“Sessiz Yaşadım Kim Beni Nerden Bilecektir?”

İstiklal Marşı’nın ve Safahat’ın; bir üstat hüneriyle kelimeleri hamur gibi yoğurup şekillendiren ve milli vicdanın sözcüsü yapan aydın bir nsan, gerçek bir vatansever ve samimi bir dindar; örnek kişiliği ve mücadelesi ile Mehmet Akif Ersoy…

“SESSİZ YAŞADIM, KİM BENİ NERDEN BİLECEKTİR?”

Son günlerinde;

 

“Çöz de Ya Rab yükümün kördüğüm olmuş bağını,

Bana çok görme ilahi, bir avuç toprağını.”

 

şeklinde ölümü arzulayan duygularını dile getiriyordu Mehmet Akif.

            Ölüm döşeğindedir. Ablasının evinde yatarken ziyaretgaha dönen odasında, gözleri yaşlı, şöyle mırıldandığı duyuluyordu: “Meğer seviyorlarmış beni.”

 

O, gerçekten yalnız ve münzevi bir hayat sürmüştü son yıllarında. Bu nedenle şöyle diyordu:

 

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,

Günler şu heyûlâyı da, er geç silecektir.

Rahmetle anılmak… Ebediyet budur, amma,

Sessiz yaşadım, kim, beni nerden bilecektir?

 

Bir cenaze arabası, dört görevli asker, puslu bir 27 Aralık sabahı sessizce ölen milli şairi almaya gelmişti.

Fakat o sabah da ziyaretine gelen üniversiteli gençler vardı. İstiklal Şairinin öldüğünü ve böyle sessizce gömüleceğini öğrenince buna razı olmadılar. O 11 gençten birisi rahmetli Fethi Tevetoğlu’ydu. Öyle tekerlekler üstünde mi gidecekti naşı soğuk soğuk? Mili Şairin cansız bedenini omuzlarına aldılar, Mısır Apartmanı’ndan taa Bayezıt camiine kadar taşıdılar… Kefenini Türk bayrağına sardılar! Böylece Akif,“Çatma kurban olayım çehreni..” diye ağladığı büyük aşkına, Türk bayrağına sarılarak gömülen tek insan oldu!

İlâhî bir aşkla yükselttiği bayrağına sarılmış yürüyordu son yolculuğuna. 11 kişi dağıldı üniversitelere, on bin kişi döndüler. İstiklal Marşı gökleri, acıları yüreklerini titretiyordu gençlerin. Ve mezarı başında o muhteşem genç topluluk Akif’in şu mısralarını okuyarak ayrıldı kabrinden:

 

“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir,

Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir,

Değil mi ki birdir vuran yürek…Yılmaz,

Cihan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz!”

 

Ölüsü de Milli birlik ve beraberliğe hizmet eden bir Milli Mücadele kahramanıydı Akif.

Mehmet Âkif’in ölümünden sonra hakkında çok şey söylendi. Fakat en etkileyici tespiti Hüseyin Cahit Yalçın şu cümlesiyle yapmıştı: “Mehmet Âkif’in hayatı, eserlerinden çok daha muhteşem bir şiirdir…”

O, bir aydın olarak vatanı için ödenmesi gereken bedelleri ödedi: Veteriner olarak çalıştığı kurumda müdür yardımcısı idi. Müdürü ile karşıt görüşlerde idi. Fakat haksız biçimde Müdürü memuriyetten atılınca, “Sıra bana geldi. İşte fırsatı, müdür olacağım.” demedi. 20 yıllık memuriyet hayatına son verdi. Hukuksuzluğu, keyfiliği protesto ederek istifa etti.

Mithat Cemal Kuntay şöyle bir olay anlatır:« Kirada oturduğu evine, bir cuma günü gittim. Beş çocuğundan başka, dört çocuk daha vardı.  “Bunlar kim?” dedim. “ Çocuklarım!”dedi. Sonra anlattı: Âkif, Baytar Mektebinde iken bir arkadaşıyla anlaşmışlar. “Kim önce ölürse, çocuklarına sağ kalan baksın! » demişler. Arkadaşı kendisinden önce vefat edince Mehmet Akif de, verdiği söze bağlı kalarak çocuklarının sayısını dokuza çıkartmış. Mithat Cemal devam ediyor;  “Halbuki o zamanlar, Akif Beyin beş parası yoktu; fakat beş çocuğu vardı!”

Bir gün sokakta soğuktan titreyen bir yaşlıya acıyarak sırtındaki paltosunu ona bırakır Akif Bey. Bir daha vefatına kadar Akif’in paltosu olmadı. İstanbul sokaklarında yoksul çocukları gördükçe duygulanır, yardım edecek imkanı olmayınca kahırlanır; “Ya hamiyetsiz olaydım, ya param olaydı” der. Öyle yufka yüreklidir.

