ULUSLARAŞIRI İRADE NE İSTİYOR?
2012 Şubat Ayının başıydı. Bu sitede yayınlanan bir yazımızda Suriye’ye müdahale için en az bir yıl olduğunu yazmıştık. O vakitler Türkiye’nin şahin tavırlarla yaklaştığı Suriye’ye, Libya gibi bir müdahalenin geleceği bekleniyordu. Gecikmesi, ilişkileri kopartan Türkiye’ye zarar verecekti çünkü. Tahmin ettiğimiz gibi oldu. Bir yıl dolmaya yaklaşırken Akdeniz’de sular ısınıyor. Suriye’ye müdahale artık geliyor.
Neden şimdi müdahalenin olacağını, o tarihte ortaya koyduğumuz gerekçeleri yeniden hatırlayarak ortaya koyalım:
1. ABD seçimleri geçmeden, yeni Başkan belli olup İsrail-Yahudi lobisi ile Ortadoğu konusunda anlaşmadan NATO müdahalesi gelmez.(Nitekim böyle oldu. Seçimleri bitiren ABD, Yahudi lobisini daha rahat ikna edecek duruma geldi ve savaş gemileri Akdeniz’e indi.)
2. İsrail bu yeni yapılanmadan da, yeniden payını almadan müdahale olmaz.(İsrail’in son genişleme hareketi, Gazze’yi işgali bunun içindi. Bu da tamam oldu.)
3. Rusya, ABD ve Türkiye anlaşmadan savaşılırsa bu bir Dünya savaşına döner. O nedenle savaş şimdi çıkmaz. (Putin ve Erdoğan son 10 ayda 15 kez görüştü. Rusya Esed’e arkasını daha şimdilerde döndü. Şartlar oluştu.)
4. Kürt Zengezur’unu amaçlayan ABD-İsrail, Kuzey Irak’ta olduğu gibi Kuzey Suriye’de de Türkmenler seyreltilip Kürt nüfus ağırlığı sağlanmadan savaşa başlamaz. (Bir yıldır Türkmen nüfus 2/3 oranında azaltıldı. Kuzey Suriye’deki demografik yapı emellerine uygun hale geldi.)
5. Türkiye Başkanlık ve Eyalet sistemine yanaştığını TBMM’de göstermeden ABD saldırıya onay vermez. (Türk Yerel yönetimler yasası geçti, Kalkınma ajansları uygulaması yerleşti, Başkanlık Sistemi gündemimize oturdu. Eyalet uygulaması ufukta göründü. )
Bunları öngörmüştük; çünkü bunlar, ABD’nin kurmakta olduğu ‘Yeni Dünya Düzeninin’ gerekleriydi. Görüldüğü gibi bu süre zarfında İstedikleri şartlar olgunlaştı. Artık Esed’i devirirler.
40 YILDA BİR HARİTASI ÇİZİLEN ORTADOĞU
40 yılda bir gelen; 1930’larda birinci, 1970’lerde ikinci ve 2010 sonrası üçüncü ‘toptan değişim’ dalgasına maruz kalan Ortadoğu’da tüm devletler yeniden kurulurken, elbette Türkiye de yeniden kurulacak.
Yugoslavya modeli gibi küçük devletçiklere veya eyaletlere ayrılarak bölgesel güçler yerel güce dönüştürülecek ve böylece küresel gücün karşısında orantısız zayıf kalmış sözüm ona ‘özgürleşmiş’ halkların refahı aldatmacası sahnelenecek.
Değerlendirilecek yönü çok olmakla birlikte, Türkiye açısından planlanan geleceğe bakmak bizim için önceliktir.
MERKEZİ HÜKÜMETTEN ADEM-İ MERKEZİYETE
Bu çerçevede, Suriye sonrasında, Türkiye ‘kendisini dönüştürecektir’. Bu dönüşüm, ‘yerinden yönetim’(İngiliz-ABD hayranı liberal Osmanlı aydını Prens Sabahattin’in önermesi olan Adem-i Merkeziyet uygulaması) ilkesinin hayata geçmesi olacaktır.
Böylece, Türkiye Cumhuriyetinin felsefi referansı, Ziya Gökalp’ten alınıp Prens Sabahattin’e verilmiş olacaktır.
