasaya ikidir giremiyor. Para alıp satıyor. Dizginleri elinde tutamıyor. Bunu da ölçtüler. Eşiği buldular. Artık çökertilmeye müsaitiz.

Sınırlarımızı belirlediler. Çapımızı ölçtüler. Derinlik bırakmadılar. Şimdi ne olacak?

Biz söyleyelim:

Bize savaşı düşündürtüyorlar mı?  Evet, savaşı düşünüyor, tartışıyoruz.

Demektir ki beklenti tamamdır. Canları istediğinde savaşı çıkartırlar artık.

Nasıl mı?

İKİZ KULELERİ VURDUKLARI GİBİ BİZİ DE VURURLAR

Şimdi predetorları alyoruz ya… Onlar ABD’den 40 bin mil öteden yönetilebilen insansız vurucu tarama uçakları. Bir predetor görülmez, sesi duyulmaz ama vurur. Akdeniz’de bir gemimizi ABD bir predetorla vursa, İsrail’in vurduğunu da ilan etse…

Ne olur?

Savaşmak zorunda kalırız.

Bu, aynı zamanda bir Dünya Savaşıdır. Odağında yine biz oluruz.

Bunu yaparlar mı?

Önce propaganda ile bir ‘islami terör’ ortamı oluşturup sonra kendi ikiz kulelerine kendi yolcu uçaklarını daldıran ABD; savaş şartlarını oluşturmuş, tetiği de eline almış, işine gelen zamanı bekliyor…

Çok açık.

SIRA PAYLAŞIMA GELİNCE TÜRKİYE SAVAŞA SOKULACAKTIR

Pekiyi, ABD bunu ne zaman yapar?

Önce Arap Dünyasında yeni rejimler oluşur, yeni düzenler yerleşir. Türkiye bu dönemde önemli roller üstlenir. Sonrasında, iş petrol ve diğer kaynakların bölüşümü aşamasına geldiğinde savaşın tetiğine basar ve Türkiye’yi bertaraf eder.

Lütfen, ne olur, artık bu kadar kolay olmayalım.

AÇILIMCI LOBİ İŞİN BAŞINDAN ÇEKİLMELİ

BU süreci durdurmak için, derhal, başımıza bu felaketi hazırlayan, Türkiye’nin siyasal genetiğinden kopuk bu ‘açılımcı lobi’yi hükümetin içinden ayıklamalıyız. Ak Parti, sıfır sorun ararken sıfır komşu düzeyine gelmişse, onların başarısıdır(!).İçeride teröriste yatan, dışarıda teröriste çatan bu anlayış felaketin kapısına kadar taşıdı ülkemizi.

Onlar İsrail ve ABD’nin şahinleri gibidir.

Öyleyse onlarla sürüklendiğimiz ‘felaketi’ görelim. Onların ağırlığını atan Ak parti dengesi yerinde, süreci mükemmel yöneten duruma yeniden erişecektir.

Havaya girmeyelim. Gaza gelmeyelim. Büyük devlet olamadık henüz. Sadece fırsatlar önümüzde rüzgarlar arkamızda, güçlü ve başarılı bir lider de iş başında. Bu şartları iyi kullanabilmek önemlidir.

Türkiye geleceğin ülkesidir. Fakat geleceğimiz parladığı ölçüde şer odaklarının hazırladığı tuzaklar da artmıştır. İstikameti doğru, ama aşırı dozajlarıyla dengeleri bozan siyaset acele onarılmalıdır.

Denge sağlamak için ne yapmalı?

TÜRKİYE’NİN ACİLEN ALMASI GEREKEN TEDBİRLER

Bilgi ve Silah teknolojilerinde israil’i nasıl dengeleyebiliriz? Çok zaman alacak ‘Milli Yazılım’la değil! Kore ve Japonya ile. Deniz Kuvvetlerimizdeki eksikliği Japonya, araştırma gücümüzdeki zaafı Almanya ile kapatmaya çalışmalıyız. Ekonomideki tehditlere karşı Çin’le işbirliği içinde hareket ederek; Doğu’nun gücüyle Batı’yı dengelemeliyiz. Para Politikaları içinse Arap sermayesini kullanmalıyız.

Böylece bütün zaaflarımızı örter, ‘savaşılamaz’ bir ülke olabiliriz. Yoksa bizi yokladılar, hazırladılar; kedinin yumakla oynadığı gibi oynamak istiyorlar!

Bunların hiçbirini yapmıyoruz.

KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET GELİYOR!

Unutmayalım: Millenium’u yaşıyoruz.

2000 yılında yazmıştık: Millenerianizm, Armegeddon’a(Ortadoğu’da Kıyamet savaşı) inanır. Milenyum’da ortadoğuda büyük savaş Tevratta var, İncil’de var, İslam hadislerinde var. Yani buna ‘mesiyanik/mesihçi’ inanışlar bekliyor.

Dünyayı üç dinden de bu inanışı taşıyanlar yönetiyor.

Kendini gerçekleştiren kehanet geliyor!

Umarız, Müslümanlar bu Tevrat teorisini doğrulayan figüranlar olmazlar!

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 1.3Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.1Bin Görüntülenme Sayısı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 1182713

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?