5 çocuğu ile uzun yıllar yoksullukla pençeleştikten sonra bir gün Akif, Dar’ül Hikmetül İslamiye’nin başına getirildi. Ancak bu sıfatıyla gittiği yerlerde kurtuluş Savaşı’na destek konuşmaları yapmakta tereddüt etmedi. Balıkesir’de yaptığı konuşma büyük etki yapınca İstanbul Hükümeti görevinden de aldı. Anadolu’daki harekete destek olmaması ihtar edildiğinde; o dönemde hapishanelerde sadece kurufasulye yemeği verilişini kastederek şöyle dedi: “Ben kuru fasulye aşı yemeye razı olduktan sonra beni susturamazsınız”

Ve Anadolu’daki milli mücadele, yasadışı ilan edilince dergisini sırtlayıp Anadolu’ya geçti. Sebilürreşad Dergisi’niKastamonu’da çıkarttı. Kastamonu Nasrullah Camii’ndeki bir vaazı gönüllüler tarafından çoğaltılarak Diyarbakır ve civarında dağıtıldı. Milli mesajları Güneydoğu illerinde önemli etki yaptı. Ankara hükümetine karşı başlayan Konya’daki ayaklanmayı durdurmada baş rol oynadı. Burdur Milletvekili olarak Meclise girdi. Meclis’in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921’de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart’ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Bu yarışmanın ödülünü de almadı, gazi ve şehit ailelerine bağışladı.

1926’dan itibaren sağlık nedeniyle kışın Mısır’da, yazın İstanbul’da yaşadı. Devlet tarafından verilen Türkçe Kur’an meali yazma görevini, sorumluluk duygusuyla yıllarca yapmaya çalıştıktan sonra ‘kendi din ve dil bilgisi düzeyinin Kur’an gibi bir kitabı Türkçe ifadeye yeterli olmadığı’kanaatine vararak vazgeçti. Hatay’ın Türkiye’ye alınması için çalışmalara katıldı. En son, öldüğü yılda, 1936’da hasta haliyle Antakya’ya gitmişti. Şiirlerini topladığı Safahat, Türk milletine yol gösteren rehberlerden biri olarak hep elimizdedir artık.

Akif’in, kuşkusuz en muhteşem şiiri, Asım kitabında yer alan Çanakkale Şehitlerine bölümüdür. Ünlü vatansever aydınSülyeman Nazif, Çanakkale şehitlerine şiirini dinledikten sonra Akif’i şöyle tanımlamıştı: “Allah’ın şehitleri olduğu gibi şairleri de var!”

Size Akif’in garip bir kaderi vardır, ondan söz etmek istiyorum: Balkan harbi sırasıdır. Düşmanın Müslüman Türk halkına en ağır işkenceleri reva görmektedirBerlin hatıralarında, ilmine hayran kaldığını anlattığı Batı’nın vahşeti karşısında Batıcıların suskunluğu ve “medeniyet”diye Batıya söz söyletmeyişine karşı sert bir şiir yazar:

 

 “Tükürün milleti alçakça vuran darbelere,

Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere…

Tükürün Ehl-i Salib’in hayasız yüzüne!

Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!

Medeniyyet denilen maskara mahluku görün:

Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!”

 

Dediği için aydınlar tarafından “geri kafalı adam”suçlamasına maruz kalır.

Hayatı, hürriyetleri savunmakla geçtiği halde, hürriyet adı altında Devlet karşıtlığı ve bölücülük yapanlara karşı çıkar Akif. Bu gerçeği 1908 Temmuzunda sokağa fırlayan eylemcileri karşı haykırdığında eleştirilir. Bu nedenle“hürriyete düşman zavallı”  derler ona.

Amerikan mandası önerisine karşı yiğitçe yükselen karşı ses de Akif’indi. Bunun üzerine Mütareke basını tarafından “Ortaçağ kafalı tehlikeli adam denildi.

En ilginci, Âkif’in şapka giymemek için Mısır’a gittiği iddiası idi. Mehmet Âkif Mısır’a gittiğinde henüz şapka devrimi yapılmamıştır bile. Cumhuriyet Meclisinin milletvekilleri dahi fes giyiyordu. Hiçbir muhalefeti bilinmemesine rağmen, bazı yanlış aksettirmeler Akif’e ‘rejim muhalifi’ yaftasının takılmasına neden oldu.