Aslında, bizce rahatsız olunması gereken şey, temelde Gökalp- Sabahattin tercihi de değildir. Türkiye, Osmanlı gibi eyaletlerle de yönetilebilir. Mesele bu değil.
Bizi rahatsız eden şey ABD’nin senaryosunu uyguluyor olmamızdır. Kendi planımızı, kendi geleceğimizi belirlemiyor oluşumuzdur. Şekil değil.
Başka planların parçası oldukça yok oluruz, yok oluyoruz.
BAŞKA PLANLARIN KURBANI OLMAK!
Yakın geleceğin öngörüsünü sekiz yıl önce yazmıştık. Demiştik ki: Türkiye, eyaletleşip çevresindeki devletçik ve eyaletleri de toplayarak Bölgenin patronu olacak. Fakat bu eyaletlerden gelen temsilcilerle meclisimiz Türklerin azınlıkta kaldığı, gayr-ı Müslimlerin de yüzde 20’lerin üzerinde temsil edildiği, bu sayede ‘uluslaraşırı irade’nin yönettiği bir hal alacaktır.
Ve asıl Türkiye üzerindeki hesap da budur.
İngiltere yüz yıl önce de bunu yapmak istemişti. Fakat son Osmanlılar ve Padişah böyle bir yok oluş yerine, küçülmüş ama var olan bir Cumhuriyete karar ve destek vermişlerdi. Mustafa Kemal önderliğinde başlayan bu hareket sonradan İngilizleri de mutlu eden bir Batıcılığa eğilim verse de Türkiye, Türkiye olarak kalmıştı.
Şimdi, tam kimliğimizi bulduk derken yüzyıl önceki seçenek yeniden önümüze konuldu. İslam ve milli kimliğimizin siyaseten indirgenerek yeniden ekalliyete dönüştürüleceği gelecek on yıl, İslam’ın da izzetini temsil eden Kurtuluş savaşımızın rövanşı olacaktır.
TUNA-DİCLE-FIRAT KARDEŞLİĞİ
Suriye’den çok kendimizi düşünelim. Ve şunu unutmayalım; Tuna-Dicle ve Fırat’ı birleştirerek yönetmeyen bir Türkiye, İslam Dünyasında söz sahibi olamaz ve Dünya’da da bir güç haline gelemez.
Medeniyetler arasında ‘Köprü’ olmak Türkiye’ye vizyon vermez. Medeniyetin kaynağı olmadan güç olunamaz.
Bu da Osmanlı’ya tekabül ediyor.
Osmanlı’yı ihya etme yolundayız. Bu çok isabetlidir. Fakat anlattıklarımız ışığında yeniden, yeniden soruyoruz: Osmanlı’yı, ABD’nin eyaleti yapabilir miyiz? Gidişat buna doğru olmasın!
Necip Fazıl’ın, İkinci Abdulhamit’in ağzından ifade ettiği gerçeği unutmayalım: Meşrutiyet Meclisini Türkler ve İslam azınlığa düştü, yasalar devleti yıkmaya hizmet ediyor diye fesheden ve 31 Mart vakasında kendisine tutuklandığını tebliğ eden ihtilal komitesine diyor ki Hamid Han:
“Tahttan indiğime üzülmüyorum. Üzüntüm o ki, Ben Türklerin padişahıyım beni tahttan indirenler arasında Türk yok. Ben Müslümanların halifesiyim beni tahttan indirenler arasında Müslüman yok!”
BİZİM İÇİN HER ŞEY YOLUNDA MI GERÇEKTEN?
İşte içine doğru çekildiğimiz, tarihsel akıntısına kapılarak sürüklendiğimiz sel ve son budur.
Uluslaraşırı irade, bunu da ancak refah içinde yönetilen bir Türkiye’de destek bularak başarabilir. Bu nedenle Dünya krize girse biz girmiyoruz.
Zira büyük plan sahipleri için her şey yolunda gidiyor.
Pekiyi, bizim için de öyle midir? Bunu düşünmenin tam zamanı.
Savaş sonrasında Türkiye’den beklenenleri bilerek, doğru yol çizmek için bu sorunun cevabını düşünmek, tedbirini bulmak zorundayız. 09.12.2012
Bir cevap yazın