Türkiye’de şapka bahane edilerek rejim düşmanı diye iftiraya, bu nedenle takibata uğrayan Akif, Mısır’da entari giyip dolaşmak yerine ceket, pantolon ve Frenk gömleği giydiği için “Hıristiyan Âkif, gavur Âkif” diye yaftalanıyordu. Ne çelişki, ne garip bir kader değil mi?

O ne mi yaptı? Örgüt kurmadı. Hiçbir yere sığınmadı. Yanlışa kullanılacaksa konuşmadı bile. Sadece yapıcı davrandı. Hiçbir eleştiriye de aldırmadı. İnandığı gibi, dosdoğru yaşadı. Ve onun için büyüdü Akif. Samimi bir dindar, gerçek bir vatansever ve sadık bir vatandaş olduğunu gösterdi. İşte bu doğru çizgisi sayesinde onu bugün milyonlar ve koca bir devlet anıyor.

             Niçin Akif’i anıyoruz? Çünkü Akif’in hayatının hiçbir karesinde ona sahip çıkanların başını öne eğdirecek bir hatıra bilinmiyor. Dosdoğru bir insandır Akif.

Akif iki yüzlülüğe tahammül edemez. Sözünün samimi ere olmayanlara itibar etmez.

Bunu da çekinmeden söyler!

 

“Şudur benim cihanda en beğendiğim meslek,

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”

 

Özellikle ülke sorunları karşısında duyarsızlaşan, bencilleşen insanımıza; bu vatanın, bu doya doya yaşadığımız özgürlüğün; boşveren insanların değil can veren, emek veren, ter döken insanların fedakarlıklarının eseri olduğunu anlatmak için Mehmet Akif’i anmak anlamlıdır. Onu anlamak önemlidir. Yoksa şahsının övülmesi onun da en çok rahatsız olacağı bir davranıştır.

 

Akif demek sadece şiir, sanat değil ülke, millet ve inanç demektir.

Akif’ten bahsetmek bir millet kaderinden bahsetmektir.

Her an milletinin ıstıraplarıyla yanan bir yürek, kelam ve kalem..

 

Yaşadığımız zaman diliminde biz ne gördüysek, Akif de onları gördü.

Biz Kosova dramını yaşadık, Arnavutluk iç savaşını,

Sırpların Boşnak katliamını, Bulgaristan zulmünü gördük.

İç savaş yaşadık, Rum zulmünü yaşadık ve komşu topraklarımız işgale uğradı.

Akif ise, o zaman ‘bizim olan’ bu topraklarda

aynı acıları yürekten yaşadı…

“Bilir misin, ne kadar anne var bugün yasta?

Tunus’ta, Cezayir’de, sonra Kafkas’ta?

Hazar’da sulhü ttahassürle yâd eden teba,

Sürüldü süngüler altında harbe son defa!

Ne iptilâ! Ne musîbet! Cihan cihan olalı,

Bu ıstırabı eminim ki çekmiş olmamalı!..” diye ağlayan mısralar dizdi.

 

Güzel insandır Akif. Sevgi insanıdır. Ama sürekli olumsuzluklardan söz eder. Bu karamsar halden o da memnun değildir. Fakat gerçekçidir. Ne görüyorsa onu söylemektedir.

 

“Nasıl tahammül eder insan esaretine?

Kör olsun ağlamayan ey vatan, felaketine!

Vîrânelerin yasçısı baykuşlara döndüm,

Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu!

Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum,

Ya Rab, beni evvel getireydin, ne olurdu!”

 

Akif mücadele adamıdır. Adım adım Anadolu’yu dolaşıp yüreklendiren bir yiğittir.

Yoksulluk, zorluk nedir dinlemeden Milli Mücadeleye destek olmuş bir kahraman.

Karamsarlık, lügatında yoktur onun:

“Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir,

Davransana..Eller de senin, baş ta senindir.

Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak,

Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak,

Dünyada inanmam, hani, görsem de gözümle,

İmanı olan kimse gebermez bu ölümle.

 

His yok, hareket yok, acı, yok, leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin!

 

Sahipsiz olan memleketin batması haktır,

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır!”

 

Bu duygularla milli şairimiz Akif’i vefat yıldönümünde rahmet ve minnetle anıyoruz.

ROMANLARDA TEHCİRİN YOLCULUĞU

  • 2Bin Görüntülenme Sayısı

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar

  • 1.6Bin Görüntülenme Sayısı

1 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hakkımda
Hakkımda
Merhaba. Bu sayfalarda birlikte olmaktan son derece mutluyum. Hoş geldiniz. Hayat yolundayız. Her birimiz ayrı bir mecradan, farklı bir maceradan geliyoruz...

Site Toplam Ziyaretçi: 1326195

Son Yüklenenler

Paylaşımlarımdan Haberdar Olmak İster misiniz?